Yabancı kim; dar gelirli mi?

ABONE OL
18 Mart 2022 11:42
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Oktay EROL

Günümüzde normal bir ailenin bir ev ya da araç alması her geçen gün zorlaşıyor! Kentlerde, yıkılan eski evlerin yerine kondurulan betondan yapıları edinmek için ya yaşam boyu hiç yemeden biriktirmek, ya da halk arasındaki deyimle “başı sokacak” yeri unutmak gerekiyor!

Ülkenin yüzde altmışı/ yetmişi dar gelirli, asgari ücretle yaşamını sürdürmeye çalışan emekçi… Ne televizyon ekranlarında gördüğü “ev sahibi olmak daha kolay” duyurularına bakabiliyor, ne de geniş/ uzun yollarda yanlarında gurultuyla geçen aracı düşünebiliyor!

Bakmasın mı, düşünmesin mi?

Sistem içerisindeki anlaşmazlıklar/ kavgalar, bir yanda azalan alın gücü ile diğer yanda şatafata bulanmış yaşamla başladığı ileri sürülür!

Bir yanda yaşamının her evresini çalışarak geçirmesine karşın açlıkla/ tokluk arasında gel/ gitler yapan, bir yanda ne yaptıkları belirsiz katmanın elli/ yüz yıl gerisinden baka kalmak…

***

Geçende biri sözünü ediyordu, CHP’li Gürsel Tekin, partide çaycılık yapmış, sonra görevler almış, onlarca dairesi varmış!

Arama motorundan sordum, ancak doyurucu/ inandırıcı bir bilgi bulamadığım gibi, düzeltme/ doğrultma da göremedim!

Örneğin “çaycılık da yaptım, çalıştım, çabaladım” diyor!

Çalışarak, haksız kazançtan uzak kalarak, sağdan/ semirmeyerek yukarısı var mı bilmiyorum da, yüz tane daire edinmenin “içinin” pak olduğuna inanmıyorum!

Sokağa yurttaşın arasına ineceksin, açlıkla sınanan insanların arasına karışacaksın, mikrofonu eline aldığında “iktidarın” hırsızlığından/ yolsuzluğundan/ etrafını saran kirliliklerinden söz edeceksin…

Ya üzerindeki “her yanı” lağıma sürülmüş, sağa/ sola sasımış koku yayılmış giysinin içindeki siz…

Yineliyorum; bu güne değin doğrulama yönünde bir adım atıldığına tanık olmadığım gibi, aramam sonucunda da bulamadım! Eğer doğruysa, başka yerin “haksızlıklarının/ hırsızlıklarının” peşinde olmaya ne gerek var, anlamıyorum!

Çaycılık yaparak, evler, arabalar, banka hesapları…

Bana, milenyum öncesinin başbakanı Tansu Çiller’i çağrıştırdı. Gazetecilerin, herkese/ her şeyi sorabildiği dönemdi, nasıl “bu denli mal varlığı” olduğu sorulmuştu. O’da, evlendiklerinde takılan altınları belli bir dönem altında, belli bir dönem dolarda, belli bir dönem başka kazandıran etmenlerde tutarak varsıllığı yakaladığını söylemiş, o dönem basının dala/verelisi olmuştu!

Basın bugün aynı koşullarda olsa, kimler “dala/vere denilen listenin içerisine girmez demek ki!

***

Yapılan betondan yapıları üç/ beş kişi alıyor, binler/ onbinlerce kişi yanından geçmeye çekiniyor, demire/ çimentoya/ inşaat girdilerine zam geldikçe üç/ beş kişinin varlıkları değer kazanıyor, “diğerleri” alımdan bir o denli uzaklaşıyor!

Selda’nın unutulmaz şarkısı vardı, bir dörtlük şöyleydi: Adaletin bu mu dünya/ Ne yar verdin, ne mal dünya/ Kötülerinsin sen dünya/ İyileri öldüren dünya…

Öyle ya “adaletin bu mu dünya…” Dünyanın neresinde bir yaprak oynasa, önce bizdeki borsa, bizdeki ulusal para, birdeki temel gereksinmeler, bizdeki demir/ çimento, bizdeki mutfak tüpü/ yemek yağı, bizdeki üretici girdileri, bizdeki yaşam zorluğu alıyor başını gidiyor!

Komşu ülkelerin yabancıları, ceplerinde getirdikleri dolarla/ avroyla araçlarının bagajını dolduruyorlar, isterlerse pazarlıksız ev alabiliyorlar, bir ay gezseler/ tozsalar sevinerek geri dönüyorlar!

Bu ülkede yaşamış, bu ülkenin yoğunda/ zorluğunda güç vermiş, açlıkla sınanmasına bile aldırmadan çalışmış emekçinin fiyatını sormayı bırakın, yanından geçmeyi unuttuğu ne varsa yabancının “elinin kiri” olmuş!

Daha bugün gelen bir bülten vardı. Ankaralı emlakçılar, Rusya’dan gelecek olanların Ankarı’yı seçme olasılıklarını değerlendirerek, fiyatı geçen yıla göre yüzde yüzotuz artırmışlar!

İstanbul’un Avrupa yakası ile Edirne’ye Bulgaristan’dan gelenler, İzmir’e Yunanistan’dan gelenler, Akdeniz bölgesine bilmem nereden gelecek olanlar “daire fiyatlarını” öyle ucuz buluyorlarmış ki; hemen anlaşma yoluna gidiyorlarmış! Bir de İkiyüzellibin Amerikan Doları ya da karşılığında yatırım yapan yabancıya, üç yıl boyunca satmama koşuluyla yurttaşlık da veriliyor ki…

Yüklenici firmalar göbekten gülebilsin diye…

***

“Adalet” böyle bir şey olmalı!

Kendi ülkende ücretini ödediğin yollara/ köprülere yabancı, yaşadığın kentin beton yapılarına yabancı, taş eksen yeşertecek toprağına yabancı, bulvarına yabancı, vitrinine yabancı…

Sanıyorum hepsi bir yana…

Koca ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan dar gelirlisi, emeklisi, emekçisi, üreticisi, esnafı “yabancı” olması düşünülmesi bile anlamsız; olsa olsa bir avuç çoğunluğuyla ellişer/ yüzer daire alabilendir asıl yabancı, asıl bu yurdu tanımayan, asıl bu yurdun insanını yüz üstü bırakan, asıl üretmeden varsıllığa kavuşan…

Yabancı, bu yurdu/ insanını tanımayan olmalı…

 

17032022

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP