Habip Hamza ERDEM
1688 İngiliz Devrimi’nin etkileri günümüze uzanan bir ‘Devlet türü’ (genre) doğurduğuna ilişkin teze değinmiştik.
Dikkat edilirse, benim ısrarla savunduğum Devlet-Ulus (Ulus-Devlet değil!) kavramına temel oluşturacak bir tezle karşı karşıyayız.
Bu ‘Devlet türü’nün kökenlerinin 1648 Westfalia Antlaşmasına gittiğini biliyoruz.
Nitekim 1688 İngiliz Devrimi’nde bir ‘Ulus’tan sözetmek mümkün olmadığı gibi, o dönemde toplumların böyle bir kaygı ya da beklentileri de bulunmuyordu.
Adı üzerinde ‘Birleşik Krallık’, sömürgeleri hariç, İngiltere, İskoçya, İrlanda ve Kuzey İrlanda ve Galler gibi, en azından beş ‘Ulus’tan oluşuyordu.
Peki ama bu Şanlı Devrim (Glorieuse Révolution)’in şanı nereden geliyordu?
Kral II.Jacques Stuart’ın Hollanda valisi (stathouder–gouverneur) III.Guillaume tarafından, çatışma olmaksızın tahtan indirilmesinden çok (22 Aralık 1688); bu ikincinin bir yıl sonra 13 Şubat 1689’da o ünlü (İnsan) Haklar Bildirgesi’ni (Bill of Right) ilan etmesinden geliyordu denilebilir.
Böylece bir yandan katolik II.Jacques’ın katolikliği (anglicanisme) baskın mezhep yapma girişimlerine son verilmiş, protestan III.Guillaume’un da protestanların katoliklere baskı yapmayacağına ilişkin garanti vermesiyle bir hoşgörü ortamı yaratılmış oluyordu.
İşte ‘Devrim’ sözcüğü, din ve mezhep savaşlarının sürdüğü ve din adamlarının baskın olduğu Orta-Çağ karanlığından çıkış anlamında kullanılmış olmalıdır.
Oysa o günlere değin ‘Devrim’ sözcüğü ‘devirmek’ değil ama, örneğin bir gök cisminin kendi yörüngesindeki ‘devir’ini tamamlaması anlamında kullanılıyordu.
Bir bakıma, Türkçemizdeki dönem ya da çağ değişimindeki ‘devir değişikliği’ ya da ‘devri dönmek’ anlamında kullanılıyorken, daha sonra ‘tepesi atmak’ ya da ‘nevri dönmek’ anlamında kullanılmıştır.
Ki, demek ki, zamanla insanların ‘nevrini döndürecek’ gelişmelere karşı insanların ‘doğal’ ve ‘haklı’ olarak sözkonusu devire bir son vermek zorunluluğunu dile getirmek anlamında kullanılmış olup, bugün de bu son anlamda kullanılmaktadır.
1689 Şanlı Devrimi’nin günümüze uzanan en büyük getirisi ise, 1689 Haklar Bildirgesi’yle Birkleşik Krallık’a kazandırılan ‘Parlemantarizm’ olmuştur.
Kimilerince ‘Parlemanter Monarşi’ de denilen bu yeni ‘rejim’le birlikte ‘modern demokrasi’nin temellerinin atıldığı söylenebilir.
Nitekim, Haklar Bildirgesi’ne göre;
– Kral, parlemantonun onayı olmadan savaş çıkaramayacaktı
– Sebestçe seçilen parlemanto yasa çıkarmak üzere belli aralıklarla toplanacaktı
– Bireysel özgürlük ve yurttaşların yaşam hakları garanti altına alınacaktı.
İşte, John Locke’un (1632-1704) Traité de gouvernement’ı aynı yıl yayımlanacak ve ‘güçler ayrılığı’ ve ‘bireysel özgürlük’ gibi kimi temel kavramlar böylece tüm avrupada tartışılır olacaktı.
Fransa’da Montesquieu ile Voltaire’in bu gelişmelerden doğrudan etkilenmiş olabileceklerinden doğal bir şey olamaz.
Ancak ve ne var ki, ‘kansız devrimden’ kaçan II.Jacques’in, katolik Fransız kralı XIV. Louis’in desteğiyle, bir yıl sonra İrlanda’ya çıkarma yapmasıyla birlikte, İrlanda’lıların ‘remember 1690’ diyerek bugün bile andıkları çetin bir savaş çıkmadı değil.
Bir yıl sonra da olsa, kan yine akmış oluyordu.
Ancak gerek ‘parlemantarizm’ ve gerekse ‘demokrasi’ mücadelesi yüzyıl sonra Amerika ve Fransa’da, ve yine kanlı bir biçimde, yaşanacak ve günümüzde bile sürüyor olacaktır.
Bir es verip, II.Jacques’ın ‘Devrim’e yol açan uygulamalarına bakılacak olursa, hiç abartmadan bugün Türkiye’deki hükûmetin uygulamalarıyla birebir örtüştüğünü söyleyebiliriz.
Bunların başında ‘mezhep kişkırtması’ ve belli bir mezhebin baskınlığı sayılabilir.
Varolan parlemantoyu iğdiş etmesi (émasculer le Parlement)…
Görünüşteki Parlemanto üyelerinin kendisine bağımlılığına dayanarak, tek başına kendisinin aldığı kararları parlemantodan geçirmesi…
Din adamlarından oluşturduğu bir ‘jüri’ aracılığıyla, halkın kendine ‘biat’ etmesini sağlaması.
Ve benzeri, ki hiç kuşkusuz kişisel malvarlığını artırması gibi uygulamalarla, kanlı ya da kansız bir ‘Devrim’in nedeni olduğu söylenebilir.
Sonuç olarak, bir ‘Devrim’ ya da ‘İhtilal’in olabilmesinin temel koşulunun, sürdürülen ‘devran’ın belli bir dayanılmaz noktaya varmış olmasıdır denilebilir.
YAZARLAR
11 saat önceEKONOMİ
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
3 gün önceYAZARLAR
3 gün önce