Zeki SARIHAN
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yurdu işgalden kurtararak tam bağımsız bir vatana sahip olmak için cephede çarpışacak askere ihtiyacı vardı. Ne var ki, mevcut askerleri elde tutmak bile neredeyse mümkün değildi. Dağ taş asker kaçaklarıyla doluydu. Kaçakları yakalamak için görevlendirilen takip birlikleri de kaçıyorlardı.
Askerlerin kaçmalarını önlemek için 18 Eylül 1920’de İstiklal Mahkemeleri kanunu çıkarıldı. Daha sonra vatana ihanet edenleri yargılamak da mahkemenin görevleri arasına alındı.
Kurulan mahkemelerden birinin merkezi da Isparta idi. Antalya, Burdur, Muğla ve Aydın da Mahkemenin görev alanı içindeydi.
TBMM, 2015’te bu mahkemenin kararlarını yayımladı. Öteki İstiklal Mahkemesi kararları da geçen yıl yayımlandı.
Isparta İstiklal Mahkemesinin kararlarından biri konumuzu yakından ilgilendiriyor. Konumuz, malum olduğu üzere Kürt sorunudur.
Hayır, karar Kürtlerle ilgili değildir. Vatana ihanetle ilgilidir.
Bir kısım vatandaşlar, aralarında imza toplayıp baka bir ülkenin orayı işgal etmesini isterlerse bu olay nasıl değerlendirilir? Isparta’da böyle bir olay mahkemenin yargılama konusu olmuştur.
İtalyan işgalini isteyenler neden beraat etti?
21 Şubat 1921 günü verilen kararın özeti şudur: Antalya’daki İtalyan işgal kumandanına telgraf çekerek memleketlerini işgal etmeye ve İtalya himayesini kabule hazır ve amade olduklarını bildiren Isparta Karaağaç ilçesinden 43 kişi vardır. Adları tek tek sıralanmaktadır. İçlerinde kimler yoktur ki? Adlarını yazmak uzun sürer. Hepsi bölgelerinin ileri gelen insanlarıdır. Yaptıkları işin kanundaki tanımı devletin istiklal ve gelecek hayatına karşı haince teşebbüste bulunmaktır.
O dönemde mümkün olduğu kadar çok insana ceza vererek gözlerini korkutmak değil, adam kazanmak peşinde olan, topluca isyan edenler için af yasası çıkaran, askerden kaçanları 20-30 değnek cezasıyla veya “bu defa” öğüt vererek birliğine sevk eden sistemin mahkemesi, İtalyan işgalini isteyen bu kişilere ceza vermemiştir.
Mahkeme adalet ve hak noktasından hareket ederek olayın nedeni üzerinde durmuştur. O da şudur: İzmir’in işgali üzerine Yunanlılar adım adım ilerlemektedir. Gönüllü asker birlikleri yerlerini terk ederek gerilere çekilmektedir. Halk üzüntü içindedir. Üstelik bu gönüllüler halkın malını yağmalamaktadır. Hükümet bu anarşiyi yatıştırma ve halka karşı görevlerini yapmakta acz içindedir. Halk nereye bağlanacağı konusunda tereddüt emektedir. Demirci Mehmet Efe’nin, Denizli’de suçsuz bazı insanların boyunlarını kestirmesi feci bir etki bırakmıştır. Aynı olayın Karaağaç’ta da olmasını önleyecek bir kuvvet yoktur. Bu nedenle halk zorunu olarak İtalyanları Karaağaç’ı işgale davet etmiştir. Üstelik Karaağaç halkı şimdiye kadar bağlılık görevlerini yerine getirmiş, Millî savunma için görevlerini can ve malıyla çalışmıştır. Bu telgraflar, bağlılığa aykırı düşüncelerden çok kendi hallerine bırakılmış halkın ırz ve can noktasının zorunlu kılması nedeniyle çekilmiştir. Mahkeme heyeti buna bir kat daha kanaat getirerek telgraf çekenlerin tümünün sorumsuzluğuna karar vermiştir. Bu davadan tutuklu olanlar da serbest bırakılacaktır. Oybirliğiyle. 21 Şubat 337 (1921) Hapsi mebus olan ve Meclis tarafından seçilmiş üyeler: Tahsin, Hamdi, Hamid. (Isparta istiklal Mahkemesi, Kararlar ve Mahkeme Zabıtları, TBMM Basımevi, 2015, s. 133-135
Olayın Kürt sorunuyla benzerliği nerede?
Bilindiği gibi devlet ve Türk milliyetçileri tarafından Kürtlerle ilgili en önemli suçlama Kürtlerin Türkiye’den ayrılmak istedikleridir. Kürtler tarafından dillendirilmemiş olsa da böyle bir isteğin bazı Kürt çevrelerinde olduğu varsayılabilir. Bunu önlemenin yolu sert yasalar çıkarmak veya sert önlemler almak değil, yurttaşların mal, can güvenliğini sağlamanın yanında onların farklı bir milliyet olmaktan doğan kimliklerine karşı hoşgörüyle bakmaktır. Öyle olursa Kürtlerin ayrı bir devlet kurma niyetlerinin varsa bile sönümleneceği ortada olduğu gibi, ayrılma niyetleri olmadığı halde huzursuzlukları açık olan kitlenin yatışacağı ortadadır.
Bağlı olduğu devletten iyi davranış görmeyince başka bir devletten yardım isteyen, hatta o devletin işgal kuvvetlerini bir kurtarıcı olarak gören olaylar tarihte çok yaşanmıştır. Osmanlı devletinin Batı’ya doğru niçin kolayca genişleme nedenini, Bizanslıların halkı ağır vergilerle ezmekte oluşunu gösteren tarihçiler vardır.
Antalya’yı işgal eden İtalyan kuvvetlerine gelince: İtalya, diğer işgal kuvvetlerinden farklı olarak işgal ettikleri Muğla, Antalya, Konya bölgesinde çok yumuşak bir siyaset güdüyorlardı. Çiftçiye kredi veriyor, yol yapıyor, bunun da ötesinde Ankara hükümetinin öteki İtilaf devletlerine karşı adeta müttefiki gibi davranıyordu. İşgal ettiği yerlerden en önce çekilen de onlar oldu.
Bağlı olduğu devletten ayrılmak isteyen bir topluluğun bulunması, o topluluktan çok devletin sorgulanmasını gerektirir. Devlet bu topluluğu neden memnun edememektedir? Onları vergiler altında ezmekte midir? Veya onların kimliklerini ifade etmelerine engel mi olmaktadır? Gerçek duygusuyla donanımlı, haksever aydınlar, bu konularda önce kendilerinin ve devletin tutumunu sorgulamak zorundadır.
Herkesin buğdayını öğüten değirmen
Bizim oralarda (Orta Karadeniz) insanların tek bir seçeneğe mahkûm olmadıklarını anlatmak için bir söz vardır. “Aşağıdaki değirmen öğütmüyorsa yukarki değirmen kol gibi atıyor.” Aşağıdaki değirmen (Devlet) herkesin buğdayını öğütmeli ve onu yukarki değirmene muhtaç etmemelidir. (Bu durum Arap milliyetçisi ve mezhepçi Suriye devletiyle de ilgilidir.)
Bir ülkenin bütün yurttaşları kendilerini o devletin sahibi sayacak bir kabullenmede bulunabilmelidir. O şartlarda onu kovsanız da evden kaçmaz. Evi bildiği vatanını canla başla savunur. Kendisini kazanmak için teşvikte bulunan dışarıdaki kuvvetlere “Hadi Ordan! Başka kapıya” diye yol gösterir.
Türk-Kürt barışının gündemde olduğu günümüzde bu gerçeği herkes hatırlasa çok iyi olur. (Independent Türkçe: 4 Kasım 2024)