Naylon’dan çıktım yola

Naylon’dan çıktım yola

ABONE OL
20 Ocak 2022 10:53
Naylon’dan çıktım yola
0

BEĞENDİM

ABONE OL

60’ların Yeşilçam’ından, Alevli Yıllar filminde Ekrem BORA’ya “film icabı” eşini canlandıran Sema ÖZCAN’a diyor ki;

-Yeni evimizin, yeni yatak odasını alırken, yeni bir gecelik de alacağım kendime…

Yanıtlıyor onu BORA:

-Naylon olsun ama mavi renkte…

60’lı yılların ortalarında (ki 27 Mayıs 1960 sonrasında askerin, yönetime karışmasıyla gerçi ne değişti? MENDERES gitti DEMİREL geldi, 12Eylül 1980 sonrasında da DEMİREL’in gidip, ÖZAL’ın gelmesi gibi… Ve bu ülkede o yıllardan beri ne fırıldaklar dönmekte sürekli Asker-Hükümet işleri ve ABD arasında? Herkes gibi ben de anlayamadım gitti ya neyse; konumuz dışına çıkmayalım, tali yollara sapmayalım. İşte Morrison Süleyman’ın (henüz o günlerde BABA’lık değil, ağalık yapıyordu “işçisine, köylüsüne”) Amerika tarafından başbakanlığa atanmasının ardından; Bursa ipeğini, yapay ipekle değişti Türkiye, naylona tutkun oldu…

Halk; çiçekli bahçelerin içindeki, ağaçların gölgesinin serinliğindeki evlerinden de apartmanlara taşınmaya başladı.

Her sabah folluktan yumurtalarını aldığı tavuklar, sütünü sağdığı koyunlar, biberini, domatesini, maydanozunu yetiştirdiği bostanlar ardından öksüz, yetim kalakaldı. Bir, iki yıl geçince de bahçe içindeki ahşap evlerin yerinde, çelik-beton karışımı sefertası gibi yapılar yükseldi çağdaşlaşma adına…

Pazarlarda “hormonlu” domates sözleri duyulmaya başladı. Özü, orijini kiraz büyüklüğünde olan domates; irileştikçe, irileşti ve insanın yaşam çevresi de yeşilden uzaklaşarak, grileştikçe, grileşti giderek çoğalan yüksek yapılarla…

70’lerde Batı’da, özellikle Avrupa’da “çevre” konulu bir sorun tartışılmaya başlandı, ama Anadolu halkı henüz ayırdında değildi oralarda ortaya çıkmaya başlayan kaygıların… Çünkü onun birkaç büyük kentinin dışında hızlı bir saldırı yoktu bahçeliden, apartmanlıya geçiş serüveninde… Henüz yeni doğan bebeye, yeni açılan yuvaya “uğur getirsin” ve boy versin onlarla birlikte diye “ağaç dikme” geleneği sürüyordu o yıllarda…

12 Eylül’ün ardından yaşanan ayak oyunlarıyla, ABD’nin atadığı/yönlendirdiği/desteklediği yeni başbakan Turgut ÖZAL ülke yönetiminde… Bu yeni dönemle birlikte, Anadolu’ya özgü tutum ve davranışlar artık değildi yerli, yerinde… Bundan böyle hormonlu olan yalnızca domates, kabak, çilek değil, Devlet’in ekonomisi de…

Büyüdükçe, büyürken ekonomi; göz ardı ettirilmeye çabalandı sürekli, büyüme ile kalkınma arasındaki ayrım… Bir zamanların 68’lilerinden dönüşüm geçiren kimi kıvırcıkların yardımıyla anlatıldı halka “küreselleşme “ masalı eşliğinde, kolayca algılasınlar, aldansınlar, kansınlar diye bir sürü post-modern palavra; sansınlar ki bu yaşananlar bir devrim…

Hollywood senaryolarının gereği, otomatiğe bağlanmış bu değişim sürecinde; kırıldı ülkenin orta direği… Tabanla, tavan arasında kümelerin kesişmesi bir yana, teğet bile geçmiyordu; kalmadı yurttaşlar arasında ortak payda ve ülkede üretilen toplam fayda yerçekimine inat, yukarılara akıyordu, taban da aval, aval bakıyordu. İşte bu süreçte aval, aval bakanlara, kaval çalan ABD destekli yeni bir egemen gelince iktidara; kamusal alana da düşüyordu GDO kavramı, “hormon” neredeyse masum kalıyordu yanında…

GDO dediğin kavramın açılımı, büyük çoğunluğun iyicesine bildiği, olumsuzluklarını bellediği üç söz, ama onun girdiği bedende ne derece sağlam kalıyor beyin, iç organlar ya da iki göz? Orası şimdilik bilinmeyenlere gebe… Ara, sıra olağandışı bebelerin doğduğu duyumlarını verse de ebe; “kesin kanıt yok elimizde” diye açıklamalar ivedilikle yapılıyor.

GDO; genetiği değiştirilmiş organizma… Ne olduğunu anlamaya gelince sıra; bilindiği gibi bitkilerin binlerce yıldır nesilden, nesile geçen özelikleri var. Bu özellikleri belirleyen ve nesilden, nesile doğal yollarla geçiren de DNA denilen kimyasal bileşim (hani şu ikili sarmal), bir çeşit formül… Yeni teknolojiler aracılığıyla bu formüller doğal olarak değil, yapay olarak değiştiriliyor. Bio-teknoloji ve gen-teknolojisi kullanılarak bir canlının genleri alınıp, bir bitkiye veriliyor.

Bu işlemlerin başlangıcında, çiftçinin ürününü hastalıklara karşı korumak amaçlanmış, besin ve yem olarak kullanılan bazı bitkiler, genetik yapıları değiştirilerek, haşerelere ve virüslere karşı daha dayanıklı duruma getirilmiş. Ve sonraları da raf ömrü uzun çilek, domates, kabak ve biber gibi ürünler geliştirilmiş.

Ne yazık ki genetiğiyle oynanmış ürün sayısının 120’lere ulaştığı ileri sürülüyor. Üstelik bazı bilim insanlarımız da GDO’lu besinleri savunuyor.

Nasıl ki II.Dünya Savaşı sırasında, ünlü bir psikiyatr HITLER’e bilimsel bilgi birikimini sunarak, Yahudiler’i nasıl kolayca fırınlara süreceklerinin incelikleri konusunda yardım etmişti. İşte bizim bilim insanlarımızın bazıları da GDO tartışmalarında, vahşi kapitalizmin sömürgenlerinin yanında yer alarak belki de gelecekte bir çeşit “genetik soykırım” olarak değerlendirdiğim (ya da benim gibi düşünenlerin de değerlendirebileceği gibi), algıladığım bir vahşete imza atılmasında etkin bir görev üstleniyorlar…

Ve bu süreçte doğal yaşamdan yana olan bizler insanca kaygılarımızda haklı olmamıza karşın, vahşi kapitalizmin egemenlerince yönlendirilen/yönetilen bu saldırganların söylemleri ve eylemleri sonucunda ortaya çıkan olumsuz dışsallıkların kurbanı olarak yenileceğiz ama, geride insanlığa yönelik işlenmiş bir suç ortaya çıkacaksa kuşkusuz bunun utancı onların olacaktır.

Ve Naylon’la başlayan bu sözde uygarlık düzeninin üzülenleri en başta insanlar olmak üzere; Dünyamız’da yaşayan tüm canlılar olacaktır.

 

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP