AB’nin desteğiyle SGDD-ASAM’ın düzenlediği “Medya ve Mülteciler Basın Buluşması”nın son günündeyiz. Her ne denli derneğin adının başında yer alan S ‘sığınmacı’ anlamına da gelse, buluşma boyunca ‘mülteci’ denmesinin gerektiği üzerinde duruldu. Üstelik ‘sığınmacı’ yerine Arapça ‘mülteci’ denmesinin doğru olduğu yerel medya uğraşanlarına salık verildi.
Burada, medya buluşmasından, medyaya verilen ‘ayardan’ daha çok ‘önemsediğim’ kurulan dostluklar oldu. Yoksa salonu dolduranların ‘bu güne’ değin inandıklarını ters-yüz etmek için verdikleri çabanın bir anlamı yok! Düne değin ‘sığınmacı-mülteciler’ için neler düşünülmüşse, neler savunulmuşsa yine ‘yazılacak’ olan odur, ‘yapılacak’ olan odur! Belli yaşlara gelmiş insanlara ‘yeni’ bilgiler vermek olası, ancak ‘artık böyle yap’ demek hem anlamsız, hem de bu bireyleri ‘omurgasızlaştırmak’ anlamı yüklü…
Ülkemizde yaşananları, yaşatılanları ‘öteleyenler’ yine sürdürsün isterse! Buluşmayla ‘biraz’ daha keskinleşecektir davranışları. Yine toplumda ‘oluşturulmak’ istenen bozgunu görmeyecekler, yine ‘insanlar kardeştir’ diyenlerin peşinde komşusunun açlığına izleyici kalacaklar, yine ‘kir’ bulaştırıcılarını haklı bulacaklar, yine ‘görevlendirilmişlerin’ maaş karşılığı sözlerinin arkasında yer alacaklar!
Konuşmacılar Suriyeli gazeteciler. Gazete, dergi, radyo çalışanları… Subhi Dessuki, Elham Esmaeil Hakkı, Ale Aldin Husso…
Dessuki, sözlerine ‘dayatılmış bir göçtür bu’ dedi. Tarih boyunca böylesine yurdundan olan bir halk görülmediğini, belirtti ardından. Öyle ya kimdi ‘o’ güç? İnsanları yaşadığı ülkelerinde ‘yaşayamaz’ yapan ‘güç’ kimlerdi? Bu halktan, ya da varacakları-sığınacakları halktan istedikleri neydi? Neden salt Müslüman ülkelerde yaşanıyordu bunlar? Bir Avrupa ya da Hıristiyan dünyasında buna benzer göçler neden yaşanmıyordu? Bunlar konuşulmak istenmiyor, ya da konuşturulmuyor nedense! SGDD-ASAM’ı destekleyen AB miydi bunların konuşulmasını istemeyen, destek bunun için miydi? Bunlar ‘başka’ şeyler düşündürüyor bana…
Dessuki’nin sözleri şöyle: Tüm dünya Suriyelilerin yok olmasını istiyor sanki. Türkiye, Suriye halkına çok iyi davranıyor. Suriyeliyi kardeş olarak görüyor. Buradaki sıkıntıların, sorunların başında entegrasyon geliyor. Bazı Suriyelilerin olumsuz davranışları-durumları basında lanse ediliyor. Konuyu sevgiyle de ele almak gerekir. Basın-medya buna benzer basit konuları ele alırken dikkat etmeli. Ülkemde güvenlik sağlandığı zaman ülkeme dönmeyi düşünüyorum…
Bir yandan Türkiye sığınmacılara ‘iyi’ davranıyor, bir yandan Suriyeliler ‘kardeş’ biliniyor, bir yandan da medya ‘basit’ konuları haber yapmakla yanlış yapıyor… AB’ye, ‘neden’ Türkiye’de bulunan dörtmilyon sığınmacının diğer üye ülkelere de üleştirmediği sorulmadan mini ‘ayarlar’ yapmayı Suriyeli gazeteciler de yapıyor!
Elham Esmaeil Hakkı, Suriyeli kadın gazeteci. Sunum salonunda haftalık bir dergi vardı. İşrak…Derginin ilk üç sayfasında yer alan yazarların yazıları Türkçe-Arapça yer alıyordu. Diğer sayfalarında Türkçe yoktu. Üç dilde olduğu söylendi. Dergide bir yazısını okumuştum Esmaeil Hakkı’nın. Türkiye’nin, Türklerin yaptığını bir başkasının yapmayacağını, çok şey borçlu olduklarını yazmıştı. Yazının tamamı bu kurgu üzerineydi. Tanışıp, kutladım. Gözleri ışıldadı. Suçlamaları da, basındaki yazılanları da, çekilen fotoğrafları da ellerini yana açarak ‘yapacak bir şey yok’ der gibi anlatıyordu. Konuşmasında sığınmacı kadınlara, Suriyeli kadınlara değinirken ‘bir kadın tutsak kaldığında ne yapar’ diye sordu.
Zor olmalıydı kadın olmak… Çocuk olmak, yaşlı olmak ya kadın olmak… ‘Biri bana savaş bitti artık desin’ diye yakardı. Doluydu, gözleri de doluyordu. Sesi titriyordu! Ya bu toplantının düzenlenmesi için fonlar ayıran, işbirliği içinde olduğu kurumlara destekler sağlayan AB duyuyor muydu, duymamalı mıydı? ‘Türkler kardeşimiz, biz ikinci vatanımızdayız, hep yüreğimizdesiniz’ diyerek konuşmasını bitirdi.
Ale Aldin Husso, ‘geldiğimizde burada kalacağımızı hiç düşünmüyorduk’ diye sözüne başladı. Nasıl olsa savaş bitecek, kurşun sıkan silahlar susacak, genciyle, yaşlısıyla yeniden ülkelerine döneceklerdi. Ya bugün? ‘Burada nasıl yaşayacağımızı düşünüyoruz’ dedi. Suriyelilerin çalışkanlığını, ülkelerindeki rejimden dolayı kendilerini gösteremediklerini anlattı. Bir radyolarının olduğunu, burada 22 saat Arapça, bir saat Türkçe, bir saat Kürtçe yayın yaptıklarını sözlerine eklemesinin ardından da ‘Suriyeli gazetecilere medya kucak açmalı, bu durum iki halk arasındaki bağı güçlendirecektir’ dedi.
Son konuşmacı Türkiye Haber Kameraları Derneği Başkanı Aytekin Polatel… Birçok ülkeye gittiğini, söyledi. Savaşın, silahın, mermilerin insan yaşamına ne denli ‘kötü iz’ bıraktığını anlattı. ‘Çocukları, anaları, babaları, telaşı gördüğümde gözlerim dolardı. Çekemediğim çok fotoğraf olmuştur’ dedi. Bir foto-muhabir, önce ‘onu’ kurtarmayı mı düşünmeliydi, yoksa fotoğrafını çekip ‘işini’ mi yapmalıydı? ‘Benim önceliğim insan’ dedi…
Öyle de olmalıydı. Ancak ‘benim önceliğim’ değil de ‘herkesin önceliği insan’ olmalıydı. İnsanlığın ‘benim önceliğimde’ kalmasının, ‘önceliğinde olmayanları’ güçlü kıldığı bir dünyada, onların ‘sözcüleri’ olmak bambaşka acı! Dört günlük buluşmada dinlediğim konuşmacıların çoğu, AB’nin ellerine tutuşturduğu metinleri bize sundular gibiydi!
Bu fonlar ayrılan, destekler yapılan buluşmaların ‘asıl’ nedeni, buluşmalar yapılırken bile bölgeye silahlar yığılmasının ‘asıl’ nedeni, bu iki halkı kaynaştırmanın ‘asıl’ nedeni, kalıcı kılmak için ‘mülteci’ denilmesinin sıkça yinelenmesinin ‘asıl’ nedeni neydi ki?
‘Asıl’ bu soruların yanıtını bulunca her iki halk için daha ‘güzel’ günler olacak…
101018
YAZARLAR
6 saat önceYAZARLAR
8 saat önceYAZARLAR
9 saat önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
3 gün önce