Rifat Serdaroğlu

Rifat Serdaroğlu

30 Nisan 2024 Salı

Tesbih taneleri ve imame

Tesbih taneleri ve imame
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Rifat SERDAROĞLU

Türk Basınının bir kısmında tarif edilemeyecek Demokrat Parti, Adalet Partisi-Bayar-Menderes-Demirel düşmanlığı vardır. Aynen AKP Genel Başkanında olduğu gibi. CB Erdoğan sürekli Özal’ı takdir eder, Demirel’i hiç anmaz!
Gazeteciler gerçeği bildikleri halde eksik ve yanlış yazmasalar “Onlar da böyle düşünüyormuş” der, katılmasak bile düşüncelerine saygı duyardık.
Ama, hakkın rahmetine kavuşmuş, kendini savunma hakkı olmayan devlet adamları haksız yere karalanınca bizde yanlışı düzeltmeden, hakkı teslim etmeden duramayız!

“Kerameti kendinden menkul bazı gazeteciler Demokrat Partiyi Karşı Devrimci Parti”, Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı rahmetli Celal Bayar’ı da “Türkiye’yi Amerika’nın kucağına oturtan kişi” olarak tanımlar, “Celal Bayar kimse, Kenan Evren kimse, Hilmi Özkök kimse, bu isimler size neyi çağrıştırıyorsa, Hulusi Akar da odur. Peş peşe dizilen, aynı tesbihin taneleridir” diye noktalarlar.

Türkiye’yi ABD’nin kucağına kim oturtmuş, peş peşe dizilen aynı tesbihin taneleri ve imamesi kimmiş, beraberce doğruyu-gerçeği arayalım!

Her Türk vatandaşının hiç unutmaması, aklına kazıması gereken gerçek şudur;
Karşı Devrimin başlama zamanı, 10 Kasım 1938 saat 09.05 tir.
Yani Büyük Atatürk öldüğü an karşı devrim başlamıştır. Karşı Devrimin ilk yılları İkinci Dünya Savaşı dönemine denk geldiği için, o günlerin ölüm-kalım kaygısı içinde anlaşılamamıştı. Savaşın bitiminde ise karşı devrim, demokrasi-çok partili düzen-demokratikleşme yaygaralarının arkasına ustaca gizlendi. Bu sürecin kaçınılmaz sonucu, Türkiye’nin emperyalizme teslim edilmesi olacaktı. Oldu da!
Hele AKP’nin tek başına iktidar olduğu 22 yılda, bazıları emperyalizmin gönüllü maşası oldular.

Profesör Doktor Çetin Yetkin “Karşı Devrim 1945-1950” adlı kitabının 22’inci sayfasında aynen şunları yazar; “Atatürk’ün birçok eserini yıkan da tersyüz eden de İnönü’nün ta kendisidir. Hemen söyleyeyim:
-İmam Hatip Okullarının, İlahiyat Fakültelerinin, tekke ve zaviyelerin açılması, okullara din dersi konulması,
-Köy Enstitülerinin hedefinden saptırılması, Hasan Ali Yücel ve Tonguç’un görevlerinden alınması vb. birçok geriye dönüşler, İnönü döneminde olmuştur.”

Rahmetli İnönü, Kurtuluş Savaşı öncesi Kazım Karabekir’e gönderdiği mektupta aynen şunları yazıyordu;
“Kardeşim Kâzım’cığım, Eğer Anadolu’da halkın Amerikalıları herkese tercih ettikleri zemininde, Amerika milletine müracaat edilse pek ziyade faydası olacaktır deniyor ki, ben de tamamiyle bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalanmadan Amerika’nın murakabesine (yönetimine-denetimine) tevdi etmek (vermek) yaşayabilmek için yegâne ehven çare gibidir…
(Mektubun aslı için bkz. Falih Rıfkı Atay; Çankaya-Atatürk’ün Doğumundan Ölümüne kadar; İstanbul 1969 sh 193-194)

Rahmetli İnönü, 23 Şubat 1945’te ABD ile ilk ikili antlaşmayı imzalayan liderdir.
İkinci antlaşma 27 Şubat 1946’da, üçüncüsü 12 Temmuz 1947’de, dördüncüsü
“Marshall Yardımı Antlaşması” 4 Temmuz 1948’de, beşincisi 27 Aralık 1949’da yine İnönü tarafından imzalanmıştır.
Bu antlaşmalarla, diplomatların dışında kalan tüm ABD Askeri Personeli de çok geniş imtiyazlara ve ekonomik muafiyetlere kavuşturuldu.
ABD askeri Bölük-Tabur- Filo-Alay vb. gibi unsurlar Türkiye’ye gelişlerinde Türk Hükümetinden izin alınmayacak, sadece ABD keyfiyeti önceden bildirecektir…

Yerli Uçak yapımının engellenmesi de o dönemin eseridir. Nuri Demirağ’ın fabrikasında imal edilen uçakların yurtdışına satılmasını yasaklayan bir kanun çıkarıldı. İspanya, İran, Irak’tan alınan siparişlerle bağlantısı yapılmış ve imal edilmiş uçakların ihracı engellendi. Yurtiçi ve Yurtdışından sipariş alamayan fabrika 1944 yılında kapandı!

Türkiye NATO Üyeliği için ilk müracaatını, 11 Mayıs 1950’de İnönü tarafından yaptı. Reddedildi. 18 Şubat 1952’de Demokrat Parti tarafından TBMM’ye getirildi. Oylamada sadece 1 (BİR) çekimser oy vardı. NATO’ya girme kararı
TBMM’de 409 oyla kabul edilmişti.

Daha fazla can acıtmamak için o devrin yolsuzluk olaylarına girmiyorum. Öğrenmek isteyen araştırır, gerçeği öğrenir…

Aziz Türk Milleti;
Doğruyu bulmanın altın kuralı şudur;
Her olayı o zamanın şartlarına göre değerlendirmek gerekir.
2024 şartlarında 1945’i değerlendirmeye kalkarsanız, yanlışa düşebilirsiniz!
1945 şartlarında nasıl bir ülke idik? Kurtuluş Savaşında Üniversite ve Lise mezunlarının tamamına yakınını şehit vermiş bir ülke! Sermaye birikiminin sıfıra yakın olduğu bir ülke! Bilgi birikiminin olmadığı bir ülke! Dünyanın başında ise iki tane emperyalist! Kapitalizmi savunan Amerika, Komünizmi savunan Rusya!
Böyle kapana kısılmış bir dünyada yapılan siyasi tercihleri, o zamanın şartlarına göre değerlendirip, yargılamanın daha ahlaki olacağı inancındayım…

İnönü de Bayar da Menderes de Ecevit de Demirel de bizimdir!
Bunları Türk Milleti seçmedi mi? Hepsinin mekanları cennet olsun!
O dönemlerin yanlışları varsa, bunları öğrenip aynı yanlışa düşmemek için elbette ki ıcığına-cıcığına kadar inceleyip ders alacağız.
Fakat haysiyetleri rencide etmeden, kırmadan dökmeden!

Büyük Atatürk’ün silah arkadaşı, Kurtuluş Savaşımızın Galip Hocası, Atatürk’ün son Başbakanı, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının önderi, ömrünün yaklaşık
6 yılını hapiste geçirmiş (8 Ay Hücre) rahmetli Celal Bayar’ı darbecilerle, Cumhuriyet ve Lâiklik düşmanı karaktersizlerle bir tutmaya kalkarsanız, çok can acıtırsınız ve ah alırsınız…
Tesbihin imamesi kimmiş, anlaşıldı mı?

29 Nisan 2024

Devamını Oku

Tohumla öldürmek

Tohumla öldürmek
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Rifat SERDAROĞLU

Yer; ABD Texas Şehri.
Şirket adı; Monsanto (Herbisit, yani Çalı-yabancı ot-istenmeyen bitkilerin büyümesini kontrol altına almak veya öldürmek için kullanılan kimyasal üretir)
Fabrika üretime geçtikten kısa bir süre sonra çalışanlarda, sivilceler çıkmaya- açıklanamayan ateşlenmeler- zayıflık-sinirlilik-libido kaybı başlar.
Olay duyulunca ABD Ordusu, bu kimyasalı “silah” olarak kullanmak ister. Monsanto adlı şirket, Herbisit ’teki Dixon oranını arttırarak, feci sonuçlar doğuracak bir “Kimyasal Silah” elde eder.
ABD, 1961-1971 yılları arasında Vietnam’da ormanlarda gizlenen askerlerin ve sivil halkın üzerine bu kimyasal silahı kullanır!
400 Bin insan ölür. Sonraki yıllarda 500 Bin çocuk sakat doğar ve ölür!
Ayrıca ilacın kullanıldığı yörelerde bugün dahi ağaç yetişmez ve tarım yapılmaz!
Bu kimyasal silaha “Turuncu Ajan” adı verilir!

Bu şirket ikinci dünya savaşından sonra biyoteknoloji alanına yöneldi, GDO’lu ve hibrit tohum üretmeye başladı. Amerikan Ordusu “Demokrasi getirmek” bahanesiyle nereye girerse, Monsanto da oraya gitti. Girdikleri ülkede doğal olarak elde edilmiş tohum ekimini yasaklayıp, GDO’lu ve hibrit tohum kullanımını şart koştular. Bu tohumlar, her sene yeniden satın alınması gereken tohumlardır. Ekildiği toprağın yapısını bozar ve bir süre sonra toprak ekilemez hale gelir. Ayrıca rüzgârla gelen bir GDO’lu polen, doğal tohumların genetiğini bozabiliyor. GDO ile ilgili kısa bilgiler verelim;
GDO’lar öldürücü alerjilere neden olabilir. GDO’lu yemler, hayvanlarda antibiyotik direncini arttırır antibiyotiklerin etkisini azaltır. GDO’lu tarım ürünlerinin ekildiği tarlalarda kullanılan yabani ot ilaçları, memeliler için toksik etkisi yapar ve insanlarda hormonal dengeyi bozar.
GDO üretimi, süper dayanıklı böcek ve yabani bitki türleri yaratır.
Tohumu silah haline getirip, insanları tohumla öldürmek ve doğayı tahrip etmek işte budur.

Bir örnek verelim;
ABD, Irak’a demokrasi götürmek (!) için işgale başladığında, Monsanto da hükümetteki adamlarıyla oraya gitti. İlk iş olarak, içinde 5 Bin yıllık doğal tohumların saklandığı, Irak Tohum Bankası önce soyuldu ve yerle bir edildi. Çalınan tohumlar, Norveç Kutup Bölgesinde, Grönland adasının doğusundaki Svalbard adasında buzulların altında inşa edilen depolara götürüldü.
Burada 3 Milyon çeşit doğal tohum saklanmakta ve olası bir nükleer savaştan sonra, kimlerin yaşayacağına karar verebilmek için depolanmaktadır!
İkinci adım ise, Irak’a yönetici olarak atanan Paul Bremmer, 26 Nisan 2006 da bir kararname çıkardı.
Buna göre Iraklılar, kendileri tohum üretemeyecekler ve ekecekleri tohumları Monsanto’dan alacaklardı! Tohumu silah haline getirip, insanları tohumla öldürmek ve doğayı tahrip etmek işte budur.

Monsanto, Türkiye’ye 1997 yılında geldi. Bursa’daki STK’ların direnişi, kamuoyu oluşturmaları sebebiyle gerekli izinleri alamadılar.
2004 yılında Bush-Erdoğan-İsrail görüşmesinden sonra, şirketin önü açıldı!
Erdoğan, 4738 sayılı Özel Endüstri Bölgeleri kanununda 22/06/2004 tarihinde 5195 sayılı kanunla şirket lehine değişiklik yaptırdı. Yetmedi Büyükşehir yasasını değiştirip, Gemiç ve Gürle köylerini Gemlik ilçesine bağladı. Sonunda gerekli izinler verildi.
AKP, 8 Kasım 2006’da 5553 Sayılı Tohumculuk Yasası ile yerli tohumların ticaretini yasakladı.

Erdoğan ve AKP Türk Tarımını bakın ne hale getirdi;
-Yunanistan’ın tüm yüzölçümünün 2 katı büyüklüğünde tarım arazisi olan Türkiye, Yunanistan’dan pamuk ithal ediyor!
-Türkiye 126 ülkeden 133 çeşit meyve sebze ithal eden bir ülke haline geldi!
-Türkiye, Taze soğan-kuru soğan ithal ediyor.
-Türkiye Sap-Saman ithal ediyor.
-Her 5 köylüden 3’ü icralık hale geldi.
-Gıda enflasyonu %71’i geçti. (TÜİK’e göre)

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, her yıl 10 Milyon insan açlıktan ölüyor. Bunun 6 Milyonu maalesef 5 yaşın altındaki çocuklar!
840 Milyon insan, yetersiz beslenme sebebiyle hastalık ve ölümün hazır müşterisi gibiler. Dünyada 1 Milyar insan 1 bardak temiz suya hasret!

Üzerinde yaşadığımız yerküre artık daha fazla insanı besleyemeyecek halde iken, tüm ülkeler tarıma destek vermeyi arttırırken, Türk Tarımını saman ithal edecek duruma getiren Erdoğan ve AKP’nin, doğrudan Yüce Divana gönderilmeleri gerekir. Çokuluslu şirketlerin çıkarlarını koruyup, kendi insanını açlığa mahkûm etmenin cezası sizce ne olmalıdır?

29 Nisan 2024

Devamını Oku

Size cuma bize perşembe…

Size cuma bize perşembe…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Rifat SERDAROĞLU

Senaryosu ve yönetmenliği kendisine ait olan Sermiyan Midyat’ın “Hükümet Kadın” filminde, kendisine nereye gittiğini soran oğul ile ana (Demet Akbağ) arasında şu konuşma geçer;
-Ana nereye gidiyon?
-Cuma’ya gidiyom oglum!
-Eee sen kadınsın ana, sana ne Cuma’dan?
-Size Cuma, bize Perşembe?
Kadın-Erkek eşitsizliğini bu kadar güzel anlatan bir ironi duymamıştım.
Yazana, oynayana sağlık…

Bu ironi benzerlerini günümüzde yaşanan bazı olaylara uygulayalım mı?
Dangalağın biri karısına bağırır;
-Kadın, madem sokağa çıkıyon başını ört öyle çık!
-Adam sen sokağa çıkarken niye başını örtmüyon?
-Ben erkeğim, sen ise kadın!
– Senin saçın namuslu, benim saçım orospu?

Garibanın birini FETÖ’nün Türkçe Olimpiyatları için 2.000 TL (iki bin) sponsor olduğundan hapse atmışlar. Adamı 17 ay sonra (Adaletimizdeki hıza bakın) Hâkim’in karşısına çıkarmışlar!
-Hâkim Bey, ben neden 17 aydır içerdeyim? Perişan oldum.
-Onu FETÖ’nün Türkçe Olimpiyatlarına sponsor olurken düşünecektin!
-Mahalle Karakolundaki Polis benden iki bin lira istedi, ben de verdim.
Bu suç mu? Aynı Olimpiyatlara THY milyonlarca lira verip sponsor olmuş!
O niye dışarda?
-Eee o devlet kuruluşu!
-Devlete serbest, vatandaşa yasak! Adaletini yiyeyim Hâkim Bey!

Of’lu Hoca vaaz verirmiş;
-Yalan söylemeyin, yalan söylemek en büyük günahtır!
-Hocam, başımızdakiler günde kırk yalan söylüyor!
Hoca, sarığını çıkarıp kafasını kaşırken, ne cevap vereceğini düşünmüş;
-Eee evladım, doğru dersin ama onlar devleti yönetiyorlar. Herhalde öyle gerekmiştir!
-Devleti yönetenlere yalan söylemek serbest, bize günah!
Hoca sen kitabı bir daha oku!

Bademlerin REKTÖR yaptığı bir sepet aynen şöyle dedi;
-Yabancı Kadın eli sıkmak, ateş topu tutmaktan daha büyük azaptır!
Rektör efendiye sormuşlar;
-Ya Müslüman bir kadın, yabancı eli sıkarsa? Ya Müslüman olmayan bir erkeğin elini sıkarsa?
-Onunki katmerli ateş topudur hem onu yakar hem çevresini!
-Ama devleti yönetenlerin hanımları, yabancı erkek eli sıkıyor! Öpenler bile var?
-Hımm, eeee (şimdi mıçtık) onlar görevli de ondan!
-Devlete serbest, bize hem yasak hem ateş!

Adamın biri, “Fakir neden fakirdir bilir misiniz, dedi?
Fakirin biri; Bilmiyoruz, dedi!
Adam; Fakir çalmasını bilmediği için fakirdir!
Çalmak zengine serbest mi?

Değerli Okurlar;
Türk Askeri Suriye’de sonu belli olmayan bir macera içine atıldı!
PKK terörü, hala can almaya devam ediyor!
Ekonomi bıçak sırtında!
İşsizlik her geçen gün artmakta!
İtibarımız yerlerde sürünüyor, selam verecek bir ülke kalmadı!
İşi gücü bıraktık, tek kişinin kaprislerine Türkiye’yi teslim ettik!

Biz bu yüzkarası duruma karşı yıllardır mücadele edip, uyarı görevimizi yapıyoruz. Görev yapmaya, her türlü tehdide rağmen devam edeceğiz.
Türkiye’nin aydınları, bilim insanları, sanayicileri, sendikaları ne zaman konuşmaya başlayacaklar? Saray turu bitsin, sonra mı?
Siyasetçiler, Yüksek Yargı mensupları, Saray Paşaları bir gün utanırlar mı?

26 Nisan 2024

Devamını Oku

Başkan yalan söylerse

Başkan yalan söylerse
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Rifat SERDAROĞLU

Maria Konnikova adlı Rus kökenli Amerikalı bir yazarın “Trump’un Yalanları” adlı bir çalışmasını açıklamıştı. Bu çalışma “New Yorker” adlı dergide yayınlanmış ve çok ses getirmişti…

Maria Konnikova, tüm başkanlar yalan söyler diye iddia ediyor!
-Nixon, sahtekâr olmadığını iddia etmişti. Fakat modern zamanların en edepsiz sahtekârlık eylemini (Watergate) düzenleyen başkan oldu.
-Reagan, İran-Kontra anlaşmasından “haberim yok” demişti. Kanıtlarıyla yalan söylediği açıklandı.
-Clinton, o kadınla cinsel ilişkiye girmediğini söyledi, fakat ilişkiye girdiği kanıtlandı.

Fakat Trump bambaşka bir klasmandadır. Yalanlarının sıklığı, yalanı söylerken ki rahatlığı ve yalanlarının konuyla alakasızlığı açısından Trump’un eşi benzeri görülmedi! Trump sanki yalan söylerken çok zevk alıyormuş gibi!
Siyasilerin sözlerinin gerçekliğini kontrol eden “Politifact’e” göre, Trump’un bu seçim kampanyası sırasında verdiği beyanların %70’i yalan. %11’i büyük oranda doğru, %4’ü tümüyle doğru idi!

İyi de nasıl oluyor da insanlar bu yalancıya inanıp seçiyorlar?
Bu soruya da Harvard Üniversitesinden Psikolog Daniel Gilbert yanıt veriyor! Gilbert’e göre;
“Beyinlerimiz, münferit vakalar değil de bilhassa ardı arkası kesilmeyen yalanlarla başetmek konusunda gerekli donanıma sahip değildir. Asılsız veya asılsız olması muhtemel sözler karşısında,
beyin o kadar kısa sürede aşırı yük altında kalır ki her şeyi derinlemesine incelemekten vazgeçeriz.”
Bu yüzden Trump sürekli yalan söylemekte ve ısrarla yalan söylemeye devam etmektedir…

Maria Konnikova, başkanlar arasında “Yalancılar Şampiyonu” olarak Trump’u göstermektedir.
Bilime saygım var ama, benim bu söze itirazım var. Konnikova,
yalancı nasıl olur, yalancının şampiyonu nasıl olur net olarak bilmiyor.
Çünkü Türkiye’ye hiç gelmemiş! Bizde öyle yalancılar var ki, yalanı
Hint fakiri gibi urganın üzerine bağdaş kurdurtup öyle oturturlar!

Bak kızım Konnikova, sen de böyle yalancı var mı?
Başkan; Sabah saat 09.00: “Ben Ofer ile hiç görüşmedim.”
Öğlen saat 12.00: “Ben Ofer’le bir kez görüştüm.”
Akşam saat 21.00: “Ben Ofer ile birkaç kez görüştüm.”
Bir günde aynı konuda üst üste 3 yalan! Var mı sizde böylesi?

Sizin başkan şöyle diyebilir mi?
“Hyde Park’ta gösteri yapan gençler Kiliseye girdiler. Kilisede içki içip seks yaptılar!”
Kilisenin Papazı ertesi gün gazetecilere, “ne içkisi ne seksi kardeşim. Polisler, çocukların kafasını gözünü kırmış, canlarını kurtarmak için kiliseye sığınmışlar zavallılar” deyince anında o kiliseden
başka bir yere tayin edilir mi?

Ya da “50 kadar deri pantolonlu belden üstü çıplak olan adam, benim New York’un Atmaca Mahallesinin Belediye Başkanımın başı örtülü bacısına ve 6 aylık yavrusuna saldırdılar, dövdüler!
Yetinmeyip yerlerde yuvarladılar, üzerine işediler. Elimizde görüntüleri var. Cuma günü açıklayacağız” diyebilir mi?
Cuma’nın üzerinden yüzlerce Friday yani Cuma geçmesine rağmen görüntüler ortaya çıkmaz ise?

Maria Konnikova; “Ne yani görüntüler açıklanmadı mı” diye sordu?
-Açıklandı açıklanmasına da görüntülerde hiçbir şey yoktu, yani başkan düpedüz uyduruyor ve yalan söylüyordu?
Maria Konnikova;
“Abicim pes yahu! Benim işim yalancıları bulmak ama böylesini ben bile görmedim. Sizinki kesin bu konuda dünya şampiyonu olur! Gelsem beni görüştürür müsün?”
-Valla bu aralar kafası çok karışık. SEÇİM kelimesine taktı, kararname yayınlayıp sözlüklerden SEÇİM kelimesini çıkarmak için bir yol arıyor. En iyisi sen Nisan’dan sonra gel, hem terör örgütü üyesi olmaktan kurtulursun, hem havalar da ısınmış olur, denize menize girersin?
Konnikova; Meniz ne demek abicim?
De haydi git be kızım, başlatma denizinden de menizinden de!
Şimdi sana İmam-Cemaat hikayesini anlatacağım iyice şaşıracaksın yahu, tövbe tövbe…

20 Nisan 2024

 

Devamını Oku

Sil baştan başlamak

Sil baştan başlamak
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Rifat SERDAROĞLU

“Sil baştan başlamak lazım bazen, her şeyi unutmak” diyor,
Şebnem Ferah. Keşke yapabilsek!
Unutsak yalanları, kötüleri, kara vicdanlıları, devletini milletini soyanları, karanlık kafaları, Türk Milletinin huzuruna refahına düşman olanları, bebekleri öldürenleri, çocuk tecavüzcülerini, el kadar bebelerin yanarak can verdikleri halde şikayetçi olamayan zavallı ana-babaları unutsak, İstanbul Sözleşmesini iptal ederek korumasız bırakılan kadınları öldüren aşağılık katilleri unutabilsek.
Hiç yaşanmamış sayabilsek!

Evdeki hırsızlık paralarını “sıfırlayan” ahlak yoksunlarını yargılayabilsek!
Devletini milletini soyan, rüşvet alan, yolsuzluk yapan şerefsizlerin yüzsüzce hala aramızda dolaşabilmelerini engelleyebilsek!
Vakıflar kurup yüz milyonlarca doları cebe indiren, kendilerini devletin adamlarına karşılatan veletlerin ve karşılayanların yüzlerine tükürebilsek…

Bunları sil baştan yapıp sıfırlamak istiyorum. Niçin biliyor musunuz?
Evlatlarıma, çocuklarından-torunlarından şu soruların gelmemesi için;
– “Oğlu ile telefonda, hırsızlık paralarının taşınıp saklanması için sürekli konuşan, buna rağmen sabah evinde hala 30 Milyon avro kalan birine nasıl tahammül ettiniz?”

-Dün ak dediğine ertesi gün kara diyen omurgasız parti Genel Başkanlarını nasıl seçtiniz? Seks kasetleriyle esir alınan salak Genel Başkanları niçin indiremediniz?

– “Çok önemli bir yakınımın gelinini yerlerde sürüklediler, başörtülü diye saldırıp bebeğini dövdüler, hepsinin kamera kayıtları var, cuma günü açıklayacağım” diyen ve dediklerinin yalan olduğu ortaya çıkınca “pişmiş kelle” gibi sırıtmaktan utanmayan birini, koltuğunda niçin oturttunuz?

– “Bu kadar çok yalaka-satılmış gazeteci-televizyoncuyu niçin dinlediniz, seyrettiniz?
– “Dede-Baba sizler, nasıl oluyor da iktidarın tezgahladığı 15 Temmuz Darbe girişiminin “kontrollü-hileli bir darbe girişimi” olduğunu anlayamadınız?

-Sizin FETÖ dediğiniz terör örgütünü devletin içine sokanın, onu darbe yapacak güce kavuşturanın, bu örgütün milyarlarca dolara sahip olmasını sağlayanın da iktidar partisi olduğunu nasıl göremediniz?

-Cumhuriyet yıkılırken, ülke dikta rejimine götürülürken, anayasa bile olağanüstü halde tekme-tokat ve silahlar altında zorla değiştirilirken sizler ne yapıyordunuz?

– “Ülke çözüm süreci adında, akil insanlar denen hainler tarafından parçalanırken, dinci terör örgütleri şehirlerimizde at oynatırken sizler ne yaptınız?

-Hadi bizleri hiç düşünmediniz ve berbat halde bir ülke bıraktınız! Sizler kendi dedelerinizin yüzüne nasıl bakacaksınız?
Onların emanetine böyle mi sahip çıktınız?

-Tunus’ta buğday fiyatları arttı diye milyonlarca insan sokağa dökülürken, ülke bataklığa doğru hızla yol alırken sizler niçin oturdunuz?

İşte bu benzeri sorulara muhatap olmamak için yapabilsem, sil baştan yapıp, hayatı sıfırlamak isterim.
Başarılı olamadıktan sonra çekilen çilelerin, sıkıntıların, demokrasi uğruna yatılan hapislerin bir önemi olmadığını nasıl anlatırım torunlara?

Değerli Okurlar
Tüm bu pislikleri süpürmek ve tümünden kurtulmak için yeni bir
Merkez Sağ’da konumlanmış Halk Hareketine” acilen ihtiyaç var. Yukarıdaki gibi sorulara muhatap olmamak ve güzel ülkemizin ilkel insanlardan temizlenmesini gerçekleştirecek, tüm milletimizi sevgiyle kucaklayacak bir hareket olmalıdır bu!
Artık bunu konuşalım ve lütfen yapalım. Çağrımızı bekleyin…

18 Nisan 2024

Devamını Oku