“Nazım Hikmet İyi İnsan”…/ 3

ABONE OL
19 Ocak 2021 11:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

Nazım Hikmet’le ilgili ortaya atılan iddialardan biri de yurt dışına çıkışlarıyla ilgili olandı.

Nazım Hikmet yaşamı boyunca üç kez yurt dışına çıkar. İlki 1921 yılında gerçekleşmiştir. İstanbul’un işgal altında olduğu yıllardı. Nazım Hikmet coşkulu şiirler yazıyor ve gençleri vatanın kurtuluş mücadelesine davet etmekteydi.

Kendisi de ulusal kurtuluş hareketlerine katılmak için Ankara’nın çağrısı üzerine yakın arkadaşı Vala Nurettin’le yanlarında Faruk Nafiz Çamlıbel ve Yusuf Ziya Ortaç’la birlikte İstanbul’dan yola çıkmışlar, önce Anadolu’ya silah kaçıran bir vapurla İnebolu’ya geçmişlerdi.

Burada izinle bekledikleri sırada Almanya’da öğrenim görmüş ve o yıllardaki spartakist hareketten etkilenen gençler vasıtasıyla sosyalist düşüncelerle tanışmışlardı.

Sosyal Demokrasi Partisi’nin radikal sol kanadını temsil eden Rosa Luxemburg ve Karl Liebneck önderliğinde spartakistlerin çıkışı 1918’de Almanya’da bir devrimle taçlanmamıştır ama devrimcilerin belleklerinde iz bırakan Avrupa’daki önemli bir tarihsel kalkışma sayılır.

Ankara’ya ulaştıkları sıralarda ise Sovyetler’den övgüyle sözedilmektedir. Sovyet Rusya Lenin önderliğinde Türkiye’yi parçalamak isteyen emperyalistlerle ortaklık eden Çarlık yönetiminin bütün anlaşmalarını açığa çıkartıp Büyük Millet Meclisi ile bir işbirliği anlaşması bile imzalamıştır.

Yazdıkları İstanbul’da ses getiren, M.Kemal Paşa’yla tanıştırılan Nazım Hikmet Vanu’yla birlikte Bolu’ya öğretmen olarak atanmıştır.

Öğretmen olarak tayin edildikleri Bolu’da tanıştıkları Ağır Ceza Yargıcı Hilmi Ziya da sosyalist görüşlü biriydi onun etkisi ve Fransız İhtilali hakkında öğrendiklerinin tesiriyle Trabzon üzerinden önce Batum’a ardından da Tiflis’e gitmeye karar verirler.

Nazım Hikmet Tiflis’te tanıştıkları öteki Türkiye komünistleriyle beraber Moskova’ya doğru yola çıkar. 1924 yılında da yurda geri döner, Aydınlık dergisinde çalışmaya başlar.

Nazım Hikmet’in yurt dışına ikinci çıkışıysa 1925 yılında olur. Bunun nedeni ise Doğu Anadolu’da patlak veren Şeyh Sait isyanıydı. Hükümet isyanı bastırmak için “Takrir-i Sükun” adlı bir yasa çıkararak olağanüstü yetkiler kazanır.

Bu yasayla isyanla ilgisi olmayan solcular da baskıyla karşılaşır ve “Orak-Çekiç” ile “Aydınlık”ın da aralarında bulunduğu birçok dergiyle gazete kapatılıp sorumluları tutuklanır.

Kendisinin de tutuklanacağını anlayan Nazım Hikmet önce İzmir’e sonra tekrar İstanbul’a dönerek buradan Sovyetler Birliği’ne gider. TKP üyelerinden 38 kişi Ankara’da İstiklal Mahkemesi’nce yargılanarak çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştır. Nazım Hikmet’e de yokluğunda 15 yıl hüküm giydirilmişti.

1926 yılında çıkarılan aftan sonra yurda dönmek için yaptığı başvurulara olumlu cevap alamayan usta şair 1928’de yurda döndüğü gibi tutuklanır ve Hopa Cezaevine kapatılır, çıkarıldığı duruşmada ise yazdıkları hakkında suç unsuru bulamadıkları için serbest kalır. Resimli Ay dergisinde yazmaya başlar ve “Putları Yıkıyoruz” adlı yazı diziyle de dikkat çeker.

Putlar dediği kemikleşmiş edebiyat anlayışının temsilcileri olan eski kuşak yazarlardı. Resimli Ay dergisinin Haziran 1929 sayısında yayımlanan dizinin ilki “Dahi-i Azam” yani büyük adam olarak adlandırılan şair Abdülhak Hamit üzerineydi.

A.Hamit o yıllarda neredeyse Shakespeare’le kıyaslanıyordu. Nazım Hikmet eleştirisinde Shakespeare’i büyük sanatçı yapan özelliğin feodalizmin yıkılışı ve kapitalizmin doğuşu yıllarında yaşamış olmasına karşın her iki toplumsal düzene de karşı çıkmış olmasında bulunduğunu söyleyerek, Abdülhak Hamit’in onun ancak karikatürü olabileceğini ifade etmiş, içinde yaşadığı Osmanlı toplumunun özelliklerini evrensel bir dille anlatabilmiş olsaydı dahiler arasında yeralabilirdi demiştir. Bu eleştiriyi kabul edenlerden en başta gelen Abdülhak Hamit’in kendisi oldu.

