Dil Derneği’nin, “Atatürk’ün Türk Dil Kurumu”nun uzmanlarına hazırlattığı TÜRKÇE SÖZLÜK’de “sanat” sözünün karşısında; ” Bir duygunun, bir tasarının ya da güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tümü… Bu anlatım sonucu ortaya çıkan üstün yaratıcılık… Bir şeyi güzel yapmak için uygulanan kuralların tümü…”, açıklaması yapılmaktatır. Yine adı geçen sözlükde “sanatçı” da; “güzel sanatlarla uğraşan kimse, sanatkar…” olarak tanımlanmaktadır.
Bir zamanlar Tarkan’la sözel savaşlar başlatmak, dolayısıyla boş gündem yaratmak için girişimde bulunurdu İbo… Ve onca sözlerine karşılık Tarkan tarafından umursanmayan ve de aradığını bulamayan İbrahim TATLISES;yaşadığı silahlı saldırı öncesinde, vara yoğa ahkam kesdiği günlerde yine Tarkan’ı anmış, “bir şarkıcı” olduğunu söyleyerek onu sanatçıdan saymamışdı anımsanacağı üzere…
1980 sonrasında, hızla kirlenen toplumsal yaşamda ne yazık ki “sanatçı” sözüne ilişkin kavram kargaşası sonucunda herkes bir şeyleri tanımlıyor, “bana göre, bence…” yetkesiyle… Ve de Urfa’da OXFORD olmadığından, olsa bile Oxford yayınlarının arasında Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nun uzmanlarının hazırladığı TÜRKÇE SÖZLÜK de bulunmadığından ne bilsin İbrahim Tatlıses “sanatçı” ne demek ?…
Oysa ne hukukda, ne de genel olarak bilimde “bana göre, bence” sonuçları geçerli değildir ( bunun için öncelikle kendinizi kanıtlamanız, bir titr / ünvan / makam edinmeniz gerekir ki “size göre, sizce” diyebilin ), genel geçer değerler / yargılar yerine; kanıtlanmış, araştırılmış bulgular, belgeler, bilgiler geçerlidir, “doğru” sonuca bu yöntemlerle ulaşılır. Matematiksel söyleyişle de ” doğru tektir”, ancak sıradan olaylarda; herkesin doğrusu kendinedir. Tıpkı İbrahim Tatlıses’in, Tarkan’ın sanatçılığı üzerine vardığı yargı sonucunda olduğu gibi…
Ya Tarkan ?… Gerçekden sanatçı mıdır ?… Kuşkusuz İbrahim’in sözlerini yanlışlayamayız; Tarkan’ı sanatçıdan sayamayız…Tarkan; popüler / güncel kültürün bir ürünüdür… Ya Tatlıses ?…Bir başka kaynağın sürümü müdür ?…
Sözlük açılımı usumuzda şöyle dursun, bir kez daha “sanatçı” kavramını algılayabilmek ve de anımsayabilmek için ( çünkü popstar- popostar kıskacında sözcük; anlamını ve de kavramını yitirmişdir, yozlaşmışdır, tozumaya uğramışdır ) geriye, 1999 yılına kadar gidelim; Barış Manço’yu yitirdiğimiz günlere…”Sanatçı” kavramı üzerine yorum yapanlara; kavram kargaşası değil, kavram karşıtlığı olsun diye bir ölçek, bir örnek, bir kıstas koyalım…
Gerçi yazımız Oxford yayınlarında yer almayacağından, değerli bulunmayacaktır okunmak için; elimizden ne gelir ki ?… Bu bağlamda yozlaşan toplumsal değerlerimize yanıyorsanız için, için; üstüne bir bardak su için… Bakdınız yine olmuyor, siz de bu sevdadan vaz geçin; vursun dibe toplum… Belki o an gelir usu başına; der ki o koşullarda ben böyle ne oldum ?…
İşte bir düne bakış, güne akış; Barış Manço’yu yitirdiğimiz günden…
*2 Şubat 1999 günlü Kanal D; Anahaber , saat:19.30
Serap EZGÜ; 1 Şubat, saat 01.30 sıraları ölen Barış Manço’nun Moda’daki evinden görüntüler eşliğinde, halkın üzüntüsünü dile getiriyor.
1991’de “Devlet Sanatçısı” olan Manço’nun; ” Adam Olacak çocuk” programından görseller yansıda… Manço küçük bir kıza sesleniyor… Kızdan yanıt geliyor:
– Efendim
Manço’dan karşılık:
– Alkış…
Türk kültürüyle birlikte, adı gibi barış sunan ADAM yok artık…
*3 Şubat 1999, saat: 10.00
Kanal D; Barış Manço için AKM’de yapılan Devlet Töreni’nin naklen yayını sırasında, konuşmacılardan birisi; “sanatçı” tanımı için Barış Manço’nun yaşamına bakılması gerektiğini söylüyor.
Sanatçılarla, soytarılar arasındaki ayrımı kuşkusuz en iyi halk yapar ( ama soytarılaştırılan halk değil elbette ), dolayısıyla ” Devlet Sanatçısı” ünvanı verildiğinde; halk, devletin takdirini /övgüsünü, yine takdirle/övgüyle karşılar…
Kuşkusuz kültür-sanat dünyasıyla, eğlence dünyası arasındaki ayrımın ayırdına varmak gerek… Sanatçıyla, eğlencelik soytarılar eşitlenebilir mi ?… Bu ayrım bütün toplumlarda var. Kralın soytarısı olduğu gibi, kralın sanatçıları da var. Sarayda bakımını kralın üstlendiği besteciler, ozanlar, tiyatrocular…
Bugün de ülkemizde Devletin Sanatçıları olduğu gibi, mahalle aralarında kurulan çadır tiyatrolarının, günümüze süregelen yansımalarıyla; eğlencelik gösteri adamları-kadınları var…
Aynı gün ATV’de yapılan bir yorumda; “Dışarıda halk AKM’nin kapısına dayanmış. Neden dışarıda tören yapılmıyor ?… O bizim sanatçımız” diye tepki gösteriyor ve Devlet’i eleştiriyor yorumcu… Kuşkusuz “Devlet Töreni” yapılmamış olsaydı, bu kez de “Devlet sanatçısına sahip çıkmadı” diye eleştirecekdi yorumcu…Oysa o Devlet’in sanatçısı ve Devlet; Manço’ya verdiği değeri göstermek durumundadır. Üstelik bu halka; “devlet – ulus” kavramları iyice anlatılmalı, öğretilmeli… Devlet olgusunun; halkın kimlik, var olma, kendini saydırma sorunlarına bir yanıt olduğu anlatılmalı…
Yine aynı günün gecesinde; ATV’de Ali KIRCA’nın “Siyaset Meydanı” … Barış Manço için düzenlenen Siyaset Meydanı’nda Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Ali SİRMEN diyor ki; ” Asık suratlı laubalilerin toplumunda, güleryüzlü ciddi bir adamdı… Dileyelim ki onun gibiler çoğalsın…”
*Bir açıklama:
Bu yazımızda neden BARIŞ MANÇO’yu andık?…
Çünkü 2 Ocak; onun doğum günü olduğu için…Ve ülkemiz “sanatçı” kavramını yozlaşdıran, değerlerimizi yerle bir eden soytarıların etkisi, baskısı, egemenliği altında olduğu için…Anımsatmak istedim sanatçı kavramıyla örtüşen bir kişiliği elimden geldiğince, sözcüklerim elverdiğince…
Bu yazı Oxford yayınlarından okura sunulmayacak, dolayısıyla İbrahim Tatlıses’e ulaşamayacak… O da televizyon yansılarından, Türkiye’nin toplumsal kirlenmesine katkılarını sürdürecek bir “sanatçı” olarak bu ülkede var olacak; “bana göre, bence” değerleriyle, içgüdüsel yaşam biçimiyle…
Gerçi artık geçmişdeki kadar çok konuşmuyor ve de konuşamıyor yaşadıkları nedeniyle; sağlıklı olmasına ilişkin dileklerimiz eşliğinde, hoş görelim kendisini de…
Didim, 2 Ocak 2018
EĞİTİM
Az önceYAZARLAR
7 dakika önceYAZARLAR
23 dakika öncePOLİTİKA
1 saat önceYAZARLAR
1 saat önceYEREL HABER
1 gün önceDÜNYA
2 gün önce