Tesettür ile dekolte giyimin geçmişi ve geleceği…

Tesettür ile dekolte giyimin geçmişi ve geleceği…

ABONE OL
20 Aralık 2023 16:41
Tesettür ile dekolte giyimin geçmişi ve geleceği…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İlhan KARAÇAY

Burka ve benzeri giysiler, farklı toplumlarda ve zamanlarda çeşitli nedenlerle kullanılmıştır. Tarihsel olarak, bazı kültürlerde bu tür giysilerin kullanımı, geleneksel ve dini değerlere dayalı olabilirken, diğer durumlarda da belli bir toplumsal norm veya baskıdan kaynaklanmış olabilir.
Bu tür giysilerin tarihi ve kültürel bağlamları, genellikle birçok tartışmayı beraberinde getirir.

Önemli olan, bu giysilerin kullanımının kişisel tercihler, özgürlük ve insan haklarıyla olan ilişkisidir. Özellikle modern toplumlarda, bireylerin özgür iradelerine dayalı olarak giyim tercihlerini yapabilmeleri önemlidir. Ancak bazı durumlarda, giyim tercihleri bireyin kendi seçimi olmayabilir ve dışarıdan gelen baskılar veya toplumsal normlar nedeniyle belirlenmiş olabilir.

Bu tür giysilerin yasaklanması veya kısıtlanması gibi konular da genellikle tartışmalıdır. Özgürlük ve kişisel tercihler ile toplumun güvenliği ve bireylerin hakları arasında denge kurulması gerektiği düşünülür. Önemli olan, bu tür konularda bireylerin özgürce düşünüp tercihlerini yapabilmelerini sağlarken, aynı zamanda toplumun genel değerlerini ve güvenliğini koruyacak düzenlemelerin yapılmasıdır.

Ancak her durumda, bu giysilerin kullanımıyla ilgili genel bir değerlendirme yapmak oldukça zor olabilir. Çünkü her bir durum, kültürel, tarihsel ve bireysel faktörlerle şekillenir. Önemli olan, bu tür konularda farklı bakış açılarını anlamak ve farklı kültürel pratiklere saygı göstermek gerektiğidir.

Burka veya benzeri giysileri tercih eden insanlar arasında, samimi dini inançlara dayalı olarak bu giysileri seçenler olduğu gibi, siyasi veya ideolojik nedenlerle tercih edenler de olabilir.

Samimi dini inançlarla burka tercih edenler, genellikle kişisel inançlarının bir ifadesi olarak bu giysileri seçerler. Onlar için bu, inançlarını yaşama ve dini değerlerini dışa vurma biçimidir. Bu insanlar için giyimleri, inançlarının bir parçasıdır ve özgür iradeleriyle bu tercihi yaparlar.

Ancak bazı durumlarda, siyasi veya ideolojik sebeplerle burka tercih edenler de olabilir. Bu kişiler, belirli bir siyasi duruşu veya ideolojik mesajı temsil etmek amacıyla bu giysiyi seçebilirler. Bu durumda, giyim tercihi daha çok sembolik bir anlam taşır ve siyasi, sosyal veya ideolojik bir duruşun bir parçası olabilir.

Bu iki grup arasındaki fark, tercihlerin neye dayandığıyla ilgilidir. Samimi inançlarla giysi tercih edenlerin motivasyonu, dini inançları ve özgür iradeleridir. Siyasi veya ideolojik nedenlerle tercih edenlerin motivasyonu ise genellikle belirli bir duruşun veya mesajın bir parçası olma isteğidir.

Ancak her zaman kesin bir ayrım yapmak zor olabilir, çünkü insanların motivasyonları karmaşık olabilir ve dini inançlar ile siyasi veya ideolojik düşünceler birbirine karışabilir. Önemli olan, bireylerin özgür iradelerine ve tercihlerine saygı göstermek ve bu tercihlerin kişisel, dini veya siyasi sebeplerini anlamak için empatiyle yaklaşmaktır.

Burka’nın geçmişi ve kullanımı, farklı zamanlarda ve kültürlerde farklı anlamlar taşıyabilir. Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde geçmişte bu tür giysilerin kullanımıyla ilgili tarihi kayıtlar aşağıda sunulacak. Ancak zaman içinde giyim tercihleri büyük değişimler geçirdi ve bugün giyim kültürü, çok çeşitli tarzlarda ve tercihlerde yoğun bir çeşitlilik gösteriyor.

Bugünün dünyasında, giyim tercihleri oldukça geniş bir yelpazeye yayılmış durumda. Bazı insanlar kapalı giyim tercih ederken, diğerleri daha açık ve serbest giysileri tercih edebilir. Bikinili mayo gibi daha açık giysiler de bir tercih olabilir.

Bu durumda, giyim tercihlerindeki bu farklılık, zaman içindeki toplumsal, kültürel ve bireysel değişimleri yansıtıyor olabilir. Geçmişte kullanılan giysilerin günümüzdeki tercihlere dönüşmesi, zaman içindeki toplumsal dinamiklerin bir yansıması olabilir.

Sonuç olarak, giyim tercihleri kişisel, kültürel ve toplumsal faktörlerden etkilenir. Zaman içinde bu tercihlerde büyük değişimler olabilir. Her dönemin giyim tercihleri, o döneme özgü koşullar ve değerlerle şekillenir. Bu çeşitliliği anlamak ve farklı tercihlere saygı göstermek önemlidir.

           Davlumbaz örneği, Bernard Picart 1733, Rijksmuseum Amsterdam koleksiyonu

On dördüncü yüzyıldan itibaren, Hollanda’daki hanımlar düzenli olarak, yünlü kumaştan yapılmış uzun, çan şeklinde ve bazen pilili kolsuz bir pelerin olan sözde kapüşonla dolaşıyordu. Normal pelerinlerin aksine bu kapüşon başa takılırdı. Yüzünü neredeyse tamamen kapatan bir başlık takan herkesin başı bazen belaya giriyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi, bir zamanlar yüzü kapatan kıyafet yasağı vardı.

Kapüşondan eski mülk envanterlerinde düzenli olarak bahsediliyor ve giysiye birçok resim, baskı ve çizimde de rastlamak mümkün. Pelerin şeklindeki pelerinin muhtemelen Haçlı Seferleri sırasında Kuzey Afrika ve Endülüs’ten Hollanda’ya geldiği düşünülüyor . Genellikle ayak uzunluğundaydı ve koyu renkli kumaştan (kırkılmış yün) yapılmıştır. Aslında kapüşon bir başlıktı, çünkü tahta bir topuzla şapkaya takılmıştı. Bu, kaputun ‘rüzgara doğru çevrilmesine’ izin verdi.

Sağlamlık

Zaman zaman kaportanın bölgemizde özellikle Küçük Buzul Çağı sayesinde popüler hale geldiği ileri sürülmüştür.(1570-1700). Ortalama olarak o dönemde ülkemizde sıcaklık bugüne göre bir ila iki derece daha düşüktü. Pelerin, dışarısı soğuk ve kasvetli olduğunda gerçekten çok uygundu. Sonuçta, kullanıcı neredeyse tamamen pelerinin içinde saklanabiliyordu ve bu nedenle tepeden tırnağa soğuğa karşı korunuyordu. Het Leids Wevershuis Müzesi’nden tarihi terzi Geeske Kruseman’a göre kapüşon, Hollanda’daki kadınlar için sağlamlığın sembolü haline geldi. Pelerinin kendisi de sağlamdı ve çoğu zaman bir ömür boyu dayanıyordu. Ne yazık ki, onbinlercesi yapılmış olsa da, hayatta kalan hiçbir başlık bilinmiyor. Kapüşon bir tür ‘ara sıra elbise’ idi. Bu giysi, diğer şeylerin yanı sıra, pazara, kiliseye veya cenazeye giderken giyilirdi. Özellikle orta sınıf kadınlar kapüşonlu olurdu.

On yedinci yüzyılın ilk yarısındaki mülk envanterleri, birçok kadının bir veya daha fazla kapüşonlu olduğunu gösteriyor. Bazen kapüşonun üstüne yuvarlak bir şapka takılırdı. Ağır bir Hollanda modeline ek olarak daha şık bir Brabant versiyonu da vardı. Bunun pilili bir duvağı ve kadife tüylü bir şapkası vardı.

Başlık yasağı

On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda, yerel başlık yasakları nedeniyle kapüşon takılmasına bazen izin verilmiyordu. Örneğin, Nisan 1572’de Den Briel’in ayaklanmacılar  tarafından ele geçirilmesinin ardından Amsterdam, altı yıl daha İspanyol yönetimi altında kaldı. Bu dönemde şehir bu nedenle oldukça yalıtılmıştı. Amsterdam Şehir Arşivleri:

“Amsterdam’ın yalıtılmış konumu aynı zamanda kendi sakinlerinin hareket özgürlüğü açısından da sonuçlar doğurdu. 18 Kasım 1572 tarihli konsey kararı (‘karar’), insanların artık belediye başkanlarının izni olmadan donmuş IJ’deki en uzak mevkilerin ötesine geçmesine izin verilmediğini gösteriyor. Aynı zamanda kadınların ‘yatak toynaklarıyla’ şehri terk etmeleri yasaklandı: bu, kimlik tespitini mümkün kılmak içindi. Kapüşon gibi herhangi bir başörtüsü takmışlarsa buna el konuldu.”

Başörtüsü yasağını içeren Vroedschap Kararı, 18 Kasım 1572 (Amsterdam Şehir Arşivleri)

1477’de Amsterdam’da da başlık yasağı getirildi. Ve 1564’te bu, bir hırsızlık dalgasının ardından gerçekleşti. O zamanlar şehir yetkilileri (anlaşılır bir şekilde), hırsızların bir bekçinin yaklaştığını duyar duymaz yüzlerini hızla bir kapüşon, pelerin veya kapüşon arkasına saklamalarını büyük bir sorun olarak görüyorlardı. Bu nedenle bu tür giysiler yasaklandı.

Yas aksesuarı

On yedinci yüzyıla kadar erkekler de düzenli olarak başlık takarlardı. Kadınlar en azından on yedinci yüzyılın ortalarına kadar pelerini geniş ölçekte kullanmaya devam ettiler. Daha sonra yavaş yavaş modası geçti. Kullanıcının yüzünü büyük ölçüde örttüğü için bugünki burkaya benzeyen yas pelerini , on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar Wadden Adaları’nda varlığını sürdürdü. Adalarda yeni dul kalmış kadınlar genellikle uzun siyah bir başlık takarlar ve ardından kocalarının ölümünü akrabalarına bildirmek için köyün etrafında dolaşırlar. Kaput hala 1949’dan kalma aşağıdaki videoda görülebilmektedir. Bu, Wieringen tarihi derneği tarafından yeniden canlandırılan, yaklaşık 1870 yılındaki bir cenazenin kaydıdır.

Mavi başlık

Yaşlı Pieter Bruegel’e göre mavi başlık

Tarihi elbiseye, “zina yapmak” anlamına gelen “birine mavi şapka takmak” eski deyiminde de rastlamak mümkündür. İfadenin kesin kökeni bilinmemektedir, ancak 1559 yılında Yaşlı Pieter Bruegel tarafından Nederlandse Atasözleri adlı eserinde çok güzel bir şekilde tasvir edilmiştir ; burada sanatçı , ülkemizde yaygın olan en az yüz yirmi beş Hollanda atasözünü ve deyimini resmetmiştir. O zamanlar dil alanı

Başka bir ifade

“Kapşonu rüzgara asmak” tabiri de artık bu aralar kullanılmıyor. Bu ifade, (değişen) koşulların bir sonucu olarak birisi taraf veya pozisyon değiştirdiğinde kullanıldı. “Tüm rüzgarlarla gitmek” ifadesi de benzerdir.

Burka yasağını ihlal etmenin cezası 150 avro oldu

Alt Meclis ziyaretçileri 2016 yılında yüzü kapatan kıyafetlerle ilgili bir tartışmaya katıldı.
Burka ya da nikap gibi yüzü kapatan giysileri 1 Ağustos’tan sonra giyenlere 150 Avro para cezası verilebilir. Bu husus Kamu Savcılığı’nın (OM) savcılık yönergesinde belirtilmiştir. Yasak, hükümet binaları, hastaneler ve toplu taşıma araçları gibi kamuya açık yerlerde geçerli.

OM’ye göre, para cezasının kamu hizmeti ile değiştirilmesi mümkün değil çünkü bu birinci kategori bir para cezası. Ayrıca OM, kimlik tespiti yükümlülüğünün ihlali gibi başka suçların da işlenmesi halinde ceza miktarının artabileceğine dikkat çekiyor. Ayrıca, burka veya nikap giyen bir kişi kamusal alandan ayrılmayı reddederse, para cezası daha yüksek olabilir.

Önce sorun

Yönergede OM, hükümet çalışanlarının, ulaşım şirketlerinin ve hastanelerin burka veya peçe giyenlere hitap etmelerinin beklendiğini yazıyor. Onlardan yüz örtülerini çıkarmalarını istemelidirler. Ancak bu reddedilirse polis çağrılabilir.

Burka yasağı yürürlüğe girdi ama ne olacak? 5 soru ve cevaplar

En az 14 yıldır konuşuluyordu ama bugün yürürlüğe girdi: burka yasağı. Bazı yerlerde insanların artık yüzlerini kapatan kıyafetler giymesine izin verilmiyor. Peki tam olarak nerede yasaklandı ve orada burka giyerseniz ne olur? Beş soru ve yanıtları.

Böyle bir burka yasağı ne zamandan beri tartışılıyor?

2006 yılında, dönemin Göç ve Entegrasyon Bakanı Rita Verdonk yüzü kapatan giysilerin yasaklanmasını önermişti. Bunun mümkün olup olmadığı araştırıldı, ancak kısmen böyle bir yasanın ayrımcı niteliği nedeniyle olumsuz bir görüş ortaya çıktı. Verdonk’un ardından Geert Wilders’in de aralarında bulunduğu çok sayıda milletvekili burkanın sokaklarda yasaklanmasına yönelik bir yasa tasarısı sundu. Bunların hiçbiri başarılı olamadı.

Alt Meclis binasında burka giyenler, 2016.

2015 yılında burkanın sadece belirli yerlerde kanunla yasaklanması için bir girişim daha yapıldı. Bir yıl sonra, Alt Meclis’in çoğunluğu bunu kabul etti ve bunu 2018’de Üst Meclis izledi. Yasanın tam olarak nasıl uygulanacağı konusunda uzun müzakereler yapılması gerektiğinden, yasa ancak bugün yürürlüğe girdi.

Yasa neden tasarlandı?

Meclis’in 2016 yılında kabul ettiği yasa, dönemin İçişleri Bakanı Ronald Plasterk tarafından önerilmişti. Plasterk, insanların bir araya geldiği ve etkileşimde bulunduğu yerlerde vatandaşlar arasında açık iletişimin önemli olduğunu söylüyordu. Yüz örtüsü takmak bunu daha da zorlaştıracaktır. Dahası, güvensizlik hissi yaratabilir.

Peki yasa tam olarak ne anlama geliyor?

Aslında çok basit: toplu taşıma, eğitim, sağlık ve hükümet binalarında yüzü kapatan hiçbir giysi giyilemez. Örneğin burka ya da peçe giyilemeyeceği gibi tam yüz kaskı ya da kar maskesi de giyilemeyecek. Hükümet, insanların birbirlerine gerçekten bakabilmeleri ve birbirlerini tanıyabilmelerinin tam da bu yerlerde mümkün olması gerektiğine inanmaktadır. Diğer yerlerde ve sokakta bu giysiler giyilmeye devam edilebilir, ancak polis kimlik tespiti için gerekirse giysiyi kısa süreliğine çıkarmanızı ya da çıkarmanızı isteyebilir

Mayo tarihi

Les Modes de la Saison moda dergisinden baskı, yaklaşık 1881, Rijksmuseum

Sıcak yaz günlerinde Hollandalılar sahile akın ediyor. Günümüzde kadınlar pek çok farklı mayo ve bikini çeşidi arasından seçim yapabilmektedir. Açıklayıcı mikrokinilerden sadece yüzü, elleri ve ayakları açıkta bırakan haşemalara kadar çeşitlilik gösteriyor. On dokuzuncu yüzyılda deniz kenarına tam boy yürüyen tuvaletle gitmenin yaygın olduğunu hayal etmek zor.

Banyo elbiseleri

Daha 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiliz doktorlar deniz suyunun faydalı etkileri hakkında yazılar yazmışlardı. Pek çok sağlık tesisinin yanı sıra kıyı kasabaları ancak on dokuzuncu yüzyılda üst sınıfların , daha sonra da kısmen demiryolunun inşası sayesinde orta sınıfın da gözde mekanı haline geldi . Denize gitmek aslında denize girmek değil, mesire yeri ve sahilde dolaşmak anlamına geliyordu. Görmek ve görülmekle ilgiliydi. 1850 yılına kadar plaj şehrin bir uzantısıydı ve hem görgü hem de giyim büyük ölçüde aynı kaldı.

Denizde yıkanmaya karar veren kadınlar, perkal (ince, yoğun pamuklu kumaş), şayak (yün, ipek veya dimi dokumalı pamuklu kumaş) veya flanelden yapılmış uzun kollu, ayak bileği uzunlukta mayolar giyerlerdi. Hem erkek hem de kadın yıkananlar, denize yuvarlanan plaj arabalarını kullandılar ve ardından merdivenlerden inebildiler. Erkekler ve kadınlar ayrı ayrı yıkanıyordu.


Moda dergisi Très Parisien’den baskı, 1933, Rijksmuseum

Görgü kuralları

Mayolar yıllar içinde gerçek bir başkalaşım geçirdi ve bu süreçte oldukça fazla malzeme kaybetti. Ancak geçmişte olduğu gibi günümüzde de sadece plajda ne giydiğiniz değil, nasıl davrandığınız da önemli. Kısacası görgü kuralları kitabı ‘Aslında Nasıl Olmalı’nın  yazarı Amy Groskamp-Ten Have’nin bilge sözleri şöyle: (1939)
“Uzun pantolonlu veya pantolonsuz mayoyla plaj dışına çıkmak tüm görgü kurallarına aykırıdır. Bu şekilde yıkandıkları yerde alışveriş yapanlar, adaba aykırı davranır ve rencide olurlar. Kendilerine yağ bulaştıran ve böylece bir kafenin terasında başkalarına çekici olmayan bir görünüm veren [mayo giymiş] erkekler, son derece uygunsuz bir davranış sergiliyor ve herkesin onaylamamasını hak ediyor.”

Bikini adını atom bombasından alıyor


Bikini (CC0 – Pixabay – stux)

Modern iki parçalı mayo (bikini), 1946’da Fransız otomotiv mühendisi ve giyim tasarımcısı Louis Réard tarafından tanıtıldı, ancak giysiye neden ilk etapta ‘bikini’ adı verildi?

Bu dönemde Amerikalılar, Marshall Adaları’nın bir parçası olan ve ıssız Bikini Atolü’nde nükleer silah denemeleri yapıyorlardı. Louis Réard, kadınlara yönelik yeni giyim ürününün büyük bir hit olmasını bekliyordu ve bu nedenle buna ‘bikini’ adını verdi.

Gerçekte bikini hemen başarıya ulaşmadı. Fransız, giysiyi podyumda sergilemek isteyen bir model bulmakta hemen büyük zorluk yaşadı. Modellerin çoğu bikiniyi fazla ahlaka aykırı buluyordu ve Katolik Kilisesi’nden de şikayetler duyuldu. Nihayetinde Réard, bikiniyi podyumda halka göstermeye istekli çıplak dansçı Micheline Bernardini’yi buldu.

Brigitte Bardot bikinili, 1953 (Kamu malı – wiki)

Sonraki yıllarda bikini ara sıra görülmeye başlandı. 1951 Miss World yarışmasında ünlü modeller yeni elbiseyi giymişti ancak daha sonra bikininin yarışmadan men edilmesi kararlaştırıldı. Bikininin popülaritesi açısından 1953 yılı önemliydi.Dünyaca ünlü oyuncu Brigitte Bardot, daha sonra Cannes film festivalinde bikinili olarak boy gösterdi. Kısa süre sonra Rita Hayworth ve Ava Gardner gibi diğer tanınmış sanatçılar da onu takip etti. Bikini daha sonra küresel bir atılım gerçekleştirdi.

Söz konusu mozaikte bikinili kadınlar

Roma bikinisi

Réard, iki parçalı mayoyu geliştiren ilk kişi değildi. Sicilya’nın dağ kasabası Piazza Armerina’daki Villa Romana del Casale’de bulunan duvar resimleri ve MS dördüncü yüzyıldan kalma bir mozaik, benzer bir giysi giyen kadınları gösteriyor.

Hollanda’da bikiniden sonra Topless modası başlamıştı. Burka ile başlayıp Topless’e ulaşan bu giyim özgürlüğü hâlâ devam ediyor.

Bu tür olaylar genellikle toplumun farklı kesimlerinde farklı tepkilere neden olabilir. Hollanda’da, özellikle giyim ve özgürlük konularında geniş bir tolerans ve özgürlük anlayışı bulunuyor. Bu durum bazen sınırları zorlayabilir ve farklı giyim tarzlarına yönelik değişimlere yol açabilir.

Ancak, birçok kişi için bu tarz değişimler veya eğilimler, kişisel tercihlerle sınırlı olmalıdır ve genellikle toplumda geniş bir kabul görmeyebilir. Özellikle giyim tarzlarıyla ilgili olarak, herkesin kendi tercihine ve rahat hissettiği şekilde giyinmesi önemlidir. Bununla birlikte, toplumda kabul gören normlara saygı duymak da önemlidir.

Herkesin kendi tercihleri ve rahatlık alanları farklıdır. Önemli olan, bu tür konularda karşılıklı anlayış ve hoşgörü içinde olmaktır.

AVRUPA BURKA YASAKLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME
İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi’nde yayınlanan
Kemal Efe SAYIN’ın araştırması:

Herkes düşünce, din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir. Bu hakkın içsel bir alanı olduğu kadar devletin müdahalesine konu olma ihtimali yüksek bir dışsal alanı da bulunmaktadır. Dini inancı açığa vurma hakkı da bu kapsamda korunmaktadır. Kişiler dini inançlarını dışarıya yansıtırken, dini semboller ve kıyafetler kullanabilirler. Ancak devletler, kişilerin dini sembol ve kıyafetler kullanmasını birtakım amaçlarla sınırlayabilir. Bu sınırlamalar da ayrımcılık içerebilir. Son yıllarda Avrupa’ya doğru artan göç dalgası ile göçmenler beraberlerinde dini uygulamalarını, dolayısıyla dini sembol ve kıyafetlerini de getirmişlerdir. Bu da iş yaşamında, kamuya açık alanlarda, eğitim kurumlarında, güvenlik geçişlerinde hatta kimlik kartlarına koyulacak fotoğraflarda dahi tartışmalara sebep olmuştur. Bu çalışmanın konusunu ise kamuoyunda burka yasakları olarak bilinen, yakın zamanda Avrupa’da çoğu devlette peş peşe kanunlaşan yüzü örten kıyafetler giyme yasağı oluşturmaktadır. Makalede yasakların kanunlaşma süreci ulusal ve uluslararası mahkeme kararları ışığında ele alınacak ve yasaklara ilişkin devletler tarafından ileri sürülen meşru amaçlar ile kamuoyundaki ve literatürdeki tartışmalar karşılaştırmalı bir yaklaşımla ortaya konulacak ve incelenecektir.

Din ve vicdan özgürlüğü tarihsel bakımdan öncül haklardan biridir. Birinci kuşak haklardan olan bu hakkın ulusal ve uluslararası hukuk belgelerinde yer alması da gecikmemiştir. T.C. Anayasası’nın 24. maddesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 18. maddesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 18. Maddesi ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 9. maddesi din ve vicdan özgürlüğüne düzenleme getirmiştir.

Din ve vicdan özgürlüğünün güvence altına alınması hem farklı inanç ve düşüncelerin barış içinde bir arada yaşaması hem de inancın ibadet vb. biçimlerle açığa vurulması gibi halleri de güvence altına alır. İnsan Hakları literatüründe din ve vicdan özgürlüğü forum internum ve forum externum olarak iki boyuta ayrılır.1 Forum internum öznel/bireysel alan anlamına gelir ve kişinin sınır konulamaz iç dünyasını ifade eder. Devletin bu husustaki yükümlülüğü telkin ve endoktrinasyondan kaçınmak ve bir dinin tarafını tutmamaktır. Forum externum ise dışsal alanı betimler, dini inancın açığa vurulması yani; dini ritüeller, uygulamalar ve ibadetler, dini topluluk yaşamı ve nihayetinde dini kıyafet ve semboller çeşitli sınırlandırmalara konu olabilir.

Batı Avrupa’da günümüze kadar gerçekleşen dini tartışmalar kilise-devlet-toplum ilişkileri ve Hristiyanlığın mezhepsel ayrışmalarla dönüşümü eksenindedir.2 Din ve vicdan özgürlüğü de böyle bir iklimde muhafaza altına alınmış ve Avrupa’nın liberal demokrasiyle beraber bireyselleşmesi ve sekülerleşmesi ile devam etmiştir. Son yıllarda ise Avrupa’ya milyonlarca Müslüman göçmüş ve toplum hayatında görünür olmuştur.3 Bu durum da tartışmalara yeni bir boyut katmıştır. Dini farklılıklara hoşgörünün sınırı nedir? Dini inancın açığa vurulması hangi durumlarda sınırlandırılabilir?

11 Eylül 2001 tarihinde El-Kaide’ye bağlı olduğu düşünülen kişilerce kaçırılan uçaklarla ikiz kulelere ve Pentagon binasına yapılan saldırı ve daha sonra Avrupa’nın çeşitli yerlerinde meydana gelen radikal İslam ile ilişkilendirilen saldırılar, Avrupa’da yaşayan Müslümanların hayatını daha da zorlaştırmıştır. Müslümanların yaşayış biçimlerinin Avrupa toplumuna uymadığı, liberal demokratik toplum değerlerini kökünden sarsacakları gibi yargılar tartışılmıştır. Bu tartışmaların görünür olduğu ve hukukta yasalaştığı konulardan biri de başörtüsü (hicap), nikap (peçe) ve burka; islami kıyafetler, örtüler ve semboller hakkındaki düzenlemelerdir.

Bu çalışmanın konusunu ise belirli olarak “burka yasakları” oluşturmaktadır. Fransa’da 2004 yılında yürürlüğe giren düzenleme ile ilk ve orta dereceli okullarda öğrencilerin “gösterişli dini semboller ve kıyafetler” kullanması yasaklanmıştır. Burka yasakları bağlamında ise Fransa’da Nisan 2011’de yürürlüğe giren düzenleme ile kamuya açık alanda burka ve peçe takmak yasaklanmıştır. Fransa’yı ilk olarak Belçika takip etmiş ve Temmuz 2011’de yüzü tamamen veya kısmen kapatan kıyafetlerin giyilmesi kamuya açık alanlarda yasaklanmıştır. Kanunların isimleri her ne kadar “kamuya açık alanlarda yüzün kısmen veya tamamen kapatılmasına ilişkin kanun” şeklinde olsa da, söz konusu kanun “burka yasağı” olarak anılmış ve bu çalışmada da başka bir İslami örtünme biçimi olan nikabı (peçe) da içine alarak, bu ifade ile tekrarlanmıştır. Burka yasağını diğer dini sembol ve kıyafet yasaklarından ayıran nokta temelde yüzü kapatmasıdır. Yapılan kanuni düzenlemelerde de yüzün kapatılması yasaklanmaktadır. Örneğin; burkini giyen kadınların da plaj ve havuzlarda para cezası veya burkininin çıkarılması vb. yaptırımlara uğradığı muhakkaktır. Ancak bu çalışmada belirli olarak yüzü örten burka yasakları incelendiğinden, burkini, başörtüsü veyahut diğer islami dini sembol ve kıyafetlere değinilmemiştir.

Bu çalışmada öncelikle yasakların kanunlaşma sürecinden söz edilecek, daha sonra İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin konuya ilişkin kararları incelenecek ve nihayetinde yasakların gerekçelerine ilişkin tartışmalara dair zıt görüşler karşılaştırılarak değinilecektir. Kanunlaşma sürecinin incelenmesine yasakların gündeme geldiği ve yoğun olarak tartışıldığı ilk ülke olan Fransa’dan başlanarak takip eden ülkelerin benzer kanunlaştırmaları belirtilecektir. İHAM ve İnsan Hakları Komitesi’nin burka yasakları hakkında detaylı bir inceleme yaparak içtihatlarını oluşturdukları ve benzer maddi  olayları içeren takip eden davalarda rehber edindikleri önemli kararlar ise bu çalışmada incelenecek kararların seçiminde göz önüne alınacaktır.

DİNİ SEMBOL VE KIYAFETLERİN TANIMI İLE İSLAMİ ÖRTÜNME BİÇİMLERİ

Dini sembol ve kıyafetler dar ve geniş anlamda tanımlanabilir. Dar anlamda dini sembol ve kıyafetlerin kullanımı, kişinin inandığı dinin emrettiği şekilde giyinmesi ve o dine ait semboller taşımasıdır. Ancak hakkın kapsamını sınırlamamak adına, kavramı bu dar alana hapsetmemek gerekir.

Geniş anlamda dini sembol ve kıyafetleri tanımlamak kolay değildir. Zira veganizm, pasifizm veyahut çevrecilik gibi “yaşam biçimleri” veyahut “felsefi inançlar” en kadim inanışlar kadar takipçi bulmaktadır. Bu yaşam biçimlerini ifade eden sembol ve kıyafetler de dini sembol ve kıyafetler arasında kabul edilebilir mi? Dini ve kültürel yaşayışta uygulanagelen ancak dinin emretmediği kıyafet ve semboller için de aynı soru sorulabilir. İHAS’ın düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 9. maddesinin kapsamına binlerce yıldır var olan büyük ve eski dinler ile nispeten yeni inançların yanında tutarlı ve samimi olarak karşılanabilecek olan felsefi inançlar da girer. Örneğin pasifizm, askerlik hizmetine ilke olarak karşı çıkma (vicdani ret), veganizm vb. vicdani kanaatler 9. maddenin koruması altındadır. Öyleyse dini sembol ve kıyafet tanımı yalnızca dinlerin emrettiklerinden ibaret değil, kişisel kanaatlere ve felsefi inançlara ilişkin sembolleri ve kıyafetleri de kapsayan bir tanım haline gelmiştir. Kipa, haç, başörtüsü, burka, nikap (peçe), barış sembolü, Sih türbanı ve kirpanı hatta Greenpeace tişörtü dini sembol ve kıyafetler arasında sayılabilir. İnsan hakları ve bu bağlamda din ve vicdan özgürlüğü söz konusu olduğunda kesin tanımlamalar yapmaktan kaçınmak gerekmektedir. Zira özellikle kişinin iç dünyasının ve bu çalışmada konu edilen iç dünyanın dışa vurumunun sınırlandırılması söz konusu olacaktır. Bu konuda kesin çerçeveler çizmek ve sınırlamaları geniş yorumlamak, iktidarları keyfiyete varan uygulamalara başvurmaya götürebilecektir.

Çalışmanın konusu olan İslami semboller esasında çeşitli olmakla birlikte üç ana kategoriye ayrılmıştır: başörtüsü, nikap (peçe) ve burka. Öğretide nikap ve burkayı bir çeşit başörtüsü olarak da ifade edenler bulunsa da bu çalışma bağlamında bu ayrımın önemi bulunmamaktadır. Zira önemli olan; giyilen kıyafetin yüzü kapatmasıdır. TDV İslam Ansiklopedisi’nin doğrudan tanımına göre “Burka bedevî kadınların giydiği, gözler için iki delik bırakılmış torba gibi bir giysidir.” Nikabın ise ağız bölümünü de kapatan bir çeşit başörtüsü olduğu veyahut başörtüsüne eşlik eden bir peçe olduğu söylenebilir.

YASAKLARIN KANUNLAŞMA SÜRECİ
Burka yasaklarının her ne kadar tartışmalı olduğunu belirtilmişse de, Fransız Ulusal Meclisi ve Senatosu’nda büyük anlaşmazlıklar olduğunu söylemek güçtür. Hükümetin önermiş olduğu “Kişilerin Kamuya Açık Alanlarda Yüzlerini Kapatmalarının Yasaklanmasına İlişkin Kanun” önerisi Fransız Ulusal Meclisi’nden 336 evet oyuna karşılık 1 hayır oyuyla geçmiştir. Senato önüne gelen teklif yine ezici bir çoğunluk ile 246 evet oyuna karşılık 1 hayır oyuyla kabul edilmiştir.

Nisan 2011’de yürürlüğe giren Kişilerin Kamuya Açık Alanlarda Yüzlerini Kapatmalarının Yasaklanmasına İlişkin Kanun (No: 2010-1192) aşağıdaki gibidir:
“1- Kimse, kamuya açık alanlarda yüzünü kapatacak kıyafetler giyemez.
2- Birinci maddede belirtilen kamuya açık alan; kamuya açık yolları ve kamuya açık olan ya da kamu hizmetine tahsis edilmiş herhangi bir alanı kapsamaktadır.
– Birinci maddede belirtilen yasaklama, kanun tarafından izin verildiği hallerde; sağlık veya iş gerekçesiyle ya da spor, kutlama, sanatsal ve geleneksel organizasyonlar çerçevesinde giyilen kıyafetler için uygulanmaz.
3- Birinci maddede belirtilen yasaklamanın ihlal edilmesi durumunda, fail ikinci derecedeki adi suçlardan cezalandırılır.
Madde 225-4-10
Bir ya da birden fazla kişiyi, cinsiyeti dolayısıyla, tehdit, baskı, zorlama ya da yetki ve makamın kötüye kullanılması yoluyla yüzünü kapatacak kıyafetler giymeye zorlayan kimse bir yıllık hapis ve 30.000 Euro para cezasıyla cezalandırılır.
Suç reşit olmayan kişilere karşı işlendiğinde, fail iki yıl hapis ve 60.000 Euro para cezasıyla cezalandırılır.”
Belçika, Fransa’yı izleyen ilk devlet olmuştur. 23 Temmuz 2011’de resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “yüzü örtme yasağı” Belçika Ceza Kanunu’nun 563. maddesi aşağıdaki gibidir: Aksi kanunda belirtilmediği sürece, kamuya açık alanda yüzü tanınmayacak şekilde, tamamen ya da kısmen kapalı olarak bulunan kişiler 15 ila 25 Euro arasında para cezası ve 1 ila 7 gün arasında hapis cezasıyla ya da bunlardan yalnızca bir tanesiyle cezalandırılır.”

Fransa ve Belçika’yı diğer Avrupa devletleri de süratle takip etmişlerdir. Ekim 2017’den bugüne Avusturya’da yüzün örtülmesi “Yüzün örtülmesine karşı yasa” marifetiyle yasaklandı. Danimarka parlamentosunda 75’e 35 oy dağılımı ile kabul edilen yasaya göre, 1 Ağustos 2018 tarihinden itibaren kamuya açık alanda yüzü örten kıyafetler giymeye cezai yaptırım uygulanmaktadır. Hollanda, Almanya ve Bulgaristan’da da belli koşullar altında yüzü örtme yasağı bulunuyor.

Geçmiş yıllarda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi önüne gelen başvurularda kamuya açık alanda dini sembol ve kıyafetlerin kullanımının engellenmesine ilişkin ihlal kararları olsa da, bugün Türkiye’de kamuya açık alanda herhangi bir örtünme yasağı bulunmamaktadır. Yalnızca okul öncesi eğitim kurumlarında ve ilkokullarda öğrencilere yönelik başörtüsü yasağı bulunmaktadır. Buradan hareketle yine aynı kurumlarda yüzü örten dini kıyafetlerin de kullanılamayacağı söylenebilir ancak ortaokul, lise ve üniversite eğitiminde “yüzü örten dini kıyafetlerin” kullanılıp kullanılamayacağı tartışmalıdır.

  1. ULUSAL VE ULUSLARARASI MAHKEME KARARLARI

Ulusal mahkemeler nezdinde dikkat çekici kararlardan ilki Fransız Danıştay’ının (Conseil d’État) raporudur. Fransız Danıştay’ı raporunda; kamuya açık alanda her yerde ve her zaman, genel bir örtünme yasağı konulmasının “hukuken kırılgan” olacağı ve “anayasal güvensizlik” doğurabileceğini belirtmiştir.15 Fakat bu rapor kanunun senatodan ezici bir çoğunluk ile geçmesine engel olamamıştır.

Belçika Anayasa Mahkemesi de burka yasağına karşı yapılan başvurularda ihlal kararı vermemiştir. İki Müslüman kadın ile beraber, “Flemish and Waloon” ve “Justice and Democracy” gibi sivil toplum örgütlerinin de aralarında bulunduğu başvurucular yasağa karşı Belçika Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Mahkeme; yasanın burka ve nikap giyen Müslüman kadınlar için dolaylı ayrımcılık oluşturduğunu kabul etmişse de, hakka müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olduğunu, bu sebeple de yasanın ayrımcılık yasağına aykırı olmadığına karar vermiştir. Yapılan yasal düzenlemenin kadın-erkek eşitliğini sağlama gibi bir meşru amaç güttüğü de kararda vurgulanmıştır. Mahkeme, kişilerin yüzlerinin kapalı olmasının güvenlik açısından sorun doğurabileceğini ayrıca kişilerin demokratik toplumda bir arada yaşayabilmeleri için birbirlerinin yüzlerini görebilmeleri gerektiğini ortaya koyarak, müdahaleyi insan onuruna ve din özgürlüğüne aykırı bulmamıştır.

Burka ve nikap yasağına ilişkin önemli kararlardan biri İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi önüne gelen S.A.S. v. Fransa başvurusudur. Karara konu olayda Müslüman bir Fransız vatandaşı kadın olan S.A.S. yüzü örten kıyafetler giyilmesine ilişkin yasağın ardından kamuya açık alanlarda dini inancı gereği yüzünü örtmesine izin verilmemesinden şikayetçidir. Başvuran dindar bir Müslüman olduğunu, peçeyi de dini inancından ötürü taktığını belirtmiştir. Başvuran yüzünü her zaman örtmediğini, pasaport kontrollerinde, resmi dairelerde, tanınması gereken yerlerde çıkartmasının sorun oluşturmadığını hatta arkadaşları ile dışarı çıkarken çoğunlukla peçe kullanmadığını fakat Ramazan ayı gibi aylarda kullanmak istediği zaman peçe takabilmesi gerektiğini düşünmektedir. Başvuran, eşinin veya ailesindeki diğer erkeklerin kendisine baskı uygulamadığını da eklemiştir. Mahkeme, Sözleşme’nin gerek 8. (özel yaşam ve aile yaşamına saygı hakkı) gerek 9. (düşünce, vicdan ve din özgürlüğü) gerekse bu maddelerle bağlantılı olarak 14. maddenin (ayrımcılık yasağı) ihlal edilmediğine hükmetmiştir. İHAM yasağın Müslüman kadınlar üzerine “olumsuz bir durum oluşturduğunu” kabul etmiştir. Fransız Hükümeti kamu güvenliğinin sağlanması ve toplumun birlikte yaşaması için gerekli önlemlerin alınması meşru amaçları ile bu müdahalenin yapıldığını öne sürerken İHAM yalnızca kamu güvenliği söz konusu olduğunda değil her zaman, genel bir burka yasağı konulmasının kamu güvenliğinin sağlanması bakımından demokratik toplumda gerekli olmadığını vurgulamıştır. İHAM devamında başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve toplumun birlikte yaşaması için bariyerlerin ortadan kaldırılmasının demokratik toplumda gerekli olabileceğini belirterek meşru amaca özgülenen tedbiri gerekli bulmuştur. İHAM yaptığı orantılılık incelemesinde ise yasağın yalnızca Müslüman kadınları hedef almadığından, genel olarak yüzü kapatan kıyafetleri hedeflediğinden hareketle yasağı orantısız bulmamıştır. İHAM’a göre bu bir toplumsal tercihtir ve devletlerin takdir alanındadır.

Belcacemi ve Oussar v. Belçika ve Dakir v. Belçika kararında da İHAM, S.A.S. kararı ile uyuşan bir içtihat oluşturmuş, “demokratik toplumda birlikte yaşam” sürdürebilmek için müdahalenin gerekli olduğu kanısına varmıştır. İHAM yine, devletlerin ülkelerindeki yerel politik koşul ve ihtiyaçları mahkemeden daha iyi bileceklerinden ötürü devlete takdir alanı bırakmıştır. Mahkemenin, din ve devlet ilişkilerinin politika ile iç içe olması sebebiyle bu ilişkilere karışmaya isteksiz olduğu, bu düzenlemeleri devletlere bırakmayı tercih ettiği görülebilir.

Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin denetim organı olan İnsan Hakları Komitesi’nin (İHK) kararları İHAM ile paralellik göstermemektedir. Benzer iki olay ve karar olan Miriana Hebbadj v. Fransa ve Sonia Yaker v. Fransa kararlarında başvurucular Fransa’nın Nantes şehrinde ikamet etmektedirler. Kimlik kontrolü sırasında durdurulan başvurucular, kamuya açık alanda yüzü örten kıyafetler giymeyi yasaklayan kanuna aykırı davranışlarından ötürü suçlanmışlardır. İki başvurucu da çıkarıldıkları mahkemede, 2010-1192 no’lu kanunda yer alan en yüksek miktardan, yani 150 euro para cezasına mahkum edilmişlerdir. Başvurucular, Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 18. maddesinde yer alan din özgürlüklerinin ihlal edildiklerinden yakınmaktadırlar. İtirazı kabil bir karar olmayan mahkumiyete karşın başvurucular Fransa Yargıtay’ına, 2010-1192 no’lu kanunun İHAS 9. maddeye aykırı olduğu ve müslüman azınlığa yönelik ayrımcı bir pratik içerdiği iddiası ile başvurmuşlardır. Ancak Yargıtay başvuruyu, başvurucu İHAS 9. ve 14. madde ihlal iddasını ilk derece mahkemesinde öne sürmediği için, sonradan iddia ve kanıt ekleme yasağı sebebiyle kabul edilemez bulmuştur.

İHK, yasağın kamu güvenliğinin sağlanması bakımından gerekli olmadığını,30 “birlikte yaşam ve başkalarının haklarının korunması” hususunda ise, devletlerin, burka giyen Müslüman kadınların başkalarının haklarına nasıl, ne bakımdan zarar verdiğine dair somut veri sunması gerektiğini belirtmiştir. İHAM’ın ise “somut verileri dikkate alma” gibi bir tavrı genelde bulunmamakta, özellikle dini semboller ve kıyafetler ile ilgili kararlarında devlete tanıdığı takdir marjı ile yüzeysel bir inceleme ile yetinmektedir. İHAM’ın din ve vicdan özgürlüğü bağlamında somut veri aradığı nadir kararlardan biri Lautsi ve Diğerleri v. İtalya kararıdır. Kararda sınıflarda bulunan haç sembolünün güçlü bir sembol olduğunu kabul eden İHAM, sembolün öğrencilere yönelik telkin veya endoktrinasyon amacı taşıdığına ilişkin somut veri olmadığından, sınıflardan haçın kaldırılmasın talep eden başvurucuların ihlal iddiasını yerinde görmemiştir. Başörtüsü ile derse giremediği için İHAM’a başvuran bir öğretmen olan Dahlab v. İsviçre kararında ise İHAM, başörtüsünü yine güçlü bir dışsal sembol olarak değerlendirmiş ve bu sembolün küçük yaştaki öğrenciler üzerinde baskı oluşturabileceği sebebiyle Dahlab’ın başvurusunu kabul edilemez bulmuştur.

Burka yasakları ile ilgili olmayan bir başka İHK kararı, İHK’nın dini semboller konusundaki tutumunu açıklamaya yardımcı olacaktır. Karar kimlik kartlarına konulacak fotoğraflarda başın açık olması zorunluluğu ile ilgilidir. Ranjit Singh v. Fransa kararında34 Bay Ranjit Singh, Fransa’da yaşayan bir mültecidir. Aslen Hindistan vatandaşı bir “sih” olan başvurucu, Fransa’da oturum iznini yenilemek istemiştir. Başvurucunun yenileme başvurusu esnasında yetkili makamlara vermiş olduğu fotoğraflarda başında türban bulunmaktadır. Bu sebepten ötürü Fransız makamları Bay Singh’in yenileme başvurusunu reddetmişlerdir. Başvurucu bu sebeple Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 18. maddesinde yer alan din özgürlüğünün ihlal edildiği kanısındadır. Başvurucu, kimlik fotoğrafı için türbanını çıkarması yönündeki tedbirin gerekli ve orantılı olmadığını, kamu düzeni ve güvenliğine de sakınca oluşturmadığını iddia etmektedir. Zira başvurucuya göre insanlar, yüzlerinin büyük bir kısmını kaplayan sakalları ile sorunsuz bir şekilde başvuru yapabilmektedir. Ek olarak; türban ile çekilen fotoğraflarla yapılan başvuruları Almanya ve İtalya gibi devletler kabul etmektedir. Başvurucu diğer Fransız vatandaşlarından farklı olarak dini inancı ile kamu hizmetlerine erişim hakkı arasında bir tercih yapmaya zorlandığını, bu sebepten ötürü ayrımcılığa da uğradığını ifade etmiştir. İHK incelemesinde, türbanın kişiyi tanınabilir hale getirip getirmediğini sorgulamıştır. Zira başvurucu sadece başını örten ancak yüzünün geri kalanı açık kalacak şekilde giyinmektedir. Singh, günlük hayatında da sürekli türban taktığından, İHK’ya göre başvurucunun türban giymiş haliyle çekilmiş olan fotoğrafı, günlük hayattaki hali ile daha çok benzeşmektedir. Fransa ise bu hususlardan hiçbirini açıklığa kavuşturmamıştır.35 İHK’ya göre başvurucunun türbanını yalnızca kimlik fotoğrafı çekerken çıkarmasının hakka müdahaleyi azaltan bir yönü yoktur. Çünkü bir defalığına da olsa türban giyilmeden çekilen bir kimlik fotoğrafı, her zaman orada duracaktır ve her kimlik kontrolünde o şekilde görülecektir. İHK, Birdirge’nin 18. maddesinin ve buna bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir. Singh v. Fransa kararına çok benzeyen bir başvuru İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılmıştır. Mann Singh v. Fransa36 kararında, Ranjit Singh gibi bir sih olan başvurucu ehliyet fotoğrafında başı açık olmak istememiştir. Yerel makamlarca bu isteği olumsuz karşılanan başvurucu, İHAM’a başvurmuş ancak başvurusu açıkça dayanaktan yoksun bulunarak reddedilmiştir.

İHK’nın kararlarıın burka yasakları bakımından bir dikkat çekici noktası da “kişilerin kamusal alanda herhangi biriyle iletişime geçme hakları” veya “kişilerin burka giymesinden hoşlanmama hakkı” olmadığı tespitinde bulunmasıdır. Komite, Fransa’nın başvurucuların düşünce, din ve vicdan özgürlüğü ile hukuk önünde eşitlik hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir. Dikkat çekici olan husus, geçmişte gerek İHK’nın gerekse İHAM’ın başörtü başvurularında ayrımcılık yasağı bağlamında inceleme yapmamış olmasına rağmen söz konusu burka başvurularında İHK’nın ayrımcılık yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşmasıdır.38 Buradan çeşitli saptamalar yapılabilir. Burka giyen kadın sayısının Avrupa’da yaşayan milyonlarca Müslüman kadına oranla binler düzeyinde kalması belki de bu yasağı daha anlamlı kılmaktadır.39 Başörtüsüne nazaran burka yasağının doğrudan İslam’a dönük bir tavır olarak algılanmış olması,40 BM’nin çok kültürlü, milletli ve dinli yapısı gereği bu durumun önüne geçmek istemesi veya geçmek zorunda kalması makul bir hedef olarak görünebilir.

  1. MEŞRU AMAÇ VE KAMUOYU TARTIŞMALARI

Burka yasağına ilişkin devletlerin belli birtakım meşru amaçları bulunmaktadır. Bir kişiye veya gruba dönük olarak uygulanan tedbir, doğrudan hedef gözetmese de hatta ayrımcılık kastı bulunmasa da ayrımcılık oluşturabilir. İHAM’ın da belirttiği üzere “Fakat bu yalnızca, bu tür bir politika ya da tedbirin “objektif ve makul” bir gerekçesinin bulunmaması halinde, yani “meşru bir amaç” taşımaması veya araçla gerçekleştirilmek istenen amaç arasında “makul bir orantılılık ilişkisi” bulunmaması halinde söz konusu olur.” İHAM burka yasağına ilişkin verdiği S.A.S. v. Fransa kararında meşru amaç tartışmasını, kamu güvenliği ve başkalarının hak ve özgürlüğünün korunması bakımından incelemiştir. Birlikte yaşama ve cinsiyet eşitliğini, başkalarının hak ve özgürlüğünün korunması bağlamında değerlendirmiştir.

Bu çalışmada gerekçeler dörde ayrılarak incelenecektir: kamu güvenliği, birlikte yaşamın ve laikliğin korunması, son olarak da cinsiyet eşitliğinin sağlanması. Devletlerin bu hedeflere ulaşmak için getirdiği yasağın arka planındaki tartışmalar ile sınırlamanın gerekliliği ve orantılılığı değerlendirilecektir.

  1. Kamu Güvenliği

Burkanın kamu güvenliğine tehlike yaratacağı endişesinin altında ilk olarak, İslami dini sembol kullanımının köktenci (fundementalist) İslami hareketlerle ilişkilendirilmesi yatmaktadır. Burka giyen kadınların hepsinin birbirini tanıdığı, bir nevi “cihatçı iletişim ağı” üyesi oldukları inancı yaygındır.43 Burka giyen birinin terörizmi desteklediği varsayımı da burkanın kamu güvenliğini tehdit ettiği anlayışı ile örtüşmektedir.44 Ek olarak, aynı görüşe göre; burka giyen kadınlar bu inanışlarını yaymaya da isteklidirler, istekli olmasalar dahi kullandıkları “güçlü dışsal sembol” diğer kişiler üzerinde bu etkiyi yapacaktır.

Köktenci İslam tanımının da kamu güvenliği endişesini tetikleyen sorunlu bir tanım olduğunu kabul etmek gerekir. Bu tanım İslam’ın yorumdan-reformdan arındırılmış yalın halinin günümüzdeki “terör akımına” tekabül ettiğinin ifadesidir. Halbuki şiddet öngören İslami inanış biçimlerinin İslam’ın bir yorumu olduğu doğru olsa dahi, İslami örtünme biçimlerinin bu durumla bir bağlantısı bulunmamaktadır. Burka, nikap veya başörtüsü kullanımı İslam dininin kutsal kitabı Kur’an’da veyahut uygulamasında yer aldığına inanılan, kişisel dini bir bağlılığın ürünüdür. Dolayısıyla burka, nikap veyahut başörtüsü kullanmak, çoğu zaman sadece inanışa itaat etme anlamını taşır.45 Nitekim örtünmeye ilişkin benzer dini emir ve uygulamaların diğer semavi dinlerde de olduğu söylenebilir.

İslami kıyafet ve sembollerin bir güvenlik sorunu veya din yayma aracı olarak görülmesinin bir sebebi de Avrupa’nın çoğunluk dini Hristiyanlık ile İslam arasındaki farklardan ileri gelmektedir. İslam’ın da, Kilise (Ruhban) ve devletin ayrılması ile liberal demokrasi ekseninde sekülerleştiği ve bireyselleştiği varsayıldığında, bu tarihsel süreci geri sararak; burka giyen bir kadının bunu radikal kimliğinin bir göstergesi, bir kimlik ifadesi ve yayma aracı olarak görmek mümkün olabilir. Hristiyanlık ile aynı süreçleri geçirmeyen İslam’ın farklı yorumlarının isimlendirilmesi için kullanılan “köktencilik” bu sorunu ıskalamaktadır. Hristiyanlar için kişinin kimliği bireysel alanına denk gelirken bir Müslümanın dini, çoğu zaman kimliğine eşittir. Bu din de İslam’dır, İslam’ın kişinin kendisini ait hissettiği versiyonu, yorumudur. Nitekim İslam peygamberi hem devlet başkanıdır, hem de toplum lideridir. Askeri bir lider olmasının yanı sıra, toplumsal ve hukuki kanunları koyar, vergi toplar, savaş ve barışa karar verir. Bunun devamı olan İslami yaşam tarzı ve ibadetleri de bireyci değil olabildiğince toplumcu yapıdadır.47 Müslüman kadının bu anlamda yaptığı bireysel tercih de, radikalizminin veya misyonerliğinin görünümünden çok, esasen dini inanışın yalın bir ifadesinden ibarettir.

Burka giyen bir kişinin yüzünün görünmemesi ve bu sebeple tanınamamasının, kamu güvenliğine tehdit teşkil ettiği düşünülen bir başka problemdir. İHAM’ın S.A.S. v. Fransa kararında da, Fransız hükümeti savunmasında yasağın meşru amacının kamu güvenliği olduğunu, özellikle yüzü örten kıyafetler giyen kişileri tanımlayabilmenin zorluğunu vurgulamıştır.48 Gerçekten de burka kıyafeti ile pek çok hırsızlık vakası kayıtlara geçmiştir. Örneğin Kanada’nın Toronto şehrinde burka giymiş olan failler, 500 bin dolar değerindeki değerli mücevheri alarak kayıplara karışmıştır.49 2005 yılında ise bombalı saldırı girişiminin başarısız olmasından sonra kaçmaya çalışan fail burka kullanmıştır.50 Belirtmek gerekir ki; bu ve benzeri olayların hemen hemen tamamında failler erkektir. Yine de kamuya açık alanların her karesinde geçerli, genel bir yasağın bu endişelerin çözümüne uygun bir önlem olup olmadığı tartışmalıdır. Nitekim İHAM da yüzü kapatan kıyafetlerin kamu güvenliği bağlamında problem doğurabileceğini kabul etmiştir. Mahkemeye göre şüphe duyulan durumlarda pek tabii kişiden yüzünü açarak kendini tanıtması istenebilir. Ancak yalnızca kamu güvenliğinin tehlikede olduğu belirli anlarda değil, her zaman, genel bir burka yasağı öngörülmesini İHAM demokratik toplumda gerekli bulmamıştır.51

  1. Birlikte Yaşam

İHAM, S.A.S. v. Fransa kararında, burka yasaklarını “birlikte yaşamı sağlama” adına bir meşru amaç olarak yeterli görmüş, yasağın da bu amaca hizmet ettiğini ve demokratik toplumda gerekli olduğunu belirtmiştir. Bu amacı makul bulanlara göre burka, nikap veya başörtüsü giymenin bir amacı da topluma entegre olmama yönündeki isteksizliktir. Ayrıca bu kıyafetlerin kullanımı başarısız bir entegrasyon sürecinin de göstergesi mahiyetindedir.52 Bir başka deyişle, burka giyen kadın kendi ile toplum arasına bilinçli bir mesafe koymaktadır. Burka yasağını getiren devletlere göre söz konusu mesafe hem toplumdaki birliğin korunması hem de İslamofobinin artmaması için kaldırılmalıdır. Zira bu mesafe ve artan İslamofobi, Müslüman toplumun radikalleşmesine de neden olabilir.53 İHAM S.A.S. v. Fransa kararında hükümet, yüzün sistematik olarak gizlenmesinin sorunlu olduğunu, Fransız kardeşlik (fraternity) idealinin ve Fransız toplumunda birlikte yaşamanın temel gerekliliği ile bağdaşmadığını belirtmiş, İHAM da müdahaleyi bu bakımdan demokratik toplumda gerekli bulmuştur.54 İHAM devlete tanıdığı takdir yetkisini de temel alarak müdahalenin orantılı olduğuna da karar vermiştir.

Kişiler arası iletişimde yüzü örten kıyafetlerin sorun oluşturması ihtimal dahilindedir. Burka veya nikap giyen bir kişi ile iletişim halindeki karşı taraf aradaki güç dengesizliğinden mustarip olabilir. Gerçekten de anonim görünen bir kişiyle iletişim halindeki bir başka kişi çekince duyabilir. Duyma engelli bir kişi içinse bu iletişim neredeyse imkansızdır.56

Yasağın “birlikte yaşam” amacına hizmet edip etmeyeceği ise tartışmalıdır. Yasak sebebiyle işine ve eğitimine devam edemeyen, günlük işlerini yapmak için kamuya açık alanlarda bulunamayan kadınlar, git-gide toplumdan uzaklaşabilir. Yasak, topluma, farklı dinlere ve kültürlere, bazı azınlıklara hoşgörü ile bakılmadığı mesajını verebilir. S.A.S. v. Fransa kararında İHAM da, burka yasaklarına ilişkin sürecin, islamofobiyi, hoşgörüsüzlüğü ve ayrımcılığı tetikleyebileceği endişesini vurgulamıştır.

Toplumun birlikte yaşaması için insanların kamuya açık alanda sürekli iletişim halinde olmaları gerektiği varsayımının da tartışılması gerekir. Kişiler arasındaki iletişimin çoğunlukla özel mülklerde gerçekleştiği düşünüldüğünde yasak ile güdülen meşru amaç arasındaki ilişki belirsizleşmektedir.

  1. Laiklik İlkesinin Korunması

Dini sembol ve kıyafetlere ilişkin İHAM nezdinde görülen davalarda laiklik ilkesine – özellikle Türkiye tarafından- dayanılmıştır.59 Burka yasakları söz konusu olduğunda ise İHAM önünde; örneğin S.A.S. v. Fransa davasında laiklik ilkesinin korunması amacına dayanılmadığı görülmektedir. Ancak bu durum kamu önünde süregelen tartışmalarında laiklik vurgusunun olmadığı anlamına gelmemektedir. Nitekim gerek Fransa gerek Belçika’da burka yasakları laiklik boyutu ile de çokça tartışılmıştır.

Kendini laik olarak tanımlayan devletlerin din konusunda neredeyse taban tabana zıt politikaları bulunabilir. Bu devletlerin laikliği nasıl uyguladığına göre değişebilir. Literatürde pasif ve dışlayıcı laiklik gibi ayrımlar bulunmaktadır. Dışlayıcı laikliğin amacı dini kamusal alandan çıkarıp kişinin bireysel alanı ile sınırlamak iken pasif laiklik adı üzerinde dinler karşısında pasif kalarak dinin kamusal alanlarda bulunuşuna müsaade etmesidir.60

Dışlayıcı laikliğin belki de en görünür olduğu Fransa ve Belçika’da uygulanan burka yasakları bu bakımdan şaşırtıcı değildir. Dışlayıcı laiklik anlayışının tarafsızlık, din özgürlüğü ve çoğulculuğu sağlama gibi temel amaçları bulunur. Bu amaç da genelde kamusal alanı dinden arındırarak gerçekleştirilir. Söz konusu yasağın yalnızca tek bir dine yönelmesi bu bakımdan eleştiri konusu olabilir.61 Bir önceki bölümde de bahsedildiği gibi yasak, farklı dinlere ve buna bağlı olarak giyim-kuşama çoğulculuğun anahtarı olan hoşgörü ile bakılmadığı imajını da yansıtabilmektedir.

  1. Cinsiyet Eşitliğinin Korunması

S.A.S. v. Fransa davasına “amicus curiae” müdahil devlet olarak katılan Belçika, peçenin İslam öncesi Arap adeti olduğunu, Kur’an’da böyle bir hüküm bulunmadığını, bu durumun kadın erkek eşitliğini zedeleyici bir hal aldığını öne sürmüştür. 62

Kimilerine göre burka İslam’da yer alan kadın-erkek eşitsizliğinin bir sembolü mahiyetindedir; İslam dini erkeklerin şehevi isteklerini uyandırmamaları için kadınları daha sıkı kıyafet kurallarına tabi tutmuş, nihayetinde de kadını erkeğin hakimiyet alanına bırakmıştır. Tercih yapma hakkı olmayan kadınlar da bu kurallara uymak zorunda kalmaktadır.63

Yukarıda belirtilen iki farklı yaklaşım da bazı varsayımlara dayanmaktadır. İlki kadınların özgür iradeleri ile burka giymelerinin nadir olduğudur. İkincisi ise dini kimliğinden azade bir kadın tasviridir. Bu görüşe göre özgür kadın dini kimliğinden sıyrılmış kadındır. Kimliklerin kesişimsel yapısının bu doğrultuda göz ardı edilmesinin kadınların haklarını iyileştirip iyileştirmeyeceği tartışma konusudur.64 Ayrıca bazen bir kıyafetin giyilmemesi yönünde koyulan yasağı savunmak, giyilmesi yönünde yapılan yasakları savunmak kadar baskıcı olabilir. Bu baskı Müslüman kadınları nefret suçuna yönelik bir hedef haline getirebilir.65

Burkanın erkeğin kadına dayattığı bir dini sembol olduğu görüşünün yanı sıra, kadınların burkayı özgür iradeleri ile giydikleri varsayılsa dahi bu sembolün kadınlar için zararlı ve insan onuruna aykırı olduğunu savunan görüşler de bulunmaktadır. S.A.S. v. Fransa kararında Fransız hükümeti burkanın “kadınları görünmez kıldığını” ve bu sebeple giyen tarafından arzu edilse dahi” insan onuruna aykırı bir kıyafet olduğunu iddia etmiştir.66 Kararda görülebileceği üzere; bu görüşün temel aldığı fikir ise burkanın kadının erkeğe itaatinin sembolü ve bu fikrin yayıcı nesnesi olduğu fikridir. Görüşe göre; burka giyen kadınlar dünyaya “herkesin örtünmesi gerektiği” veya “kadınların erkeğe itaat etmesi gerektiği” fikrini yaymaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla hem burka giyen kadınları hem de toplumun geri kalanını bu durumdan korumak gerekmektedir.

Burka giyen kadınların topluma, cinsiyet eşitsizliğini onayan, erkeğe itaati kabullenen bir mesaj vermek istedikleri veyahut istemeden verdikleri görüşünün kuvvetli temeller üzerine kurulduğunu söylemek güçtür. Zira burka giyen kadınların topluma bir mesaj verdikleri kabul edilse dahi, bu mesaj cinsiyete ilişkin değil dini inanca ilişkin bir mesajdır. Dolayısıyla bu dini tercihin kişisel olduğunu, dini propaganda (proselytizing) amacı gütmediğini kabul etmek gerekir.67

İHAM Leyla Şahin v. Türkiye kararında karşı görüşte bulunan Yargıç Tulkens’in başörtüsü yasağı ile cinsiyet eşitliği arasında ilişki kurulmasına yönelik eleştirileri bulunmaktadır. Tulkens’a göre başörtüsü mutlaka kadının erkeğin hakimiyetinde olduğunu ifade etmez, özgürce dini kıyafet giyen yetişkin bir kadına bu kararı özgür iradesiyle almadığının söylenmesi için apaçık bir delil gerekir. Ayrımcılığa uğramama hakkı ise kişinin kendi iradi alanındadır.68

Fransa’daki feminist hareketlerin burka yasağına cinsiyet eşitliği bağlamında iki farklı yaklaşımı bulunmaktadır. Yasağa karşı olanlar, kadın-erkek ilişkisine oldukça eşitlikçi (egaliteryan) bir bakış açısıyla yaklaşıldığını iddia ederek, burka giyen kadınların içinde bulundukları kültürün yadsındığını söylemektedirler. Yasağı destekleyenler ise kadın-erkek eşitliğinin yetişilen kültürden bağımsız olarak evrensel ahlak ilkeleri ile ulaşılabilecek, temel bir eşitlik olduğunu savunmaktadırlar.69

Gerek cinsiyet eşitliği bağlamında, gerek insan hakları hukuku özelinde ve genel olarak tüm sosyal bilimi ilgilendiren tartışmalarda son yıllarda önemli yankı bulan evrensellik ve rölativizm ayrımını burada hatırlatmak yerinde olacaktır. Bu ayrıma göre; bir uçta sosyal gerçekliğin hemen her yerde aynı olduğunu ve bunu dini, toplumsal, kültürel hiçbir bakış açısı katmadan, eşitleyici bir düzlemde tartışan evrenselciler dururken, diğer uçta da sosyal gerçekliğin evrensel bir norm olmanın ötesinde toplumların algılama biçimlerine bağlı olduğunu ve dolayısıyla onları incelerken bu değerler bütününü dikkate almak gerektiğini söyleyen rölativistler bulunmaktadır.70 İnsan hakları söz konusu olduğunda, her iki uç noktanın da kendine has artıları ve eksileri mevcuttur. Örneğin; evrenselcilik daha ilerlemeci bir tutum ortaya koyabilirken, rölativizm çoğu sorunu görmezden gelme tuzağına düşebilmektedir. Evrensellikrölativizm ikileminde, bu tuzağın farkında bir yaklaşım sergilemek, çok daha ayakları yere basan bir yaklaşım getirme olanağı tanıyacaktır.71 Evrensel değer ve normların farkında olarak, ancak kültürel yaklaşımları da tamamen göz ardı etmeden yapılacak olan yorumlama, sosyal gerçeklikleri hem akademik hem de insani açıdan daha isabetli şekilde gözlemlememizi mümkün kılacaktır.

Burkanın yasaklanmasının pratikte nasıl sonuçlar doğuracağına ilişkin yasağa yönelik birtakım itirazlar bulunmaktadır. Yasak sonrası eve kapanan, işe, okula, markete gidemeyen ve ekonomik özgürlükleri gerileyen kadın erkekler karşısında daha zayıf bir konuma düşecektir. Kaldı ki halihazırda burka veyahut başörtüsü giyen kadınların cinsiyet, din ve etnisite temelinde günlük hayatta yoğun bir ayrımcılık ile karşı karşıya kaldığı bilinmektedir. 72

European Network Against Racism ve Faith Matter’ın ortaklaşa yayınladığı “Unutulmuş Kadınlar: Birleşik Krallık’ta İslamofobinin Müslüman Kadınlar Üzerindeki Etkisi” raporuna göre her 8 müslüman kadından 1’i iş mülakatlarında evlenip, çocuk sahibi olup olmayacağı yönünde sorularla karşılaşmaktadır, aynı durum Müslüman olmayan kadınlarda ise 30 kişide 1’dir. Her 4 işverenden 1’i ise Müslüman kadınları işe almakta çekinceleri olduğunu belirtmiştir. Müslüman kadınların %43’ü iş mülakatlarında farklı muameleye tabi tutulduklarını hissettiklerini açıklamıştır. Başörtüsü giyen kadınlarda ise bu oran yükselmektedir. Kamuya açık alanda peçelerinin çıkarmaya teşebbüs edenlerin olduğunu kaydeden Müslüman kadınlar, internet mecrasında da nefret söylemine maruz kalmaktadırlar.73

  1. SONUÇ

Bu çalışmada başta Fransa olmak üzere Avrupa devletlerinde yürürlüğe giren kamuya açık alanda yüzün kapatılması yasağı yani; “burka yasağı” tartışılmıştır. Öncelikle dini semboller ve kıyafetler dar ve geniş anlamda tanımlanarak, hem hakkın kapsamının felsefi inançları da içine katarak genişlediği hem de dini inançlar ile felsefi inançları ayıran çizginin kalın bir çizgi olmadığı vurgulanmıştır. Burka yasağı tartışmaları gerek ulusal ve uluslararası mahkeme kararları gerekse kamuoyu tartışmaları ekseninde konumlandırılmıştır. Devletler burkayı yasaklarken, kamu güvenliğini, cinsiyet eşitliğini, laiklik ilkesini ve başkalarının hak ve özgürlüklerini güvence altına almayı amaçladıklarını belirtmişlerdir. Bu amaçlara ulaşmak için alınan tedbirin objektif ve makul bir gerekçesinin bulunup bulunmadığı çalışmada incelenmiştir. Bunun yanında yasakların kanunlaşma süreci ile beraber kamuoyundaki tartışmalara da değinilmeye çalışılmıştır.

Fransa’da burkanın yasaklanmasını takip eden yıllarda pek çok Avrupa devleti de burkayı yasaklamıştır. Bu devletlerin bazılarında burka giyen kadın sayısının 100’ü dahi geçmediği tahmin edilmektedir. Çok az sayıdaki kişiye yönelik getirilen yasak, kamuoyu tartışmaları ve kanunlaşma sürecinden de anlaşılabileceği üzere bir kıyafete veya sembole değil, bu kıyafetin ve sembollerin toplumda uyandırdığı kanıya yöneliktir. Yasaklarda çalışmada da çokça değinilen S.A.S. v. Fransa kararının diğer İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları ile beraber bıraktığı açık kapının ve sınırlamanın muğlak halinin etkisi büyüktür. Devletlerin ortaya koydukları meşru amaçlar ile bu amaçları gerçekleştirmeye yönelik aldıkları tedbir arasında gereklilik ve orantılılık ilişkisi kurabildiğini söylemek güçtür. Devletler bu gerekçeleri sunamadıkları gibi, İHAM da hakkın sınırlanmasına yönelik alınan tedbirlerin gerçekten gerekli olup olmadığı hususunda somut olaylar bakımından araştırma yapmamıştır. Bunda politik koşulların etkisin büyük olduğunu belirtmek gerekir. İnsan Hakları Komitesi’nin tutumu ise belki de yine politik koşullara bağlı olarak bireysel özgürlüklerin korunması amacına daha çok yakınsamaktadır.

Yasakların Avrupa’daki dini azınlık-çoğunluk ilişkisini ne yönde etkileyeceği önümüzdeki yıllarda belli olacaktır. Ancak Avrupa’daki mevcut durumu özellikle Avrupa ile Müslüman toplumu ilişkisini daha kötü hale getireceğine dair güçlü argümanlar bulunmaktadır. Bu yalnızca müslüman azınlık için değil, diğer “doğu dinlerini” takip eden diğer gruplar için de geçerlidir. Çalışmada da bahsedildiği üzere forum internum-externum ayrımı yerleşmemiş toplumcu pratiklerin içkin olduğu doğu dinleri ile İHAS md. 9 uygulaması arasındaki çelişki sürecek gibi gözükmektedir. Burka giyen kadınların din ve cinsiyet temelli ayrımcılığa uğramaması için burkayı yasaklamak gibi çözümler de bu ayrışmanın önlenmesine yönelik bir tedbir olarak gerçekçi görünmemektedir.

Din ve vicdan özgürlüğü belli sebeplerin varlığında pek tabii sınırlanabilir. Fakat ne İHAM  ne de Fransa-Belçika bu sebepleri sadece isimlendirmenin ötesinde bir açıklığa kavuşturmakta başarılı olabilmiştir. Bu da kuşkusuz çoğulculuğa ve hoşgörüye karşı tehlike doğurmaktadır. Çoğulculuğa karşı olan politikacıların din ve vicdan özgürlüğü bakımından getirilen sınırlamaları ve yasakları daha da ileri götürmesi son tahlilde muhtemel gözükmektedir.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP