Kapitalizmin günahlarını saymadan önce kendisinden söz etmiştik.
Kısaca, sürekli olarak kendisini yenileyen bir yapıya sahip olduğu söylenebilir demiştik.
Ancak her yenilenme bir dönüşümü de beraberinde getiriyor. Yani bir tür ‘metamorfoz’.
Bilenler bilir ; önce ‘merkantil’, sonra ‘ticari’, sonra, ‘sanayi’ (endüstri), sonra ‘emperyalizm’, sonra ‘sanayi ötesi’, ‘post-most’, iletişim-bilişim, bilişim ötesi falan…
Her ne kadar, bilenler bilir diyorsam da, çok az insanın bildiğini de ben biliyorum.
O nedenle, bu yazılanları amatörler ya da bilişim çağı kalemşorlerinden çok profesyonel ‘akademisyenler’in okuması için yazıyorum.
Değil diğerleri bu sonuncuların da ‘anlama’larından kuşku duymadığımı söyleyemem.
Örneğin, Robert Boyer, kapitalizmin her sıkıntıya düştüğü dönemde, ki buna derin bunalımlar da denilebilir, onun yaşamını sürdürmesine ‘LE politique’ yetişir diyor.
(Lorsqu’il est en péril, LE politique intervient pour assurer sa survie)
İşte zurnanın zırt dediği noktalardan biri.
İster Google’a, istenirse tüm ansiklopedilere bakılsın (LE politique ile LA politique) arasındaki fark bulunamayabilir.
Bizim LA-Y LA-Y LOM ekonomist, yazar çizer, profesör-mrofesörlerimiz LE Politique’i bilmezler.
Oysa çeşitli yazlarımda değinmiş ve Türkiye için ‘Siyaset’ (La politique) ile Politika (Le Politique) ayırımını önermiştim.
Ancak bir tek kişinin anladığını, henüz göremedim.
Geçmekten başka çare yok. Öğnerenecekleri güne kadar bekleyeceğiz demektir.
Gelelim Kapitalizmin ikinci günahı’na..
« Ne kadar parlatılmış olursa olsun, diyor Vincent Grimault, kapitalizmin ‘rekabet’e dayandığı tezi tam bir palavradır ».
Tersine o, yani kapitalizm, rant ve tekel üretme sistemidir, vesselam.
O nedenle, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de, demek ki temel karakteristiklerinden biridir, rantiye(ci)iler ise taa başından bugüne ‘serbest değişim’i (libre-échange) savunagelmişlerdir.
Ve yine, belirtmeden geçmek olmaz ; Türkçeye bu terim hep ‘serbest ticaret’ diye çevrile gelmiştir.
Oysa ‘değişim’ başka ‘ticaret’ başka şeydir, bu bir.
Ticaret denilince ‘peygamber mesleği’ diye üzerine atlanılabilir.
Ancak, ‘değişim’ denilince, acaba ‘eşdeğerlerin değişimi’ mi söz konusudur, yoksa onun altından başka şeyler de çıkabilir mi ?
İşte Türkiye’de, o arada geri kalmış ülkelerin çoğunda, üniversite denilen ‘medrese’lerde bu konuda kafa yoracak ‘adam’ bulmak zordur diyeceğim.
Ama elini sallasan ‘profesör’e değer değil mi ama ?
Tam da bu nedenle, yıllardır söyleyegeldiğim bir tezi yineleyebilirim : Türkiye’de ekonomi alanında yazılmış tüm kitaplar kağıt hamuruna dönüştürülse, ülke zarar görmez, tersine çok da iyi olur.
Çünkü, bu kitapların tümü kapitalizmin meziyetlerinin başına ‘rekabet’i koymuşlardır.
Kargadan başka kuş, ‘rekabet’ten başka sözcük bilmezler.
Oysa, ‘rant hastalığı’, kapitalizmin genlerinde vardır ve her koşulda ‘rekabet’i boğmaktadır.
Thomas Piketty’nin o ünlü kitabı da, XIX yüzyılda Fransa’nın tüm mal varlığının %80’inin rantiyelerin elinde olduğunu ortaya koymaktadır.
Bugün de, dünya ekonomisi tekel ve rantlar tarafından ‘yapılandırılmış’, yani ‘hukuksal olarak da bağıtlanmış’, bir durumdadır.
Buna da kapitalizmin ikinci günahı, ayıbı, artık ne denirse o, diyelim.
(Sürecek)
EĞİTİM
Az önceYAZARLAR
5 dakika önceYAZARLAR
21 dakika öncePOLİTİKA
1 saat önceYAZARLAR
1 saat önceYEREL HABER
1 gün önceDÜNYA
2 gün önce