Sibel ÖZBUDUN
III.3) SOYKIRIM (MI?)
Nezahat ve Kazım Gündoğan’ın, “Katliam sözcüğü karşılamıyor… Dersim’de 1925 ila 1950 arasında uygulanan politikaların soykırım olarak kabul edilmesi ya da katliam olarak kabul edilmesi demek cumhuriyetin işlediği suçların hesabını vermesi anlamına gelir,”[90] ifadesinin altı ısrarla çizilmelidir!
Bu böyleyken; siz bakmayın, “Kuru deriden bal çıkarmak isteyenler bir süredir 1938 Dersim olaylarını gündeme getirmek, olayları bir tür soykırım olarak kabul ettirmek peşindeydiler,”[91] diyen resmî ideolojinin epigonlarına!
Ayrıca BDP eski Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in, “Dersim’de yaşananları kitle katliamı olarak değerlendiriyorum. Ancak konuyla yakından ilgilenenler bunun bir soykırım olduğunu söylüyorlar,”[92]
Evet “Dersim 38 ‘bir soykırımdır.’ Bu soykırımın mimarları, dönemin cumhurbaşkanı, başbakanı, (hükümeti) ve CHP’dir. Soykırımın pratik uygulayıcıları ise Genelkurmay, vali, komutanlar ve askeri yargıçlardır.
Soykırım tespitini doğru bulmayanlar var. Koçgiri’den başlayarak, Şeyh Said, Zilan ve Dersim soykırım girişimleridir. Örneğin, anne ve baba tarafından toplam 40 civarında akrabamız katledilmiş, toplu mezara gömülmüş ve geride kalan az sayıda insan ancak soylarını sürdürebilmiştir. Bu, soykırım değil de nedir?
Şu durumda birileri çıkıp, teorik tespitlerle akademik tarihçilik yaparak, bizlere ‘soykırıma uğramadığımızı’ anlatma aymazlığı içindeler. Bize diyorlar ki ‘atalarınıza değil, resmi tarih ve bize inanın.’ Bizim kuşaklar bu tarihi, kitaplardan değil canlı tanıklardan dinleyerek öğrendi. Hangi köyde, dağda, tepede, vadide, nehirde ve mağarada katledildilerse tek tek yer göstererek, ağlayarak, ağıtlar yakarak; bir film anlatır gibi anlattılar bizlere.
Bu acılarımızı, bilincimizi, öfkemizi, iddialarımızı ve taleplerimizi, resmi tarihin çarpıtmalarına kurban etmeyeceğimiz gerçeği, ‘Dersim 38’in soykırım olduğu gerçeği kadar kesindir,”[93] diyen Erdal Avcı sonuna kadar haklıdır…
“Nasıl” mı? İşte kanıtı!
Dersim Katliamı’nda yakınlarını kaybeden Ali Doğan’ın açtığı davaya bakan mahkemenin talebi üzerine Başbakanlık tarafından gönderilen arşiv belgeleri hem Dersim’de ‘çoluk çocuk’ denmeden nasıl bir katliam yapıldığını ortaya koydu. Belgelerde ayrıca katliamın bugüne kadar bilinenin aksine 1938’de bitmediği, 1939 yılının temmuz ayında da devam ettiği ortaya kondu.
Ali Doğan’ın avukatı Barış Yıldırım belgelerin Dersim’de bir isyan değil, toplu bir katliam ve soykırım yaşandığını açıkça ortaya koyduğunu belirterek, “Biz sadece tazminat değil, tüm sorumluların açığa çıkarılmasını istiyoruz. Belgeler tüm harekâtın üst makamların bilgisi dahilinde gerçekleştirildiğini ortaya koyuyor” dedi…
Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve ilgili kurumlardan konuya ilişkin belgeler istendi. Başbakanlık talep üzerine konuyla ilgili belgeleri mahkemeye gönderdi.
Avukat Barış Yıldırım belgelerin katliama ilişkin çok açık bilgiler sunduğunu belirterek, “Belgede ‘Yılan Dağı’ndan kaçmak isteyen 40 kadar silahlı, 30 kadar çoluk-çocuktan oluşan haydutlar 38. Alay’ın pususuna uğradı’ deniliyor. Buradan çıkan şu; Dersim’de yaşayan her canlının askeri harekâtın hedefi olduğudur. Çocukların bile pusuya düşürüldüğü askeri harekâttan bahsetmekteyiz” şeklinde konuştu.
Bu belgenin Dersim’de bir isyan yaşandığı tezini tamamen çürüttüğünü ve orada yaşananın açık bir toplu katliam ve soykırım olduğunu ortaya çıkardığını dile getirdi. “Belgelerden açıkça anlaşılacağı üzere askerî harekât, tamamen imha amaçlı yapılmış. Askeri harekâtın asıl amacı tüm Dersimlilerdi” diyen Yıldırım, “Bu hâliyle Birleşmiş Miletler Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin 2. maddesinde belirtilen, ‘ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen suç’ olarak tanımlanan soykırım suçu işlenmiştir” şeklinde konuştu. Yıldırım, “Arşivlerden anlaşılan, yapılan harekâtın her gün üst makamlara rapor edildiğini ve katliamın devlet kontrolünde yapıldığını da ortaya koyuyor,” dedi.
Belgelerin katliamın tarihine ilişkin bugüne kadar bilinenleri de değiştirdiğini belirten Yıldırım, “Bugüne kadar Dersim askeri harekâtının 1937’nin 4 Mayıs’ın da alınan Bakanlar Kurulu kararıyla başladığı, 1938’de devam ettiği ve sonlandığı biliniyordu. Fakat gizliliği kaldırılan Başbakanlık Cumhuriyet arşivindeki 2 Ağustos 1939 tarihli bir belgeye göre, askeri harekât 1939’da da devam etmiş,” dedi.[94]
III.4) KANITI (MI?)!
Yine dönemin Ovacık Kaymakamı’nın Ankara’ya gönderdiği bir rapora da ise, “Dersimliler’in kan içip, insan eti yediği, güneşe taptığı” yazılı.[96]
Ayrıca benzeri resmî yazışmalarda şunlar da kayıtlı…
“Dersim son derece kayalık, sarp ve şab’ul-mürür (geçilmesi zor) vahşi yerler olup zer’ edilecek (ekilip biçilecek) aksamı ve mer’aları azdır. Arazinin bu vahşeti Dersim ahalîsinin tab’ına (tabiatına da) icrây-ı te’sîı ederek hepsini vahşi ve hunhar, insâniyet ve faziletden mahrum bir hâle koymuştur. (…) Son derece yalancı ve tab’an (huy olarak) hilekâr ve fırsatçı olduklarından sözlerine itimad etmek tamamen ve katiyyen sâfderûnlukur.”[97] “Dersimli yalnız kuvvet önünde boyun eğer ve bu eğişte kin gayz ve fırsat bekleyen mücehhez bir tiptir. Bütün bir tarih Dersimliyi böyle tanır.”[98]
“Bizim için malum bir esas varsa o da Kürtlük denilen cereyanın henüz Kutu deresi veya Kalman ocağı denilen ve merkezini Haydaranlı aşireti teşkil eden eski Dersim kısmında yuvalanmakta olduğudur. Bu yuvada kaynayan ateşin kıvılcımları etrafa saçılmadan söndürmek de Ağrı kadar mühim ve lazım bir mahiyette görülmektedir.”[99]
“Ya Dersim taşarsa?.. O zaman Dersim, büyük bir bela selidir, etrafa bir kurt sürüsü, bir sırtlan sürüsü yayılır. Ne mal ne hayat; o hiçbir şey tanımaz. Vurur kırar parçalar, yüklenir ve geri döner.”[100]
Ya görüşler mi?
“Eğer Derebeylik meselesi sadece bir Dersim meselesi olsaydı, bu mesele derhâl, üstünde fazla durulmaya mahal olmayan küçük bir idari dava hâline istihale eder giderdi. Hâlbuki derebeylik deyince biz, Türk inkılâbının getirdiği bütün siyaset, iktisat ve hukuk usulleri haricinde bu usullere karşı cebren tegallüp etmek isteyen geri bir cemiyet tarzının maddi müesseselerini (yarı feodal toprak mülkiyetini) ve bu müesseselerin meşruiyetini müdafaa eden ruhani kuvvetleri (yani şeyh ve tekke nüfuzunu) anlıyoruz. Toprak köleliği ve insanın toprakla beraber alınır, satılır bir ‘meta’ hâline getirilişi; toprakta müstahsilinin ya bir duygusuz öküz, ya cansız bir kara sapan gibi sessiz ve hissesiz kılınışı ve nihayet vatandaş ruhunun bu menfur esarete baş eğmekten başka bir şey bilmeyen bir kara çamur hâline kalbi derebeylik nizamının maddi ve manevi işaretleridir. Bu işaretleri biz, Türk vatanının neresinde sezersek orada derebeyliğinin sıkılacak boğazını aramak hem hakkımız, hem vazifemizdir. (…) Kürt beyi, tehakkümünü Kürtleştirilmiş Türkün, toprağı, kanı, milliyeti, dini ve namusu pahasına yaşatır.”[101]
“Kürt aslında aşiret ananeleri ve din rabıtaları dolayisile ve cebir tahrikile istismara daha fazla boyun eğdiğinden beyin nazarında randımanı yüksek bir istihsal vasıtasıdır. Bunun için derebeyi arazisindeki Türk unsurunu da muti Kürt unsuru hâline getirmeyi sinifî menfaatının icabatından addeder. Bugün bütün Elaziz, Malatya Türk iken Kürtleşmiştir. Bugün bu hâl bütün şiddetiyle elân devam etmektedir. (…) Kürtçe konuşan birçok aşiretin isimleri de Türkçedir: Arslanuşağı, Koçuşağı, Ferhatuşağı, Laçinuşağı, Karaballıuşağı gibi. (…) Kürtler tarafından daimi taarruzlara daimi tecavüzlere maruz kalan Türk köyleri kurtuluş yolunun Kürtçe konuşan aşiretler içinde varlıklarını eritmekte bulmuşlardır.”[102]
“Kanunun (Tunceli kanunu) bugün Kamutaya sevk edilmesine sebep, ne bir isyan, ne de buna benzer anormal bir hâldir: ara sıra had nöbetlerle tepen müzmin bir hastalığı kökünden gidermektir. (…) Cumhuriyet hükümeti adet ve ananesi olduğu üzere tenkil değil tedavi tedbiri almaktadır.”[103]
“Dersimlileri Türk sananlar var… Ben de onları hiçbir zaman Türk sanmıyorum. Türk’te bedevilik, iptidailik, vahşet, merhametsizlik ve kan içicilik seciye hâlinde mevcut olamaz. Bundan başka, antropolojik evsaf ile Türk başkadır, Dersimli başkadır; Türkçe başkadır, Zaza dili başkadır. (…) Malumdur ki zirai ve iktisadi faaliyete dayanmıyan hiç bir temdih fayda vermez. Desek ki okutup yazdırmakla bir asırda bu ırkın vahşetini, hunharlığını, iptidailiğini ve atavik seciyesini yenebileceğiz. Fakat bu kartal yuvasında medeni adam yavrusu büyümez ki.”[104]
Ve Sabiha Gökçen’in itirafı:[105] “O zaman Diyarbakir Hava Alay Kumandanı olan Fevzi Uçaner bizi toplayıp vazife vermiş ve ‘tabancalarımızı unutmayalım!’ demişti. Ben de Ata’nın verdiği tabancayı şöyle bir yokladım. Hiç lüzûmu olmayacağı hissi vardı içimde. Kumandan bu arazide her zaman ‘mecburi iniş’ tehlikesi mevcut olduğunu sözlerine ilâve ediyordu. Ayrıca ‘Canlı ne görürseniz ateş edin’ emri almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk.”[106]
4 Mayıs 1937’de Cumhurreisi Kamâl Atatürk riyasetinde (başkanlığında) toplanan Yüksek Müdafaa Meclisi, Dersim’de ne yapılacağının planını belirlemişti.[107] Bu çerçevede Yüksek Müdafaa Meclisi’nin ilk önemli faaliyetlerinden biri de, askeriyeye ek kaynak sağlamak için 1934’de kabul edilen 2425 no’lu gizli kanundur.
Konuya ilişkin olarak Fazilet Partisi’nin İstanbul Milletvekili Azmi Ateş’in soru önergesine TBMM Başkanı Ömer İzgi’nin verdiği yanıtla, 2425 no’lu Kanun üzerindeki gizlilik perdesi kaldırılırken; 3 Mayıs 1934 tarihli 7 maddelik ‘Milli Müdafaa Vekaletince 49.5 Milyon Liralık Taahhüdat İcrası Hakkında Kanun’la’, 8 senede, askeri yönden gerekli araç gerecin alınması ve emlakin inşasıyla tamiri için toplam 49.5 milyon liralık bir harcama planlandı.
Kanunun gizli olmasının en önemli niteliği de, 49.5 milyon liranın TBMM denetimi dışında bütçelendirilmesiydi. Kaynağın Maliye Vekilinin bono ihracıyla borçlanmasıyla karşılanması öngörülüyorsa da, 23 Mayıs 1934’te TBMM’ye sevk edilen tasarının 29 Mayıs’ta kanunlaşmasıyla, tütünden içkiye, çaydan cama, damga pulundan sinema biletine ve pamuk ipliğine kadar pek çok üründen belli bir miktarda ‘Milli Müdafaa Vergisi’ alınmaya başlandı.
Ve hemen ardından 14 Haziran 1934’te, ‘Türk kültüründen olan’ ve ‘olmayan’ ya da ‘anadili Türkçe olan’ ve ‘olmayan’ ayrımı yapıldığı için Anadolu’nun beşeri coğrafyasını yeniden değiştirecek İskân Kanunu kabul edildi ve yürürlüğe kondu.
Yüksek Müdafaa Meclisi, 1935 Haziran’ında yaptığı toplantıda da üç yıllık bir program belirledi. Bunun gereği Aralık 1935’deki kanunla, askeriyenin hava gücünü artırmada kullanılmak üzere 21.5 milyon liralık kaynak yaratmak amacıyla vergide yeniden artışa gidildi.
Ve yine ne tesadüf ki, TBMM’de, 21.5 milyon liralık vergi artışını öngören (2881 ve 2882 no’lu) Kanunların ardından, yine Aralık 1935’te Dersim’de kırımın idaresini kuran 2884 no’lu ‘Tunçeli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun da yasalaşıp, yürürlüğe kondu. Bu dönem, Milli Müdafaa Vekaleti’ne yani askeriyeye hep kaynak aktarılan yıllardı.
1936-1937 bütçesi 1 Haziran 1936’da yürürlüğe girdi, ama 12 gün sonrasında hemen 25 milyon 780 bin liralık ek bütçe yapıldı ve bunun 7.5 milyon lirası da yine Milli Müdafaa Vekaleti’ne ayrıldı. Nitekim Türk Hava Kurumu’nun kaynaklarıyla da askeriye desteklendi. Kurumun 1939 Haziran’ına kadar topladığı 69.7 milyon liranın 49.1 milyon lirası da askeriyeye aktarıldı.
MGK’nin önceli olan Yüksek Müdafaa Meclisi’nin gerekli esasları belirlediği ve bakanları dolayısıyla hükümeti görevlendirdiği program nedeniyle, askeriyeye gizli ve açık kanunlarla pek çok kaynağın aktarıldığı 1930’ların ikinci yarısı, Dersim’de devletin Tunç Eli’nin kırım harekâtının yoğunlaştığı yıllardı.
Karakol ve köprü yapmanın dışında sırf harekâtlar için milyonlarca lira harcandı. 100 günlük askeri harekâtın bütçesinin yaklaşık 1 milyon lira olarak belirlendiği dikkate alınırsa,[108] o günkü kriz ortamında bütçe içi ve dışı kaynakla desteklenen kırımın ekonomik maliyetinin önemli bir yekûn tutmuştu.[109]
iii) Dahası da var!
Dersim Katliamı’nda Nazi gazlarının kullanıldığı iddiaları devam ederken, yeni bir belge daha ortaya çıktı. Naziler tarafından hazırlanan bir raporda, katliam sırasında “Harekât bölgesinde beş bin insan öldürüldü” ifadeleri yer aldı.