Temmuz 1929’daki dizinin ikincisi, o yıllarda gene ulusal şair olarak gösterilen Mehmet Emin Yurdakul üzerine yazılmıştı, “Mehmet Emin Efendiye” başlığını taşımaktaydı. M.Emin Yurdakul’un Türkçeyi bile güzel kullanmadığını belirtiliyor ulusal kurtuluş savaşını yaşamış bir şair olmasına karşın mücadelenin sesini duyuramayan birinin ulusal şair sayılmayacağını söylüyordu.

Bu yazılar dönemin bütün ünlü yazarlarınca tepkiyle karşılanmış fakat Nazım cesaretle dile getirdiği düşüncelerle takdir de edilmiştir.

Nazım Hikmet’in üçüncü ve yurttan son çıkışı ise bir daha dönmemecesine gittiği Moskova’daki 3 Haziran 1963’te ölümüne kadar sürecek olan 1951 yılındaki çıkışıdır.

1930’lu yıllarda Nazım Hikmet’in ünü iyice artmıştır. Öyle ki artık şapkasından gömleğine, yürüyüşünden şiirine kadar onunla ilgili her şey ilgi uyandıracaktı. Türkiye’deki yönetim ise tam tersine bu durumdan rahatsızlık duymaktaydı.

1950 yılında Nazım Hikmet’in özgürlüğe kavuştuğu yıllarda dünya iki kutba ayrılmıştır. ABD’de yaşanan McCarty dönemi Türkiye’ye de yansır. En küçük hak talebi kovuşturmaya uğrar, tabii N.Hikmet’te. Onunla ilgili tekrar hapse atılacağı, yazı yazdırılmayacağı söylentileri dolaşır.

O dönem yurtta adeta tam bir “kızılelma koalisyonu” kurulmuştur. Milli şef rejimini sürdürmek isteyenlerle “kahrolsun komünizm” sloganları atanlar birleşmişlerdir.

Çünkü komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla hem 1931’de hem 1933’te iki kez kovuşturmaya uğramıştı. İlkinde aklanmış, ikincisinde ise tutuklanıp Bursa Cezaevine konmuştu. Son tutuklanışı ise meşhur 1938 Harp Okulu Olayı ile olanıydı.

Bursa cezaevindeyken mecliste haklarında çıkan af tasarısı engellenince açlık grevine başlamıştı. Açlık greviyle kamuoyunda destek bulan Ahmet Emin Yalman’ın “Vatan” gazetesinde başlattığı adli hataya kurban gittiği yolundaki kampanya 100 kadar siyasi hükümlünün salıverilmesi için bazı aydınların imzaladıkları dilekçeyle birleşince 1950’deki aftan yararlanıp hürriyetine kavuşabilmişti.

Bütün dünyaya yayılan “Nazım’a Özgürlük” kampanyası ses getirip serbest kalmasına rağmen cezaevinden çıktıktan sonra bir yandan geçimini sağlamakla uğraşırken tam anlamıyla özgürlük de yaşayamaz, artık sürekli izlenmektedir.

26 Mart 1951’de oğlu Memet doğar. Birgün kendisine askerlik yapmamış olduğu bu nedenle askere gönderileceği de bildirilir. Her ne kadar Deniz Harp Okulu mezunu olduğunu ve sağlık nedeniyle çürüğe çıkarıldığını açıklarsa da gerekçeleri kabul edilmez ve sağlam raporu verilip Zara’ya gideceği tebliğ edilir.

2 Nisan 1948’de öldürülen Sabahattin Ali’nin akıbetine uğrayabileceğini düşünen dostları kendisi için de böylesi planlar yapıldığını anımsatarak onu uyarmışlardı. Askerde bulunduğu yerde vurulacağı ve sonrada kaçıyordu şeklinde bir açıklama yapılacağı konuşuluyordu.

Bütün bu söylenenlerden sonra ülkeden kaçmaktan başka bir çözüm bulamıyordu, Nazım Hikmet. TKP Moskova’ya “Nazım legal alanda yararlı olabilir” diye bir rapor yazar.

O sıralar Amerika’daki üniversite öğreniminden yeni ülkeye dönmüş kızkardeşinin nişanlısı olan Refik Erduran Nazım Hikmet’e kendisini bir deniz motoruyla kaçırabileceğini söyler. N.Hikmet bu öneriyi bir süre düşündükten sonra kabul eder, bir süre günlük hayatını sürdürür, hiç kimseye bir şey açıklamaz.

Eşi Münevver’e askerlik işi için Ankara’ya gideceğini söyler ve 17 Haziran 1951 Pazar günü sabahı saat 4’te izlendiği evden gizlice çıkarak Refik Erduran’la sözleştikleri Tarabya’ya gider. R.Erduran motorla Tarabya’ya gelerek Nazım Hikmet’i rıhtımdan alır.

Önce Boğaz’da geziyormuş gibi güneye sonra karşı kıyıya sürer. Bu sırada boğazdan geçen bir geminin ardına takılarak kuzeye yönelirler.

sürecek

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP