İnsanlık tarihi, sıklıkla korku ve önyargılarla biçimlenen karanlık dönemeçlerle doludur. “Cadı avı” terimi; Orta Çağ’dan günümüze kadar gelen, tarih boyunca iktidarın halkı manipüle etme, düşman yaratma ve meşruiyet arayışı olarak kullanılan bir olgudur. Orta Çağ’daki cadı avları; yalnızca o dönemin değil, her çağın korkularının ve baskılarının bir yansıması olmuştur. Bu avlar insanların; bazen bir “büyücü” olarak damgalanmasıyla, bazen de “komünist” veya “düşman” olarak yaftalanmasıyla, sonra da yargılanmasıyla sonuçlanmıştır. Günümüzde de dijital çağın sunduğu sanal alanlarda kendini gösteren bu linç kültürü; yeni bir cadı avı biçimidir.
Orta Çağ’da cadı avlarının temelinde; toplumun dinsel ve ataerkil yapılarını tehdit eden bireylerin cezalandırılması yatıyordu. Bağımsız, özgür, akıllı, etkili kadınlar, “büyü” yapmakla suçlanıp ateşe atılırken, toplum bir yandan da korkutuluyor, böylece birleştiriliyordu. Bir başka örnek de 1950’lerdeki McCarthy dönemi Amerika’sıdır. Soğuk Savaş döneminde; halkın içinde derin bir korku yaratılmış ve bu korku üzerinden, delilsiz suçlamalarla binlerce insan hedef haline getirilmiştir. McCarthy’nin yöntemleri, Orta Çağ’ın cadı mahkemelerinden pek de başka değildir: İşkence ve psikolojik baskılarla, “düşman” bulunarak ve toplumun “suçlulara” karşı daha sert olması için gerekli ortam oluşturulmuştur.
Bugün cadı avlarının güncel uygulaması çoğunlukla sosyal medya üzerinden sürdürülmektedir. Bir kişinin sosyal medya üzerinde bir paylaşımla hedef haline gelmesi sonucunda; bir anda tüm kariyeri ve itibarı, saygınlığı yok edilebilmekte, dahası kişi yargılanabilmektedir. Anonimlik ve hız, bir başka deyişle herkese açık olan ağda anında yayılım; dijital linç kültürünü güçlendiren en önemli etkendir. Bu yeni cadı avlarında, gerçek suçlular değil, “farklı/başka/karşıt/değişik” olanlar ya da “istemeyen/karşı çıkan/başkaldıran/eleştiren” sesler hedef alınmaktadır. Siyasi muhalifler, etnik ve cinsel kimlik temelli gruplar, entelektüel özgürlük savunucuları… Onların her biri; dijital cadı avlarının kurbanı olabilmektedir.
Cadı avlarının günümüzde de sürdürülüyor oluşunun nedeni; insanoğlunun geçmişten bugüne süregelen “ötekini suçlama” içgüdüsünün etkisidir. Özellikle kriz anlarında halkın dikkatini gerçek sorunlardan uzaklaştırmak için düşman yaratma stratejisi ya da halk arasında “a cambaza bak” olarak bilinen yöntemi; iktidarlar sıklıkla kullanılmaktadır. Günümüzde popülist liderler, dijital propaganda ve yapay zeka gibi araçlarla bu stratejiyi daha da sofistike hale getirmektedir. Dolayısıyla bu durum da ne yazık ki toplumları daha savunmasız bırakmaktadır. İşte bu koşullarda “demokrasiyi nasıl korumalıyız?” sorusu ya da sorunsalı karşımıza çıkmaktadır. Oysa demokrasiyi korumak için atılması gereken adımlar oldukça açıktır, belirgindir. Şöyle ki:
*Masumiyet Karinesi: Her birey suçluluğu kanıtlanana kadar masumdur. Bu ilkeye dijital linçler dahil, her alanda sıkı sıkıya bağlı kalmalıyız.
*Medya Okuryazarlığı: Toplum, manipülatif haberler ve nefret söylemleri karşısında daha eleştirel bir bakış açısı geliştirmelidir.
*Hukukun Üstünlüğü: Yargı bağımsızlığı, cadı avlarının önlenmesinin en önemli panzehridir.
*Dayanışma Kültürü: Sivil toplum, ötekileştirmeye karşı güçlendirilmelidir.
McCarthy döneminin geride bıraktığı miras; günümüzde yalnızca Amerika’da değil, dünyanın pek çok ülkesinde etkisini sürdürmektedir. Bugün sosyal medya aracılığıyla bireyler yargılanmakta ve toplumlar kutuplaşmaktadır.
Tarih bize şunu öğretmiştir ki cadı avları hiçbir zaman gerçek sorunları çözmemiştir; yalnızca toplumu zehirlemiştir. Bugünün dünyasında demokrasiyi korumak; korku toplumu oluşturmakla değil, adalete güvenmekle olanaklıdır. Unutmayalım; yarının cadı avının kurbanları, belki de günümüzün cadı avcıları olacaktır.
Didim, 3 Mart 2025