Tarihçi İsmail Küpeli, Nazi rejimi ile Türkiye ilişkilerini ortaya koyan belgeyi sosyal medya hesabından paylaştı. 1937-38’de Dersim katliamı ile ilgili dönemin Almanya’nın Trabzon Konsolosluğu’nun o tarihte hazırladığı raporda, “Harekât bölgesinde beş bin insan öldürüldü” ifadesi yer alıyor.
Raporda, “erkek çocuklar, yaş ve boyları dikkate alınarak harekât bölgesinde öldürüldüler” bilgisi paylaşılıyor. Ankara’nın Nazi rejimine olan sempati ve hayranlığına da ayrıca yer veriyor.
Dersim Katliamı’nda Nazi gazlarının ve ABD uçaklarının kullanıldığıyla ilgili daha önce yeni belgeler ortaya çıkmıştı. Belgelere göre Dersim Harekâtı, Nazi Soykırımı için laboratuvar işlevi gördü.[110]
Dersim’de zehir gaz kullanıldığını ilk Nuri Dersimi yazmıştı.[111] Daha sonra Türk Dışişleri Bakanlığı, Senato üyeliği ve 12 Eylül 1980 darbesinden önce Cumhurbaşkanlığını vekâleten yürüten İhsan Sabri Çağlayangil “itiraf” etmişti. Anılarında, Seyit Rıza ve arkadaşlarının hukuk dışı yollarla nasıl yargılandıklarını, Seyid Rıza’nın son anlarını ve son sözlerini anlatan Çağlayangil, tarihe not düşmüştü.[112]
Çağlayangil, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na verdiği röportajında şunları anlatır: “Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu.”
Konuyla ilgili olarak 19 Kasım 2014’de Seyid Rıza’nın idam edilişinin 77’nci ölüm yıldönümünde, ‘Dersim Araştırmaları Merkezi’ (DAM) önemli bir belge açıklandı. Kalan Müzik’in de sahibi olan Hasan Saltık’ın arşivinden alınan belge, 19 Şubat 1942 tarihli olup, Başbakan İbrahim Refik Saydam tarafından dönemin Genelkurmay Başbakanı Mareşal Fevzi Çakmak’a yazdığı telgraftır. Telgrafta Saydam, “Kendi halkına kullanılan bu gazların toplu sivil ölümlere yol açtığı görülmektedir. Düşmana karşı bile kullanılmasına karşıyım,” diyor ve utanç duyduğunu vurgulayıp ekliyor:
“Bir hekim olarak, yakıcı ve boğucu gazların, düşman askerlerine bile uygulanmasına karşı olduğunu belirtmeliyim. Tunceli’de kullanılan bu gazların bir daha kullanılmaması için yasa teklifi hazırlamaktayız. Ön hazırlıklar raporunda ifade edildiği üzere kendi halkına kullanılan bu gazların toplu sivil ölümlere yol açtığı görülmektedir. Bir hekim olarak da, bir insan olarak da bundan utanç duyduğumu belirtmeliyim. Bir daha tekerrür etmemesi için gerekli yasal çalışmaları başlattığımı belirtmek isterim.”[113]
Harekâtın neye mal olursa olsun bir an evvel bitirilmesinden yana olan dönemin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, “Saldırıyı gerçekleştiren Kalan Aşireti ve diğer aşiretlerden bunun bedelini çok ağır şekilde ödetileceğinden hiç kuşku duymadığımı belirtmek isterim” diyecektir. Oysa bir saldırı söz konusu değildi.
Anlaşılıyor ki, Ankara Hükümeti “çıbanbaşı” olarak gördüğü Dersim sorununu kökünden hâlletmek için, zehirli gaz dâhil her türlü öldürücü ve boğucu silahı kullanmaktan çekinmeyecekti…
Yapılan arşiv çalışmasında bu gaza ve ülkeye nihayet ulaşabildik.
İlk belge Dördüncü Umumi Müfettişliğine ait. Müfettişlik Tayyare Alay Kumandanından yangın, Milli Müdafaa Vekâlet’inden de yakıcı ve boğucu gaz bombaları istiyor.
Dördüncü Umumi Müfettişi General Alpdoğan, resmi yazışmaların dışına çıkacak şekilde oldukça samimi ve duygusal bir telgrafı Başvekâlete (Başbakana) çekiyor ve şunları yazıyor:
“C: 27/3/937 gün ve 263 sayılı yüksek buyruklarına:
1-Tayyare Bölüğü bu gün Elâzize (Elâzığ’a) geldi. Çanakkale’den tertibine emir buyrulmuş olan jandarmaların Balıkesir’den bindikleri trenin dün hareket ettiği haberi de alındı. Her sıkıntılı zamanlarda vazifelerimizi kolaylaştırıcı ve bizleri kuvvetlendirici yüksek eli, yardımı yetiştirmekle minnetimizi artıran Hükümetimizin kudretli başı siz büyüğümüzü arzı şükrana müsaraat ederim.
2-Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim. (BCA BMGMK (katalog numarası okunmadı)
Bu talep üzerine Milli Müdafaa Vekilliği (Milli Savunma Bakanlığı) Hükümet ve Maliye Bakanlığı nezdinden harekete geçer ve aşağıdaki gizli kararname çıkartılır.
Kararname: Hava Silahlanma Programının tahakkukunu temin maksad ile muhtelif cins Tayyare bombaları için muhtelif evsaftaki -Chloracetophenon, İperit ve saire gibi – gazlardan yirmi tonunun ve bunları bombalara koymağa mahsus Komple otomatik doldurma tesisatının Berlin Büyük Elçiliğimiz emrinde Vekalet Gaz Mütahassısı ile Ateşemiliter veya hava ateşemiz tarafından yapılacak inceleme üzerine verilecek kararla tayin edilecek. Almanyadaki firmalarından, tahmini tutarları olan 150.000 lirayı geçmemek üzre Almanya ile aramızda mevcut kliring mukavelesi hükmüne göre kliring yolile tediye edilmek şartile ve mahremiyet ve hususiyetine binaen 2490 sayılı Artırma, eksiltme ve ihale kanunun 46.ıncı maddesinin (K) fıkrası mucibince gizli pazarlıkla satın alınmasına izin verilmesi; Milli Müdafaa Vekilliğinin 26/ 7/ 1937 tarih ve 871 sayılı tezkeresile yapılan teklif ve Maliye Vekilliğinin 5/ 8/ 1937 tarih ve 3930 sayılı mutalaanamesi üzerine İcra Vekilleri Heyetince 7/ 8/ 1937 de onanmıştır.
7/ 8/ 1937
Reisicumhur/Kemal Atatürk
Nazi Almanya’sından 20 ton Chloracetophenon ve İperit vs. gazları ve bu gazları bombalara koymaya yarayacak otomatik tesisatları almak için Maliye Bakanlığı’na 26/7/1937 tarihinde 871 sayılı tezkere ile başvurur. (BCA BMGMK (katalog numarası,030 18 01 02 77 70 19) Maliye Bakanlığı, o zamanlar ticari ilişkilerin oldukça iyi olduğu Almanya’dan, 150 bin Türk lirasını geçmemek ve takas (klering) usulü ile ve eksiltme ve artırma yoluyla bu gazın alınmasına 5/8/937 tarihinde onay verir. Ayrıca Milli Müdafaa Vekilliği hükümetçe bir karar alınması için 27/7/1937 tarihinde Başbakanlığa’da başvurur. (BCA BMGMK (katalog numarası,030 18 01 02 77 70 19) 7/8/1937 tarihinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in başkanlığından toplanan hükümet Nazi Almanya’sından 20 ton Chloracetophenon ve İperit vs. gazları ve bu gazları bombalara koymaya yarayacak otomatik tesisatları almayı hükme bağlar. (BCA BMGMK (katalog numarası,030 18 01 02 77 70 19) Maliye Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’nın istediği 150 bin Türk lirasının kullanmasını serbest bırakır. (BCA BMGMK (katalog numarası,030 18 01 02 77 70 19)
Tabii bu gazı kullanacak uçaklara da ihtiyaç duyulacaktı. İlk uçaklar Marten cinsi olup ABD’den 1937’de 200.000 dolara satın alınacaktır. Bu konuda Milli Savunma Vekilliği, Hava Müsteşarlığı 2.’ci Şube Müdürlüğü 20/10/1937 tarihinde Başvekalete yazdığı yazıda:
“Amerikadan satın alınan Marten Bombarduman Tayyareleri son partisi müsteana diğerleri yurdumuza gelmiştir.
Bu Tayyarelerle yakında uçuşlara başlanacaktır. Bu Tayyareler için lazım olan bir yıllık malzeme cetvelleri tanzim edilmiştir. Bu listeler tutarı 200.000 Amerikan dolarıdır.
Bu miktar paradan 90.000 Dolarının (1)937 takvim yılında, mütebaki 110.000 Dolarının da (1)938 takvim yılında serbest döviz olarak sarf edilmesi ve bu malzemenin Vaşington Büyük Elçiliği tarafından alınması hususunda gereken Vekiller Hey’eti kararının alınmasına müsaade ve yüksek buyruklarınızı arz ederim.
M.M. V./Kazım Özalp” (BCA BMGMK (Katalog numarası,30 18 01 02 80 92 16)
Belgede kaç uçağın satın alındığı belirtilmiyor. 12 Mayıs 1938 tarihli Reisicumhur Atatürk’ün ve Vekiller Heyeti’nin imzasını taşıyan kararnamede, Heinkel bombardıman uçakları için muhtelif cins ve ebatta ve bedeli 300.000 Lirayı geçmemek üzere, İstanbul Zeytinburnu’nda kâin Nuri Killioğlu demir eşya fabrikasından pazarlıkla satın alınması için onay veriliyor.12 Mayıs 1938 tarihli, Reisicumhur Atatürk ve Vekiller Heyeti’nin (Hükümet üyelerinin) imzasını taşıyan kararnamede şunlar yazılı:
“Heinkel bombardıman tayyareleri için lüzum olan muhtelif cins ve ebad’da Heinkel tayyare bombasının, bedeli 300.000 lirayı geçmemek kaydile 2490 sayılı arttırma, eksiltme ve ihale kanununun 46 ıncı maddesinin K fıkrasına tevfikan İstanbulda Zeytin Burnunda kâin Nuri Killioğlu demir eşya fabrikasından pazarlıkla satın alınması; Milli Müdafaa Vekilliğinin 20/4/938 tarih ve 151/470 sayılı teklifi ve Maliye Vekilliğinin 11/5/938 tarih ve 13163/251/2595 sayılı mutaleanamesi üzerine İcra Vekilleri Heyetince 12/5/938 tarihinde onanmıştır.
12/5/1938
Reisicumhur/Atatürk ve Vekiller Heyeti” (BCA BMGMK (katalog numarası 033 83/83 41 7)
Savaştan yeni çıkmış ve oldukça yoksul olan bir ülke, kıt olan kaynaklarını, kalkınmasına değil de, neden bu kadar para harcayıp, zehirli gaz, uçak ve bombayı alıyor?! Bu sorunun tek bir cevabı var; Dersim’i bombalayıp haritadan silmek…[114]
vii) Dersim katliamında 10 yakınını kaybeden Ali Akgün, 73 yıl sonra yargıya başvurdu. Akgün’ün savcılığa sunduğu Valilik imzalı belgede yer alan ifadeler kan donduruyor: “Kayıtlarda adı yazanlar 1938 harekâtında imha edildi.”[118]
viii) Genelkurmay Başkanlığı’nın, TBMM Dilekçe Komisyonu’nun bünyesinde kurulan Dersim Alt Komisyonu’na teslim ettiği 10 bin 650 askeri belge arasında ölümlere de yer verildi. 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Kazım Orbay’ın 4 Kasım 1938’de Genelkurmay’a gönderdiği yazıda, sadece 3. Ordu tarama bölgesinden 17 günlük manevra harekâtı için “Tarama bölgesi içinden ölü, diri 7954 nüfus çıkarılmıştır. 4. Umum Müfettişliği’nden isimleri verilen 101 kişiden 75’i ele geçirilmiştir,” deniliyor.[119]
sürecek
GÜNDEM
Az önceGÜNDEM
Az önceEKONOMİ
1 saat önceEKONOMİ
1 saat önceGÜNDEM
2 gün önceGÜNDEM
4 gün önceEKONOMİ
10 gün önce