29 Kasım 2024 Cuma
Seray LEVENT
Günlerdir bilir bilmez her yerde belediye kreşleri konuşuluyor (kreş yazdığıma bakmayın, bu kelime artık ağız alışkanlığı olmuş bir kelimedir, zira bizim çocuk kulübü olmamıza rağmen ailelerin etüt demesi gibi bir durum. Aslında yasal olarak, kreş, gündüz bakımevi, çocuk kulübü, anaokulu, anasınıfı gibi unvanların madde madde yaş ve görev tanımı vardır. )
Bu ayrımları internetten sorguladığınız zaman pat diye karşınıza çıkar. Bakanın “kreşler” demesi gibi… Yine yaygın adı kullanılmıştır.
Evet, benim de bir çift laf söylemeye hakkımın olduğunu düşünüyorum. Zira MEB den de olsa Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığından da olsa en eski fosil olarak kalan özel kurumlardan biriyim.1993-1994 döneminde açılmış her kaosu yaşamış ve mevzuatı harfi harfine bilirken, 83 mevzuatları dâhil her değişen tüzüğü birebir yaşamış, bir eğitimci olarak yaşananlara sessiz kalmak doğama aykırı.
Biz Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığının garip kuşlarıyız. Aslında memleketimize maddi manevi yıllardır hizmet veren binlerce çocuk yetiştiren, bizim gibi kurumlar hep yok sayılmış ne esnaf olabilmiş ne de eğitim kurumu kabul edilmişizdir. Her şeye her zorluğa rağmen mesleğimizi yapmaya devam etmiş, devletimizin, bakanlığımızın ön gördüğü şekilde davranmış çocuk yetiştirmişizdir. Hiç birimizin siyasete aklı ermez, bizim için her aile her çocuk özeldir ve bu vatana iyi insan olarak yetiştirilmelidir. Amma velakin bizi de siyasete alet etmeleri hiç hoş bir durum değilken, belediyelerin veryansın etmesi, bir yetkilinin de çıkıp “bu işin aslı böyledir dememesi” garip bir durum.
Benim kurumu açtığım zaman Adana ilinde ve ilçelerinde toplam 12 gündüz bakımevi vardı ve sadece Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığı açma yetkisine sahipti. Gel zaman git zaman MEB’e de kurum açma yetkisi verildi. 36 ay itibarıyla öğrenci alabileceklerdi. Onlar Anaokulu statüsünde öğretim ağırlıklı hizmet verirken biz bakım ve eğitim ağırlıklı hizmet veriyorduk ve veriyoruz. Ne acıdır ki biz ASHB kurumlar yine öksüz kalmıştı. Mesela ben esnaf sanatkârlara üye olup reklamcılar havuzundaydım, bizler elektrik, su vergi ne kadar devlet ve belediye ödemesi varsa işyeri ücreti öderken, MEB bağlı alanlar indirim alabiliyor ki şimdi de öyle, hatta bizi öğretmen yerine bile koymazlar, MEB bağlı kurumlarda öğretmen her indirimlerden yararlanırken, bakanlığımızdan dolayı böyle bir ayrıcalığımız bile olamadı, bize hiçbir ücret talep etmeden bakanlık tarafından ihtiyaç sahibi ailenin çocuğu gelebilir. Bunun için onlara kontenjan belirlenmiştir ki çoğu ücretsiz gelen aile bakanlıktan para aldığımızı zannederler. Helalı hoş olsun bunla ilgili hiç derdim olamadı. Ancak bu kadar zor şartlarda hizmet vermeye çalışırken 2005 de belediyeler karşımıza çıktı. Evet, önce biziler de bu durumu onayladık. Zira herkesin çocuğunun eşit şartlarda bakım ve eğitim hakkı vardır. Sonuçta belediye personeline ve alt gelir sahiplerinin çocuklarına hizmet verilecekti. Ancak olmadı… Olamadı… Onlar hep kontenjan dışı bırakılıp, özellikle devlet memurlarına ve üst düzey yetkililerine olanak sağlandı. Yani amacına uymadı açılan kreşler. Yıl 2007 o zaman İzmir merkezli okulöncesi derneği federasyonu vardı ve dönemin başkanı hepimizin adına yürütmeyi durdurma davası açtı aynı dönemde CHP başta olmak üzere muhalif partiler de bunu yaptı. “Belediyeler kreş açamaz ve açıyorsa da mutlaka denetim altına alınması için bir bakanlığa bağlanmalıdır” dedik. Zira Adana‘da bu işin çılkı çıkmıştı. Kurumun içinde kına yapanlarımı istesiniz, Doğum günü kutlayanları mı, ehil olmayan insanların müdür olmasını mı, çalışan personelin diplomasız olmasını mı, ne arasanız vardı. Kötü tarafı nereye gitseniz, durumu anlatsanız “biz denetleyemeyiz” diyorlardı. O dönem de Çukurova belediye başkanı, Seyhan belediye başkan yardımcısı olmak üzere tek başıma hepsine gitmiştim. “Biz denetliyoruz daha ne istiyorsun” deyip işin içinden çıkmışlardı.
