Anne Phillips’in Ardından Türkiye’ye Bakmak
Demokrasi… Ne büyük bir kavram! İçinde eşitlik, özgürlük, temsil ve halk iradesi gibi göz kamaştırıcı değerleri barındırır. Ama bu değerlerin gerçekte kimleri kapsadığı sorusunu sorduğunuzda, vitrin hızla çatlar. Özellikle de kadınlar söz konusu olduğunda…
Anne Phillips, Demokrasinin Cinsiyeti (ya da özgün adıyla The Politics of Presence) adlı kitabında temsilin; yalnızca düşüncelerle değil, temsilcilerin kimlikleriyle de ilgili olduğunu güçlü biçimde vurgular. Ona göre, “temsil edilenin benzeri” olmayan bir temsil ilişkisi, eksik ve adaletsizdir. Mecliste konuşulanın değil, konuşanın kim olduğu da demokrasinin niteliğini belirler. Peki, Phillips’in bu yaklaşımını Türkiye’ye uyguladığımızda nasıl bir tabloyla karşılaşıyoruz?
Elbette ki yeterince temsilcisi olmayan bir yarı nüfusla karşılaşıyoruz.
Bilindiği gibi Türkiye’de kadınlar nüfusun yaklaşık yarısını oluşturuyor. Ancak bu oranın parlamentoya, yerel yönetimlere ya da siyasal partilerin karar alma işleyişlerine yansıması ne yazık ki oldukça yetersiz… 2023 genel seçimleri sonrasında TBMM’deki kadın milletvekili oranı yalnızca %20’lerde kaldı. Oysa bu oran, yalnızca niceliksel bir gösterge değil, aynı anda siyasal katılımın ne kadar “erkek işi” olduğunu gözler önüne seren bir göstergedir.
Yazar Phillips’in deyimiyle “mevcudiyet siyaseti”, yalnızca sayı değil, varoluş sorunsalıdır. Kadınların mecliste temsil edilmemesi, onların yaşam deneyimlerinin, sorunlarının ve istemlerinin gündeme getirilmemesi anlamına gelir. Türkiye’de çocuk bakımından emeklilik reformuna, toplumsal cinsiyet temelli şiddetten müfredatta yer alan cinsiyet rollerine kadar pek çok sorun, kadınların yokluğunda ve erkek aklın tekeliyle biçimleniyor.
Ve kota sorunsalı:
Türkiye’de siyasal partiler kotaları genellikle ya göstermelik uyguluyor ya da tamamen göz ardı ediyor. CHP’nin tüzüğündeki %33 kadın kotası gibi düzenlemeler, listelere bakıldığında ya arka sıralarda “göstermelik” olarak kalıyor ya da uygulamada işletilmiyor. Bu durum, Phillips’in analiz ettiği “simgesel temsille gerçek temsil” arasındaki uçurumu bir kez daha görünür kılıyor.
Kotaların işe yaraması için yalnızca sayı değil, siyasal güç, karar alma yetkisi ve kapsayıcılık da gerekir. Türkiye’de kadın siyasetçiler ya eril söylemi benimsemek zorunda kalıyor ya da “kürsüde fazla duran” figürler olarak sistemin dışına itiliyor. Anne Phillips’in de altını çizdiği gibi, mevcudiyet yalnızca salonda oturmak değil, o salonun yönünü değiştirebilme kudretidir.
Çünkü önemli olan kadının temsili değil; önemsenen, değer verilen kadın sesidir, kadın aklıdır, kadın sözüdür.
Sıkça yinelenen sözler vardır: “Kadınların sesi daha çok çıkmalı.”
Üstelik sorun yalnızca ses de değildir; o sesi duyacak, dikkate alacak ve politikaya çevirecek bir demokratik yapıdan da söz ediyor muyuz? İşte bu durum sorgulanmalıdır.
Phillips, temsili demokraside kimlik temelli dışlanmayı eleştirirken, gruplar arası eşitsizliklerin ortadan kalkmasının yalnızca bireysel liyakatle değil, kolektif düzeyde fırsat eşitliğiyle mümkün olduğunu savunur. Türkiye’de ise kadınlar, yalnızca sandıktaki seçmen olarak değil, siyasal karar süreçlerinde etkin yurttaş olarak da sistematik biçimde dışlanıyor.
Çünkü Türkiye’de “Cinsiyet Körü Demokrasi” yerleşiktir.
Türkiye’de demokrasi tartışmaları sıklıkla seçim güvenliği, hukuk devleti, ifade özgürlüğü gibi eksenlerde yürür ve ne yazık ki “demokrasinin cinsiyeti” genellikle bu tartışmaların kıyısında kalır. Oysa kadın temsili demokrasinin niteliğini artıran, onu monologdan diyaloğa dönüştüren bir ölçüttür.
Kadınların yalnızca kadınlar için değil, toplumun tüm kesimleri için daha katılımcı, adil ve duyarlı bir siyasal ortam yaratabileceğini göremeyen her yaklaşım, temsilin değil tahakkümün izdüşümüdür.
Anne Phillips’in çağrısı açıktır. Temsil yalnızca fikirlerin dolaşımı değil, bedenlerin, deneyimlerin ve kimliklerin siyasal alanda yer bulmasıdır. Türkiye’de demokrasiyi gerçekten kadınlaştırmak istiyorsak, daha çok sayıda kadın milletvekili, belediye başkanı, parti yöneticisi değil; daha çok kadın sesi, bakışı ve kararı gereklidir.
Daha açık bir anlatımla; kadınları “göstermek” değil, kadınlarla birlikte demokrasiyi dönüştürmektir, geliştirmektir, yerleştirmektir, özümsetmektir, içselleştirmektir.
*Anne Phillips kimdir?
Anne Phillips (d. 2 Haziran 1950, Lancaster, İngiltere), İngiliz feminist siyaset teorisyeni ve London School of Economics’te (LSE) Emeritus Siyaset Teorisi Profesörüdür.
“Demokrasinin Cinsiyeti” (The Gender of Democracy)
Bu kitapta Phillips, liberal ve cumhuriyetçi demokrasi kavramlarının erkek merkezli olduğunu tartışıyor. Kadınların kamusal alandaki temsiliyeti, birey ve kapsayıcılık tartışmaları gibi konuları inceliyor .
Siyasete ilgi duyan, demokrasi tutkusuyla yaşayan her kadının bu kitabı okuması önerilir.
Didim, 12 Haziran 2025