Yık, sök, boya…  

ABONE OL
4 Temmuz 2017 22:34
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

Günlük uğradığım, karşılaştığım yüzlerin ‘üzerine’ serpiştirilen kırışıklıklar ‘suskunluğu’ kırmaya yetmiyor işte.

İlle de bir edilgenlik, tepkisizlik, başkaldırısızlık; adına ne derseniz deyin!

‘Adalet yürüyüşü’ de neyin nesiymiş ki; bakalım ikitidara ne yapılacakmış?

Aylardır Adana’nın caddelerinde, bulvarlarında, dar sokaklarında trafiği alt-üst eden ‘yaşanan’ onarım işlerinin ‘hesapsızlığı’, bu hesapsızlığın Adanalının sırtına bindirdiği ‘kambur’ anlaşılmaktan o denli uzak mı?

Kiklit taşı sök, asfalt yap!

Asfaltı sök, kilit taş yap!

Caddeler, sokaklar, yol boyları, işyerleri yüzleri buruşmuş insanlarla dolu; kime ne ki…

Yaşanmışlığın bulaştırdığı izler…

Yarı göğü yaran binaların albenisi arasında yaşamı yiten insanların paranoya ile karışık bakışları anlam taşımıyor sanki!

Bunca çaba, bunca uğraş yaşamı birilerinin tutusu altına alma yarışı…

Beton binaların dört bir yanı yeşil yok edilerek betonla donatılırken nelerin, kimlere yararının anlaşılması zor oysa.

Solunacak, yaşanacak alanlar daralırken,

İnsan emeğinin onuru hiçlenirken,

Yaşam alanları ‘yaşam körlerine’ rant olarak sunulurken,

Kamu harcamaları, denilen ‘ortak yük’ dar gelirlinin omzuna yüklenirken…

Hava sıcaklığına denecek söz yok; kamu çalışanları ‘izin’ istiyor; ne güzel…

Karpuz tarlasında, portakal bahçesinde, mısırda, buğdayda çalışan onlar, yüzler, binler ‘kamu çalışanı’ olamadıklarına yanacaklar; kamuda çalıştırlmadıklarını bir çırpıda uçuruma atarak…

Yaşanan ‘çirkinlikleri’ yerli-yerinde tanıtmanın, billboardlara taşımanın ‘gerekçesini’ anlamak zor!

Yık, sök, boya…

Bu kenti dolduran insanların yüzlerindeki asıklık ya…

Hep yaşanmışlıkların korunması için ‘nutuk’ atılır ya; taşın, oymanın, resmin, kazının, el yazması derilerin, işlenmiş değerlerin…

Tamam!

Peki, bugün yaşayanların hiç mi önemi yok; her yıl çıkarılan afla bölünen borçlarını piyasanın zorluğundan ödenemeyen yurttaşlar, susmuyor diye cezalandırılanlar, eliştiriyor diye gözdağı verilenler, işe giremeyen üniversite mezunları, varsıllığın çalışmayana verilmesi, doğayı talana direneni ‘hayın’ sayma…

Yok, yapılacak ‘başka’ işler var…

Yık, sök, boya…

 

İç yansıması

 

Nereden başlayalım; en sondan mı, yoksa baştan olanları mı anımsayalım?

Her yanımız ‘puşt zulası’ Ahmet Arif’in dediği gibi…

Yurttaşı ‘var yapan’, yurttaşı ‘ önemseyen’, yurttaşı ‘ düşünen’ her ne varsa ezim-ezim ezik!

Sözde ‘hayırlı’ gelecek için,

Sözde ‘hayırlı’ yaşamak için,

Sözde ‘hayırlı’ gülebilmek için…

Oysa ne varsa elden alınıyor!

Haydi başlayalım;

Ayrıştırılmayan daha ne kaldı?

Yaşam alanlarımızın bulunduğu mahallemizden tutunda, cinsiyetimize, sevinişlerimize, sevişlerimize varana dek!

Komşuluk ilişkileri üzerine kurgulanan ‘ihbarcılılık’ bile alışkanlıklarımız arasında yerini aldı!

Türklüğümüz, Kürtlüğümüz, Araplığımız daha hangi ‘değişmezliğimiz’ varsa sorgu altında yer buldu!

Kime ne, diyenlerin tezi çürütülmekle kalmayıp ‘insan olmak’ kavramı yok sayılmaya çalışıldı!

Bu ülkede olmak, bu ülkede yaşamak, bu ülkede acıyı-tatlıyı üleşmek-sevmek ‘suç’ listesine katıldı!

Kuşku, yanıbaşımızla egemen!

Cephede, ayrı alanlarda savaş durumundayız sanki!

Bu ülkenin bir seçilmişi, bu ülkenin yurttaşının belirlediği bir temsilci, üstelik çocukların da gözlerinin içine baka baka ‘kız, erkek öğrenciler ayrı okullarda okumalı, karma eğitim son bulmalı’ diyebildi!

Demesiyle de kalınmayıp destek buldu, alkış aldı, koltuk ayakları biraz daha güçlendi…

Ne demeli?

Sekiz-on yaşındaki istedikleri şekle bürüdükleri minicik ışkınların, yanyana olduklarında ‘tehlike’ oluşturdukları; paravanların gerisine çekildiklerinde ‘hayırlı’ yapıya bürüneceklerini düşünecek kadar ‘tehlike’ uyandıracaklarını anlamaktan yoksun değil mi bunlar?

Din de; neredeki din ‘bunları’ söylüyor, ‘bunları’ istiyor?

Hangi ‘din’ insanların ‘bölünmesinden’, yetmedi ‘birinin diğerini’ hapsetmesinden, daha da yetmedi ‘birbirini’ tanımamasından söz ediyor?

Hem…

Bilmeden, tanımadan ‘sosyal’ yaşamın ince kurgusu nasıl oluşabilir?

Bir bulanık hava, bir iğdiş yaşam, çokça bilinmezlik, anlaşılmazlık; istenen bu mu?

Yoksa…

Söyledikleri ‘içlerinin’ yansıması mı?

 

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP