Habip Hamza ERDEM
Son yıllarda ‘yeni’ bir Cumhuriyetçilik anlayışı geliştirmek isteyen İrlandalı filozof Philip Pettit’nin özellikle Fransız filozoflarca eleştirilmesinin nedeni, Pettit’in salt politika alanıyla kendisini sınırlandırmadığı ve ‘sosyal metafizik’ alanı dahil olmak üzere, genel olarak ‘düşünce tarihi’ ve ‘etik kuramları’nı birlikte ele almaya çalışmasıdır denilebilir.
Gerçekten de, Pettit, Edmund Husserl’in ‘fenomenoloji’ geleneğinden Lévi-Strauss’un ‘yapısalcı’ yöntemine ve yaratıcı evrimcilik de denilen ve insanı fiziksel, psikolojik ve psişik bileşenlerine ayıran ‘holizm’ yaklaşımından ‘ekümenik’ (oecuménique) bir yöntem geliştirmeye çalışmıştır.
Oysa Eski Roma’dan buyana Cumhuriyet’in ‘sert çekerdiği’ diyebileceğimiz ‘kamusal erdem’ (vertu civique), Machiavel’den Rousseau ve Robespièrre’e değin hep ‘yurttaş hak ve ödevleri’ olarak anlaşıla gelmiştir.
Kuşkusuz bu Erdem teriminin, genelde ‘sivil’, ulusal (nationaliste) ve yurtsever (patriotique) biçimleri öne çıkarılsa da ‘öz’ü (substance) hep politik olarak kalmıştır.
Oysa Arapçası ile ‘fazilet’ denilerek, onun felsefî, etik veya ahlâkî yönünü kişisel, psikolojik veya psişik bir alana indirgeyerek dar bir alana hapsetmenin doğru olmayacağı söylenebilir.
Nitekim, günümüz ‘siyasetçi’lerinden Erdem ya da fazilet beklemek ancak bu çerçeveden bakılarak dillendirilmektedir.
Peki ama, örneğin MHP ve benzeri partilerde yer alan ‘siyasetçi’lerin ‘milliyetçilik’ anlayışlarının bizim kamusal erdem (vertu civique) diye adlandırdığımız ‘fazilet’le doğrudan bir ilişkisinin olduğu söylenebilir mi?
Yoksa, kendi sapkın ideolojilerini bir ‘fazilet’miş gibi göstermeyi becerebildikleri mi söylenmeldir.
Buna karşın, bu tür ‘Erdem’ yoksunu politikalara hoşgörüyle yaklaşılması, bu yazı dizisi boyunca ele aldığımız Demokrasi bağlamında, Hobbes’tan esinlenen ‘özgürlük’ ve Voltaire’ci “görüşlerinize katılmıyorum ama onları savunmanızı ölümüne destekliyorum” yaklaşımının sonucu olmaktadır diyeceğiz.
Ancak bu kez, köktendincilik ya da ırkçılığa dayanan sözde milliyetçiliği savunanların bu sapkın ideolojilerini savunmaları için ölümü göze almanın neresinde ‘Erdem’ olduğu sorulabilecektir?
Bunun, ancak ve sadece ‘psikolojik’ ve ‘psişik’ bir bakış açısıyla mümkün olabileceği söylenecek olursa, orada ‘akıl’ ve ‘akıl yürütme’nin söz konusu olmadığı da kolaylıkla görülebilecektir.
Ki, bu durumu, İsaiah Berlin ‘olumsuz özgürlük’ (liberté négative) olarak adlandırmaktadır.
Nitekim Benjamin Constant gibi, ‘sol liberaller’, Fransız Devrimi sırasında, liberalizmin ‘ussal sınırlar’ına çekilmesinden yana olmuşlardı.
Ancak, örneğin, başta MHP olmak üzere, benzeri siyasal yapılarda ‘ussallık’ aramanın boş bir çaba olacağı, somut olgulardan hareketle ileri sürülebilir.
Kaldı ki, yine bu tür siyasal yapılanmalar, dinci ‘Nas’ yanlıları gibi savundukları görüşlerin tartışılmasına kesinlikle izin vermedikleri gibi, karşı görüşte olanları ‘düşman’ ilan etmekten çekinmezler.
Böylece, açıktır ki, bu tür yapılanmaların savunur göründükleri Cumhuriyet, özü olan ‘ussallık’tan uzaklaştırılarak içi boşaltılmış olmaktadır.
Demokrasi konusunda ise, bu tipler, amiyane deyimle, yanından bile geçmemektedirler denilebilir.
Çünkü, totaliter liderlik ve otoriter örgütlenme biçimleri en belirgin özellikleridir.
Nitekim, mafyatik yani yasadışı ‘otoriter’ örgütlenmelerle içli-dışlı olmaları şöyle dursun, bu tür ‘örgütleri’ doğrudan kendilerinin kurdukları bile söylenebilir.
Çünkü, ne ‘politik demokrasi’ ve ne de ‘sosyal eşitlik’ler ilgili bir kaygıları vardır.
Örneğin, Türkiye’de göreli bir parlamenter demokratik rejim varken, gelin ‘monarşik’ bir rejim kuralım önerisi MHP tarafından getirilmemiş midir?
Kuruluşundan itibaren ‘mafyatik’ bir örgütlenme biçimini benimsemiş ya da var olan ‘mafyatik örgüt’ünü bir ‘siyasal parti’ye dönüştürmüş olan bir ‘yapı’nın Cumhuriyet ilkeleri ve Demokratik kurallarla ne kadar ilgisi olabilir?
Zaten, bugün iktidarda olan bu ‘kadro’ların büyük çoğunluğunun ya ‘komando kampları’nda eğitim görmüş olanlar ya da onların bir sonraki kuşağını oluşturdukları bilinmiyor değildir.
Dolayısıyla, bu ‘tip’lere Cumhuriyet ve Demokrasi konusunda ne söylense boştur.
Özgürlüklerle ilgili bir örnek verilecek olursa; Türkiye’de kamusal alanda türban takmayı ‘özgürlük’ bağlamında gören bu ‘tip’lerin, İranlı kadınların başörtüsüne karşı tutumlarını ‘özgürlük’ olarak görebileceklerini düşünmek bile abesle iştigal olacaktır.
Çünkü, bu ‘tip’lerde ve savundukları her ne var ise orada, ‘uslamlama’ya (raisonnement) yer yoktur.
Ya da bu ‘tip’lerin Cumhuriyet ve Demokrasi konusunda ileri sürdükleri ne varsa tamamen boş ve temelsizdir diyerek bu parantezi de kapatabiliriz.
(Sürecek)
YAZARLAR
9 saat önceYEREL HABER
9 saat önceYEREL HABER
11 saat önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
3 gün önce