“İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır…”
Onüçüncü yüzyılın halk ozanı Yunus’un dizeleri bugün bile anlamlıdır.
“İlimin” kendini bilmekle eş olduğunu, “kendini” bilmemenin “ilimle” özdeşleşemeyeceğini yedi yüzyıl sonra bile konuşmak istiyoruz.
Yaşadıklarımız, acı verenler, tanık olduklarımız, soğuk, sıcak, uykusuzluk, işsizlik, açlık, doyumsuzluk, kandırılmak, oyalanmak…
Yaşamımızla iç-içe olan bu olgulardan ne denli etkilenmekteyiz, bu etki bizi nerelere sürüklüyor, sürükleniş sırasında ne yapıyoruz, “bize” zarar verene ne denli başkaldırabiliyoruz, soğukta üşürken ne denli giyinebiliyoruz, yorgunsak ne denli dinlenebiliyoruz, açsak ne denli doyabiliyor, engel olana nasıl karşı koyabiliyoruz, “yaşama, düşünme, alım gücü, öğrenme, sosyal” haklarımızı ne denli savunabiliyoruz?
Yunus dizelerinde “çün okudun bilmezsin/ ha bir kuru ekmektir” diyerek “bilgisizliğin” son noktasını da belirliyor!
***
Son onyedi yılda açılan üniversitelerin sayısını, bu üniversiteleri bitirip de “işsizler” kalabalığına karışanları, karışanların toplumda oluşturduğu karmaşayı, karmaşanın yurda yaydığı olumsuzluğu bilmeyen yoktur!
Kendi değilse kardeşi, kardeşi değilse yakını, yakını değilse komşusu…
Araştırmalar, ger beş gençten birinin “işsiz” olduğunu ileri sürerken, çoğunluğunun “üniversite” mezunu olduğunu söylüyor!
Aslınsa “konu” burada beliriyor; toplumun genç üyelerinin, bir de okumuş olanının, ayrıca okumaları için ülke ekonomisinden her birine yapılan harcamanın ya bilinmesi, ya da bilinmesine karşın bunca “harcamanın” yitimi anlaşılamaması…
Biraz açalım…
***
Bir şeyin “çokluğu” sözüm ona “niceliği” değil, “niteliğidir”.
“Nitelik”, içerisinde yaşamın her evresini barındırıp harmanlarken, “nicelik” salt çokluğuna-büyüklüğüne bağlı kalarak karar verir!
Yirmi yıl önce dünyada ilk beşyüze giren üniversite sayımız, açılan onlarca üniversiteye karşın ya aynı sayı da kalmış, ya da gerilemiş!
O üniversiteler için ayrılan alan, yapılan beton binalar, ayrılan bütçe, onlarca çalışanı mı düşünelim; yoksa o üniversitelere girmek için “ganyan” koşturan velilerin, “ekürisiz” yarışmacıların alınan yıllarını, umutlarını, beklentilerini mi…
Öğrencinin üç dört süren öğreniminin ardından dört-beş yıl da üniversite yaşamını düşünelim.
Yaşı yirmiyi geçmiş, yılları okul kapılarında geçmiş, kazma sallamamış, tornavida tutmamış; kalem-defter-kitap üçlemesinden başka bir şey görmemiş birini siz yaşamın içine nasıl alırsınız?
Tarlada çalıştıramazsınız, hamallık yaptıramazsınız, bir de eğer üniversitesinde “dogmatik” eğitim sisteminin savunuculuğunu yapan bir-iki “hoca” da varsa bilimin içine de alamazsınız!
Ne yaparsınız?
***
Eğitim, “sorgulama-yorumlama” amaçlı olmaktan çıkıp, “tartışmasız-yorumsuz” olmaya yönelmişse; “o” eğitimden yarardan daha çok zarar gelecektir!
Soru sorulmayacağı gibi, açıklamalar tartışılmayacaktır!
Söylenenler bir “özsöz” niteliğinde benimsenecektir!
Yeni “bilgi” üretimi yapılamayacaktır!
Daha önceden “konmuş” kurallara uyulacaktır!
Gelişmeler “koşulların” değişimini sağlamayacaktır!
Yunus’un “ilim kendin bilmektir” dizesi iç edilecektir!
***
Önünüze çıkanın konuştuğu “teslimiyet”!
Değişen bir şey olmayacağı yönünde öyle keskin sözler veriliyor ki…
Bu denli “başkaldırısızlığın”, bu denli “susuşun” eğitim kaynaklı, ayrıca eğitimli katmanın doyumsuzluğu, bu doyumsuzluğun “kabul” gördüğü anlamı çıkıyor ki; toplum bilimcilerin en çok üzerinde durdukları konu…
Eğitiminizi çağın özelliklerine göre yapmaz, yüzlerce üniversiteden ilk beşyüzde on tanesine yer bulamaz, eğitmenleri “bilim” dışı kimliklerle bezer, mezun olanlara ülke üretiminde “katma-değer” ürettiremezseniz…
Gün gelir dünü-bu günü, önü-arkası “sorulup” sorgulanır…
***
Kısa bir süre önce yapılan yerel seçimin ardından “yeni” işe alınanlar arasında “ismi” geçenlerin bazıları vardı ki; şaşırmadım değil, o günden bu güne…
Her seçim sonrası, ne yapıp-etmiş, kendini “yenilere” benimsetmiş isimler… Özellikleri nedir, inanın bilmiyorum! Arkalarındaki nasıl bir “dayanak” ki, tüm kazananları ezip geçiyor! Bazılarını da duyuyuz, bir yerde değil birkaç yerde görevlendirilmiş! Öyle ya, öyle çok “istihdam” alanlarımız var, öyle “sahip” olunacak” yerlerimiz var ki; bazen bir kişiye iki iş verilebiliyor demek ki?
CHP’nin “bilim, sanat, umut, insan” sözlerini dile getiren yerel yöneticileri “genç-işsizlere” ne denli önem verdi, ya da veriyor?
“İktidar” bu eşitsizliği yaptığı her süreçte eleştirilirken yeni belediyeciler nasıl çaba harcıyor?
Binlerce “genç” işsizken, çalışmazken, çalışacak yer bulamazken…
Yunus’un “ilim ilim bilmektir /ilim kendin bilmektir” dizelerini özellikle “genç-işsiz” katman iyice irdeleyip-sorgulamalı…
Çünkü içerisinde “bilim” var, içerisinde “bilmek” var, içerisinde bilmekle birlikte “kendini” görmek var…
“Kendini” görmek; gereksinmelerini anlamaktan geçer!
Ekonomide “gencin” adı yok, denmemeli; yol dikenlenir, cam kırıklanır!
240919
EĞİTİM
3 gün önceYAZARLAR
3 gün önceYAZARLAR
3 gün öncePOLİTİKA
3 gün önceYAZARLAR
3 gün önceYEREL HABER
4 gün önceDÜNYA
5 gün önce