Ve zaman geçti… Bizim, o dönemde ki muhalif partilerin, itirazı kabul oldu. Dava sonuçlandı. “Belediyeler bir bakanlıklara bağlanmadan çocuk bakım, eğitim, hizmeti veremez” kararı, olması gerektiği gibi çıktı.
Kapatılmaya gelince o dönem de şimdi de hiçbirimiz kapatılsın demedik. Ancak çocuk gibi hassas bir konuda denetim zafiyeti olamaz.
Bakın ben ve benim gibi Adana ili ve ilçelerinde 43 tane kreş ve gündüz bakımevi, çocuk kulübü kaldı. Neden biliyor musunuz? Çünkü bizler 3 ayda bir ciddi denetimlerden geçen kurumlarız. En ufak hatamızda gözyaşımıza bakmadıkları gibi, bizler de ağam paşam muhabbeti olamaz. İşte o yüzden 43 kişi kaldık. Çünkü MEB bağlı kurumlar bizim kadar denetimden geçmez ve rahatlardır. Bizler de bir kurumu açmak da çok zordur. O yüzden uzun zamandır da bakanlığımıza bağlı kurumlar açılmadı. Neden bunca zahmeti çektiğimize gelince bizler 0-2 yaş ve 6-12 yaş çalışan fiziki ve personel sayısını mevzuata göre belirleyen, vukuatın en az olduğu kurumlarız ve yaş aralığımızın böyle olmasından dolayı, Aile Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlı kurumlar olarak hizmetimizi sürdürmekteyiz. Ne acıdır ki şimdi bu tartışmaların içinde bizden 3 yaşı dahi almaya çalışan bir grupla da mücadele etmeye başladık ki en üzüldüğüm “0-3 yaş aralığının eğitime ihtiyacı yoktur” çıkışı… Bunca yıllık öğretmen ve gelişim uzmanı olarak 0-3 yaşın insan hayatında ne derece etkili olduğunu bilmek ve bilimi hiçe sayan bir grubun karşımıza çıkması kahredici.
O yüzden siyasi çatışmalarınızı lütfen çocuklar üzerine yapmayın ve eleştiri ya da muhaliflik yaparken de olayın tarihçesine, geçmişine bir bakın. Asla hiçbir kurum kapanmasın ancak çocuğun olduğu her işletmede mutlaka denetlenmek zorunda. Bizim tek istediğimiz bu… Belediyeler bir bakanlığa bağlanın hepsi bu…
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
Seray LEVENT
Bu aralar çocuk eğitimi üzerine gidiyorum. Bazen herkesin bildiğini tekrarlamak sıkıcı, kendi düşüncelerimi de yazmak sakıncalı olabiliyor. Bari yetiştirdiğimiz çocuklar, “vatana millete hayırlı iyi insanlar olsunlar” çabam, bu dünya da bir işe yaradığımı hissettiriyor bana…
Ailelerin genel olarak zorlandığı, söylendiği bir konuyu daha sizlerle paylaşmak istiyorum. Zira bazen öyle devasa oyuncakları sürüklüyorlar ki ev içinde bu mesele kaosa dönüşebiliyor.
Peki, neden çocuk mutlaka kendine ait bir eşyayı yanında götürmek için ısrar eder?
Çocuklar, oyuncaklarını gittikleri yerlere götürme eğilimindedir çünkü bu oyuncaklar onlara güven ve rahatlık hissi verir. İşte bunun olası nedenleri:
Güvenlik Hissi: Çocuklar, tanıdık eşyaları yanlarında taşıyarak kendilerini daha güvende hisseder. Oyuncak, onların tanıdığı ve alışık olduğu bir nesnedir.
Bağlanma: Çocuklar, özellikle sevdiği oyuncaklara duygusal olarak bağlanır. Bu oyuncaklar, onların kendilerini ifade etmesine ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamasına yardımcı olabilir.
Hayal Gücü ve Eğlence: Oyuncaklar, çocukların hayal gücünü kullanmasına ve eğlenmesine olanak tanır. Yeni bir ortamda bile oyuncaklarla oynayarak rahatlamaya çalışırlar.
Rutini Devam Ettirme: Çocuklar, alışkanlıklarına bağlıdır. Oyuncaklarını yanlarında götürmek, onlar için bir rutin parçasıdır ve bu da kendilerini daha huzurlu hissetmelerine katkıda bulunur.
Paylaşma ve Gösterme İsteği: Çocuklar, sevdikleri oyuncakları başkalarına göstermek ya da arkadaşlarıyla paylaşmak ister. Bu, sosyal bir bağ kurma yöntemidir.
Bu davranış, çocukların gelişim süreçlerinin bir parçasıdır ve tamamen doğaldır.
Peki, çocuklar neden kreşe giderken oyuncak götürür?
Bununda ana nedeni yukarıda sırladığıma çok yakın olsa da ufak tefek farklılıklar gösterir. Burada tanımadığı büyük bir grubun içine dâhil olma kaygısı da vardır.
Çocuklar kreşe giderken oyuncak götürmeyi genellikle birkaç nedenle isterler:
Güven Hissi: Özellikle ilk kez ayrılık deneyimi yaşayan çocuklar, evlerinden bir eşya (genellikle sevdiği bir oyuncak) alarak kendilerini daha güvende hissederler. Bu oyuncak, tanıdık bir bağ oluşturur ve yabancı bir ortamda rahatlamalarını sağlar.
Aidiyet Duygusu: Çocuklar, oyuncaklarını yanlarına alarak kişisel bir alan yaratırlar. Oyuncakları, kendilerini ifade etmelerine ve ortamda bir aidiyet hissetmelerine yardımcı olabilir.
Paylaşma ve Sosyalleşme: Çocuklar kreşte diğer çocuklarla oynarken kendi oyuncaklarını paylaşabilir, bu da sosyalleşmelerine ve iletişim kurmalarına yardımcı olur.
Alışkanlık veya Rutinin Parçası: Bazı çocuklar, sevdiği bir oyuncağı yanlarına almayı bir alışkanlık haline getirirler. Bu rutin, kendilerini daha huzurlu hissetmelerine yardımcı olur.
Duygusal Bağ: Çocukların bazı oyuncaklara duygusal olarak bağlı olmaları mümkündür. Bu bağ, oyuncağı yanlarında taşıma isteklerini artırır.
Kreş döneminde bu tür davranışlar da oldukça normaldir ve çocukların adaptasyon süreçlerini destekler.
