Ülke gündeminde AFRİN Harekatı birinci sırada olsa da ne yazık ki çok önemli ve de çok riskli bir konu daha var gündemde, üstelik de “toplu ölümler” gibi sonuçlar doğuracak korkunçlukda…
Bu konu bilindiği gibi Sinop’a yapılması düşünülen, öngörülen ve kuşkusuz dayatılan Nükleer Santral sorunu…Ve yine bilindiği gibi halkın karşı çıkmasına, halka rağmen yapılması girişimleri…
Oysa Nükleer Santral demek; son aşamada Nükleer reaktör kazası demek, kanser demek, ölüm demekdir…
Kişisel kaygılarımız bir yana; Nükleer Santrallar konusunda tüm ülkeler kaygılıdır Dünya genelinde…Bu bağlamda bir rapor hazırlanmışdır. Daha açık bir anlatımla; ORTAK GELECEĞİMİZ adlı Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun Norveç Başbakanı Bayan Gro Harlem BRUNDTLAND başkanlığında hazırlanmış çok bilinen bir rapor vardır.
Ve bu raporun 217. sayfasında ;”Nükleer reaktör kazası riskleri, arıtma sorunları, reaktörleri hizmet ömürlerinin sonunda sökme riskleri, nükleer enerji kullanımında bir yaygınlaşmanın getireceği tehlikeler” biçiminde bir uyarıya yer verilmektedir.
Üstelik Nükleer Santrallar tartışılırken; onların olumsuz dışsallıkları nedeniyle canı yanan Kazaklar’la bilgi alış-verişinde buunulsa ne kadar yararlı olur… Bizim Nükleer -seviciler; SSCB dağılmadan öncesinde, Kazakistan’a kurdukları nükleer santrallarla, dağıldıktan sonra sanki biraz daha özgür olan Kazaklar’ca nasıl da eleştirildiğini ya bilmezden geliyor ya da gerçekten bilmiyor. Kazaklar; başta kanser olmak üzere, çeşitli sağlık sorunlarının olduğunu açıklarken, Ruslar’ın nükleer santraları Moskova’dan çok uzaklara kurduklarını, santrallardan önce pamuk yetiştiren Kazaklar, santrallar kurulduktan sonra tarımsal üretime elverişsiz bir toprak yapıları olduğunu belirterek, nükleer santraların olumsuz dışsallıklarını dile getirmişlerdir.
Nükleer Santrallar 1994’den beri ülkemiz gündeminde… Bir başka deyişle ANAP-DSP-MHP koalisyon günlerinden beri… Ve o günlerden beri de tüm Nükleer Karşıtı çevreler; sürekli endişeli, korkulu bir bekleyiş içinde, bu “çağdaş” Ölüm Meleği ha geldi, ha gelecek ülkemiz topraklarına diye… Bu bağlamda geçmiş günlerde neler olduğunu anımsayacak olursak. kısaca…
Önce gazete ve televizyonlara Ukrayna-Rusya doğalgaz tartışması yansıdı. Ardından İran’ın nükleer çalışmaları…Derken Amerika’nın; İran’nın nükleer araştırmalarını Dünya barışı için tehdit olarak değerlendirdiği, Türkiye’nin de bu konuda Amerika gibi düşündüğü açıklandı. Sonrasında beklenen Sibirya soğukları geldi. Soğukların gelmesiyle birlikte; Rusya’dan ve İran’dan gelen doğal gazın kısıtlandığı açıklandı. Ardından doğalgaz yetmezliği, bu yetmezliğe bağlı olarak elektrik kesintilerine hazırlıklı olmamız gerektiğine ilişkin uyarılar yapıldı. Bütün bu süreç; “temiz enerji, dışa bağımlı olmamak” gibi söylemler eşliğinde, tez günde yeniden yeni bir “ nükleer santral” tartışmalarının başlayacağının duyurucusu gibiydi…
Kuşkusuz akıtma suyla değirmenin dönmeyeceği, dışa bağımlı kalkınma girişimleriyle gönenç toplumu yaratılamayacağı en başından belliydi. Nasıl ki bir zamanlar Afrikalı kömürlerle enerji sorunu, yakıt sorunu çözülemedi, elbetteki dışarıdan alınan doğalgazla da sorunların çözülemeyeceği en başından belliydi. Bir diğer deyişle, atasözünde olduğu gibi; ellen gelen öğün olmuyordu, o da zamanında bulunmuyordu… Ama ülkemizin debisi yüksek akarsuları, esen yeli ve dört mevsim ışıldayan Güneşi varken ve bu doğal kaynaklardan enerji sağlamak; hem güvenli, hem sağlıklı, hem de daha ucuzken…Nedir bu Nükleer Santral dayatması?…
Kadın cinayetleri, trafik kazaları, terör nedeniyle şehid olanların sayısı; vahşi kapitalizmin kana susamış doymaz sömürgenlerini tatmin etmiyor mu?…Daha çok ölüm, daha çok sağlıksız toplum ve doğa , yaşanamaz durumda bir ülke mi istiyorlar?… Onları anlayabilmek olanaksız ne yazık ki…
AK-EGEMENLER’in halka karşın, halka rağmen ; birincisi yetmezmiş gibi, şimdi de Sinop’da ikincisini dayatmağa çalıştıkları şu Nükleer Santrallar konusunu kısaca irdeleyecek olursak…
Atmosfere bırakılan gazların SERA ETKİSİ nedeniyle iklim değişikliği yaratması konusundaki olasılıklar 1972 yılından beri tartışılmakdadır ( bu gazların en önemlisi karbondioksit olup, fosil yakıtların yanmasından kaynaklanmaktadır). Üstelik günümüzde küresel iklim değişikliğinin tahmin/varsayım/olasılık/
Nükleer atıklara ilişkin yapılan çalışmalarda belirtilmektedir ki
günümüzün en sorunlu, zararlı maddeleri kuşkusuz nükleer ve kimyasal atıklar. Bunlar örneğin; sera gazı oluşumu gibi küresel biyokimyasal süreçleri etkiliyor. Kimyasal olarak başka maddelerden güçlükle ayrılıyor, güçlükle fark edilebiliyor. Zehirli unsurlarının yok edilmesi nedense olanaksız.
Bugüne dek hiçbir ülke nükleer atık sorununa bir çözüm bulamadı. Bu atıklar canlılar ve tüm yaşam biçimleri için büyük bir tehlike oluşturuyorlar. Onları zararsız bir maddeye dönüştürmenin olanağı yok. Bunların yok olma süreci radyoaktif maddenin türüne göre yüzlerce hatta binlerce yıl sürebiliyor. Nükleer enerjinin kaçınılmaz yan ürünleri oldukları için, miktarları hızla artıyor.
Yakın denecek bir tarihde yaşanan büyük nükleer felaketi Chernobil’in ardından;Dünya ülkelerinin nükleer santrallar konusunda sergiledikleri tutumlara gelince:
Avustralya, Avusturya, Danimarka, Lüksemburg, Yeni Zelanda, Norveç, İsveç ve İrlanda, sonradan Yunanistan ve Filipinler nükleer olmayan ya da anti-nükleer politika izleyen ülkeler olmuşlar. Bu arada Finlandiya, İtalya, Hollanda, İsviçre ve “eski”Yugoslavya nükleer güvenlik ve anti-nükleer konusunu yeniden inceleme ya da yasalar çıkarıp nükleer enerjinin daha da büyümesini önlemekle, nükleer reaktör teknolojisinin dışalım ve dışsatımını, radyoaktif atıklar sorununun çözümlenmesine bağlamaktadırlar. Birkaç ülke de nükleer güç konusunda kendi kamuoylarını yoklamak için referandum düzenleyecek derecede kaygılı olduklarını belirtmişlerdir.
Henüz ülkemizde gelişmiş bir nükleer enerji endüstrisi bulunmadığı için, miktar ve aktivite açısından nükleer atıklar sorun değildir.Buna karşın nükleer santralın başımıza ne işler açabileceğinin dehşetli bir örneği tüm Dünya’nın yan etkilerine tanık olduğu gibi, Karadeniz kıyılarımızın karşısındaki bir ülkede Ukrayna’da yaşanmıştır.
Bunca risklerine karşın; hele ki halka rağmen nükleer santrallara onay vermek ancak İLERİ derecede NÜKLEER DEMOKRASİ olarak tanımlanabilir ve ancak nükleer santrallar konusunda yeterince bilgilendirilmemiş “cehalet içindeki” toplumlarda yaşanır.
Ve bunun sonucunda ülke çocuklarının Afrin’de şehid olduğu gibi acı sonuçlar… Ve daha da ötesi kitlesel ölümler yaşanabilir. Böyle bir sonuç acaba kimleri mutlu edebilir?…
Didim, 8 Şubat 2018
YAZARLAR
Az önceVİDEO GALERİ
10 dakika önceYAZARLAR
38 dakika önceYAZARLAR
49 dakika önceYAZARLAR
1 saat önceYAZARLAR
21 saat önceYAZARLAR
21 saat önce