Cumartesi Öyküleri/ Özlemimi millete sattım

Cumartesi Öyküleri/ Özlemimi millete sattım

ABONE OL
14 Nisan 2024 13:09
Cumartesi Öyküleri/ Özlemimi millete sattım
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ömer ALPDOĞAN

Yıllardır İstanbul’da yaşıyorum lakin, çocukluğum hiç gözümün önünden gitmiyordu..

Sabah işe giderken, işte, akşam eve dönerken, iş toplantılarında, hatta yatakta çocukluk anılarım film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu..

Çocukluğumu, çocukluğumun Adanasını çok özlüyordum..

Özlemek bile hafif kalır, adeta alev alev yanıyordum. Ruhum kor aleve dönüyordu.

Kesin olarak bildiğim bir şey var; bu özlem beni öldürecekti..

Ne Boğazın güzelliği, ne Sarıyer’in köylerinde oturup Karadeniz’i, Boğazın girişini izlemek hiç biri çocukluk anılarımı kafamdan, gözümün önünden uzaklaştıramıyordum.

Karadeniz’e bakarken, ne hırçın dalgaları, ne dalgalar arasında kuğu misali süzülen gemileri, ne de martılar özlemimi dindiremiyordum..

Bir gün gözümün önünde çocuklar anılarım, portakal, mandalina çaldığım portakal bahçeleri geçerken kendimi Bebek sahillerinde buldum..

Muhteşem doğanın bile tadının alamadan öylece oturup, çocukluk anılarımı yaşamaya çalıştım..

Tam da o anda kafamda bir ışık yandı..

– “Çocukluk anılarım madem peşimi bırakmıyor. Anılar gözümde canlanıp duruyor. Yaş kemale erse de çocukluk anılarımı niye yeniden yaşamayayım” dedim kendi kendime..

–  “Yaşamalı ama nasıl” diye düşünürken, çalan cep telefonum beni hayallerimden de, çocukluk anılarının yeniden yaşama yollarını aramaktan da uzaklaştırdı. Bir nevi hayallerimden uyandırdı, günlük yaşama döndürdü. İstemeye istemeye yönettiğim koca fabrikaya doğru yola koyuldum.

Modern çizgilerle donatılmış odama girip sekreterimin verdiği bilgileri dinlerken bile aklım hala işyerine gelmemiş, çocukluğumun Adanasında kalmıştı. Önemli bir kaç evrağı imzaladıktan sonra sekreterime, “ben çıkıyorum. Biraz kafamı toplamam lazım” diterek fabrikadan ayrıldım, yeniden Boğaz’ın yolunu tuttum..

Boğaz ve deniz havası iyi geldi. “Nereden biliyorsun iyi geldiğini” derseniz, “çocukluk anılarımın yeniden nasıl yaşayacağımın yolunu bulmaktan” derim.

Uçuşan martılara bakarken, “çocukluğumda en sevdiğim şey narenciye çiçekleriydi. Onlardan kolye, bileklik yapmayı çok severdim. Topladığım çiçeklerinin bir kısmıyla da evde kolonya yapardım. Tabi çiçekler meyveye dönüşünce de, bahçeden portakal, mandalina, limon çalmayı çok severdim.

Çocukluk işte. Halbuki, bahçenin sahiplerinden isteyince bir kucak dolusu veriyorlardı. Demek ki, çalmak daha güzel geliyordu. Çiçeklerin kokusu da bir başka olurdu. Hala da burnumda o kokuyu duyarım.

Narenciyenin çiçek açtığı, her tarafın mis gibi turunç, portakal, mandalina, limon koktuğu nisanda Adana’ya gidip çocukluğumdaki kokuyu yeniden içime çekmeliyim diye düşündüm..

Lakin, tek başıma çiçekleri koklarsam bana millet deli gözüyle bakabilirdi.. “Koskoca adam olmuş, fabrika yönetiyor, gelmiş çiçekleri koklamaya çalışıyor” diye eleştirebilirlerdi..

O zamana ne yapmalıydım?. Biraz birikmiş var. Üstüne çalıştığım fabrikadan da biraz ekletirim şöyle güzel bir karnaval, şölen hazırlarım. Böylece bana kimse deli diyemezdi.

Hemen hazırlığa koyuldum, soluğu Adana’da aldım.

Mahallelilerime, çocukluk arkadaşlarıma, onlar vasıtasıyla tanıştığım kimi siyasetçilere anılarını, özlemlerimi anlatıp, yapmak istediklerim hakkında bilgi verdim..

Sağ olsunlar bir çok kişi destek verdi. Fikirlerimi olumlu buldular. Anladım ki, onlar da Adana’da yaşamalarına karşın benim gibi çocukluk yıllarının özlemiyle yanıp tutuşuyorlardı..

Böylece, her yıl bir hafta Adana’ya gidip, çocukluk özlemlerimi giderdim, çocukluğumu her yıl adeta yeniden yaşamaya başladım..

Bir anlamda özlemimi millet satmış oldum. Para değil ama, çocukluk yıllarımı yeniden kazandım.

İleride başka özlemlerim olur mu, olursa yeni şölenler karnavallar hayata geçirebilir miyim bilmiyorum. Onu da zaman gösterecek..

Anılarımı çocukluğumu yaşadığım şölene gelince. Umduğumdan daha fazla ilgi gördü. Önce kimi belediyeler destek verdi, ardından hükümet el verdi.

Şimdilerde uluslararası kutlanır oldu..

Dedim ya, çocukluğunu, çocukluğundaki narenciye çiçeklerinin kokusu özleyen sadece ben değilmişim. O kadar kişi varmış ki, bu denli büyüdü, herkesin özlemine tercüman oldu.

 

LÜBNAN BEKAA VADİSİ TÜRKMENLERİ

3 kıtada iz benim, dil benim, Türk benim.

Ne Mutlu Türküm Diyene!..

Lübnan Bekaa Vadisi’nde sadece Araplar yaşamıyor. Türkmenler de o bölgeyi yurt tuttular ve hala orada yaşıyorlar..

Karakoyunlu Türkmenleri, uzun yıllar boyunca Suriye ve Lübnan arasındaki bölgelerde kıl çadırlarda göçebe olarak yaşamış. O dönem hayvancılıkla geçimlerini sağlayan Türkmenler, yaklaşık altmış yıl önce ise göçebe hayatını bırakarak Lübnan’ın Bekaa Vadisi’ndeki bölgelere yerleşmiş.

Günümüzde Bekaa Vadisi’ndeki Türkmenler, Duris, Şeymiye, Hadidiye, Addus, Nanaiyye ve Meşari Al Kaa olmak üzere 6 farklı yerleşim yerinde yaşıyor.

Karakoyunlu aşiretine mensup olduklarını belirten Türkmenler burada on bin civarında bir nüfusa sahip. Lübnan’da Bekaa Vadisi dışında yaşayan Türkmenler ise Karakoyunlu aşiretine mensup değil. Diğer bölgelerde yaşayanlar da hesaba katıldığında Lübnan genelindeki Türkmenlerin sayısı kırk ila elli bini buluyor.

Lübnan’da Türk ağızları hakkında yapılan saha çalışmaları sonucu elde edilen dil verilerinden anlaşıldığına göre bölgede iki farklı Türkçe konuşulmaktadır.

Lübnan’daki en eski Türk varlığının Bekaa Vadisi’nde olduğu söylenebilir.

Bekaa’daki Türkmenler arasında Kıpçak Türkçesi özelliklerinin baskın olduğunu görülmekte fakat Lübnan’ın Akkar ve Trablusşam gibi diğer şehirlerinde bulunan Türkmenlerin ise dil verilerinden hareketle Oğuz olduğunun anlaşılmaktadır.

Bekaa Vadisi’ndeki Kıpçak asıllı Türkmenler içinde kendilerini “Kagara Koyunlu” olarak adlandıran Karakoyunluların karakteristik Kıpçak dil verilerini ve 950 yıl önce yazılmış Divânu Lügâti’t-Türk’teki söz varlığını korumaktadır.

Lübnan’da sekizinci yüzyılda başlayan öncü Türk yerleşimi Bekaa Vadisi’ne yapılmıştır.

Bu bölgedeki Türkler, asıl nüfus yoğunluğuna ise İlhanlı döneminde Anadolu’dan gelen Türkmen kafileleri ile ulaşmıştır. Böylece  Lübnan’daki Türk varlığının Anadolu’yla eş zamanlı olduğunu söylenebilir.

Akkar ve Trablusşam civarında yaşayan Türkmenlerin dil verilerinin de çok değerli olmasıyla eşdeğer Bekaa Vadisi’ndeki Kıpçak özelliği gösteren Türk yerleşimlerinde hâlâ yaşatılan eski Türkçe dil verileri ile sözlü tarihin içeriği , kadim Türk milletinin kültürel kimliğinin nadide verilerini barındıran bir zenginliğe sahip.

Lübnan’ın Bekaa Vadisi’ni yurt edinen, Oba olarak adlandırdıkları yerlerde yaşayan Türkmenler, konuştukları Türkçeyi “Obaççi” olarak adlandırıyorlar.

Zengin sözlü kültüre sahip olan Karakoyunlu Türkmenleri,

asırlardır kuşaktan kuşağa aktarılan zengin sözlü kültür mirasını, kendilerine has şiveleriyle kulağa aktararak bugünlere taşımışlar.

Ancak günümüzde okullaşmanın ve Lübnanlı Araplarla entegrasyonun (assimilasyonun) artması nedeniyle bu sözlü gelenek yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmakta.

Türk hükümetinin, Suriye ve Filistin’den biraz kafayı kaldırıp Lübnan’daki Türkmenlerin Araplaşmasını engellemek için harekete geçmesi Türklüğün Lübnan’daki varlığı açısından son derece önemlidir.

 

Paşinyan’ın gerçekçi açıklamaları

Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkilerinde akıl dolu, gerçekleri kabul eden açıklamaları ile maceracı Ermenilere gerçekleri hatırlatıyor.

Ermenileri, Türkiye ve Azerbaycan’dan toprak iddialarına karşı uyarıyor..

Paşinyan, Ermenilere Türkiye ve Azerbaycan gerçeğini kabul ederek, Ermenistan’ın geçmişi ve geleceği üzerine yeniden düşünme çağrısı yaptı.

Paşinyan ‘tarihi’ ve ‘gerçek’ Ermenistan’a ilişkin yaptığı konuşmasında modern Türkiye sınırı yakınlarında bulunan Hor Virap Manastırı‘nı hatırlatarak, Ermenilerin dünyaya ‘Van Krallığı’nın değilbugünkü Ermenistan’ın çan kulesinden bakmaları‘ gerektiğini söyledi. Devletin bugünkü gerçeklere bakarak inşa edilmesini gerektiğinin altını çizen Paşinyan, sürekli tarihe ve tarihi topraklara başvurmanın kendilerine sadece zarar verebileceğini vurguladı.

Paşinyan açıklamasında şu cümlelere yer verdi:

Önemli bir soruya cevap vermemiz gerekiyor: Türkiye’nin Hor Virap Manastırı’ndan birkaç kilometre uzakta olduğunu, Hristiyan köklerimizle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğunu kabul ediyor muyuz? Hükümet ve siyasi çoğunluk bunu kabul ediyor. Ve hükümet için bu kabul, ülkenin güvenliğini sağlamanın en önemli aracıdır. Stratejik seçim tam olarak budur. Sonuçta Hor Virap’ın diğer tarafında Türkiye yok dediğimizde Tarihi Ermenistan’ı, birkaç metre ötesinde Türkiye var dediğimizde ise gerçek Ermenistan’ı seçmiş oluyoruz.

Paşinyan konuşmasında Azerbaycan ile sınırı belirlemek istedikleri Tavuş’ta bir köy olan Eskipara’da (Voskepar) da aynı durumun geçerli olduğunu vurguladı.

Paşinyan konuşmasında, Ermenistan’ın egemenlik haklarının ‘ötesine geçme’ girişimlerinin başkalarına da Ermenistan’ın egemenlik alanını ‘işgal’ etme fırsatı verdiğinin altını çizdi.

Başbakan Paşinyan 10 Nisan Çarşamba günü Parlamento’da yaptığı konuşmada da ‘Tarihi Ermenistan‘ ile gerçek Ermenistan’ın sadece birbiriyle bağdaşmamakla kalmadığını birbiriyle çeliştiğini ve birbirleri için en ciddi tehditleri oluşturduğunu söylemişti.

Ermeniler, Başbakan Nikol Paşinyan’ın dile getirdiği gerçekleri kabullenerek, yeni bir politika izlemeleri halinde ülkelerinde huzur içinde yaşarlar..

Ama, ABD ve Fransa başta olmak üzere batılı devletlerin Türkiye ve Azerbayvan’dan toprak istemeleri yolundaki söylemlerinin etkisinde kalmaları ise tamamen sonu hüsranla bitecek bir macera atılmak olacak.

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP