Kurucu Meclis

ABONE OL
11 Ocak 2021 13:49
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

27 Mayıs 1960 Devrimini gerçekleştirenler, öncelikle özgürlüğü ve demokrasiyi ilke edindiklerinden, eylemin yapıldığı gün öğleden sonra, yeni anayasa çalışmalarına katkı vermek üzere İstanbul ve Ankara Üniversiteleri Hukuk Fakültelerinden akademisyenleri çağırırlar. İstanbul’dan gelen yedi akademisyen Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı, Prof. Dr. Ragıp Sarıca, Prof. Dr. Naci Şensoy, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, Doç. Dr. İsmet Giritli ile ertesi gün Ankara’dan üç akademisyen Prof. Dr. Muammer Aksoy, Prof. Dr. İlhan Arsel, Prof. Dr. Bahri Savcı ile yeni anayasa taslağını hazırlamak için komisyon kurulur ve çalışmalar başlatılır.

Ülke yönetimini üstlenen Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel yeni anayasa taslağı komisyonu üyelerine şöyle demiştir: “Üniversiteye inanıyoruz, hatta inanmakla kalmıyor, iman ediyoruz.” Anayasa taslağını hazırlamak için komisyon başkanlığına getirilen Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, komisyon adına şu açıklamayı yapmıştır: “Bugün içinde bulunduğunuz durumu adi ve siyasi bir hükûmet darbesi saymak doğru değildir.” Bu komisyonun hazırladığı bildiride, siyasal yaşamda hep anımsanması gereken şu önemli tümce yer almıştır: “Bir devlette, hükümet ve onu oluşturan siyasi iktidar, hukuka, adalete, ahlaka ve bütün halkın menfaatine dayanmalıdır.”

Milli Birlik Komitesi (MBK), 13 Aralık 1960 tarihinde “Kurucu Meclis Oluşumu” hakkında yasa çıkarmıştır. Bu yasanın ilk maddesi şöyledir: “Kurucu Meclis, Türk Milletinin zulme karşı direnme hakkını kullanmak suretiyle onun adına harekete geçen Türk Silâhlı Kuvvetlerinin, meşruiyetini kaybetmiş olan idareyi 27 Mayıs 1960 Millî ihtilaliyle devirerek, meşru iktidarı emanet ettiği Millî Birlik Komitesi ile Demokratik Hukuk Devletinin kurulması yolunda ve mevcut şartlara uygun olarak milletin en geniş mânasiyle temsili gayesini gözeten ve bu kanun hükümlerine göre kurulacak olan Temsilciler Meclisinden teşekkül eder.”

Temsilciler Meclisi’nin 10 üyesi devlet başkanı, 18 üyesi MBK tarafından atanmıştır. Bakanlar Kurulu üyeleri de Temsilciler Meclisi’nin üyesidir. Geri kalan 228 üyenin 75’i illerin, 74’ü siyasi partilerin ve 79’u diğer kuruluşların (Barolar 6, Basın 12, Muharipler Birliği 2, Esnaf Kuruluşları 6, Gençlik Temsilcisi 1, İşçi Sendikaları 6, Odalar 10, Öğretmen Kuruluşları 6, Tarım Kuruluşları 6, Üniversiteler 12, Yargı Organları 12) yaptığı seçim sonucu belirlenmiştir.

Böylece yeni anayasanın yapılması amacıyla 6 Ocak 1961 tarihinde MBK ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan Kurucu Meclis açılmıştır. Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu başkanlığında Kurucu Meclis’e bağlı 21 kişilik anayasa komitesi kurularak, yeni anayasa için çalışmalara başlanmıştır. Kurucu Meclis’in görevi 24 Ekim 1961 tarihinde sona ermiştir. 6 Ocak’ta, başkanlığını Emekli Orgeneral Kazım Orbay’ın yaptığı Kurucu Meclis’in 60. yılını geride bıraktık.

Kurucu Meclis’in yaptığı 1961 Anayasası, 9 Temmuz 1961 tarihinde halk oylamasına sunulmuş ve %62 oy oranıyla kabul edilmiştir. 1961 Anayasası, sadece bizde değil, dünyada da en özgürlükçü anayasalardan biri olarak tarihte yerini almıştır. 1961 Anayasası ile birçok yeni kurum ve kuruluş oluşturulmuş, devlet ve topluma yeni ilkeler ve değerler kazandırılmıştı.

Amacı “Atatürk Devrimleri’ni yeniden yaşama geçirmek ve demokrasiyi tekrar kurmak” olan 27 Mayıs 1960 Devrimi, on yedi ay gibi kısa bir sürede gerçekleştirilen aydınlanma yolundaki yeni atılımlarla ülkenin ilerlemesine katkı sağlamıştır. Ülkemize çağdaş, ilerici ve ışıltılı bir anayasa armağan eden 27 Mayıs 1960 Devrimi, 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamı ile toplumun, siyasal, kültürel ve ekonomik açıdan büyük gelişmeler göstermesine katkı sağlamıştır.  

Günümüzde bütün bu olumlu yapılanları anlayamayan bazı aydın insan taklitleri de, 27 Mayıs’ı karalama kampanyasına katılmakta ve “darbe” demektedirler. Tutucu ve sığ görüşlü insanların 27 Mayıs’ın getirdiklerine karşı olması belki anlaşılabilir. Ancak ilerici ve aydın görünenlerin 27 Mayıs için darbe söyleminde bulunmaları, havadaki oksijenin değerini bilmemek gibidir. Askeri harekâtlar, topluma olumlu getirileri ya da olumsuz götürüleriyle önem kazanır. Devrim ya da darbe oldukları da ancak bu şekilde belirlenir. Havadaki oksijenin değerini bilmeyince, darbe ile devrimin birbirine karıştırıldığına tanık oluyoruz.

Bu koroya Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ da katılmıştır. “Türkiye Cumhuriyeti’nde Güç Odaklarının Mücadelesi” serisinin ikinci kitabında şunları yazmıştır: “27 Mayıs darbesi her şeyden önce demokrasiye zarar vermiştir. 27 Mayıs darbesi olmasaydı, Türk demokrasisinin bugün geleceği nokta, mutlaka çok farklı yerlerde olacaktı. 27 Mayıs darbesi Türk demokrasisinden sonra en büyük zararı Türk ordusuna vermiştir. Ordu içindeki emir-komuta düzeni, ast-üst ilişkisi altüst olmuştur. Türk ordusunun üst rütbeli subayları tam anlamıyla siyasetin içine bulaşmışlardır. Ordu asli görevlerinden uzaklaşmıştır.” Bu serinin üçüncü kitabıyla ilgili Cumhuriyet Gazetesi’ndeki söyleşisinde “Eğer Menderes, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi. Çünkü erken seçim kararı almış bir hükümete karşı bir askeri darbenin gerçekleştirilmesi, açıkça milletin siyasi iradesine de vurulacak bir darbe olurdu” demiştir.

AKP ve hükümet temsilcileri İlker Başbuğ’un bu sözlerinde ‘darbe iması’ olduğunu iddia ederek, tepki vermeye başladılar. Büyük bir ordunun başındayken darbe yapmamış bir subayın, emekli olduktan sonra darbe çağrısı yaptığını düşünmek komikliğin de ötesindedir. Birlikte çalıştıkları eski bir Genelkurmay Başkanını, terörist suçlamasıyla Silivri zindanına kapatan AKP’den de bu beklenirdi zaten.

Atatürk’ü, Silivri zindanında kitap okuyarak öğrenmeye başladığını söyleyen İlker Başbuğ’un, henüz 27 Mayıs 1960 öncesini, olmayan demokrasiyi ve 27 Mayıs 1960 sonrasında yapılanları henüz öğrenemediği ortaya çıkmıştır. Tarihi doğru bilmek, elinde bazuka ile basın toplantısı yapmaya benzemez. Genelkurmay Başkanı olarak komutanı olduğu ordunun subaylarını koruyamayan İlker Başbuğ’un konuşmaya hakkı yoktur. En fazla subayın kendi döneminde esir alındığını bilmiyor mu? Şemdin Sakık adlı teröristin gizli tanıklığında subaylarının yargılanmasını nasıl içine sindiriyor? Kendi döneminde Türk Ordusu’nun savaş sırlarının bulunduğu Kozmik Odaya AKP, Fetö ve CİA işbirliğiyle girilmesine tepki vermeyen İlker Başbuğ, ne yüzle konuşmaktadır? 27 Mayıs ile ilgili “ordu içindeki emir-komuta düzeni, ast-üst ilişkisi altüst olmuştur” derken, kendi döneminde olanları unutmuştur. Ordunun şerefi yerlerde sürünürken kendisi sırça köşkünde bazukasıyla açıklama yapıyordu. Ege Adalarımız işgal edildiğinde sessiz ve tepkisiz makamında oturuyordu. 

Askeri ve günümüzdeki gibi sivil darbe ya da yönetime müdahaleler yaşanmaması, hukuk devleti ve demokrasinin hiçbir biçimde kesintiye uğramaması için, ülkeyi yöneten sivil iktidarların hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, gerçek demokrasiyi etkin hale getirmeleri gerekir. Gerçek demokrasiyi yok eden darbelerin her türlüsüne, etkin olarak her zaman ve her koşulda karşı konulmalıdır. Sivil yönetimler demokrasiyi benimsedikleri ve hukuk ilkelerine bağlı kaldıkları zaman, darbe ortamlarının yaşanmadığı herkes tarafından görülecektir.

11 Ocak 2021.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP