15-16 Haziran’a bugünden bakmak

15-16 Haziran’a bugünden bakmak

ABONE OL
18 Haziran 2023 17:29
15-16 Haziran’a bugünden bakmak
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Öyle alelade bir tarih değildir 15-16 Haziran. Hele ki Türkiye siyasi tarihinin en kırılgan seçim dönemini henüz yeni gerimizde bıraktığımız ve sonuçlarını yaşamaya başladığımız şu günlerde tekrar hatırlamak daha da kıymetli.15-16 Haziran 1970 Türkiye’de sınıf mücadelesi dinamiklerinin en çıplak haliyle görünür olduğu tarihtir.

İşçi sınıfımızın bu büyük direnişini hatırlarken selamlayalım. Selamlarken Türkiye toplumunu temsil etmekten bir hayli uzak olan 28. dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi ve bu mecliste iktidarı ve muhalefeti ile düzen siyasetçilerinden oluşan karanlık tabloya karşı umudumuzu büyütelim.

Sermaye sömürü planı peşinde

15-16 Haziran direnişini hazırlayan, Türkiye burjuvazisinin işçi sınıfının giderek artan sendikal örgütlülüğünden rahatsız olması ve bu gelişmeye ket vurmak için bir hamle yapması  idi. Yani örgütlenmeye ve haklarına sahip çıkmaya başlayan, toplumsal açıdan kendi iddialarının farkına varmaya ve bu iddialara sahip çıkmaya başlayan Türkiye işçi sınıfı kaçınılmaz olarak sermaye sınıfının radarına takılmıştı. 1960’lardan direnişin gerçekleştirildiği 1970’li yıllara değin, soldaki ve sendikal alandaki yetersiz örgütlülük ve derinleşemeyen toplumsal etkiye rağmen işçi sınıfı artık kendisini kuvvetle hissettirmeyi başarmıştı. Dolayısıyla patronlara düşen de işçi hareketinin yakalamakta olduğu çıkışın önünü kesmek oldu.

Türk-İş’in de desteğiyle hazırlanan yasa tasarısı 11 Haziran 1970 tarihinde Meclis’te görüşüldü ve hemen ertesi gün, 12 Haziran’da, dönemin iktidar partisi Adalet Partisi ve dönemin muhalefeti Cumhuriyet Halk Partisi’nin el ele vermesiyle işçi düşmanı bu yasa tasarısı oy çokluğuyla kabul edildi.

İşçi düşmanı diyoruz çünkü yasanın özünde doğrudan işçi sınıfının örgütlenmesine vurulacak darbe yatmaktaydı. Buna göre bir sendikanın ülke çapında faaliyet gösterebilmesi için işkolundaki işçilerin en az üçte birini temsil etmesi zorunluluğu olacaktı. Yani yeni yasa tasarısının hayali işyeri ölçeğindeki %51 temsiliyet zorunluluğunu sektör ölçeğinde de genişleterek toplu sözleşmeleri imkansız hale getiriyordu. Böylece Adalet Partisi adına konuşan Hasan Türkay’ın da dediği gibi bu yasa ile “sendika enflasyonuna son verilecektir”.

Yeni yasal düzenlemenin asıl hedefi DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) idi. 1967 yılında TİP’in sendikal kadrolarının öncülüğünde kurulan sendika üç yıl içerisinde iyi bir ivme kazanmıştı. Özellikle, 15-16 Haziran direnişinde de görüldüğü gibi, DİSK’in en önemli katkılarından biri işyeri örgütlenmeleri olmuştur. İşçi eylemlerinin örgütlülüğü ve süreğenliği büyük ölçüde işyeri örgütlenmelerinden güç alır ve öyle de olmuştur. Nazaran kısa süre içinde işçilerin güvenini kazanan DİSK hızla sermaye sınıfının gündemine girmiştir. Ve kabul edilen yasanın sendikal örgütlenmeye getirdiği uçuk baraj ile de DİSK’in temsiliyeti zayıflatılmaya çalışılmıştır.

İşçiler direnişte

Yasanın iktidar-muhalefet el ele kabulünün hemen ardından DİSK 14 Haziran için toplantı çağrısı yaptı. Kemal Türkler başkanlığında Merter Lastik-İş Binası’nda gerçekleştirilen toplantıda 17 Haziran’da büyük bir miting yapılması kararlaştırıldı ve Anayasal Direniş Komiteleri kuruldu.

Ancak işçilerin öfkesi DİSK’in miting kararından daha büyüktü ve de bu karara sığmadı. 15 Haziran sabahı fabrikalarından çıkarak eyleme başladılar.

Fabrikalarına sığmayan yüz binlerce işçi kent merkezlerine doğru yürüyüşe geçti. Kadıköy bölgesi Ankara yolu üzerindeki fabrikalarda ayaklanan işçiler Kartal’a doğru yürüyüşe geçerken, Eyüp bölgesindeki işçiler Topkapı-Kağıthane güzergahına doğru ilerliyor ve Bakırköy’deki fabrikalardan çıkan işçiler de Londra Asfaltı’nı trafiğe kapatıyorlardı.

Direniş hemen akabinde Gebze’ye de sıçramış ve trafiği uzun süre kapalı tutacak şekilde yürüyüşlerine başlamışlardır. İzmit bölgesinde ise işçiler şehrin içine doğru akmaktaydı.

Devrimcilerin etkisiyle bu büyük direniş Ankara’da da yankı bulmuştur, işgal eylemleri gerçekleştirilmiştir.

Direnişin ikinci gününde işçilerin öfkesi daha örgütlü ve kararlı bir hal alırken patronların endişesi de artıyor ve ellerini kana bulamak üzere harekete geçiyorlardı.

Daha önce de söylediğimiz gibi, DİSK’e bağlı sendikaların işyeri örgütlenmelerinin derinleşmesi kabul edilse de eylemin genel itibariyle DİSK’in öncülüğüyle gerçekleştirildiğini söylemek akıl karı değildir. Üç yıllık ömründe işyeri örgütlenmelerine sunduğu katkı bir yana DİSK, bahsi geçen işçi direnişinin çapı ve kapsamı düşünüldüğünde öncüsü durumunda değildir. Eylem içerisinde bulunan işçiler arasında sendika üyesi işçiler vardır ve ağırlıktadır. Ancak bu işçiler “DİSK”li olmaları yanında asıl olarak örgütlenme hakları boğulmak istenen “işçi” oldukları için yer almışlardır.

TİP ne yapıyordu? Açıkçası bunu da cevaplandırmak kolay değil işçilerin tepki gösterdiği yasanın kabul edilmesine karşı çıkan TİP’in buna karşılık 15-16 Haziran işçi direnişi ile bağlantısının şaşırtıcı derecede zayıf olduğu biliniyor.

Eylemin “kendiliğinden” olup olmadığı ise bu yazının ölçeğini ve haddini epeyce aşacaktır.

Ne oldu?

Türkiye siyasi tarihinde işçi sınıfı ile devrimci hareketin birbirine yakınlaştığı ender anlardan birini temsil eden 15-16 Haziran işçi direnişi, örgütlü bir siyasi irade ve devrimci öznenin yokluğunda yaşanan her örnekteki gibi, iki günün ardından hızla geriye düşmeye başlamıştır.

Dönemin “öncü” olma ihtimali taşıyan özneleri ya bu tarihsel görevi yerine getirmekte başarılı olamamış ya da zaten tarihsel görevi üstlenmekte istekli davranmamıştır.

Sermaye sınıfı ise bir kez daha boşlukları iyi görmüş ve doldurmak üzere iştahla kolları sıvamıştır. 12 Mart’ı doğrudan 15-16 Haziran işçi direnişinin sonucu olarak okumak büyük bir yanılgı olur. Ancak bu direnişin sermaye sınıfının elini çabuk tutması gerektiğini ve kendi düzenini korumak için nelere ihtiyacı olduğunu gösterdiği açıktır.

Bugüne kalan 

Bu uzun iki günden çıkartılabilecek iki büyük ders vardır.

Biri, kuşkusuz bahsi geçen dönemdeki “zırva” sayılabilecek birçok tartışmaya son vermiş olmasıdır. Bizzat işçilerin kendisi işçi sınıfının varlığını sorgulayan ve onu devrimi gerçekleştirme ehliyetinden hayli uzak görenlere bugün de geçerli olacak şekilde cevap vermiştir. Türkiye’de işçi sınıfı vardır ve “biz buradayız” demeye de hazırdır.

Diğeri, devrimci öncülüğün önemi bir kez daha ortaya çıkmış ve sendikal mücadelenin sınırlarının görülmüş olmasıdır.

Ek olarak…

Ve fakat, tüm bunların ötesinde gösterdiği ve görmeye bugün de çok ihtiyacımız olan bir şey var ki o da örgütlülüğün önemidir. 15-16 Haziran hareketi tüm eksiklikleriyle birlikte örgütlülüğün bir sonucudur. Beklediği karşılığı ve kazanımı bahsettiğimiz eksikliklerden dolayı alamamış olsa da bugün bıraktığı şey hiç de azımsanamaz.

Yazının başına gidecek olursak, Türkiye’nin en kritik seçimlerinden biri olan 14 Mayıs ve 28 Mayıs’ın sonucu tarihimizin en gerici ve toplumu temsiliyetten uzak meclisinin kurulmasıdır. Buna karşı bir kesimin gözlerinden öfke ve umutsuzluk okunuyor. Bir dereceye kadar doğal da. Ancak… Aynı kesimin bunun nasıl olduğuna dair “tuhaf şaşkınlığı” ise doğal karşılanamayacak kadar şaşılasıdır. Çünkü cevabı ortada. Bu cevabı soL Haber Portalı’nda 08.06.2023 tarihli “Emekçi sınıflar AKP’den neden kop(a)madı?” başlıklı yazısıyla Alpaslan Savaş’ın deyimiyle vermek istiyorum.

“Örgütsüzleştirme bir politikadır ve yoksulluğun yönetimi için esastır. AKP bunu fazlasıyla başardığı için de bu seçimlerin galibi olmuştur.”

Gayet açık. Yalnızca buraya düzen muhalefetinin de örgütsüzleştirme politikasındaki büyük katkılarını ekleyerek yazıyı sonlandırmak isterim.

haber: soLhaber

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP