İbrahim Ortaş

İbrahim Ortaş

23 Nisan 2024 Salı

Egemenliği çocuklara emanet etmenin anlamı toplum tarafından yeterince anlaşıldı mı?

Egemenliği çocuklara emanet etmenin anlamı toplum tarafından yeterince anlaşıldı mı?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İbrahim ORTAŞ

Çocuklara Sorumluluk Yüklemek Önemli, Ancak Gereği Yapılıyor mu?

Çocukların gözünde 23 Nisan yalnızca yaşıtları ile bir araya gelindiği hoş bir bayram günüdür. Bilinci biraz gelişen 4. ve 5. sınıf öğrenciler için ise içinde yaşadığı toplumun bazı özellikleri, yurt kavramı ve geçmişte işgal kuvvetlerine karşı verilmiş kurtuluş savaşının önemi ve insan olarak sorumluluklar yeni yeni zihinlerde filizlenmektedir. Düşünün, ülkenin geleceği konusunda çok fazla bilgisi olmayan bir çocuğa diyorsunuz ki; bu ülkeyi işgalcilerden kurtarmış, memleketin iradesini milletin kendi belirlediği, temsilcilerinin (TBMM) kararı ile yönetilmesini sağlamış bir liderin ülkenin yönetim şeklinin nasıl olacağının karara bağlandığı 23 Nisan gününün önem ve anlamını sizlere atfetmiş. Çocuk olarak size verilen mesaj (çoğunlukla soyut düşünme becerisi olan büyüklere verilmiş olan mesaj); TBMM’nin açıldığı günün anlamı ve önemi, toplumun bağımsızlığı ve kendi egemenliğini kendisini idare etmesinin sağlandığı yönetim biçiminin sürülmesi için emaneti size verilmektedir mesajıdır. Bu psikoloji çocuğu ne denli etkilemekte ve kendine öz-güveni ve saygınlığı artmaktadır. İlkokulda iken 23 Nisan etkinliklerine günler öncesinde heyecanla hazırlanırdık. Öğretmenlerimiz bizlerden daha heyecanlıydılar ve de gururluydular. Cumhuriyetin kuruluşu ve ulusal egemenliğin ne denli kıymetli bir değer olduğunun bilincindeydiler. Temiz giyinir, öğrencilerine egemenlik ve Cumhuriyet bilincini kazandırmak için farklı uygulamalı etkinlikler yaptırırlardı. Törenlerde verilen mesajlar ve anlatılan yurttaşlık bilgisi mesajları halen hafızalarda bulunmaktadır. Eli öpülesi öğretmelerimiz bizleri komşu köylere götürür orada yeni arkadaşlar ile tanışır ve evlerde misafir edilirdik. Halen hafızalarda o günlerde kalan çok anlamlı anılarım var.

Tabii daha sonra TRT’nin etkisi ile bu mutluluğa başka ülkelerin çocukları da davet edilirdi. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle törenlere dünya çocuklarının davet edilerek dünya çocuklarının dostluk ve kardeşlik duygularını göstermeye çalışmaları önemlidir. Dünya çocuklarının bir araya gelmesi birlikte bir bilinç kazanımı sağlaması önemli. Nazım Hikmetin “Dünyayı Verelim Çocuklara” şirindeki gibi mutlu olsunlar bir günlüğüne.  Eminim o mutluluk yarınları da mutlu edecektir.

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
Dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
Dünyayı çocuklara verelim bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler.

Eğer dünyayı çocuklara bıraksan eminim çıkar kavgasına bizler kadar düşmeden bir arada dünya arkadaşlığını kurarlar. Çocukların dünya arkadaşlığını kuracağına şüphem yok, ancak biz büyükler bir arada olmayı birbirimize tahammül etmeyi becerdik mi? Ne yazık ki beceremedik.

Ne yazık ki dünün çocukları bugünün büyükleri nasıl oldu da bugün yönetim katlarında birbirleri ile resmî törenlerde dahi selam vermiyor, birbirlerini yok sayıyorlar. Siyasi parti liderlerinin genel merkezlerde belirlediği milletvekili ve belediye başkanları adaylarının 4-5 yılda bir topluma onaylıyor musunuz? diye sormak ile milli irade ve demokrasi işletilmiş olmuyor. Yapılan birçok anket, toplumun siyasete olan inancı ve güvenin azaldığı ölçülüyor. Milli irade ve egemenliğin sürdürülmesi ancak egemenliğin sağlandığı işleyiş metodu olan demokrasinin gereklerinin tam olarak sağlanması ile gerçekleşir.

Bu durumun siyasiler tarafından dikkate alınması gerekir.

Büyüklerin Kavga Ettiği Ortamda Çocukların Gelecek Coşkusu Çıkar mı?

Çocuklara, geleceğin emanetçilerine bırakılan miras mal ve mülk değil ülkenin yönetim şekli olan “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi ve onun dayandığı felsefe ve tarihsel bilinçtir. Vatanının tarihsel geçmişinde yaşanmış süreçleri, bulunduğu coğrafyasını sunduğu iklim, ekolojik çeşitlilik ve tarımsal üretiminin devamlılığı üzerinde yaşayan insanların sağlıklı ve mutlu yaşamının ancak egemenliğin kendileri tarafından hak, hukuk ve adaletin her insan için aynı düzeyde sağlanması ile mümkün oluğu bilincinin kazandırılması ile sağlanacaktır.

Günümüzde artık tarım ve sanayi devrimin idare şekilleri yerini iletişim çağının ekonomik ve sosyal yaşam kurallarına bırakmak zorundadır. Yöneticilerin ben yaptım oldu bitti ile değil, çok sık toplumdan ve toplumun değişik kurum kuruluş, sivil toplum örgütleri ve halkın görüşleri alınarak sağlanması gerekir. Yurttaşların belirlediği ve özgür iradeleri ile seçtikleri vekilleri üzerinden TBMM’sinde yasa yapması ve halkın bilgisi olmadan gece yarısı kararların artık halkın bilgisi dahilinde uygulanmasının zamanı geldi ve geçiyor.

Egemenlik Tartışması Daha Yaşanabilir Bir Toplum Olmak İçin, Çağın Gereklerine Uygun Bir Yaşam İçin Olmalıdır

Ne yazık ki 100 yıllık egemenliğin kimde olması konusundaki bilinç ve bilgi ülkemiz yurttaşlarına tam olarak anlatılamamış olmalı ki, halen egemenliğin nasıl sağlanması tartışmaları yaşanıyor. Bilgi ve bilinç içinde toplumun sorunlarının çözülmesi için tartışılması ve değişliklerin yapılması yararlı olur. İletişim çağında dünyanın gerçeği artık bir arada yaşamanın zorunluluğu olan birlikte toplumsal sözleşmeler oluşturmak ve sürekli, nitelikli çoğunluğun da taraf olması ile güncellenmesi ve daha da demokratikleştirmesi kaçınılmazdır.

Egemenlik tartışması yapılacaksa bilim ve eğitim yolu ile, kimin daha müreffeh bir toplum yaratma, insanca bir yaşam sunacağı üzerinden yapılmalı. İnsan ve doğa sosyolojisi ve farklılıkların dikkate alınarak ortak paydada nasıl buluşulacağı konuları toplumun iradesine sunulmalı ve toplumun tercihi doğrultusunda yetkilendirmeler yapılmalı.

İnsanlığın tecrübesi bir arada birlikte sürekli gelişen toplumların oluşumu bilgi ve bilinç ile mümkün oluğunu gösteriyor. Bilimin öngördüğü eksende sorunları demokratik prensipler ekseninde karşılıklı saygı temelinde konuşarak ve tartışarak çözme ve de üretmemiz gerekiyor. Artık toplumun çoğunluğu eğitimli ve eminim ki yurttaş bilinci ile kavga etmeden egemenliğin kendisinde oluğunu daha açık ifade edecektir. O zaman çocuklara armağan edilen egemenlik mirası yerine getirilmiş olur.

Bütün çocukların ve ulusun egemenlik bayramı kutlu olsun.

 

23 Nisan 2024, Adana

 

Devamını Oku

Üniversite Sıralamaları niteliği ölçüyor mu?

Üniversite Sıralamaları niteliği ölçüyor mu?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İbrahim ORTAŞ

Üniversite Sıralamaları Gerçekten Üniversitelerin Bilimsel Tutum, Başarı ve Eğitim Niteliğini Ölçüyor mu? Yoksa!! .. İşin Pazarlaması mı Yapılıyor?

Üniversite Sıralaması Yapan Kuruluşlara Artan Tepkiler Neyin Eleştirisi?

Son dönemlerde dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında 80’ci olan İsviçre’nin Zürih Üniversitesi THE (Times Higher Education World University Rankings) sıralaması sonuçlarının gerçeği yansıtmayan, sahte teşvikler yarattığını belirterek dünya sıralaması için artık veri sağlamayacağını açıklayarak sıralamadan çekilmiştir. Zürih üniversitesi haklı olarak “Sıralamalar genellikle üniversitelerin ürettiği bilginin içeriğinin kalitesine öncelik vermek yerine ölçülebilir çıktılar olarak yayın sayısını arttırmaya odaklanmasına yönelik teşvikler yaratmaktadır” gerekçesini sunarak sıralama değerlendiricilerine kötü notlar veren ve sayıları giderek artan küresel eğitim ağır topları listesine katılmıştır. Zürih (SWI swissinfo.ch’a yayını) aynı zamanda QS, Shanghai, US News ve World Report gibi “diğer uluslararası sıralamalarla devam edip etmemeyi düşündüğünü” de eklemiş ve ‘şimdilik’ THE ile çalışmama kararı aldığını açıklamıştır.

Dünya üniversite sıralamasını 1980’li yıllardan sonra uluslararası öğrenci hareketliliği artınca pek çok öğrencinin nerede en iyi eğitim göreceğine karar verirken üniversite sıralamalarını incelemesini fırsat bilerek eğitimi paralı hale getiren İngiltere ve ABD üniversiteleri başlattılar. Bu konuda Londra merkezli Times Higher Education (THE) sıralama kriterleri belirleyerek ölçümlerini yapma yoluyla üniversiteleri yayın, atıf, Nobel ödülü alan elemanları vs. gibi çoğu üniversitenin zor sağlayacağı ölçütler ortaya koydular. Ayrıca zaman içinde değişik ölçüm kuruluşları bu işi gelir kaynağı durumuna getirerek değerlendirdikleri üniversitelerden değerlendirme karşılığı para almaya başladılar.

Bu konuda 05 09 2007 tarihinde yazdığım “Türk Üniversiteleri ilk 500 Sıralamasına Girebildi mi?” (Ortaş, 2007) başlıklı yazımda bilimsel olarak hangi başarıları göstererek ilk 500 sıralamasının içinde 5 üniversitemizin sıralamada kendilerine yer bulduğunu sorgulamıştım. Yazıma yeniden baktığımda THE kuruluşunun üniversitelere çok pahalı olan raporlarını aldırttığını ve bazı üniversitelerin sıralamada kendine yer bulmak için şirketler ile ilişki içinde olduklarını belirtmişim.   Maalesef geriye doğru baktığımızda THE ve QS gibi kuruluşların tamamen ticari amaçlı çalıştıkları görülüyor. Yaptığım analizlerle sık sık bazı üniversitelerin sırlamalarının sık değişimlerini başlangıçta anlayamamıştım. Üniversite sırlamaları konusunda kafa yoran, önemli çalışmalar yapmış değerli bir hocamızın ifadesi ile THE ve QS gibi şirketler “ürün” sattıkları üniversiteleri sıralamalarda hızlıca yükseltip birkaç yıl sonra tekrar geri sıralara indirdikleri biliniyor” diyor. Ancak bütün ölçütler geçeğin farklı oluğu sahadaki yansımalarından anlıyoruz.

Zürih Üniversitesinin ve benzeri gelişmiş üniversitelerin haklı olarak gündeme getirdikleri gibi ölçülen yayın, atıf ve öğrenci sayılarından çok üniversitenin felsefi duruşu ile sanat, bilim ve toplum hizmetleri düzeyleri daha önemli olmalı. Asıl olan doğaya ve insana ilişkin bilinmezlikleri deşifre etmek, bilgi üretmek ve toplumun yaşam standartlarını yükseltecek aydınlatıcı bilgi paylaşımıdır.

Diğer taraftan ülkelerin giderek farklılaşan kişi başı ulusal gelirleri, üniversitelere ayrılan bütçeleri ve bilime bakış açıları bazı üniversiteleri çok güçlendirirken, hâlen kütüphanesi olmayan, alt yapısı oluşmamış üniversiteler arasında yaratılmış olan yarıştan geriye düşmeme durumu gelişmekte olan ülkelerin üniversiteleri üzerinde baskı kurmaktadır. Eğitimin ve araştırmanın önemi artıkça Türkiye dâhil birçok ülke yurtdışına öğrenci göndererek yeni bilgi edinme ve teknoloji geliştirme peşinde koşmaktadır (Ortaş, 2022; Türkiye Üniversiteleri Olgusu). Batı ülkelerince gelişmiş üniversitelerinin bacasız fabrikalar olarak değerlendirilerek paralı eğitim sunmaları hizmet alanları seçici olmaya zorlamaktadır. Hangi ülkenin hangi iyi üniversitesine gideceklerini seçen öğrencilerin ve araştırmacıların yanı sıra üniversitelerin sıralamadaki yeri de ayrıca önemsenmektedir.

Diğer taraftan üniversitelerin kendi içinde karşı karşıya olduğu sıralama kuruluşlarının yaptığı sıralamaların talep ettiği; akademik makale sayısı, atıf sayısı, uluslararası ilişkiler Nobel ve diğer ödül alan bilim insanı sayısı farklı kriterleri sağlamak için yeni önlemler almaya iten, zaman tüketici, pahalı uğraşılar.

İşin Aslı Nitelikli Bilim İnsanı ve Akademik Yeterliliği Olan Öğrenciye Sahip Olmaktadır.

Ancak şu gerçek ki, bütün itirazlarımıza rağmen üniversitelerimizin dünyadan kopmaması ve ülkemizin kendi ağırlığına yakışır sayıda araştırma ve eğitim kalitesi yüksek, nitelikli akademik kadroları olan, akademik başarısı yüksek öğrenciler tarafından tercih edilen üniversitelere sahip olması gerekmektedir. Uluslararası yarıştan kopmamak için kendi kulvarımızda üniversite sorumluluğumuzu yerine getirmek zorundayız. En azından üniversitelilik bilinci ile, reklam veya göz boyamak için değil, doğanın ve toplumun gizemlerini deşifre etmek, sorun çözmeye dayalı araştırma yapmak, nitelikli insan yetiştirmek ve toplumu aydınlatmak için kendimiz ile yarışmak zorundayız.

Gelişmiş Üniversitelerin Yapabildiği Ancak Bizim Yapamadığımız Bilim İnsanı Yetiştirme Sorunu

Çok önemsediğim “Doktora akademisyenin kuyruğudur, o nereye giderse, ömrü boyunca onu takip eder.” sözünün özü asıl olanın nitelikli doktora yapmaktır, bunun için de doktorantın içinde yetiştiği ortamın kalitesinin yeterli olması gerekir. Nihayet YÖK yurtdışından alınan diplomaların denkliği için ilk 400 sıralamadaki üniversite diplomalarını kabul edeceğini belirterek akredite olmayan üniversiteye öğrenci göndermek istenmediğini açıklamaktadır. Bunun anlamı yurtdışında niteliği düşük üniversitelerde alınan diploma yerine bilimsel niteliği yüksek olan kurumlardan alınan diplomalara ihtiyaç oluğunu belirtiyor.

Batının gelişmiş üniversitelerinin başarısının altındaki etmenlere bakıldığında alt yapı, bütçe ve diğer olanaklar yanında bilim insanı yetiştirme ve sistem içinde kapasite geliştirmenin yattığı görülmektedir. Şöyle ki:

1-sistem kendi içinde bilim insanı özelliklerine sahip, araştırmacı ruhuna sahip, bilimsel düşünme ve üretme kapasitesine sahip insanlar yetiştiriyor.

2- sistem akademik havuza, yani akademisyen havuzuna başarılı lisansüstü öğrencileri üzerinden sürekli olarak taze kan katmakta.

3- akademik yükselmelerde üniversitenin asgari kriter ve normlarını dikkate alarak havuzdaki zayıf bireyleri elemekte, nitelik ve sürekliliği yüksek olanları seçerek akademik kadrolara alınmasını sağlıyor. Duygusallıktan çok işin niteliğine uygun objektif ölçüler içinde ciddi bir eleme sistemiyle bilimsel bilgi üretmeyen, yayınlamayan, bilime ve bilimsel eğitime katkı sunmayanları kendi içinde otomatik olarak eliyor.

Ne yazık ki ülkemiz bilim insanı yetiştirme konusunda benimsenmiş ve üniversitelerce kabul görmüş bir bilim politikası ve bilim insanının başarısını izleyen sistem sahibi olmadı. Bilim yapın demekle bilimin yapılmadığı görülmüş olup bilgi çağına uygun yeni bir paradigma yaratılması kaçınılmazdır.

Türkiye Çağdan Kopmamak İçin Öncelikle Kendi Bilim Politikasına Uygun Nitelikli Araştırma ve Eğitimin Kalitesini Yükseltmesi Gerekir.

Uzun zamandır üniversiteler sıralamasını değerlendiren bir araştırıcı olmanın sorumluluğu ile prensip olarak ekonomik olarak ayrışmış dünyanın gelişmiş ülkelerinin bilime ayırdıkları bütçe, kaynak alt yapı olanakları ile çok sayıdaki yoksul ülkenin ayırabildiklerinin çok farklı olduğu bir durumda gelişmiş ülkelerin ölçüleriyle yapılacak bir yarış ve sıralama hakkaniyetli olmayacaktır. Gelişmiş ülkelerin üniversitelerinin sahip olukları yüksek bütçeleri ile sağladıkları nitelikli beyin göçü ve nitelikli öğrencilere burs imkânı karşısında gelişmekte olan ülkelerin üniversitelerinin yarışması çok kolay olmayacaktır. Nihayet dünyanın 193 ülkesinin geliri en yüksek olan yaklaşık 40 kadar ülkesi dünyada ilk 500 üniversitesi sıralamasında kendilerine yer bulmaktadır.

Bugün bilimsel olarak önde olmanın bilinen reçetesi, nitelikli öğretim üyesi kadroları, akademik yeterliliği gelişmiş öğrenci kabulü, ileri teknolojiye sahip laboratuvar alt yapısı, yüksek araştırma bütçesi, kütüphane ve bilgiye erişim olanakları ve bilimsel konularda özgür düşünme ortamıdır. Eğer üniversitelerinizde nitelikli doktora yaparak bilgi üretecek, analitik düşünme becerisine sahip ve düşündüğünü rahatça ifade edebilecek ortam varsa orada yeni bilgi de üretilir, nitelikli bilim insanı da yetişir.

Diğer ülkelerin artık batının milyar dolarlık araştırma bütçeleri ile yarışması mümkün olmadığı için bu ülkelerin kendi içinde kendi nitelikli araştırma stratejilerini ve iç denetim sistemlerini geliştirerek varlıklarını korumak durumundadırlar. Ülkemiz dünyadaki bilimsel gelişmelerden kopmadan kendi belirlediği bilim politikaları ve stratejilerini işlevselleştirmesi şimdilik en gerçekçi yaklaşım olacaktır. Dünyada gelişmenin ve kalkınmanın dinamosu bilimsel bilgi ve teknoloji geliştirmek oluğu için kuru kuru yarışa girmek yerine nitelikli bilgi üretimine yönelik yeni strateji ve paradigmalar geliştirmekten başka çaresi yoktur.

Bütünlüklü bir bilim anlayışı ve planlama ile Türkiye üniversiteleri ve bilimi kısa sürede hak ettiği yeri alacağına inanıyorum. Yeter ki doğru politikaları ve doğru kişiler ile hedefe odaklanalım.

18 Nisan 2024, Adana

 

Devamını Oku

Belediyeler neden ekolojik ilkelere göre yönetilmeli?

Belediyeler neden ekolojik ilkelere göre yönetilmeli?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Prof. Dr.

İbrahim ORTAŞ

Özet

Yerel yönetimler merkezi idareden çok kentlerin doğal kaynaklarını koruma, çevresel faktörlere uyumlu planlama ve toplumun refahının sağlanmasından sorumludurlar. Bu bağlamda merkezi idareden daha  avantajlara ve esnek hizmet sunma özelliklerine sahiptir. Yerel yönetim yasaları evrensel ölçekte olup yerele göre uygulama alanları vardır. Bu çerçevede, yerel yönetimler çevre politikaları ve uygulamalarıyla toplumun genel refahını ve doğal çevrenin korunmasını, evrensel ölçekte sağlamak adına, stratejik bir rol oynamaktadırlar. Yerel yönetimlerin, Birleşmiş Milletlerin (BM) sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda çalışması ve toplumu demokratik süreçlere katma çabası, kentlerin yaşanabilirliğini ve çevresel sürdürülebilirliği artırabilir. Bu da BM’lerin “gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayabilme yeteneğine zarar vermeden kalkınmayı sağlama anlamına gelmektedir. Çevresel, ekonomik ve sosyal alanlarda dengeyi sağlayarak bugünü ve geleceği güvence altına almak şeklinde de tanımlanabilir” dediği 17 hedefin 11 doğrudan, 2’sı dolaylı toplam13 hedef  ekosistemin unsurları olan tarım-orman, toprak, su, hava, çevre, iklim, temiz enerji ve sağlıklı yaşam habitatı ile doğrudan ilişkilidir. Bu çerçevede, yerel yönetimlerin ekolojik prensiplere uygun planlamalarla kentlerin yaşanabilirliğini ve toplumun temel ihtiyaçlarını karşılamaları önemlidir. Bu bağlamda yerel yönetimlerin görevi, şehirlerin ekolojiyle ilişkisi ekseninde, sürdürülebilir bir geleceğin inşası için kentin planlanması ve çevrenin korunması ve toplumun yaşam kalitesinin arttırılmasından değişik toplum katmanları ve demokratik kitle örgütleri ve kent paydaşları ile birlikte aralıklarla toplantı, bilgilendirme, anket ve referandumlardan çıkacak görüşler ile birlikte yönetimi kritik öneme sahiptir.

Neden Yerel Yöneticiler Ekoloji Bilgisine Sahip Olmalı?

Yerel yönetimlerin çevrenin yaşanılabilir duruma getirilmesi gibi çok yönlü faaliyet alanlarının başında sağlıklı yaşam alanlarında hava kalitesi, su kalitesi için su kaynaklarının güvence altına alınması, gıdaya erişim ve güvenliğinin sağlanması gelmektedir. Yaşanabilir bir kent ortamı içinde başta toplum sağlığını iyileştirmesi, çevrenin ve peyzajın düzenlenmesi, kentin doğası, peyzajı ve insanının kültürel birikimini bilmeyi de gerektirir. Bir uçtan diğerine 200 km’lik geniş bir alana üst üste sığdırılmış milyonlarca yapı, 20 milyon nüfusun yaşam kalitesi ekoloji dikkate alınmadan nasıl sağlanacak? Başta İstanbul, İzmir, Ankara ve diğer kentlerin nüfus yoğunluğunun yerleşim yeri üzerinde yarattığı arsa-rant, ulaşım sorunu, su-hava, gürültü ve diğer çevresel kirlilikler, deprem riskine dayanıklı yapıların jeolojik materyale uygun hazırlanması gibi makro sorunların çözümü ekolojinin yapısına uygun planlanmayı ve çözüm yolları aranmasını gerektiriyor.

Yerel yönetimlerde kentin varlığından kaynaklanan katı ve sıvı çöplerinin yerinde ayıklanması ve depolanması, gürültü kontrolü, toplum sağlığının sağlanması önemli. Kent yönetiminin gelişim alanları ve yeni yerleşim yerlerinin planlanması için arazi kullanım politikaları (park, yeşil alan, yaya ve bisiklet yolları, dinlenme tesisleri, meydanlar, sosyal buluşma mekânları vb.) üretmesi gerekir. Kentin kimliği, tarihi ve sosyal dokuya ilişkin imar güvenliği, yerel ulaşım ve deprem ve afetlere karşı dayanıklılığının planlanması öncelikli hizmet alanlarının başında gelmektedir. Kentin yaşam koşullarını çeşitlendirmek ve toplumun refahı için ekolojiye uygun kent planları içinde spor/kültür/sanat aktiviteleri, yaşlanan dinamik kent kültürü de önemli hizmet alanları sunmaktadır. Kenti bulunduğu bölgenin yağış, güneşlenme gün sayısı, hâkim rüzgâr yönü, jeolojik yapısı, su kaynakları, bitki ve hayvanlarıyla (flora-fauna) doğal yaşamı bilinmeden sağlıklı bir kent planlanması nasıl yapılabilir. Kentlerin kimliğine ve ekosistem bütünlüğüne uygun olmayan yükse yapılı kutu tipli binalar, oteller ve estetik özelliği olmayan yapılarla birçok kentin yaşanamaz hale dönüştüğü ve yönetilemediği görülüyor. Kentin coğrafi konumu, ekolojik yapısı ve insanının psikolojik, sosyal ve kültürel dokusuna uygun meydanlar, tiyatro, opera, müze, hayvanat ve botanik bahçeleri, park ve benzeri yapılar ile toplum bir taraftan eğitilmeli, diğer tarafta eğlenerek dinlendirilecek yapılar kazandırma hedeflenmeli.

Bugün giderek daha yaşanamaz hale gelen kentlerin bir çok sorunu, ekoloji, doğa ve insan refahından çok, amaca uygun olmayan kalkınma-büyüme uğruna tahrip edilen doğal alanlar, rant ve bunlara bağlı küçük çıkar ilişkileri bileşkelerinden kaynaklanmaktadır. BM’lerin kalkınma hedefleri çerçevesinde sağlıklı bir kalkınma, toplum sağlığını ve refahını kapsayan sürdürülebilir bir yaşam kalitesinin sağlanması, ancak ekoloji ve ekosistem bütünlüğü içinde ekosistemin kapasitesine uygun planlama ve uygulamayı zorunlu kılmaktadır. Aynı zamanda yerel yöneticilerin kent kimliğine uygun olarak tarih, coğrafya ve peyzaj bilgilerine sahip olmaları önemlidir. İnsanların kültürel gelişiminin önünü açacak, doğal ve kültürel farklılıkları önemseyen, insanın yaratıcılığını teşvik edecek bilgi ve görgüye sahip olmaları da  ayrıca değerli.

Yerel yöneticilerin demokrasi ve ekoloji bilinçleri ile uyumlu bir ekolojik yaşam kurma yetkinliğinde olmaları sağlıklı bir gelecek için gerekli ve övülecek bir özelliktir. Ağırlıklı olarak yerel yönetimlerin uhdesinde olan sorunlar ve çözüm önerileri doğrudan ve ağırlıklı olarak ekosistem bilgisi ve bilincini ilgilendirdiği için yerel yöneticilerin ekosistem okur-yazarı olmaları ve bünyelerinde ekosistem yeterliliği olan uzmanlardan destek almaları, ranttan ve çıkar gruplarından yana değil, doğrudan ekosistemden ve insandan yana tutum sahibi olmaları ve tavır almaları bekleniyor.

İlgileneler için talep ederlerse yazının tamamı iletirim.

Yazının geniş hali Tebeşir Dergisinin “Demokrasi Yerelden Yükselir” temalı özel eki için talep üzerine hazırlandı. Tebeşir Mart-Mayıs 2024, sayı 32’de yayınlandı

 

27 Mart, 2024, Adana

 

Devamını Oku

Yaşamını gönül gözü ile sazının tellerine döktüğü özlü sözlerle anlatan Âşık Veysel’in ardından

Yaşamını gönül gözü ile sazının tellerine döktüğü özlü sözlerle anlatan Âşık Veysel’in ardından
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İbrahim ORTAŞ

Son yüz yılda Anadolu toprağında yaşamış hemen herkesin (özelliklede yetişkin bireylerin) kulakları Âşık Veysel’in sazı ve ağzından çıkan o tartılarak çıkan türkü sözleri ile tanışmıştır. TRT’nin TRT olduğu yıllarda sabahları Veysel babanın sözlerini anlamasam da müziği kulağıma hoş gelirdi. Belki de hep saz sesi duyduğumuz için hoşuma giderdi saz çalış tarzı. Çok sonraları yaşam yolculuğunda kendi yaşamını ve içinde yaşadığı dünyayı anlatmaya çalışan bir filozof yazar olduğunu fark ettim. Fark ettiğimde de Veysel baba artık doğanın yaşam bileşkesi olan toprak ile buluşmuş ve toprağının üzerinde onun ifadesi ile çiçekler açmış, arılar bal yapıyor, koyunla süt veriyordu. Mesleğim olan toprak bilimini anladıkça Veysel babanın büyüklüğünü ve sazının tellerinin gücünü daha iyi anlamaya başladım.

Âşık Veysel’in anlatımları ile o kadar etkili bir ozan ki saz ve söz bütünlüğü ile hepimizi düşündürttü. O sade ve naif anlatımı yanında vurucu ve dokundurucu ifadeleri ile bir o kadar da derin düşündürücü ve yaralayıcı etkiler yaptı zihinlerimizde.

Hepimizin bildiği ölümsüz eserlerinden;

Uzun ince bir yıldayım,

Dostlar beni hatırlasın,

Güzelliğin on para etmez,

Kahpe felek,

Kara toprak,

Küçük Dünyam

Benim sadık yârim kara toprak gibi başucu söylemleri ile yaşamı ve ölüm bilincini hepimize aşıladı.

Halen sevilen ve sözleri değişik şekillerde yorumlanabilmektedir.

Aslı önemsediği şiiri ve türküleri ile fiziki olarak görmeyen, ancak gönül gözü ile sazının teller ile anlattığı “Sen bir ceylan olsan” şiirindeki “vursam yaralasam söz ile seni” sözleri kavgayı değil anlatımla hemde etkili anlatımla insanı içten vuran-yaralayan bir tarz.

Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı

Avlasam çöllerde saz ile seni

Bulunmaz dermanı yoktur ilacı

Vursam yaralasam söz ile seni

“Güzelliğin on para etmez, şu bendeki aşk olmasa” sözü ile “İnsanı Kâmili” tanımlayan güçlü bir yetişkin bir bireyi ve ne aradığını bilen bir ifade. As olanın şekil değil öz olduğunu felsefi ve psikoloji bilimi dili ile anlatıyor duygularını. Sözleri ile yaşamı bütünlüklü anlamış bir ermiş olarak saz ile toplumun zihnine düşüncelerini kazdırmıştır.

Yaşamını anlattığı “uzun ince bir yoldayım” şiirinde hepimizin yaşadığı yaşam yolcuğunda bilmeden gece gündüz gece yaşadığımız her tülü halleri açıklamaları filozofça açıklamış.

Dünyaya geldiğim anda

Yürüdüm ayni zamanda

İki kapılı bir handa

Gidiyorum gündüz gece

Âşık Veysel ölmeden önce şöyle söylediği belirtilir; “Ben öldükten sonra mezarıma taş koymayın. Mezarımda beton hiçbir şey olmasın. Sadece toprağa gömün beni. Üstümde biten otları inekler, koyunlar yesin; Et olsun, süt olsun. Mezarımda açan çiçekleri arılar emsin, bal olsun. Toprak olayım, benim toprağım da milletime hizmet etsin”. Genelde bu dünyayı ve öbür dünyayı analiz etmiş ve yaşamı bütünlüklü anlamış insanların ölüm olgusunu çözdükleri için ölümden korkmadıkları görülüyor.

Ölümü olgunlukla karışlamakta ve toprağa karışmaktan ve börtü böceğe yem olmaktan korkmamaktadırlar. Bu bilinç bir üst bilinci ve bütünlüklü bir kavrayışı ifade ediyor.

Benim yârim kara toprak şirindeki bir dörtlüğünde belirttiği;

Bütün kusurumu ey yâr toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yârim kara topraktır”

Toprağın kendisini beklediğini ve kusurlarını (kendi tabiri ile sırlarını) sakladığını biliyor.

Aynı şiirinde, yaşamın ve gıdaların topraktan geldiğini belirtiyor. Toprakta yetişen bitkiler değil diyalektik açılımla koyununda kuzunundu suyunda sütünde topraktan geldiğini belirtiyor.

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yârim kara topraktır

Her bir kelimesi ve dörtlüğü ayrı ayrı bir anlamlı ve düşündürtücü. Bizleri bilinçlendirdi ve mutlu etti. Ne mutlu ki böyle dünyayı gönül gözü ile anlamış ozanlarımız olmuş.

Dün ölüm yıldönümüydü. Sargıyla rahmetle anıyoruz, ruhları şad olsun.

21 Mart 2024, Adana

 

Devamını Oku

İsrail ve Filistin çatışmasının öğrenciler tarafından eleştirilmesi…

İsrail ve Filistin çatışmasının öğrenciler tarafından eleştirilmesi…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İbrahim ORTAŞ

İsrail ve Filistin Çatışmasının Öğrenciler Tarafından Eleştirilmesi ABD Üniversitelerinde Özerkliğe Müdahaleyi Getirdi. Rektörler İstifa Etmek Zorunda Kaldı

İsrail-Hamas Savaşının Etkisi ABD Üniversitelerinin Bilimsel Özerkliğini ‘de Etkiledi

Uzun zamandır Ortadoğu bölgesi dışından kışkırtılan ve desteklenen çatışmalar ile yaşanan şiddet giderek toplumları birbirine düşman eden durum bölgenin dışında dünyayı etkiler duruma gelmiştir. Dünyanın enerji üssü olan körfez bölgesinde din, mezhep ve milliyetçi çatışmalarının devam etmesi bütün dünyayı istikrarsız hale getirecektir. Son yılların en çatışmalı ve ölümlü savaşı doğal olarak bütün dünyada tepkilere neden olmakta ve başta ABD’nin taraf tutması ve çözüm üretmemesinden dolayı içeride ve dışarıda tartışma konusu olmaktadır.

İsrail- Gazze/Filistin çatışmasında, çok kızdığımız batı dünyasının tek taraflı olarak İsrail’in yanında durmasına karşın, halen batıdaki üniversitelerinde öğrencilerin savaşa karşı çıkarması önemli. Üniversite gibi akıl ve sorgulama sonucu bilginin üretildiği bir ortamdan kişilerin düşünce açıklama talebinde bulunulması insanlığın hak arayışına destek olması bakımından varlığı hayati önemdedir. Akademik çevrelerin bu bağlamda özerklik vurgusu yaparak üniversitedeki farklı seslerin varlığının düşüncenin özgürce açıklanması bakımından ayrıca önemlidir.

ABD Kongresi’ndeki üniversitelerde antisemitizm soruşturma komisyonunda Harvard, Pensilvanya Üniversitesi ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) rektörleri ifade verdi. Cumhuriyetçi senatörlerin “intifada” ve “nehirden denize” sloganlarının Yahudiler için soykırım çağrısı olduğu, bu çağrıları üniversitede yeri olup olmadığına Harvard Rektörü Gay, “Harvard’ın değerleriyle zıt olabilir ancak görüşler uygunsuz, saldırgan ve nefret dolu olsa bile ifade özgürlüğüne bağlılığı koruyoruz” yanıtını verdi. Verilen bu cevap Cumhuriyetçiler ve Amerikalı Yahudi toplumunun önde gelen isimlerini kızdırdı.

Harvard rektörü Gay’in ifadesi önemli. ‘’Sizin ile aynı görüşte değilim, ancak yine de düşüncelinizi açıklamanız için sonuna kadar sizin yanınızdayım’’ diyen Voltaire ile aynı değerdedir. Üniversiteye yakışan da budur.  Ancak anlaşılan Yahudi topluluklar durumdan memnun değiller ki, rektörlerin değişimini talep etmektedirler.

Yahudi Lobisi Üniversitelerde Rektörleri Yerinden Etti.

Batıdaki bütün olumsuz gelişmelere ve çıkara dayalı tutumlarına rağmen dünyanın aklı selim aydınları bilim ve sanat insanları, basın ve akademisyenler sesini cılızda olsa yükseltemeye çalışmaktadır. Ancak İsrail ve lobilerin insanlık için çözüm üretecek olan güçlü üniversitelerin rektörlerini istifaya zorlanması ile süreç çözümsüzlüğe itilmiş görülüyor.

03 01 2024 tarihinde Harvard Üniversitesi Rektörü Claudine Gay, hakkındaki intihal iddiaları ve kampüsteki Yahudi karşıtlığı iddialarına dair açıklamalarına gelen tepkilerin ardından istifa ettiği bilgisi basına yansıdı. Bu arada Prof. Gay’ın “iki yayında ek atıf gerektiğini tespit edildiği” saptandığı için istifası kaçınılmaz olmuş. Rektör Gay yayınladığı açıklamada “Nefretle mücadeleye ve akademik titizliğe bağlılığıma şüphe düşürülmesi üzücü oldu” demiş. Gay Harvard’ın “dikkatini herhangi bir bireye değil kuruma vermesini” sağlayacağını vurguladı. Sonunda ABD’deki seçkin üniversitelerde öğrencilerin İsrail karşıtı eleştirileri nedeniyle Pennsylvania Üniversitesi Rektörü Elizabeth Magill de lobilerin tepkiler sonrası istifa etmiştir.

Geçmişte Rektörler Dik Durmayı Başardılar

Benzer durum daha öncede 2000 yılındaki Colombiya üniversitesinin Filistin asıllı Amerikalı akademisyen Edward W Said’in Lübnan’da bir İsrail kontrol noktasına taş atması üzerine Yahudiler ve İsrail hocanın üniversiteden uzaklaştırılmasını istemişlerdi. Colombia Üniversitesi rektörü bu taleplere karşı Jonathan R. Cole, “ifade özgürlüğü kullanmıştır” diye Prof. Siad’e sahip çıkmıştı.

Bugün başta ABD ve Avrupa üniversitelerinde savaşa karşı çıkmayı ve savaşı durdurun demeyi bile kabullenilmeyen bir akıl tutulması yaşanıyor. Dün Prof. Said’i üniversitedeki odasına taş atanlara karşı kurşungeçirmez cam ile koruyan ve özgürlüğünü kullanmasını belirten üniversite bugün öğrenci faaliyetini askıya alan Colombiya üniversitesi üniversite değerlerine sahip çıkmaktadır. Columbia Üniversitesi Öğrenci Konseyi, Profesör Edward Said’le ilgili olarak yönetimin talebine karşı dönemin Rektör Jonathan R. Cole şu açıklamayı yapmıştı. Kendi adıma verdiğim yanıttır deyip “Bugüne kadar bu açıklamayı yapmaya yanaşmadım, çünkü bana göre burada Columbia’da benimsenen değerler, başından beri gayet iyi bilinir ve açıktır, teyide ihtiyaç duymaz. Yine de bunu yapacağım zira kimi zaman herhangi bir büyük üniversitenin dayandığı temel prensipleri tekrar etmek yerindedir ve bu, o zamanlardan biri olabilir. Öğretim üyelerinin hakları ve dokunulmazlıkları, Üniversite Yönetmeliği’nin 70. Bölümü’nde, Columbia’daki “akademik özgürlüğün” tartışıldığı bölümde açıklanmaktadır:

“Akademik özgürlük gereğince, ders anlatan herkes sınıfta konuları tartışırken özgürdür; araştırma yaparken ve araştırmalarının sonuçlarını yayımlarken de özgürdür ve özel veya kamusal alanlardaki açıklamaları ve bağlılıkları nedeniyle Üniversite tarafından cezalandırılamaz; ancak akademik camiadaki konumlarından kaynaklanan yükümlülüklerini akıllarından çıkarmamalılar.” [Fakülte Elkitabı, Columbia Üniversitesi, 2000, s.184]

Üniversite Rektörü Prof. Cole öğrencilere ve kamuoyuna yaptığı açıklamasında John Stuart Mill’ün “Özgürlük Üzerine” eserindeki bir ifade ile “Eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanız, gün gelip de o tek kişi iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz…”  şeklinde açıklama yapar ve derki “bir insanın kendi fikirlerini çürüten ya da tehdit ediyor görünen ve çoğunluk tarafından benimsenmeyen fikirlerin ifade edilmesini desteklemenin neden özgürlük için son derece önemli olduğunu” belirtir.

Aslında akademik özgürlük ve ifade özgürlüğü konusu üniversiteler özerkliğinin zorunlu talebidir. Çoğu zaman yönetimlerin canını sıksa da özerk üniversite ortamında görüşler söylenmeli ve buna tahammül edilmeli.

Bilimin bin yıl kadar önce krallardan ve otoriteden arınarak kazandığı özerk yapısı ile insanlık için ürettiği bilgi ve teknoloji bundan sonra nasıl sağlanacak? Eğer üniversitelerde özerk yapıda ve özgür akademik yaşam olmasaydı, bilim, teknoloji ve bilgi bu kadar gelişmezdi. Üniversitelerin ürettiği bilgi ile ülkelerin gelişmişliği doğrudan ilişkili. Nitelikli-özgür bilim insanı olmayan, özerk olmayan ortamdan bilim ve bilgi üretilemez. İnsanlığın kazanımı olan ve zor koşullarda insanlığın sorunlarını çözen üniversiteler üzerindeki otoritenin elini çekmesi gerekir. Üniversite ortamı sorunları yöntem ve sebep sonuç ilişkisi içinde analitik-soyut ve matematiksel düşünce ile sağlar. Bunun dışında şu ana kadar bilgi üretiminde güven veren herhangi bir başka bilgi üretme yönetimi mevcut değildir.

Yoksa yarın ülkeler taraf oldukları durum lehine görüşlere müsaade eder, aleyhtekilerinde canını okurlar. Sokakta hiçbir demokratik hakkın savunulmasını isteyen üç kişi bir araya gelince hemen gözaltına alınan, ancak kendilerinin benimsediği görüşlerin istedikleri gibi ortalığın yakılıp yıkılmasına karşı çıkan kimi ülkelerin tutumu da doğru değil. Savaşı savunmak insanlık suçu, ancak ateşkesi istemek, çatışmamazlığı istemek doğru ve istenilmesi gereken insani bir durum.

Üniversiteler Aynı Zamanda Demokrasinin de Savunulduğu Ortamlardır

Son olarak aralarında Tel Aviv Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Ariel Porat ve İsrail Sosyal Bilimler Akademisi Başkanı Prof. Dr. David Harel’in de bulunduğu  İsrail’de 730 akademisyen, Gazze’deki açlığa karşı acil önlem alınması için başlatılan imza kampanyasına destek verdi. Yaklaşık 1.5 milyon insanın aç, susuz, sağlık hizmetlerinden mahrum evsiz barksız olarak sıkıştırıldığı dar bir koridorda kitlesel olarak ölüme neden olmadan çözüm önerisinin sunulmasının bilim çevrelerince ifade edilmesi ayrıca önemli. Yoksa bilim insanlarında gelecekte tarihe hesap veremezler.

Üniversite ortamında her türlü görüşün tartışılması işin doğası gereğidir, bu nedenle doğal olarak hiçbir kültür, inancı, düşünceyi ve farklılığı yok saymaz. Üniversitenin amacı üst bilgi, bilinç ve zekâ ile olay ve olguları analiz edip, deşifre ederek çözüm üretecek bilgi üretmektir. Bilgi üretmek için özerk ortamın varlığı sağlıklı düşünmek için elzem. Yaratıcı kişiler özgür kişilikler farklı düşünceleri önemser ve ortam yaratırlar.

Dünya kamuoyu, hatta Yahudi basını dahi, akademik çevrelerin toplumsal baskısı sonucu nihayet sonucu ilk defa ABD başkanı İsrail hükümetinin Gazze’deki saldırılarının artık daha fazla insanın ölümüne neden olmamalı çıkışını yaptı. Yetmez ama evet. Masum insanların bu şekildeki çatışmalar ve anlamsız savaşlar ile öldürülmesi nereden ve kimden gelirse gelsin artık son bulmalı. İnsanların tanımadıkları bilmedikleri birini öteki diye yok etmesi artık çağa yakışmıyor. İnsanlar birbirleri tanısalar belki de kimlik sorgulaması yapmadan birbirlerini seveceklerdir. İnsanlığın biraz ekoloji bir tutamda tarih bilmesi bir çok sorunu çözeceğine inanmaktayım.

8 Mart 2024, Adana

 

Devamını Oku