Habip Hamza ERDEM
Pascal Engel’in ‘Büyük ve Küçük Cumhuriyetçilik’ başlıklı makalesinde (1), yeni Cumhuriyetçilerden Philip Pettit kadar Quentin Skinner’i anlatan Fransız filozof Jean-Fabien Spitz’e de eleştiriler yönelttiğini anımsatalım.
Şöyle ki, Spitz’in (2) Locke ve Rousseau’nun görüşlerine dayandırdığı Cumhuriyetçilik anlayışını, Philip Pettit’in sadece sistemleştirdiği bile söylenebilir diyor.
İşte bu yeni-Cumhuriyetçiler, özgürlüğün ‘pozitif’ anlayışını geliştirirken, genelde özgürlük anlayışlarına hem baskısız (non-domination) diyebileceğimiz yeni bir tanım önermekte ve hem de herhangi bir karşılıklı-etkileşimin olmayacağı (non-interférence) bir ortam tasarlamaktadırlar.
Yani, ‘görüşlerinize katılmıyorum ama onu savunmanız için ölmeyi göze alabilirim’ türü bir ‘hakemlik’e gerek bile kalmayacaktır.
Ne var ki, bu tutum, tam bir ‘liberalizm’ anlamına gelmeyecek midir?
Benim özgürlüğüm başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde biter anlayışındaki ‘sınır’ çok daha belirsiz bir konuma gelmeyecek midir?
Görüldüğü üzere, Cumhuriyetçiliğin ilkelerinden biri olan ‘özgürlük’, ‘ilke’ olma niteliğini bile yitirmektedir.
Bir anlamda Cumhuriyetçiliğin klasik tanımındaki ‘temel değer’ler tartışmaya açılmış olmaktadır.
Kuşkusuz, bu ‘değer’ ve ‘ilke’ler de tartışılabilir.
Ancak, örneğin ‘baskısızlık’ önermesinde kimin kime ve ne için ‘baskı yaptığı’ pek açık değildir.
Ya da, bir yasayla getirilecek olan ‘yeni baskı’nın özgürlüklerin artırılmasına yönelik olup olmayacağına kim karar verecektir?
Örnek olsun, Türkiye’de ‘Tekke ve Zaviyelerin kapatılması yasası’nın özde ‘dinsel özgürlük’ getirmeye yönelik olmadığını kimler ileri sürmektedirler?
Şöyle de sorulabilir; özgürlük dahil tüm Cumhuriyetçilik ilkelerinin ‘kilit taşı’ olan laiklik özünden saptırılmış olmayacak mıdır?
Böylece, Cumhuriyetçiliğin eski, yeni veya herhangi farklı bir yorumu, en azından Türkiye özelinde ‘laiklik’ gibi bir konuda gelip tıkanmaktadır.
Ve buradan çıkmak için, ister istemez ‘hoşgörü’ gibi bir öznelliğe sığınılmaktadır.
Oysa yargıcın ‘hoşgörü’sü söz konusu olsa bile ‘yasa’nın hoşgörüsünden söz edilebilir mi?
Görüldüğü gibi, özgürlük, eşitlik, laiklik gibi ‘temel değer’ler birbiri ardından düşen domino taşları gibi tartışmaya açılmış olmaktadırlar.
Burada, Spitz’in, ‘İdeal’ olarak gösterilen her ne varsa, özde ‘gerçek’i ‘uzaktan kumanda’ eden ‘soyutlama’lar olduğu sorununa gelinmiş olmaktadır.
Öyle ki, bunlar, tarihsel ve felsefi olarak, yani günün olgu ve kurallarına göre biçimlenmektedirler.
Böyle olunca, bir yandan bunların zaman içinde kurumsallaştığı ve belli bir ‘değişmezlik’ kazandıkları gerekçesiyle her türlü yeniliğe kapalı olacakları; öte yandan da, bunların ‘soyut’ şeyler oldukları gerekçesiyle ‘günün koşulları’na uydurulması zorunluluğu ileri sürülebilecektir.
David Hume’cü yaklaşımla, toplumsal gerçekliğin, ‘böyle olduğu’ için ‘öyle olması gerektiği’ anlayışı; yani aslında ‘ikincinin birinciden türetildiği’ sonucuna varılabilir.
Örneğin Türkiye’de, ne yapalım ‘Anadolu insanımız böyledir’ anlayışı çok yaygın biçimde yer etmiş bulunmaktadır.
Dahası buradan, bir değil ama ‘çoklu’ evrensellik anlayışları da türetilebilmektedir.
‘Türkiye gerçeği’, ‘Yunan gerçeği’, ‘İngiliz gerçeği’ gibi ‘evrensellikler’ ileri sürülebilmektedir.
Ama bu sonuncular ‘soyut’ değil ama ‘somutluklar’, yani folklor, gelenek ve görenekler, yani ‘ulusallık’lar değil midirler?
Kaldı ki, ‘evrensellik’ ile ‘uluslararasıcılık’ (internayonalizm) konusunu da birbirlerinden ayırmak gerekmektedir.
Nitekim, daha önce işaret ettiğimiz üzere, Jean Jaurès “Az enternasyonalizm ulusallıktan (yurtseverlik) uzaklaştırır, çok enternasyonalizm yurtseverliği getirir; az yurtseverlik enternasyonalizmden uzaklaştırır, çok yurtseverlik enternasyonalizme götürür” diyordu.
Ancak tahmin edileceği gibi, ‘yurtseverlik’ ve ‘enternasyonalizm’in, her koşulda bir ‘evrensellik’e açılmak zorunluluğunda olduğu görülmektedir.
Böylece bütün sorunun gelip ‘soyutlama’ kavramının bizzat kendisine dayandığı sonucuna varılmaktadır.
Ki, başka yerlerde, ‘gerçek soyutlama’ kavramına değinmiştik.
Ya da, geçerken belirtelim ki, bir ‘somut soyut’ denilebilecek bir ‘somut düşünce’ (pensée concrète) kavramı da vardır, ki gelecek yazı dizimizin konusu oluşturacaktır.
(Burada keselim)
(1) Pascal Engel, « Le grand et le petit républicanisme », En attendant Nadeau, 22 novembre 2022
(2) Jean-Fabien Spitz , “Quentin Skinner- Philosophie politique et histoire des idées politiques”, Dans Revue Française d’Histoire des Idées Politiques 2014/2 (N° 40), pages 347 à 377 Éditions Picard
–John Locke et les fondements de la liberté moderne, PUF, 2001
–Liberté politique, PUFn 1995
YAZARLAR
Az önceYAZARLAR
Az önceYAZARLAR
21 saat önceYAZARLAR
22 saat önceYAZARLAR
22 saat önceYAZARLAR
2 gün önceKIBRIS
2 gün önce