Dipnot: Her zaman dediğim gibi özellikle 2-6 yaş aralığında çocuklarınızla inatlaşmayın, kaybedecek olan siz olacağınız için kabul görülebilecek isteklerini, sakin sessizce yerine getirin. Oyuncak ya da herhangi bir eşyasını almakta ısrarcıysa bırakın götürsün. İnatçılık döneminde olan çocuklarınızı tatlı manevralarla ikna edebilirsiniz ancak aynı inatla tepki verdiğinizde kaybeden sizler olurken cazgırlığın iyi bir şey olduğunu zanneden çocuk bütün isteklerini bu şekilde size yaptırma davranışı kazanır. Çocuk yetiştirmek için önce çocuğunuzu tanımalı ve çocuk gelişimini bilmelisiniz. Bırakın o gelen eşyalarla işinde uzman eğitimciler ilgilensin. Biz gelen eşyaları, koruruz… uyuturuz… kısacası bir şekilde bütün gün, çocukla bir bütün halinde gezdirmeyiz.
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı koruyunuz!
Seray LEVENT
Dün Aile Sosyal Hizmetler Müdürlüğünün “Dünya Çocuk Hakları Günü” kapsamında farkındalık yürüyüşü vardı. Müdürlüğe bağlı olduğumuz için bizimde yürüyüşe katılmamız talep edildi. Katıldık katılmasına ancak “e..yürüdük ne oldu şimdi” diye de kendi kendime çıkıntılık yapmadan duramadım.
Yürüdük… Yürümeye hep devam edelim… Mesele hak hukuksa, dağları tepeleri aşalım…
Peki sonuç?
Son 5 Yılda Türkiye’de Çocuk Ölümleri
Türkiye’de çocuk ölümleri konusunda en güvenilir kaynaklar arasında Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gibi uluslararası kuruluşların raporları bulunmaktadır. Ancak, bu raporlar genellikle çocuk ölümlerinin nedenlerini detaylandırmadan yalnızca genel istatistikler sunar.
Bebek Ölüm Oranı: TÜİK’in 2023 yılı verilerine göre, Türkiye’de bebek ölüm hızı (1 yaş altı bebeklerin ölüm oranı) her 1.000 canlı doğumda yaklaşık 8,8’dir. Bu oran, son yıllarda kademeli olarak azalmıştır, ancak hâlâ gelişmiş ülkelerin ortalamasının üzerindedir.
Erken Çocukluk Dönemi Ölümleri: Çocuk ölüm oranları, genellikle önlenebilir hastalıklar, kazalar ve şiddet gibi nedenlere dayanmaktadır. Çocuk hakları ihlalleri (şiddet, ihmalkârlık, çocuk işçiliği) ve kazalar da çocuk ölümlerinin nedenleri arasında yer alabilir.
Doğal Afetler ve Göçmen Çocuklar: Son 5 yılda Türkiye’de yaşanan deprem, sel gibi doğal afetler ve göçmen krizi de çocuk ölümlerini artıran etkenlerden biri olmuştur. Özellikle, 2023 Şubat ayında meydana gelen Kahramanmaraş depremi sırasında çok sayıda çocuğun hayatını kaybettiği bildirilmiştir.
Yani biz yetişkinler, çiçekleri bir bir soldurmaya, yok etmeye devam ediyoruz…
Peki, Türkiye’de Çocuk Haklarının Durumu?
Çocuk hakları, çocukların sağlık, eğitim, korunma ve gelişim haklarına erişimini sağlayan bir dizi prensiptir. Türkiye, 1995 yılında Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeyi imzalayarak çocuk haklarını koruma konusunda uluslararası bir taahhütte bulunmuştur. Ancak, uygulamada çeşitli sorunlar yaşanmaktadır.(Ne ilginç değil mi? Şaşırdık mı?)
Çocuk İşçiliği: Türkiye’de çocuk işçiliği hâlâ ciddi bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. 2022 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de yaklaşık 720 bin çocuk işçi bulunmaktadır. Bu çocuklar genellikle tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinde çalıştırılmaktadır.
Eğitim Hakları: Eğitim alanında Türkiye’de son yıllarda önemli ilerlemeler kaydedilmiş olsa da, özellikle kırsal bölgelerde yaşayan ve göçmen çocuklar eğitim hakkından mahrum kalabilmektedir. Ayrıca, Suriyeli mülteci çocuklar arasında okula erişim oranları düşüktür.
Çocuk İstismarı ve Şiddet: Türkiye’de çocuklara yönelik istismar ve şiddet vakaları ciddi bir sorun olmaya devam etmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının raporları, son yıllarda çocuk istismarı vakalarının arttığını göstermektedir. 2023 yılında, çocuğa yönelik istismar ve şiddet vakalarının daha fazla raporlanması için çeşitli sivil toplum kuruluşları tarafından farkındalık kampanyaları düzenlenmiştir.
Erken Yaşta Evlilik: Türkiye’de erken yaşta evlilikler özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde yaygındır. Her ne kadar bu uygulama yasadışı olsa da, kültürel ve sosyal baskılar nedeniyle erken yaşta evlilikler devam etmektedir.
Çocuk Haklarının Geliştirilmesi İçin Öneriler
Yasal Düzenlemelerin Güçlendirilmesi: Çocuk işçiliği, istismar ve şiddet vakalarına yönelik caydırıcı yasaların uygulanması gerekmektedir.
Eğitim Erişiminin Artırılması: Özellikle dezavantajlı bölgelerde ve mülteci çocuklar için ücretsiz ve kaliteli eğitim fırsatlarının artırılması önemlidir.
Sosyal Destek Programları: Yoksullukla mücadele kapsamında, çocukların temel ihtiyaçlarının karşılanması ve ailelerin desteklenmesi için sosyal yardım programları yaygınlaştırılmalıdır.
Farkındalık Kampanyaları: Çocuk hakları konusunda toplumda farkındalık oluşturmak ve aileleri bilinçlendirmek amacıyla eğitim kampanyaları düzenlenmelidir.
Sonuç olarak, Türkiye’de çocuk hakları alanında bazı ilerlemeler kaydedilmiş olsa da, çocukların yaşam haklarının korunması, eğitim, sağlık ve şiddetten korunma gibi temel haklara erişim konusunda hâlâ yapılması gereken pek çok şey bulunmaktadır. Ne acıdır ki her şeyde olduğu gibi çocuklarımızı da koruyamadığımız için sınıfta kalmış bir ülkeyiz…
Ve ne acıdır ki bütün dünya ülkelerine örnek olan, ilk devrimleri bu ülkede yapan, her canlının haklarını savunma adına kanunlar yazdıran Mustafa Kemal Atatürk’ün milletiyle kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti şimdi insanlık adına en son sırada….
En acısı ne biliyor musunuz? Yetkililerin açıkladığı üzere %90’ı Müslüman olan bir ülkede ne çocuğumuzu, ne hayvanımızı, ne kendimizi korumayı becerememek… Ve ne acıdır ki biz sevdiklerimizi, evlatlarımızı yine kendimizden korumaya çalışıyoruz.
Bu ülkede ne atalarımızın emanetini muhafaza edebildik, ne yaratanın bize bahşettiği bedenimizi, ruhumuzu koruyabildik.
Hadi bakalım… Yürümeye devam!
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
Seray LEVENT
Öncelikle özellikle 1-3 yaş arası çocuğun davranışlarını kontrol edemediği duygularını yönlendiremediği ve haz duygusuyla hareket ettiği, yani ilkel benliğin onu kontrol altına aldığı en yoğun dönemdir. Bu dönemde çocuk yeni bir şeyleri keşif etmenin de hazzını yaşar.
Isırma davranışıyla birlikte, geçici tikler, kekemelik, tükürme, cimcikleme, dil çıkarma, vurma gibi… Davranışları yoğun olduğu dönemlerdir.
Grup içinde en çok yaşanan davranış şekli ise; ısırma, itekleme ve vurma yoğundur. Bu dönemlerden bütün çocuklar geçer ya uzun sürer ya da kısa, o yüzden her zaman dediğim gibi çocuk gelişim evrelerini iyi bilmeli hangisinin geçici hangisinin kalıcı davranış bozukluğu olduğunu doğru tahlil etmeliyiz. Şimdi size en çok yaşanan davranış bozukluğundan bahsedeceğim.
Çocuklarda ısırma davranışı, genellikle 1-3 yaş arası çocuklarda görülmeye başlar ve çoğu zaman normal bir gelişimsel evre olarak kabul edilir. Ancak, ısırmanın nedeni ve nasıl ele alınması gerektiği, çocuğun yaşına, gelişim seviyesine ve içinde bulunduğu duruma bağlı olarak değişebilir.
Çocuklarda Isırma Davranışının Nedenleri
Diş Çıkarma Dönemi (6-24 Ay): Özellikle 6-12 ay arasında diş çıkarmaya başlayan bebekler, ağızlarında bir rahatlama hissi elde etmek için ısırma eğiliminde olabilirler. Bu dönemde ısırma, diş etlerinin kaşınmasını gidermek için bir tür refleks olarak ortaya çıkar.
Keşfetme ve Duyusal Merak (12-24 Ay): Bebekler çevrelerini ağız yoluyla keşfetmeye çalışırlar. Isırmak, onlar için bir çeşit dokunma veya keşfetme şeklidir.
Dil Gelişiminin Yetersizliği ve İletişim Kurma (18-36 Ay): Çocuklar duygularını ve ihtiyaçlarını ifade edemediklerinde, sözsüz iletişim yollarına başvurabilirler. Özellikle dil gelişimi tam olarak oturmamış olan çocuklar, sinirlenince veya sıkılınca ısırma yoluyla tepkilerini gösterebilirler.
Duygusal Tepki ve Stres (2-3 Yaş): Çocuklar bazen duygusal yoğunluklar yaşadıklarında (kıskançlık, hayal kırıklığı veya öfke gibi) ısırma yoluyla bu duygularını ifade edebilirler. Örneğin, bir kardeşi olduğunda ilgi çekmek için ısırma davranışına yönelebilirler.
Dikkat Çekme veya Kontrol Sağlama: Çocuklar bazen ilgi çekmek veya etraflarındaki durumu kontrol etmek için ısırabilirler. Özellikle bu davranışa ebeveynler veya bakıcılar büyük bir tepki verdiğinde, çocuk bunu dikkat çekme aracı olarak kullanabilir.
Isırma Davranışı Nasıl Yönetilir?
Isırma davranışını yönetmek ve önlemek için bazı stratejiler uygulanabilir:
Hemen Tepki Verin: Isırdığı anda, sakin ama kararlı bir şekilde “Hayır, ısırmak yok” veya “Isırmak can acıtır” gibi cümlelerle çocuğa açıklama yapın.
Alternatif Yollar Gösterin: Çocuğun duygularını kelimelerle ifade etmesi için teşvik edin. “Sinirli misin? Bana söyleyebilirsin” gibi ifadeler kullanın.
Dikkatini Dağıtın: Özellikle diş çıkarma dönemindeyse, çocuğa diş kaşıyıcılar veya oyuncaklar vererek dikkatini başka yöne çekebilirsiniz.
Isırdığı Durumları Analiz Edin: Çocuğun ne zaman ve hangi durumlarda ısırdığını gözlemleyerek, bu tetikleyici faktörleri anlamaya çalışın.
Olumlu Davranışı Ödüllendirin: Çocuk, duygularını kelimelerle ifade ettiğinde veya sakin kaldığında onu teşvik edin ve övün.
Ne Zaman Yardım Alınmalı?
Eğer çocuğunuzun ısırma davranışı sürekli hale gelmişse, yaşı ilerlemesine rağmen devam ediyorsa veya bu davranış sosyal ilişkilerini olumsuz etkiliyorsa, bir çocuk gelişimi uzmanı veya çocuk psikoloğundan destek almanız faydalı olabilir.
Bu tür davranışlar, doğru yönlendirmeler ve sabırlı bir yaklaşım ile zamanla azalır ve ortadan kalkar.
Son Söz: Özellikle bizim meslekte çok fazla yaşadığımız bu olay, kimi zaman önlenemeyecek duruma gelir ve biz eğitimciler çocuğu kaybetmek yerine aileyi mutlaka bir danışmana yollarız. Lütfen, bu isteğimizi çocuğunuzun sağlığı için geri çevirmeyin.
Ayrıca algısal gelişim geriliği gösteren çocuklarda bu dönemler çok yoğun ve uzun sürebiliyor, bunun en önemli nedeni geçirmesi gereken dönemi geçirmeyen çocuklar yaşları büyümüş olsa dahi hala bebeklik dönemine takılı kalabilmeleri. Bunun da nedeni, ebeveynin çocukla ilgilenmemesi ya da aşırı uyaran vermesidir. (İlgilenmeme; bebekliğinde bu yana onunla konuşmaması, oyunlar oynamaması, kaliteli zaman geçirmemesi. Aşırı uyana ortamlar; Teknolojinin, gürültünün yoğun olduğu yerler, ekrana maruz kalması ve çocuğun bozulan rutinleri. ) Örneğin; çocuk 2-3 yaşında ve bu davranışları çok fazla yoğun yaşıyor kronolojik yaşı ne olursa olsun aslında bu çocuk 6 ay ile 18 ay arasındaki dönemde takılı kalmış. Otizm spektrum, DEHB, algısal gelişimsel gerilik belirtisi gösteren çocuklarda bu süre çok daha fazla uzuyor ve şiddeti artabiliyor.
Her zaman dediğim gibi ana-baba olan her insan mutlaka çocuğunun gelişim evresini bilmeli ve çocuğunu tanımalı. Ayrıca genel bilgi sahibi olmak hoş görüyü, empatiyi de beraberinde getirirken, insan davranışlarının nedeni hakkında fikir sahibi olduğunuzda, öfkenizin, ön yargınızın azaldığını net bir şekilde görebilirsiniz.
Pazar günü 10 Kasım… Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türklerin Atasının ölüm yıl dönümü… “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktı” Diyerek, milletine bu derece güvenen, gelmiş, geçmiş, gelecek en büyük Lider, Ata’mızın ruhu huzur bulsun, mekânı cennet olsun…
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
Seray LEVENT
Bugün biraz sizlerle felsefi konu paylaşmak istedim. Bir filmin repliğinde aktörün söylediği söz… Bu yazıyı yazmama neden oldu?
“Cehennem, diğer insanlardır”
Bu cümle bana “böyle dostun varsa, düşmana ne gerek?” Atasözünü hatırlattı ve sizle birlikte öğrenmek için, cümlenin nerden ve nasıl geldiğini araştırdım. Bakın bir cümlecik aslında koca bir hayatı ve döngüyü bize nasıl anlatmış?
“Cehennem, diğer insanlardır” (Fransızca: L’enfer, c’est les autres) sözü, 20. yüzyıl Fransız filozofu ve yazar Jean-Paul Sartre’ın 1944’te yazdığı “Gizli Oturum” (Huis Clos) adlı tiyatro oyununda geçer. Bu söz, Sartre’ın varoluşçuluk felsefesi bağlamında insanın kendini ve diğer insanlarla ilişkisini nasıl algıladığına dair derin bir anlam taşır.
Anlamı, insanların kendi benlikleri ve özgürlükleri üzerindeki baskının çoğunlukla başkalarının yargıları, beklentileri ve bakışları üzerinden geldiğine vurgu yapar. Sartre’a göre, bireyler başkalarının gözünde birer nesneye dönüşür; başkalarının bizi nasıl gördüğü, kim olduğumuz konusunda baskı yaratır. Kısacası, insanın kendini tam anlamıyla özgürce ifade etmesi ve var olması, başkalarının yargılarından kaçınamadığı için engellenir.
Sartre’a göre insanlar, özgürlüklerine ve kimliklerine diğer insanların bakışları aracılığıyla anlam kazandırır. Ancak bu etkileşim aynı zamanda bir gerilim ve sıkışmışlık yaratır. İşte “Cehennem, diğer insanlardır” ifadesi de şu düşünceleri içerir:
Başkalarının Bakışı ve Yargısı: Diğer insanlar, bizi kendi öznelliklerinden değerlendirerek yargılarlar. Kendi varlığımızı kontrol etmek isterken, başkalarının bakışıyla sınırlandığımızı fark ederiz. Bu yargılar, bireyin özgürlüğüne tehdit oluşturur; yani, insanlar bir nevi birbirlerinin “hapishanesi” haline gelir.
Özgürlüğe Karşı Sorumluluk ve Yük: Sartre’a göre insan, mutlak özgürlüğe sahiptir; ancak diğer insanlar da aynı özgürlüğe sahiptir. Bu durum, bireyi sürekli bir sorumluluk ve suçluluk duygusuyla baş başa bırakır, çünkü her eylem, hem kendimizi hem de başkalarını etkiler. Bu karşılıklı bağımlılık, varoluşsal bir sıkıntı ve çatışma kaynağıdır.
Kendini Tanımlama Çabası: Kendi kimliğimizi kurarken, başkalarının bizi nasıl gördüğü çok önem kazanır. Ancak hiçbir zaman tamamen kendimizi karşı tarafa “doğru” bir şekilde anlatamayız. Başkalarının bizi yanlış anlaması veya yargılaması, içsel bir cehennem deneyimine dönüşebilir.”
Sonuç: Sartre’ın bu sözü, insanların birbirleriyle olan ilişkilerindeki kaçınılmaz gerilimleri, özgürlük ve yargı meselelerini özetler. Diğer insanlarla yaşamak, bir anlamda varoluşumuzu onaylayan bir ihtiyaç olsa da, bu ilişki aynı zamanda huzursuzluk, sıkışmışlık ve yalnızlık hisleri de doğurabilir. Sartre için cehennem, fiziksel bir yerden ziyade, bireyin kendi varoluşsal koşullarında başkalarıyla kurduğu ilişkilerde saklıdır.
Bu söz, cehennemin bir yerden ziyade başkalarının varlığının üzerimizde yarattığı duygusal ve psikolojik yük olabileceğini anlatır. Diğer insanlarla olan ilişkilerimizde, onların bizi yargılaması, beklentileri ve eleştirileri, bazen içsel bir azaba dönüşebilir.
O yüzden başkaları sizin cehennemiz olmasını istemiyorsanız. Hayata karşı bir duruşunuz ve varoluşunuzun nedenini bilmeniz gerekiyor.
Varlığınız giydiğiniz markalar, bindiğiniz lüks arabalar ya da aldığınız eğitimin makamsal statülüsü olmamalı. Varlığınızı ve bu hayata geliş nedeninizi, kendi iç dünyanızda bir yerlere oturtabildiyseniz ki galiba buna da “tekâmüle ermek” deniyor. O zaman kimse sizin cehenneminiz olamaz. Kendini, kendi dünyasında kendine ispatlamış birey, hiçbir statüyü, makamı, maddi varlığını göz önüne serip, başkalarının onu nasıl görmesini istediği gibi davranmaz ve buna ihtiyaç duymaz. Zira kişi zaten kendi iç dünyasında, dünyevi meseleleri çözmüş Maslow’un en üst piramidinde yerini almış ve tekâmüle ermiştir.
Unutmayın, dış görünüş, olmayan siz olma çabası, sadece aciz, hayatta kişilik olarak var olmamış, kimseye hiçbir faydası olmayan, seyirciye oynayan kişilerdir. İnsanlar sizlerin cehennemi olmasına izin vermeyin, siz onların cenneti olun…
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!