Yiyin, efendiler yiyin…

ABONE OL
26 Nisan 2022 10:16
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Oktay EROL

Ülkenin ergilerinden yabancılar daha çok yararlanmışsa/ yabancılar için daha çok kapılar aralanır olmuşsa/ daha çok yabancının mutlanması için hazırlıklar yapılmışsa/ bunun için ayrı bir emek harcanır duruma gelinmişse/ ülkenin taşınmazlarını pazarlayanlara olanaklar sunulmuşsa…

Neyin sözünü etmeye çalışıyoruz ki biz?

Asgari ücretli geçinemiyormuş, emekli aç kalıyormuş, emekçiler ev/ araba alamaz duruma gelmiş, çocukları aynı yazgıyı yaşıyormuş, pazar/ market fiyatları el yakıyormuş/ enflasyon oranı dünyada ikinci sıradaymış…

Yolu konuşuyoruz, köprüyü konuşuyoruz, kaldırım taşlarının renklerini konuşuyoruz, billboardlarda nasıl algı oluşturulur onu konuşuyoruz, yeni yapılacak saray yavrusunun çeşmesini/ duvar malzemesini/ kapısını/ pencerecini konuşuyoruz!

Kazanan “kepçeyle” alıyor gidiyor; alıp götürdüğünün nerede olduğu bile sorulamıyor! Yitiren her gün canından yaşam veriyor; alamıyor, doyamıyor, kullanamıyor, sevinemiyor, mutlu olamıyor, erinci/ gönenci yakalayamıyor…

“Bekleyin, güzel günler gelecek” deniyor; zamanı hep uzatılıyor!

***

Şuna inanalım artık; eğer, yabancının “yurttaş olabilmesi için” işleri yürütecek emlakçılara, başarılı oldukları oranda “destek” sağlanacaksa, bu yurdun yurttaşları geriye atılmış demektir!

“İktidar”, dar gelirlinin edinimlerinden söz etmiyor, dar gelirlinin alabileceği evden/ arabadan söz etmiyor, insanlar nasıl doyar/ mutlu olur ondan söz etmiyor, çocukların yaşadığı yoksulluktan söz etmiyor, iki ayda üç katına çıkan yemeklik yağdan söz etmiyor, borçlarından dolayı elektriği kesilen/ karanlıkta kalan insanlardan söz etmiyor, üniversiteyi yıllar önce bitirmesine karşın iş bulamayan gençlikten söz etmiyor, tencere kaynamayan mutfaktan söz etmiyor…

Yabancıya satılacak evden, elde edilecek kazançtan, bunu sağlayacak olanlara verilecek olanaktan söz ediyor!

Bu yurdun yurttaşının yoksul kalışından değil!

***

Ülkenin her şeyi var; doğası güzel, yaz ayları yaklaşırken gidecek yaylaları/ deniz kıyıları var, verimli toprakları dünyanın dilinden düşmüyor, tarihsel kalıtları saymakla bitmiyor, bir bu kadar insanı doyuracak güçte…

Ancak yok; bir türlü olmuyor, insanlar doymuyor, kazandıklarıyla geçinemiyor, dinlenceye gidemiyor, kalıtlarını gezemiyor/ göremiyor, bir dostunu/ yakının ağırlayamıyor, mutlu olamıyor!

Yıllardır süren bu doyumsuzluğun son bulması, ülkenin ergilerinden herkesin yararlanması, bir avuç aç göze tanınan olanağın son bulması gerekmiyor mu?

Bu yurdunu yurttaşının, kendinin “en önemli değeri” olan oyunu isterken bunları söylesenize; sizi yine açlıkla sınayacağız, değerlerinizi harcayacağız, yaşam alanlarınızı katledeceğiz, doğanızı/ çevrenizi talan edeceğiz, biz saraylarda yaşarken sizi çatısız yapılara hapsedeceğiz, zor koşullarda sizi harcayacağız, dar alanlarda yaşamaya zorlayacağız, çocuklarını aşsız/ yaşlılarınızı aç bırakacağız…

Ergileri yitirmemek adına korkaksınız!

***

Korkaksınız, gerçekçi olamıyorsunuz, verdiğiniz sözleri yerine getirmekten çok/ değişen yaşam alanınızın keyfini çıkarılıyorsunuz!

Yok, deyin isterseniz! Yanıldığımı, söyleyin…

Şu an yaşananları sormam mı size?

Bu yurdun dağında, taşında, yazgısında emeği olmaktan çok, varlığından bile haz almayanların sokaklarımızda egemenlik kurmalarıyla birlikte, bu yurdun insanlarının gidemeyecekleri/ göremeyecekleri yerlerde cirit atmaları neyin nesi demem mi?

Bu yurdun topraklarında yetişecek, yurttaşların daha kolay yollardan ulaşabileceği temel gereksinim ürünlerinin birçoğunu neden dışarıdan getiriyorsunuz, neden bu yurdun üreticisine/ çiftçisine/ köylüsüne ektirmiyorsunuz, neden verimli toprakların boş durmasını umursamıyorsunuz, neden iş gücünü ekonomiye katmıyorsunuz, yabancı ülkelere el açtırıyorsunuz demem mi?

Tüm bunların sorumlusu, suçlusu, yerine getirmeyeni yurttaş değil; sizsiniz!

***

Oruç ayındayız, sorsanız hiç biri kendini bir diğerinden ayırmıyor; sürecin gereği olarak da “aç kalmanın ne demek olduğunu tok olan da anlasın” sözünü yineliyor!

İnandırıcı mı bu? Gerçekten “aç kalmanın” ne demek olduğunu, “aç kalmanın” önüne geçilmesi gerektiği konusunda yapıcı önlemler almak için uğraş vereceklerini düşünüyor musunuz?

Yarım yüzyılı aşkın yaşamımın her yılında duyarım bu sözleri; bu güne değin hiçbir “iktidarın”, özellikle bu “iktidarın” çözüm için çaba harcadığını görmedim/ duymadım/ yaşamadım!

Verimli topraklarımızda yetişen domatesin bir tanesinin üç lira olduğu, açlık sınırının beşbin lirayı aştığı bir süreçte, emekli maaşını/ asgari ücretini/ bayram ikramiyesini açlık rakamın altında tutan yurdun üç kişiden ikisine “aç kal” diyen hiçbir “iktidarın” içtenliğine inanmam beklenmesin!

Tevfik Fikret’in dediği gibi;

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!
Bugün ki mideler sağlam, bugün ki çorbalar sıcak;
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

Yiyin, efendiler yiyin; bu cümbüşlü sofra sizin;
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!

25022022

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP