Eğitim-öğretim yılının yarısı…
Ne yapılmak istendiğini, geçtiğimiz ay verilen bir haftalık aranın “neden” verildiğini anlamış değilim doğrusu…
Şimdi de yarıyıl…
Öğrencilerin daha “mutlu” bir geleceğe ulaşması için mi bunca yapılanlar, yoksa yaz-boz tahtasına dönen “eğitim sistemini” daha da mı bozmak, yıpratmak, ufalamak için mi?
Gecenin karartısında yollara koyularak sınıflara doldurulan öğrencilerden “beklentimiz” ne, onu veliler de bilmiyor inanın!
“Ya onun çocuğunun başarısı” denerek, çocuklarını ezenleri gördükçe uğradığım bozuntu…
Karneye geliyorum…
***
Karne, her yarıyıl sonunda, öğrencilerin başarılarını gösteren belge…
Öğrenci öğretmenin anlattığını anlamış mı, okuduğunu kavramış mı, güncel yaşamla karşılaştırmasını yapabilmiş mi?
Bunların sonucu da…
Öğrenci anlamamışsa, kavramamışsa, yorumlamamışsa “tek” sorumlu mu?
Yüksek merdivenin üst basamağında, işaret parmağını öğrencilerin gözüne sokarcasına sallayan, “dediğim-dedik” söylevi veren eğitimcinin hiç mi sorumluluğu yok?
En son bitirdiği “okul” neyse, o günden sonra bir tane kitap okumayan, öğrencilerle arasındaki duygudaşlığı (empatiyi) geliştirmek için en küçük çaba harcamayan, korkuya dayanarak ders anlatan bir öğretmenin hiç mi suçu yok?
Onsekiz yılda kaç kez değişti bende unuttum… Alt-üst olan eğitim sisteminde, daha üç yıl öncesine değin “el yazısı” ile yapılan eğitimin bugün “normal-düz” yazıya dönüşmesiyle el becerilerini tanıyamaz-bilemez bir kuşak oluşturmalarının hiç mi hiç suçu yok?
***
En zor, en bilinmedik konular bile “sevilen-anlaşılan” bir eğiticiyle başarıya ulaşıldığını bilmeyen var mı?
Kızımdan biliyorum. Liseli yıllarında kimya dersine ne denli ilgisiz olduğunu bilmeme karşın, o dönem okulda “kimya öğretmeni” olan bir tanıdığımın kurduğu yakın ilgiyle “kimyasever” olmuş, mühendislik okumuştu!
Öğrenciyi “suçlu”, ya da “başarısız” bulmak en kolayı olmalı…
Yarıyılla birlikte zangırdayan, ailesinden çekinen yalnız öğrenci…
Kendini başarısız, suçlu bulan yalnız öğrenci…
Öyleyse vurun öğrenciye!
***
Anlamıyorum…
Televizyon ekranlarına çıkan “sözde” bilim insanları “ailelere” seslenerek, “çocuklarınıza ceza vermeyin” türünden açıklamalar yaparken bile, bir yandan “eğitim sisteminin” yanlışlarını, bir yandan da eğiticinin “yetersizliğini” gizlemeye çalışarak, “öğrenciyi” işaretliyorlar!
Biraz sussalar, biraz az konuşsalar, biraz çokbilmişlikten uzak dursalar…
Sistem içerisinde “bunun için” görevlendirilmişler sanki…
Yalnız “öğrenci” konusunda konuşacaklar; sisteme hiç dokunmayacaklar, ailenin ekonomik durumunu hiç söz konusu etmeyecekler, açlık sınırı altında geçinen ailenin çocuklarının nasıl beslenebildiğine hiç değinmeyecekler, gecenin karasında uyandırılmaya hiç laf kondurmayacaklar, kendini yenilemeyen eğiticiyi hiç konuşmayacaklar, korkuya dayalı eğitime hiç söz söyletmeyecekler…
Yarıyılı sonunda öğrencinin eline tutuşturulan “karne notundan” öğrenciyi sorumlu tutacaklar!
***
Böyle bir acımasızlık, böyle bir ceza biçimi salt geri kalmış ülkelere özgüdür; geri bıraktırılmış ülkelere değil!
Varsa bir yanlış, varsa bir eksiklik “tek başına” değil; birlikte olunarak, birlikte sorumluluk alınarak, birlikte çözmek isteyerek, birlikte uğraş verilerek iyileştirilir.
En küçüğün, en güçsüzün sırtında sopa kırarak değil!
Dünden bu yana çeşitli yerlerde duyduğum o “ukalalıklar” son bulmadıkça, her solukta “asıl” yerine öğrenci üzerine odaklandıkça “gelecek kuşağı” yıprandırıyorsunuz biliyor musunuz?
Bir kez dönün, “güçlüyüm” diyen eli-sopalılara bir bakın…
Eli-sopalıların “öğrenciyi” yaşama kazandırmamak için neler yaptıklarını bir bir göreceksiniz!
Öğrenciyi derse çağırdığı saati, öğrencinin beslenmesini, öğrencinin nasıl ödüllendirildiğini, öğrenciye nelerin yasaklandığını, öğrenciye eğitimde nelerin verildiğini…
Bunlar bir sorgulanabilmiş olsa, “güçlülerin” karşısına çıkıp bir konuşulabilmiş olsa…
Hem öğrenciler, hem gelecek “daha güzel olacak…”
ADANA’NIN ÜZERİ KATRAN-KARASI…
Dün ilk akşamdan sonra Adana’nın üzeri katran-karasıydı. Acı zift gibi koku koca anakentin üzerini bastırmıştı. Apartmanın onbirinci katından, hemen kırk-elli metre ilerideki sokak yolu görülmüyordu.
Adana kış yaşamaz, derler ya… Adanalı için kış vardır! Yukarılara yağan karın soğuğu vurur buralara. Eski, tek katlı evlerde olsun, üç-dört katlılarında da ısınmak için kullanılan kömür… Adana’da genzi yakan acıyı veren kömür!
Politikacılar söylemeseler de Adana’nın yoksullukla-işsizlikle baş etmek için güreştiğini bilmeyen yok! Herkes hesabını yapıyor doğal olarak! Elektriğe doğal gaza ard-arda gelen zamların ardında arkasına abananlar yüzünden bu ay faturalar el yakınca ne yapacaktı ki Adanlı?
Kış ayında ısınmak, kendini korumak zorunda değil mi? Adana’yı kirletme, Adanalının genzini yakma pahasına “kömüre” yönelmesi kaçınılmaz bundan böyle…
Bu ayı sayın, bundan sonra bir-iki ayı daha; ard-arda enerjisi kesilen doğalgaz kullanıcılarını görecek-duyacaksınız! Her doğalgaz sayaç kesimi “yeni bir” kirlilik olacaktır!
Adana’nın tadına doyum olur mu olmaz mı o zaman görün siz…
Yurttaşın “açlık sınırında” yaşaması ne demekmiş o zaman görün!
160120
EĞİTİM
3 gün önceYAZARLAR
3 gün önceYAZARLAR
3 gün öncePOLİTİKA
3 gün önceYAZARLAR
3 gün önceYEREL HABER
4 gün önceDÜNYA
5 gün önce