AKP yöneticilerine olan kızgınlığımız gün geçtikçe artmakta! Türk Milleti olarak, beraberce sevinme, birlikte gurur duyma gibi güzel hasletlerimizi kaybettirdiler.
İyi ve güzel ne varsa düşman oldular. T.C Devletinin kuruluş ve kurtuluşunun en önemli günlerinden 30 Ağustos’a bile farklı bakıyorlar!
“Kurtuluş Savaşını keşke Yunan kazansaydı da, hilafet kalsaydı” diyen sapığı,
ülkenin Cumhurbaşkanı, (Aferin ben de senin gibi düşünüyorum) anlamına gelebilecek bir davranışla makamında ve devlet sofrasında onurlandırmadı mı?
Halbuki bizler, hiçbir zaman ortaçağ kaçkını olan bu yobazlar gibi olmadık ki!
Gelin sizi Cumhuriyetin ilk yıllarına götürelim;
Cumhuriyetin en önemli eseri, yarattığı çağdaş toplum idi. Bu toplum ilerici, aydınlık ve idealistti. Bu duygular toplumda en büyük erdemdi. İnsanlar paraları ile değil, kişilikleri ile saygı kazanırlardı. Aileler çocuklarına mütevazı olmayı, zenginlik sergilemenin affedilmez bir görgüsüzlük olduğunu, anne-babanın toplumdaki statüsünün onları hiç ilgilendirmediğini, gençlerin ve çocukların ancak okuldaki başarılarıyla kişilik kazanacaklarını öğretirlerdi.
Aileler, çağdaş yaşama kavuşma emelinde idiler. Kadına saygı, kız çocuğunu eğitme, tasarruf-temizlik ve kibar olmak en önemli konulardı.
Cumhuriyetin ilk 25 yılında toplum, yaşanan devrimin getirdiği heyecanla gelişiyordu. O yıllarda her yerde bir idealizm rüzgârı esiyordu.
Düşünün 1930’lu yıllarda Adnan Saygun, Muzaffer Sarısözen ve Macar sanatçı Bela Bartok katır sırtında dağ-tepe geziyorlar, Türk Halk Müziği ezgilerini derliyorlar, çok zor koşullarda eserlerin yok olmaması için savaşıyorlardı!
O yılların ünlü sanatçılarına bakın; Reşat Nuri Güntekin- Ahmet Hamdi Tanpınar gibi edebiyatçılar, Nuri İyem-Cemal Tollu- Eşref Üren gibi ressamlar hepsi birden eğitim seferberliğinin birer neferi olarak Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde öğretmenlik yapıyorlardı. Gencecik mühendisler Anadolu’ya yayılmış şantiyelerde çalışıyorlardı. Doktorlarımız günün zor şartlarında veremle-sıtma ile mücadele edip, Anadolu’yu yıllardır bitiren hastalıkları yok etmek için uğraşıyorlardı.
Kimsenin aklına köşeyi dönmek gelmiyordu. Onlar Cumhuriyetin askerleri, Cumhuriyetin Kubilay’ları idiler. Onurlu ve gururlu bir toplum yetiştirmek için çabalıyorlardı.
Bu ruh, devrimlerin verdiği bir heyecandı ve bu heyecan bizi diğer Ortadoğu toplumlarından farklı hale, “kaliteli bir toplum” haline getirmişti.
Bu toplumsal kalite doğal olarak kurumlara da yansımıştı. Üniversitelerimiz- Mahkemelerimiz- Devlet dairelerimiz güvenilir ve düzenli idi. Yasalar çerçevesinde haklı iseniz, güvende idiniz. Bu kurumların bozulmayacağı düşünülürdü.
İlk kokuşma 1980 de başladı. YÖK Kanunu ile yapılan değişiklik sonucu, Akademik Kariyer yapma yöntemleri yozlaştırıldı. Daha sonra “Her İl’e bir Üniversite” diye başlatılan anlamsız girişimle üniversitelerimizin kalitesi düştü. Buralarda yetişen gençler bulundukları küçük şehirden çıkmadan diploma alıp, “diplomalı kasabalılar” ordusunu oluşturmaya başladı.
Diğer yandan hala kaynağını çözemediğimiz büyük paralar harcanarak, liseden itibaren gençler, apartman dairelerinde başlarındaki Cemaatçi ağabeyleri tarafından eğitildiler. Daha sonra cemaat dershanelerinde bedava kurslar görerek bir biçimde Siyasal ve Hukuk fakültelerini doldurdular.
Sonra da Vali-Kaymakam-Yargıç-Savcı oldular.
1989’dan itibaren belediyelerce sosyal yardım adı altında dağıtılan ihtiyaç maddeleriyle halkımız sadaka kültürüne alıştırıldı. Halkın çalışıp kazanma, alın teriyle elde etme duyguları köreltildi. Onur ve gurur değerleri zedelendi, bunların yerini “ne-nerede- bedava dağıtılıyor, ben de kapayım” duygusu yerleşti. Bütün bunlar yapılırken din-iman faktörü öne çıkarıldı. Her mahallede bir cemaat yapılanması, bir şeyh, bir şıh türedi.
Bütün bu süreçte, 1980’den 2002’ye kadar geçen dönemde cemaat, hep iktidar olmaya aday partileri destekledi. Önce ANAP, sonra DYP, Refah, DSP, CHP ve en sonunda da AKP desteklendi. Bu taktikle, her dönemde iktidardaki partinin içinde cemaatin Bakanları-Milletvekilleri, bürokraside elemanları oldu.
Ve sonunda, 2005 yılında açıkça “Karşı Devrim” hız kazandı.
Ergenekon adıyla başlatılan bu süreçte, Cemaat-AKP-ABD el ele vererek Türk toplumunu değiştirmek için çeşitli projeler uyguladılar. Türk Ordusunu perişan ettiler. Türk Milletini yolsuzluk ve borç batağında bitirdiler. Toplumun kalitesi iyice düştü. Her tarafı bademler sardı! Televizyonu açıyorsunuz; Profesör-Vali-Müsteşar-Genel Müdür-Köşe Yazarı- İş adamı- Araştırmacı-Doktor-Avukat diye tanıtılan, alaturka veya alafranga kentsoylu kültüründen hiçbir iz taşımayan kaba-saba ve cahil diplomalılar her konuda yalan-yanlış ahkâm kesiyor.
Bu adamlar kim, nerede yetişti bunlar diye dehşete düşüyorsunuz!
Bakanlıklar, cemaat ve tarikatların savaş alanı haline gelmiş. 21. Yüzyıl Cumhuriyet Türkiye’sinde tarikattan izin almadan bir Başhekim atanamıyor!
AKP İktidarının en önemli taktiği, cahil diplomalıları belli makamlara getirmek ve onlardan şartsız itaat istemektir. AKP’nin Rektörlerine bakarsanız, anlarsınız.
Sporcuların bile kalitesini düşürdüler. Bir Metin Oktay’ı, bir Baba Hakkı’yı, bir Can Bartu’yu düşünün, bir de MV maaşını beğenmeyip, 3-5 yerden maaş alan şerefsizleri!
Türk Milletine yürekten bağlı bir vatandaş, bir Atatürk askeri olarak diyorum ki;
Yüce Türk Milletini bu duruma düşüren din bezirgânları-cemaat tarikat beslemeleri ile “çağdaşlık” kavgamız, onları ortaçağ karanlığına göndermeden bitmeyecektir, bitmemelidir. Bunu gelecek nesillerimize borçluyuz.
DOĞRU Parti bu amaç için kurulmuştur.
Duydunuz mu Türk Gençliği? Gelin katılın Kuvayı Milli mücadelemize…
30 Ağustos 2021
rifat Serdaroğlu,
eskiyi çok özledik
YAZARLAR
12 saat önceYEREL HABER
13 saat önceYEREL HABER
15 saat önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
4 gün önce