Ömer ALPDOĞAN
Türk futbolunda oldum olası, her kötü gidişte fatura en suçsuza kesilir..
Kulüpten ilk önce gönderilir..
En suçsuzlar futbolumuzun günah keçileridir..
Günah keçileri de her zaman teknik direktörler oluyor..
Yine aynısı oldu..
Adana Demirspor altı haftalık periyottaki başarısızlığın faturasının geleneksele uyarak teknik direktör kesti..
Ajax modeli oluşturacağız diyerek takımın başına getirilen Michael Valkanis, kötü gidişin sorumlusu olarak kabul edildi yollar ayrıldı..
Adana Demirspor’un Valkanis’le yolların ayrılmasıyla ilgili yapılan açıklamada “karşılıklı anlaşarak” vurgusunun yapılmaması çok ilginçti..
Yani, Başkan Murat Sancak, altı haftada alınan beş yenilgi ve tek puanın sorumlusu olarak Valkanis’i görmüş..
Halbuki, Adana Demirspor’un geçtiğimiz sezonun ikinci yarısından bu yana yaşadıklarına bakınca, kaostaki en suçsuz kişinin Valkanis idi..
Adam, Ajax’tan transfer yasağı olan bir kulübe gelmişti..
Transfer tahtası bugün açılacak, yarın açılacak, cumaya açılacak diye umutlar dağıtılırken, hem kamp döneminde, hem ligler başladığında elindeki kısıtlı kadroda darmadağın edilmişti..
Edouard Mitchut, Milad Muhammadi, kaleci Shahruddin Mahammadaliyev gibi futbolcular takımdan ayrılmışlardı..
Valkanis’in elinde onbeş yaşındaki kaleci Deniz Eren Dönmezer, onaltı yaşındaki forvet oyuncusu Ozan Demirbağ gibi oyunculardan kurulu gencecik, deneyimsiz bir kadro kalmıştı. Valkanis bu genç kadroyla şapkadan tavşan çıkarmaya çalışmıştı..
Olmadı..
Olmayacağını da Başkan Murat Sancak da dahil herkes biliyordu..
Geçmişte hovardaca harcama yapan, ancak geçen yıldan bu yana futbolcuların alacaklarını ödeyemeyen bir yönetim anlayışını doğal sonucuydu Adana Demirspor’un geldiği nokta..
Adana Demirspor’da sıkıntıların olduğu Onyekuru’nun açıklamasıyla aslında gün yüzüne çıkmıştı..
Bugün UEFA’da dosya sayısı yirmiyi buldu..
Valkanis ve yardımcılarını alacakları varsa, yakında onlar da UEFA’daki dosyalara eklenen yeni dosyalar olarak karşımıza çıkacaktır..
Eğer doğruysa, altyapı için söylenen sıkıntılar Adana Demirspor’un yaşadığı parasal krizin tahmin edildiğinden daha derin olduğuna işaret etmektedir..
Murat Sancak, kendi hatalarının sonucu Adana Demirspor’un geldiği ortamın, yaşanan başarısızlığın faturasını günah keçisi olarak teknik direktör Michael Valkanis’e kesti..
Türk Ortodoks Patrikhanesi 102 yaşında
Türk ulusunun günümüzdeki sağlam kalelerinden Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi yüziki yaşında..
Tıpkı yüziki yıl öncesinde olduğu gibi Türklük için mücadelesinin sürdürüyor..
Papa Eftim’in dediği gibi, Türkiye Cumhuriyeti var oldukça, var olacak olan Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin yüz ikinci yaşını kutluyor, Erenerol ailesinin şahsında Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi mensuplarını, bütün Türk ulusunu kutluyorum.
Selçuk Erenerol’un ifade ettiği üzere, dün olduğu gibi bugün de Türk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne düşman olanlarla mücadelesinde başarılar diliyorum.
Eminim ki, bir çok kişi biliyor ama bilmeyenler için anlatalım.
Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin kurucusu Papa 1. Eftim (Zeki Erenerol) Türk Kurtuluş Savaşı’na başından itibaren destek vermiş, bu uğurda savaşmıştı. Papa 1. Eftim önderliğindeki Türk Ortodokslar, Türk Kurtuluş Savaşı’nda “Umum Anadolu Türk Ortodoksları Cemaatleri” olarak yer almışlardı. 23 Nisan 1920’de Ankara’da Millet Meclisi’nin açılış duasını okuyanlar arasına Papa 1. Eftim de vardı.
Anadolu’da ana dili Türkçe olan Hıristiyan varlığının tarihi 7.yy’a değin uzanmaktadır. Roma imparatorları tarafından Hristiyanlığı kabul eden Türkler, Anadolu’da boş topraklarda tarım yapmaları ve saldırılara karşı bölgeyi korumaları için yerleştirildiler. Roma imparatorlarının Peçenek, Kıpçak-Kuman, Avar ve Oğuz boylarına mensup Türklere tahsis ettiği Anadolu toprakları, İslamiyet’in doğmasıyla birlikte Arap akınlarına maruz kalmaya başladı. Ardından Türklerin de İslamiyet’i kabul etmeleriyle birlikte bölgeye bu sefer de Müslüman Türk akınları başladı. Malazgirt Savaşı’nın sonunda Anadolu’da Türklerin kurduğu Selçuklu Devleti’nde de ana dilleri Türkçe olan Hristiyan nüfus geçmişte olduğu gibi yaşamlarını sürdürmeye devam etiler.
Türk Hristiyan nüfus yoğun olarak Konya, Karaman, Kayseri, Niğde, Nevşehir, Aksaray, Yozgat, Tokat, Amasya, Adana, Bursa, Burdur, Isparta, Sivas, Gümüşhane, Samsun gibi kentlerde varlıklarını sürdürdüler. Türk Hıristiyan kimliği Roma, Selçuklu, Karamanoğlu Devleti (Anadolu Türk beylikleri) ve Osmanlı döneminde en parlak günlerini yaşadı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi Lozan ile 1923 yılında varlıkları son buldu.
1923 hepimizin bildiği gibi Yunanlılarla yapılan Kurtuluş Savaşı’nın sonunda Lozan Anlaşması imzalanmıştı. Türkiye’de İstanbul’un dışında yaşayan Ortodoks Hristiyanların Yunanistan’a gönderilmelerine karar verilmişti. Aynı şekilde Yunanistan’da Batı Trakya bölgesi hariç bütün Müslümanların da Türkiye’ye gönderilmeleri kesinleşmişti. Bu iki ülke arasında tamamen din temelli mübadelenin hayata geçirilmesini de İngiliz temsilci Lord Curzon takip etmişti. Bu mübadeleden sadece Atatürk tarafından “Baba Eftim memlekete bir ordu kadar hizmet etmiştir.” Sözleriyle taltif edilen Papa Eftim ile yakın çevresi muaf tutulmuşlardı.
Papa Eftim de Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nın en kritik zamanlarında özellikle Türk Hıristiyanların, Yunanistan’ın yanında yer almalarını önleyen şu sözleriyle tarihe geçecekti: “Düşmanlarımızın her şeyi var. Bizim ise göğsümüzde imanımız var. Mutlaka kazanacağız. Yaşasın Muzaffer Türk Ordusu.”
Papa Eftim’in Akdamağdeni’nde papaz olarak görevlendirildiği yıllarda Osmanlı’nın bitişini sağlayan 1.Dünya savaşı kaybedilmişti. Ardından da Yunanistan ile Türkiye arasında Kurtuluş Savaşı dönemleri başlamıştı Tesadüfen Atatürk’le bir araya gelen Papa Eftim, Türklerin yanında yer alıyor. Hatta 23 Nisan 1920’de Ankara’da ilk TBMM’nin açılış duasını okuyan din adamaları arasında Papa Eftim’de yer alıyor. Kurtuluş Savaşı’nda “Umum Anadolu Türk Ortodoksları Cemaatleri” olarak görevlendiriliyorlar. Anadolu’nun gerçek sahiplerinin Türkler olduğu ve Türklerin bir kısmının da Hristiyan oldukları gerçeğini halka açıklayarak ilk mücadeleyi başlatıyorlar. Anadolu’da ki Hristiyanlara katliamlar yapıldığı yönündeki kara propagandaları açığa çıkartmak için var gücüyle çalışıyor. Aynı zamanda Yunanistan’ın Anadolu’da yaşayan zengin Hristiyanlardan zorla ya da gönüllü yardım almalarını arkadaşlarıyla birlikte önlüyorlar. 1922 yılında Türk kökenli Hristiyanların en fazla yaşadıkları Kapadokya bölgesinde tura çıkıyorlar. Hem Kurtuluş Savaşı için yardım topluyorlar hem de bağımsız Türk Ortodoks Kiliseleri projesini cemaatlerine anlatıyorlar. Gittikleri her yerde Türk ordusunu ve Kurtuluş Savaşı mücadelesini öven coşkulu konuşmalar yapıyorlar. Bu geziler sırasında Atatürk’ün kendisine hediye ettiği kalpağı ise yanından ayırmıyordu.
Sonunda yapılan bütün mücadeleler meyvesini verecek. “Türkler, bitti” denildiği anda Yunanlılar karşısında Kurtuluş Savaşı kazanılacaktı. Ardından da Lozan Anlaşması’yla 1.Dünya Savaşı’nı ağır yenilgiyle bitiren Osmanlı’nın yerine yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulacaktı.
Ancak Türk halkının yeniden doğuşu olan güzel gelişmeler Türk Patrikliğinin merkezinin de Kayseri’den İstanbul’a geçmesini beraberinde getirecekti. Atatürk verdiği sözü tutacak:
21 Eylül 1923 yılında İstanbul, Karaköy Galata’da Panayia (Meryem Ana Kilisesi) Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin merkez olacak şekilde çalışmalarını başlatacaktı. Patrik olarak da Papa Eftim atanacaktı. Fakat hiçbir şey planlandığı gibi gitmeyecek. Lozan Anlaşması’nda Türk kökenli Hristiyan Ortodokslarda Yunanistan’a mübadele kapsamında gönderileceklerdi. Böylece Anadolu’da bilinen tarihleri 7.yy’a kadar uzanan Hristiyan Ortodoks Türk topluluğunun varlığı Türkiye’de tamamen sona erecekti.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde yapılan soyadı kanununa göre Papa Eftim’de Türkçe ad ve soyadı alacak. Pavlos Karahisaridis iken Zeki Erenerol olacaktı. 1968 yılında vefat edecek. Ancak bu tarihe kadar da cemaatsiz kalan bir kilisenin patriği olacaktı. Vefatının ardından Türk Ortodoks Kilisesi’ne patrik olarak oğulları Selçuk ile Dr.Turgut Erenerol geçecekti. Bugün ise aynı aileden Selçuk’un oğlu olan torunu Paşa Erenerol, sembolik olarak ruhani görevi yerine getirecekti.
Türk Ortodoks Patrikliği Kavramı Gökten Zembille mi İndi?
Biz, olayların tarihini ve geçmişini pek bilmediğimiz için neden sonuç ilişkisini çoğu zaman yanlış kuruyoruz. Bu yüzden etrafta gezdirilen fısıltı gazetelerinin çoğu zaman amaçlarına isteyerek ya da bilmeyerek alet olabiliyoruz. Türk Ortodoks Patrikhanesi’ni tahmin etiğiniz gibi kurulduğu ilk andan itibaren kabullenemeyen en büyük güç İstanbul’da bulunan Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi olacaktı. 1923 yılından beri kabullenilmeyen değişik zamanlarda gerek Türk hükümetleri gerekse Rum patrikliği tarafından çeşitli kısıtlamalara ve baskılara maruz bırakılan Türk Ortodoks Patrikhanesi peki bir anda Atatürk ve Papa Eftim tarafından gökten zembille mi indirilerek hayatımıza sokulmuştu?
Elbette ki HAYIR. Anadolu’da bağımsız bir Türk Ortodoks Patrikliği kurma fikrinin kökeni Osmanlı döneminden beri canlı tutulan bir düşünceydi.
Anadolu da yaşayan ve ana dili Türkçe olan Hristiyanların ileri gelenleri 20 Kasım 1903 yılında Osmanlı Sultanı Abdülaziz’e gönderdikleri mektupta milli bir Türk Kilisesi’nin kurulmasını isteyeceklerdi. Anadolu’da yaşayan ve anadili Türkçe olan Hristiyanların, Türk kökenli olduklarından bahsedilecek, Balkanlar’da Osmanlı’ya karşı bağımsızlığını kazanan Sırpların, Yunanlıların ve Arnavutların kendi patrikhanelerini kurmaları örnek gösterilecekti. Osmanlı’da başlayan milliyetçilik akımları neticesinde ayrılan her topluluğun kendi milli patrikliğini de kurması çıkış noktaları olacaktı. Bunun için Anadolu’da Kayseri merkezli Türk Hıristiyanları için de bağımsız bir patrikhane kurulması talep edilecekti. Aslında bu talep, Fener Rum Patrikhanesi’nden Türk Ortodoks Hıristiyanların açıkça ayrılma isteğiydi. Nitekim temeli 1900’lerde atılan bu fikri Mustafa Kemal Atatürk ile Papa Eftim oldukça değişik şartlarda 1922’de ilk Kayseri’de hayata geçireceklerdi. Ardından da Anadolu’da bütün Hristiyanların etnik kimliklerine bakılmadan Yunanistan’a gönderilmesi üzerine cemaatsiz kalan bu patriklik İstanbul’a nakledilecekti.
Ne var ki geçmiş tarihi canlı tutmak, geleceği de şekillendirecek güç merkezlerinden olabilmesi umuduyla kurulan Türk Patrikhanesi, Atatürk’ün ölümünün ardından kimsesiz kalacaktı. Daha sonra yönetime gelen bütün hükümetler tarafından adeta yok hükmünde sayılacaklardı. Hatta Türkiye’nin en doğal hakkı olan kendi bağımsız kiliselerini kurma özgürlüğüne dahi hiç saygı duymayan kesimlerce de saldırıların merkezine konulacaktı.
Sonuçta neredeyse Erenerol ailesi dışında cemaatsiz ve sahipsiz kalan Patrikhane, yıkılmak üzere olan değerli vakfiyeleriyle birlikte günümüzde de zamana direnmeye devam ediyor.
Bağımsız Türk Ortodoks Kilisesi’ni bugüne getiren patriklerimiz:
Papa I. Eftim (1923-1962) – Zeki Erenerol,
Papa II. Eftim (1962-1991) – Turgut Erenerol,
Papa III. Eftim (1991-2002) – Selçuk Erenerol,
Papa IV. Eftim (2002-) – Paşa Ümit Erenerol, bugün hala görevini sürdürmektedir.
Uçmağa varanları saygıyla anıyor, yaşayan Papa Eftim’i, Erenerol ailesinin ve tüm Bağımsız Türk Patrikhanesi mensuplarının, Ortodoks tüm soydaşlarımızı sevgiyle selamlıyorum..
EKONOMİ
12 saat önceYAZARLAR
13 saat önceYAZARLAR
13 saat önceYAZARLAR
14 saat önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce