Yaşananlar ‘dünüyle’ ele alınmalı…

ABONE OL
26 Şubat 2018 19:04
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yaşananlar ‘dünüyle’ birlikte ele alınmadığı sürece, alındığı söylenen ‘tüm’ önlemler ‘göstermelik’ olmaktan ileri gidemeyeceği gibi, ‘sorunun’ çözülmesine değil daha da büyümesine neden olacaktır!

Yaşanan ‘dün’, sorunun belirlenmesini daha sağlıklı öğrenmeyi sağlayacağı gibi, çözüm üretmenin çok ‘farklı’ yöntemlerine ulaşmayı kolaylaştıracaktır…

Yaşanan ‘dünler’ mi?

Yaşadığımız dört köşe duvardan oluşan evimiz, anne-babamız, eşimiz, çocuğumuz, kardeşlerimiz; buradaki eksiklerimiz, doyumlarımız, umutlarımız, sıkıntılarımız, düşündüklerimiz, uykusuzluklarımız, yetmezliklerimiz, uykusuzluklarımız, kavgalarımız, gülüşmelerimiz…

Sokakta, daha kaldırıma ilk adımı atışımızla ‘sosyalleşmek’ uğruna ‘o’ yığınla birlikte yaşadığımız trafikte karmaşa, ulaşımda karabasan, dolmuşta oturan yanındakinin alışık olmadığınız kokusu, belirsiz sesler, sürücünün ‘telaşlı’ sürüşüne ‘zaman ayarlı yola çıkma’ savunması, donmuş yüzle marketten alış-verişi, kent kalabalığına çocuğunu yalnız bırakamama korkusu,  yanında düşeni görememe hastalığı…

Daha geniş tutarsak; hükümetlerin aldığı kararlar, alınan kararların sorunu çözmesi ya da büyütmesi, yanılmalar, kararlarını kaos yaratması, olanlara kayıtsız kalmak, büyüyen olaylara sağlıklı yaklaşmak yerine dogmatik yakıştırmalar bulmak, küçücük çocukların ‘istismarına’ baştan bu yana umarsızlık, şiddet yanlısına güç vermek, son bir olan olayla yaşananları ‘dün’den ayrı tutarak kamu oyu oluşturmak, ayrı düşünenler ‘tu kaka’…

***

Hükümetin ‘iktidar’ olduğu yıllar boyunca, yurttaşın içinden çıkmakta zorlandığı ‘tüm’ sorunların öncesini unutup, ya da unutturmaya çalışıp; yeni sözde çözüm yolları sunarken ‘yanlışı’ yapanların kendileri değilmiş gibi, geçen süre boyunca insanları çıkmaza sürükleyen başka biri gibi, hastayı, öğrenciyi, kadını, çocuğu, emekliyi, işçiyi, işsizliği, talanı, üreticiyi yaşam karşısında zorlanmasına neden olan muhalefet gibi…

‘Olaya el koyduk, sorunu çözmek için oluşturduğumuz komisyon çalışmalarını sürdürüyor…’

Kadına şiddet mi, diyelim…

Çocuğa ‘istismar’ mı, diyelim…

Eğitim mi, diyelim…

Sağlık mı, diyelim…

Gıda da yaşanan ‘komplo teorilerinin’ gerçekleşmesi sonucu yurdumuz insanının çıkmazı mı, diyelim…

Aslından hepsini diyelim…

***

Örneğin ‘eğitimde’ nasılız?

Sorusu bile insanı germeye yetiyor! Araştırmalar, bilim derslerini bir yana bırakalım, kendi dilini bile iyi kullanamayan bir ‘kuşaktan’ söz ederken; her yeni sistemi överek bitiremeyen hükümet yetkilileri, daha aradan konu değiştirecek zaman geçmeden ‘yenisini’ sunmanın ‘gururunu’ yaşadıklarını dile getirerek değiştiriyorlar…

Daha ‘eskiyi’ sormadan-sorgulamadan ‘yenisi’ öğrencilerin karşısına çıkarılıyor!

Böylesine ‘yaz-boz’la dolu bir ‘sisteme’ eğitim demenin-diyebilmenin zorluğunu yaşayan yalnız öğrenci mi? Hayır, öğrencinin ailesi, ailenin bulunduğu sokak, sokağın yer aldığı kent, kent bulunduğu ülke…

Şu ana bilinebilen, ya da sorduğumuzda yaşayanlardan öğrenebileceğimiz bir yakın tarihimiz var. Çok partili sisteme geçişimiz, öncesi tek parti dönemi, o yıllar ikinci dünya savaşı, öncesinde yaşanan devrimler, kurtuluş savaşı, o yıllara yön veren lider Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk ilkeleri, cumhuriyete geçiş, halifeliğin kaldırılışı, birinci dünya savaşının sonuçları…

Son yüz yılımız… Yeni eğitim sistemi, ‘bugün’ eğitim gören öğrencilere ‘öncelikle’ bu ‘yakın tarihi’ öğretmeden, bilimin gerekliliğini ortaya koymadan, okullardaki öğretmen kadrosunu da bunlardan uzak ‘eğitim’ almış öğretmenlerden oluşturduğu kadroyla ‘eğitme biçimini’ seçiyor…

Bilimi, sormayı, sorgulamayı, araştırmayı öğrencinin önüne sermeden, salt ‘dogmatik’ bakışlarla harcanan zamanı ‘eğitim’ olarak adlandırdığınızda sonuç bundan başka bir şey olmaz!

Bilimden uzaklaşır, dilini bilmez, Atatürk ilkelerinin gereksinilir olduğunu anlamadığı için öğrenmez!

***

Bugünlerin en çok konuşulan konusu ‘çocuk istismarı’…

İnsanın çocuğunu rahatça sokağa bırakamadığı bir yeri kendine ‘yaşam alanı’ olarak adlandırması kadar anlamsız, tutarsız ne olabilir?

Bu ev benim, bu sokak bizim, bu mahalle bizim, bu kent bizim, dediği bir yerde ‘güvensizlik’ diye bir kavramın dillendirilmesi bile yorucu…

Bu ülkenin insanları çocuklarını yurtlara gönderdiler, gelecek onlara umut olsun diye… Ne oldu yurtlarda, iktidar yaptı, hangi komisyonun kurulması için çağrı yaptı, yurtlarda ‘tacize’ uğrayan çocuklar ile aileleri nasıl susturuldu, ‘tacizin’ yaşandığı yer nasıl bugün bile el üstünde tutulabiliyor?

Bu ülkenin insanları çocuklarını ‘iyi ahlaklı, iyi insan’ olmaları için din eğitimli yerlere gönderdiler. Orada bulunan devletten maaşlı, ‘iyi ahlak’ öğretici seçilmişler çocukları ‘iyi ahlaklı, iyi insan’ yapmak için çaba harcamak yerine ‘istismar’ yolunu seçtiklerinde iktidarın yaptığı neydi?

Son Adana’da yaşanan olay, hükümetle birlikte tüm iktidar yanlılarını harekete geçirdi…

***

Yaşanan ‘dün’lerde öyle umarsız, öyle kayıtsız kalınandı ki

Yaşanan ‘dünlerin’ önce bugünü, ardından yarını etkileyeceğinin matematiksel çözümü üzerinde durulmadı, durdurulmadı; durmak isteyenler de her zaman olduğu gibi ‘karşıt’ olarak kaldı…

Bu ülke, bu kent, bu sokak bizim…

Korkmadan sokaklarında gülebilelim…

250218

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP