Kısa bir süre önce, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Güzel Sanatlar Genel Müdürü’nün bir “derkenar” ile görevden alınması konusundaki görüşlerimi yazdım.
Yazımda “Müzik, resim-heykel, geleneksel tiyatro, mimarlık alanlarında artık “yerli ve millî” bir silkinme bekleyebilir miyiz? Beni ilgilendiren birincil mesele tam da budur!” diyerek, sonunda da bağladım ki; (görevden alınan Genel Müdür) “Tokaç döneminde olmayan “şeylerin” Tokaç sonrasında olacağına dair umutlanabileceğimiz ihtimalini ancak, Bakan Ersoy’un ağzından duyacağımız açıklamalardan sonra ifade edebilirim.”
Sayın Bakan’ın ağzından kültür politikalarında ne gibi bir yol haritası hazırlandığını duymadık. Ancak, Güzel Sanatlar Genel Müdürü olarak Cumhurbaşkanı’na sunulan isimleri duyunca, pek ümitvar olmamızı gerektirecek bir ortamda olmadığımızı anladım.
Kanaatimce, Cumhurbaşkanı, Kültür Bakanı ve iktidarın ortakları olarak AK Parti ve MHP’nin yöneticilerinin kendilerine şu temel soruyu sorması gerekiyor:
1945 yılından itibaren her alanda Batı’nın denetimine tabi olmuş Türkiye’nin milli kültür politikası uygulamak diye bir sorunu var mıdır?
Elbette, bu sorunun devamı olarak, Kültür Bakanlığı’nın milli kültürün desteklenmesine özel önem vermek gibi bir görevi var mıdır?
Kimse kızmasın, ama yapılanlara bakınca, milli kültürün önemsendiği izlenimi alamıyorum.
Sadece bir örnek verip geçeceğim:
30 Haziran 2017 yılında, o sıralar yazdığım ABC sitesinde aşağıdaki makalem yayımlandı.
Cumhuriyet’in 100. Yılı Filmini Kim Çekecek?
Bizim mantalitemizin bir olumsuz ögesi de, her şeye geç kalmaktır.
Toplumsal bir refleks olarak çok sevdiğimiz unutmak kadar önemlidir, geç kalmak! Her ne kadar, “güzel abimiz” Edip Cansever, her şiirseverin diline pelesenk olmuş ‘Mendilimde Kan Sesleri” şiirine
“Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz…”
dizeleriyle başlasa da, aslında halk arasında tam tersi geçerlidir. Her şeye geç kalırız, hiçbir şeye yetişemeyiz.
ABC gazetesi yazarlarından, dostum Melih Baş’la, bayram tatilinde yaptığı Yunanistan gezisi ve özel olarak da Selanik hakkında sohbet ederken, neden bu olumsuzluğumuzu hatırladım? Çünkü, Baş’ın anlattığına göre, Selanik’in hiçbir noktasında; Atatürk Evi’nin hemen yanı başında satış yapan hediyelik eşya dükkanında satılan Türkçe turistik şehir rehberinde dahi, Atatürk’le ilgili herhangi bir işaret, yön vs. bulunmamaktaydı!
Türk turistin Selanik’te en çok merak edeceği şeylerin başında Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e ait işaretler, anılar olduğunu diyelim ki, rehberin yazarı, yayıncısı, belediye vs. idrak edemiyor. Peki, Atatürk Evi’ni yönetmek ve açık tutmakla görevli memurlarımız ne iş yapıyor?
Kültür Bakanlığı’mızın görevlendirmesiyle, hasbelkader oraya giden memura kızmamak lazım, elbette!
O memur, yan binada satılan Türkçe şehir rehberini hiç merak edip eline almamış, aldıysa da, içinde Atatürk’le ilgili bilgi olmadığından rahatsızlık duymamış, sorgulamamış da olabilir.
O memur, Atatürk Evi’nde Ali Rıza Efendi diye, yanlış bir resim asılmış olmasının farkında olmayabilir. O memur, bizzat Atatürk’ün “bu resim babamın resmi değil”, dediğini de bilmeyebilir; öğrendiğinde ise, bu yanlışlığı düzeltecek enerji ve inisiyatife sahip olmayabilir.
Çünkü, o memurdan beklenen, her işe burnunu sokmaması, kendi başına düşünmemesi, cüret edip, amirlerine akıl vermeye kalkışmamasıdır! Memurumuzun böyle davranmasının ardındaki devlet yönetme anlayışı; sistemi, ülke olarak her şeye geç kalışımızın, hiçbir şeye yetişemeyişimizin asıl nedenidir.
Cumhuriyet’in 100. Yılını Nasıl kutlayacağız?
Durum böyle olunca, devleti yönetenleri uygun bir erken vakitte uyarmak da, yurttaş olarak görev haline geliyor. O nedenle, şu soruyu sormanın tam zamanıdır: Cumhuriyet’in 100. kuruluş yılını kültür ve sanat alanında nasıl karşılayacağız?
Elbette, özellikle de Kültür Bakanlığı’mızın bu konuda ne yapacağı önemlidir ve merak konusudur?
Edebiyat, tiyatro, müzik, heykel ve resim, opera ve bale alanlarında 100. yıl programı planlanmakta mıdır?
Bizler, yani sinema sektörü açısından en önemlisi, sinema alanında Cumhuriyet’in 100. yılına lâyık olacak, neler yapılması düşünülmektedir?
Ben şimdiden endişe içerisindeyim. Neden, derseniz, size iki neden sunabilirim.
Endişemin birinci kaynağı, doğrudan bu tür filmlerin yapılmasıyla ilgili takip edilen yöntemle ilgilidir. Size iki başarısız örnek sunacağım. Buradan, ne demek istediğim anlaşılabilir.
İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı döneminde TSK bir film yapılmasına maddi ve manevi olarak katkıda bulundu. Hayır, bu film, Başkomutan Atatürk’ün hayatına veya askerlik başarılarına dair bir film değildi. Zaten, Genelkurmay böyle bir film yaptırmayı hiçbir zaman düşünmedi! Bu film, birkaç gün önce, 2226. kuruluş yılını kutladığımız ordunun tarihinden çetin muharebelerin anlatıldığı bir film de değildi.
Koskoca TSK’nın Türk Hava Kuvvetleri’nin 100. yılı şerefine yaptırdığı film ne yazık ki, Tom Cruise’un başrol oynadığı ‘Top Gun’ çakması ‘Anadolu Kartalları’ oldu! Ordu kendi kuruluşunu bu kadar ucuz kasaba kurnazlıklarına teslim etmemeliydi!
Atatürk’ün hayatını ve ulusal kazanımlarını yaşatmak ve gelen kuşaklara aktarmak için kurucusu olduğu parti, meclis, cumhurbaşkanlığı şimdiye kadar ne yaptı ki, TSK’dan ne bekliyorsun, diyen sorunuzu duyar gibiyim. Haklısınız, elbette!
Endişemin dayanağı ikinci örneğim ise, İstanbul’un fethinin anlatıldığı, bizzat Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılması teşvik edilip desteklenen ‘Fetih 1453’ filmidir. Film gösterime girdiğinde, görsel efektlerin fecaat derecede kötü oluşunu, senaryonun düzeysizliğini, oyunculuğun komediden trajediye geçirdiği evrimi neredeyse tek başıma dile getirdim. O dönem eleştirilerimde yalnız kaldım. Ama biliyorum ki, şimdi büyük çoğunluk da benim gibi düşünüyor.
Her iki örnekte de, hatanın kaynağı kötü niyet değildir. Bunun altını çizelim. Ama, işi bilmeyenlerin karar verici konumda olması, bu kötü filmlerin ortaya çıkmasının asıl nedenidir. Bunu da kabul edelim.
Cumhuriyet’e Sahip Çıkmanın Yöntemi
İki önemli konuda, bu iki çok başarısız ve kültür düzeyimizi aşağıya çeken film örneklerini masaya koyduğumuzda, ne yapmamız gerektiği ortaya çıkıyor; bürokrasiyi Cumhuriyet’in 100. Yılı kutlamalarında karar alıcı yetki alanından çıkarmak veya mümkün mertebe gözetim ve yürütücü görevlerle sınırlamak!
Cumhuriyet kutlaması millî iradeyi yansıtacaksa, bunun yolu özellikle de kültür ve sanat etkinliklerinde çok sesliliği korumak ve gözetmekten geçer. O halde, ülkemizin fikir ve kültür düzeyini yansıtacak topluluğun seçimlerde karar alıcı pozisyona getirileceği bir düzenek kurulması, akla en uygun çözüm yöntemidir. Millî Kültür Şurası etkinliği bu konuda dayanak alınacak en önemli deneyimdir.
Sanat alanlarında kapsam ve çerçevenin belirlenerek ilan edilmesi, başvuruların alınması, değerlendirmeleri yapacak jüri (ler) oluşturulması, bütçe/kaynak sağlanması, eserlerin gerçekleştirilmesi ve daha pek çok safhaları düşündüğümüzde, 2023’de Cumhuriyet’in 100. yılı kutlamalarına sunulacak eserlerin gerçekleşebilmesi için Kültür Bakanlığı’mızın 2018’de çalışmalara başlaması gerektiği anlaşılıyor. Bunun için de, şimdiden konu üzerine yoğunlaşılması ve tefekkür edilmesi gerekiyor.
Lütfen, bu kez geç kalmayalım. Cumhuriyet’in 100. yılına ülke olarak lâyıkıyla yetişelim.
Ben şimdiden heyecanlandım: Cumhuriyet’in 100. yılı filmini kim çekecek?
***
Diyeceksiniz ki, yazdın da ne oldu?
Haklısınız!
Aradan tam 4 yıl geçti ve Kültür Bakanlığı’nın Cumhuriyet’in 100. Yılı kutlamaları için nasıl bir kültürel program hazırladığını kimse bilmiyor. İki havaî fişek gösterisi ve birkaç müzik konseri ile konuyu “halletmeyi” düşünüyor olabilirler!
Ne yazık ki, Cumhurbaşkanlığı makamında kurrulduğu söylenen Cumhuriyet’in 100. Yılı Kutlama Komitesi adında bir komitenin varlığı dışında hiçbir şey bilmiyoruz! Sözü edilen komitenin çalışma planı, bütçesi, hedefleri vs hakkında da kimse bir şey bilmiyor!
Yeniden başa dönersek; milli kültürün desteklenmesi konusunda Kültür Bakanlığı’ndan kararlı ve ikna edici girişimler bekliyoruz.
YAZARLAR
6 saat önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce