Bir altmışsekiz kuşağı vardır ‘uyarı’ seslerinin gölgesinde yaşamlarını sürdüren, bir de yetmişsekiz kuşağı… Sözümona bizler.
O zamanlar aklı ermez ‘zibidilerdik’, şimdi toplumun ‘ara kuşağı’.
O zamanlar ütopik düşüncelerimizle ülkeye ‘devrimi’ getirmeyi düşünürken, büyüklerimizin ‘alaysı’ sözlerine kulak vermek yerine; onların ‘kıt’ anlayışlarını doğalsardık… Yaşamışlıklarını düşünerek, değişemeyeceklerinin altını çizerdik…
Şimdi, yarım yüzyılı aşkın süreyi gerilerde bırakmanın ‘hüznü’ bir yana, yaşamımızdaki yaşanmamışlıklarla dolu yıllar bir yana; gözlerimizin içine, beynimizin kafatasına, yüreğimizin canevine tıkıştırılan ‘işgalle’, ele geçirilmeye çalışılan biz…
Düşünüyorum da, birkaç kişiydik o zamanlar?
Hani şimdi neredeler?
Geçen zamandan daha çok, yetmişsekizlerde yaşananlar, seksende alınan uyarılar saman savruntusuna dönüştürdü bizim kuşağı.
Herkes birilerinin kucağında buldu kendini.
Kimi ‘kimliğini’ yitirdi, kimi ‘kimliğine’ terk edildi.
Kimliğini yitirenler ‘ara kuşak’ oluşlarını unutup rahat yerlerindeler şimdi, kimliklerine terk edilenler de tüm uğraşlarına karşın yaşamla boğuşmaktalar.
CHP Çukurova ilçe örgütüyle, Çukurova Belediyesi arasında yaşananlara buradan bakınca bir de…
Ne kuşakmışız ama…
Yalnız acı
Cenaze evleri yaslıdır.
Daha bir gün önce yanlarında, aynı sofraya oturmuş olan yakını bugün yoktur. Oturduğu sandalye, bulunduğu solan, gezindiği yerler boştur. Ansızın gelen ‘ölüm’ yasa boğmuştur.
Tüm bunların yanı sıra bir koşturmaca başlar, cenaze evlerinde.
Semaver demlenir, yemekler hazırlanır.
Gelenlere servis yapılır…
Biz hep böyle gördük, biz hep böyle yaptık, biz hep bunları bekledik.
‘İkramın’ olmamasını ‘eksiklik’ bildik.
***
Öyle bilirdik…
Geçmişte Kozan müftü bu konuyu değinmişti, bir cenaze yerinde…
Demişti ki:
‘Cenaze evleri ikram yeri değildir. Acıyı paylaşma, cenaze yakınlarını yalnız bırakmama yeridir. Aç olan evinde yer gelir…’
Bu sözler duyanların irkilmesine neden oldu mu bilmiyorum…
Söyleyen bir din adamıydı…
Söylüyordu işte!
****
Müftü sözlerini sürdürmüştü:
‘Cenaze sahibi, en az üç gün mutfağa giremez. Acısını bırakıp yemek hazırlama girişiminde bulanamaz. Onlara komşuları, yakınları, tanıdıkları yemek-ekmek getirir.’
Gelenlerin aç kalması doğru olur mu, ya da gelenlere zamanında yemek vermemek ne denli yerinde?
Müftü sözlerine ekleme yapıyor:
‘Cenaze evinin gelenleri doyurmasını beklemek, dinimizce doğru değildir. Sizlerden isteğin bundan böyle bir yas yerine gitmeden önce yemeğinizi yiyin, çayınızı için. Cenaze yakınızsa, komşunuzsa onlara yemek yapın götürün. Onların içerisinde bulundukları durumu göz ardı etmeyin. Çünkü onlar aralarından ayrılan yakınlarının üzüntüsü içerisindeler. Dinimiz de bunu emreder.’
***
Yaslı cenaze evlerinin ağlamaklı yakınlarının o ‘tedirginliklerini’, o yemek hazırlamak için koşuşturmalarını bir bir düşündüm de…
Müftü sözlerini şöyle bitirmişti o zaman:
‘İşin en acısı nedir biliyor musunuz? Gücü olan yaparken, gücü olmayan da sağdan soldan borç toplayarak bu işi yapmaya çalışıyor. Kozan’a geldiğim günden beri bunu önlemeye çalışıyorum. Her cenaze evinde bunları söylüyorum. Yeniden söylemem gerekirse; buralar ikram yerleri değildir…’
***
Aradan on yılı aşkın zaman geçti.
Bir cenaze yerindeydim…
Yaşamını yitirenlerin yakınları koşuşturuyordu.
Acılarından çok, gelenlere ‘ikrama’ odaklanmış gibiydiler!
Amaç acıyı paylaş mı, yoksa yapılacak ‘ikram’ mı?
Bunu da öğrenememişiz demek ki…
040418
EĞİTİM
21 dakika önceYAZARLAR
35 dakika önceYAZARLAR
51 dakika öncePOLİTİKA
1 saat önceYAZARLAR
2 saat önceYEREL HABER
1 gün önceDÜNYA
2 gün önce