20 Eylül günü; Sonbahar yağmurlu bir merhaba dedi ülkemize…Bir yağmur ki bardaklardan boşanırcasına, bir yağmur ki İngiliz’in havadan kedi, köpek yağıyor dediği gibi, bir yağmur ki sağanak…Elbette ki bu yağmurun bereketi, getirisi; sel, balçık, çamur…
Küresel iklim değişikliğinin olumsuz dışsallıkları bağlamında yağmurun şiddeti; 15 Temmuz “sözde” darbe girişiminin yıkımına neredeyse on basar… Bu yağmur sel olmuş; yolunu hiç şaşırmaz, her yağışında konutları basar…Sonrasında halkdan tepkiler ve oradan, oraya koşuşturan “cevval” yetkililer; yağmur-zedelerin öfkesi karşısında ürkmüş yerel yöneticiler…
Gökten yağmur düştü; 21 Eylül günü ülkenin pek çok yöresine… Trabzon Beşikdüzü, Zonguldak, İstanbul görüntüleri düştü televizyon yansılarına; insanların yarı beline yükselmiş sel sularıyla…Ülke bu kez de sele teslim oldu; teslim olduğu onca olumsuzluk yetmezmişçesine…
Ülkemizde inşaatçılık; en birinci sektör olduğundan beri, bakir topraklarımıza sürekli çimento-beton-demir ekiyoruz…Hey rantiye; kurma artık şantiye diye feryad ediyoruz…Ne duyan var, ne de durduran bu yoz gidişi…İnşaatçıların tek işi; dere yatağı, mera, tarla, orman…Savulun geliyor gözü doymaz inşaatçı Vandal!… Ne olmuş a canım; çifter, çifter otomobil alacağınıza, bir de olsun garajınızda sandal…El tedbir; her an gökten düşer rahmet,coşar, taşar yağmur suları, evlerinizi basabilir sel, el tedbir bre Müslüman!…Yağmur, sel dediğin; Cenab-ı Allah’dan…
Toprakların bekareti bozulmuş, topraklar kirletilmiş, toprağın sağlığı bozulmuş olmuş kanser…Toprak yapılaşmayla biolojik özelliklerini yitirmiş; gökyüzü Tengri Baba ile yeryüzü Toprak Ana’nın arasına katranlı asfalt girmiş…Makyajlı slikonlu dilberlerin teni gibi; toprağın teni kimyasal atıklarla bezenmiş…Gökyüzü Tengri Baba’nın verdiği suyu, Toprak Ana içine sindiremiyor; kuraklığını dindiremiyor ve can vermesi gereken saf su yağmur damlaları, sel olup can alıyor, yıkıyor, önüne geleni sürüyüp götürüyor açık denizlere…
Ağaçlar söküldükçe sel suları; tozumaya, erozyona uğratıyor Toprak Ana’yı…Çarşamba’yı sel aldı türküsü; ülkeyi sel aldı ağıtlarına dönüşüyor. Altyapı hizmetleri; aman ne de güzel yetişmiş bu ülkede inşaat ve çevre mühendisleri, acaba Batılı da yaşıyor mu bu hezimetleri diye içimiz acıyarak yaşananları sorguluyoruz.
21 Eylül 2016 gecesi; TRT 1’de “Pelin Çift ile Gündem Ötesi” programında hararetli bir söyleşi var…Programın konuğu; Prof. Dr. Ahmet Keleş…Kendisi Dicle İlahiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi…25 yıl hizmet etmiş Fetoş Efendisi’ne ve 5. dereceden ayrılmış…Sanki devlet memurluğu kadrosu; az bekleseydin de 1. dereceye geleydin şakir, bak şimdi belki de oldun kafir…İtibarın daha fazla olurdu muhterem; ulan sizi dinledikçe böyle her gece bir kanalda şerefsizler, sizin yüzünüzden olacağım verem!…
Anlatıyor sunucu Pelin kızımıza, çünkü kitap yazmış Prof. Keleş bu 25 yıllık hizmetinin anısına, Pelin de kitap sayfalarından sorular çıkarmış yöneltiyor kendisine…
Prof. Keleş adını okuyunca; aman usunuza Değerli Aydınlarımızdan Prof. Dr. Ruşen Keleş gelmesin…Bu Keleş başka Keleş; bunun hayatı seçtiği yol nedeniyle bal gibi de beleş…
Her şey İzmir’de (nam-ı diğer GAVUR İzmir’de) başlamış bir Kuran Kursu’nda…Derken Yamanlar Koleji ve sonrasında Pensilvanya’dan yönetilen bir saadet zinciri…Amerika’da örgütlenmiş bir Cemaat; TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’ni yıkmak isteyen bir şebeke ki işi gücü cinayet… Kuklacı başı besbelli ki Amerika olan; milyonlarca kukla,başkukla imam kılıklı bir Pinokyo…Ama bunun yalan söyledikçe burnu değil de, esamesi büyüyor, büyüdükçe peşine takılanlar da çığ gibi büyüyor.
Prof. Keleş; ancak 25 yıllık ilişki sonrasında bunların yolunun, yol olmadığının ayırdına varmış oluyor ve ayrılıyor (amcanın algılama gücü katsayısı ne ola ki ya da var mı ki?). Doktorasını tamamladıktan sonra 8 üniversiteye baş vuruyor ama alınmıyor çünkü her biri FETOŞÇULAR’ın elinde olduğu için; sonunda Dicle Üniversitesi’ne atanıyor, şu an da orada öğretim görevlisi…Ama kurunun yanında, yaş misali; neler olduğunun ayırdında bile olmayan pek çok devlet görevlisi, bugün işsiz, açıkta, devlet indinde engelli…Bu nasıl işdir; anlaşılmaz bir tecelli…Bu Prof. Keleş’in beleş yaşamı ve yaşadıkları üzerine başlı, başına bir yazı döşenmeli derim…
Veee…Veee…Huzurlarınızda Abdülsettar Efendi…O da kim mi?…Yepyeni, gıcır, gıcır, cilli ya da cillop gibi Turizm ve Kültür Bakanınız…
Kendisini şöyle bir anımsayınız…Yıl 2007; Paris’de Mevlana etkinlikleri haftası…Beyaz çoraplı bir hanzo, arkası basık ayakkabıları oturduğu koltuk önünde…Kendisi bir dizini kırmış; yarım bağdaş konumunda…Ve ben de seslenmişdim; o günlerde yazdığım bir yazımda “müdür beyimin nargilesi nerede?” diye…Hah işte ta kendisi; 2007 yılının beyaz çoraplı, skandal müdür beyefendisi Abdülsettar Efendi, kabinedeki son değişiklikler bağlamında Turizm Ve Kültür Bakanı Andülsettar Yarar…
Adam olacak çocuk “dışkı”sından, bakan olacak adam oturuşundan belli olurmuş diye bir tümce kurduttu bu zat-ı muhterem bendenize…2007 yılında gerçekten de o azametli oturuş sahnesinde bir tek nargilesi eksikti zannımca… Veee Osmanlı Tokadı’ndan sonra, bir Osmanlı Oturuşu algısı kazınmış oldu sayesinde Fransız halkının topraklarında…
Ama bugün ve de mutlaka bakanlıkdaki odasına; diz kırıp bağdaş kurarak o muhteşem mabadını kondurabileceği bir sedir, közde kahvesi ve de nargilesini beslemesi için bir mangal, illa ki fokurdatıp kafasını tütsülemesi için kehribar uçlu ve de halis deriden marpuçlu, şişesi sedef nakışlı bir nargile…Ve de odasının ortasında genişçe bir meydan; artık Mevlevi gösterisi mi izler yoksa ayva göbekli rakkase mi dönsün ister o kısmı da bakan Abdülsettar Efendi hazretlerinin keyfine keder…
Bugün gökten düştü 3 elma; selli yağmur, Prof. Keleş ve dahi Bakan Abdülsettar Efendi adında…
Bu elmaların 3’ünün de tadında; zehir var…
Bu elmaları yer misin, yemez misin?…Ben bilmem; buna ancak sen vermelisin karar Ey Türk halkı!…
Didim, 22 Eylül 2016