Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Soner Sevgili

Lise yıllarında…

Soner SEVGİLİ

Lise yıllarında idik. 1980’li yılların başı… Bahar ayları ya da yaz başı olabilir… Üniversite sınavı öncesinde Adana’da dershaneye gidiyorduk.

Keşfetme merakı, heyecanlar yaşamak özlemiyle kanımızın kıpır kıpır aktığı o dönemde kuzenim Özden’le gizlice Mersin’e gittik. Adana’dan kalkan trene bindik, Mersin’de tren garında indik… Gün boyu ilk kez gördüğümüz Mersin’in sokaklarında dolaştık. Bulduğumuz bir esnaf lokantasında yemek yedik. Ve deniz kıyısında banklara oturduk denizi seyrettik…

Günün nasıl geçtiğini fark etmemiş olacağız ki, Adana’ya dönen son trenin saatini kaçırmışız… Ve cebimizde ki para da gece bir otelde kalmaya yetmiyordu. O yüzden en güvenli ve güzel bulduğumuz bir balıkçı barınağını gece kalmak için kendimize mekân olarak seçtik.

Bir pastaneden aldığımız poğaçaları bu barınaktaki bankların üzerinde yedik… Ailelerimizden habersiz, dışarda geçireceğimiz bu ilk gece çok heyecanlı olduğumuzu hatırlıyorum… Bir de tarifsiz güzel bir koku… Uzun süre ikimizin de duyduğu, hayran kaldığı ve bilmediğimiz bu kokunun nereden geldiğini, daha doğrusu kaynağını bulmaya çalıştık.

Barınağın hemen arkasında büyük bir park vardı. Ve bu parkın içinde türlü türlü ağaçlar, çiçekler… Gecenin karanlığında bütün parkı defalarca, defalarca dolaştık… Bütün çiçekleri, bütün çiçek açmış ağaçları kokladık… Her birinin farklı güzellikte kokusu vardı ama bizim duyduğumuz ve bir anlamda meftunu olduğumuz koku o değildi.

Sonunda bulduk o büyülü kokuyu. Hiç bilmediğimiz bir çiçekten geliyordu. Bir süre yanına oturduk ve daha çok içimize çektik, daha çok…

O gecenin ilerleyen saatlerinde, hatta sabahına doğru balık avından dönen bir balıkçı bizi gördü. Adamcağız anladı bizim kalacak bir yerimiz olmadığını. Ne konuştuk çok hatırlamıyorum ama bizi tekneye davet etti. Bize iki battaniye verdi ve küpeştenin üzerinde uyumamızı söyledi.

Not: Yazının bu bölümü için kullanacağım balkonumuzdaki akşamsefası fotoğraflarını şehir dışında olduğum için kullanamıyorum… Yerine 1910’lu yıllarda yörenin botanik zenginliğini belgelemek amacıyla çekilen fotoğrafları kullandım.

Bir de yazının devamı aşağıda…

O gece, teknenin salınımı, yıldızlar, deniz ve balık kokusuna karışmış çiçeklerin kokusuyla uyuduk… Ömrü hayatımda ki en güzel gecelerden biriydi…

Sabah balıkçının sesi ile uyandık. Bize gelirken, yaptığı ya da yaptırdığı iki tostla birlikte çay ikram etti. Kahvaltı sırasında O’na gece duyduğumuz ve peşinden koştuğumuz o kokunun kaynağı olan çiçeği anlattık. Ve gösterdik o kokunun kaynağını;

– Akşamsefası… dedi.

Ben o günden bu yana nerede akşamsefası görsem, yere düşmüş tohumundan cebime atarım. Ve yaşadığım evlerde mutlaka bir köşede akşam sefası ekilidir. Bulduğum tohumun geldiği yere göre kimi zaman beyaz, kimi zaman pembe, kimi zaman kırmızı… Akşam oldu mu, akşama bir sefa katmak için usul usul açar ve o buğulu kokusunu karanlığın içine salar…

O yüzden benim anı tapınağımda “akşamsefası” Mersin’dir… Özden’dir… Hiç tanımadığı iki çocuğa teknesini açıp, onlara battaniye ve yiyecek veren balıkçıdır…

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Reklamı Geç