Oktay EROL
Yaz ayları geldiğinde sıcaklık kırk derecenin altına “pek” düşmez! Durumu iyi olanlar iki-üç ay yaylalık yerlere göçerken, Adana’da kalanlar da iklimlemeden yararlanarak yaşamlarını sürdürürler! Tarlada, sokakta, pazarda çalışanlar için hiçbir şans yok; Adana’nın sarı sıcağı üzerlerinden geçecek, yeri geldiğinde başları dönecek, önlerini göremeyecek denli zorluk çekecek, gün boyu çalışmalarının karşılığında da “açlık sınırı altında” günlük kazanç elde edecek!
Gerçekten, gerçekten ama “yurttaş olmak zor zanaat” ülkemizde! Arkanı bir “doymaza” dayamadıkça, bir “seçim kazananın” desteğini almadıkça, özellikle de “sığınmacı” olmadıkça; “yurttaş olmak zor”…
***
Yurdun birçok bölgesinde “en sıcak” günler yaşanıyor, her açıdan! Yurdun dört/bir yanından gelen “orman yangınları” haberi, kırk derecenin altına düşmeyen sıcaklıklar, geçtiğimiz yıllarda güneşe kurşun yağdıran Adanalının “şimdi” ne yapacağı beklentisi… Tüm bu “en sıcak” günlere ek olarak “iktidarın” yolunu şaşırmış kamyon şoförü gibi, yirmibir yılda/ ulusal parayı yirmibeş kat etkisizleştirmenin “acısını” dolaylı/ dolaysız vergilerle yurttaşın sırtına yüklemeye çalışması…
Cem Karaca’nın sevdiğim bir şarkısı vardı, “hava kurşun gibi ağır/ bağır bağır bağırıyorum/ koşun, kurşun eritmeye çağırıyorum” diyordu. Havanın “kurşun gibi” ağırlığına mı bağıracaksınız, kırk dereceyi aşan sıcağın oluşturduğu bungunluğa mı bağıracaksınız, yoksa yaşamın tüm ergilerine ulaşmanızı zorlaştıran dolaylı/ dolaysız vergilere mi bağıracaksınız?
Havanın “kurşun gibi” ağırlığına ne bağıran var, ne de “kurşun eritmeye çağıranlara” kulak veren!
***
Adana’da, yaz aylarında belediye otobüslerine binenler olmuştur mutlaka… Anımsardınız, geçtiğimiz hafta günlerce TEMSA’dan “yeni alınan” otobüslerin sözünü etmişti anakent belediyesi… Adana’nın yeşil dönüşümüne önemli katkılar sunacağı konusunda bilgiler verilmişti seksenbir otobüs için. Bunlardan altısının elektrikli olması da ayrı bir özellikti!
İki gün önce Tellidere’den geçip Pınar Mahallesi’ne, oradan da başka yerlere uzanan yolda kentiçi ulaşım yapan bir belediye otobüsüne bindim; yenilerden değildi, eski bir otobüstü! Koltuklarının çoğu arkaya dönük, koltukları dolu, kulakları uğuldatan iklimlemenin sesi arkalara dek duyuluyordu!
Otobüs içerisinde, oturanlar kadar da ayakta olanlar vardı! Saat onbeş dolayı… İklimleme bırakın arka sıraları, çalıştığı alanı bile etkilemiyordu! Herkes şıpır şıpır ter içinde! Yolculardan uğultular yükselince, biri kaptana seslendi; “Kaptan, iklimlemeyi açar mısın?” İklimlemenin çalıştığından kuşkusu olmayan kaptan seslendi: “Çalışıyor, sesi duymuyor musunuz?” Yolcudan aynı yükseklikte yanıt gecikmedi: “Ses var da, etkisi yok!” “Ben ne yapabilirim soğutmuyorsa, ben çalıştırmak için görevliyim!” “Hayır, efendim! Hem çalıştırmakla görevlisiniz, hem de eğer bozuksa yaptırtmakla da..” Tartışma uzadı/ gitti! Ancak yolcuların kan/ ter içerisinde olmasına bir çözüm bulunamadı!
***
Yaz ayları, yurdun yüzde üç/beşinin belirttiği güzellikte geçmiyor! Bu yüzde üç/beşlik katmana ne salgın süreci, ne yüzyılın yıkımı deprem, ne de küresel ısınma eşduyu (empati) kazandırmada etkili olamadı! Sarı sıcak da, sıcak da çalışma koşulları da, iklimlemesi çalışmayan otobüste yolculuk yapmak da, enflasyonun altında ezilmek de “hep” yurttaşa kaldı! Öyle ya; “yurttaş olmak zor zanaat!” 180723
YAZARLAR
12 saat önceEKONOMİ
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
3 gün önceYAZARLAR
3 gün önce