Ömer ALPDOĞAN
Dün, gazetecilik mesleğine başladığım, Oğuz Baytok ile birlikte bana haberciliği, haber yazmayı ve tipo baskı tekniğinde mizanpajı öğreten, üstümde büyük emeği olan Adana’nın asırlık çınar, kentin belleği Yeni Adana gazetesi sahibi Çetin Remzi Yüregir’i sonsuzluğa uğurlamak için Oğuz Baytok ile birlikte Asri Gömütlüğündeydik.. Ailesi, gazeteciler bazı siyasiler uğurladık Çetin Remzi Yüregir beyi..
Törene katılanlar arasında iki de eski belediye başkanı vardı. Beş yıl öncesinin Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü ile daha üç buçuk ay öncesine değin Seyhan Belediye Başkanı olan Akif Kemal Akay..
Cenaze törenine katılanlar iki belediye başkanının farkında bile değildiler..
Sanki, onların belediye başkanı olduğunu bilmiyorlar, hiç tanımıyorlardı..
Sanki, kimse iki eski başkanla konuşmak, poz vermek istemiyor gibiydiler..
Sözlü ve Akay, sonuna kadar orada kalıp, son görevlerinin yerine getirdiler..
Çetin Remzi Yüregir’in cenazesi taşınırken omuz verdiler..
Yüreğir ailesine başsağlığı dileyerek gömütlükten ayrıldılar..
Onlar izlerken başkan oldukları günlerdeki görüntüler gözlerimin önünde canlandılar..
Cenaze törenine geldiklerinde etrafları çevriliyor, oradakiler, onlarla konuşabilmek, tokalaşmak için birbirleriyle yarışıyorlardı.. Etrafındaki kalabalıktan nefes almakta bile zorlanıyorlardı..
Hatta, onların katılacağını öğrenip cenaze törenlerine koşanlar vardı. Kendilerini başkanlara göstermek, “biz de buradayız” demeye çalışıyorlardı..
Eski günleri ansıyıp, Çetin Remzi Yüreğir’i sonsuzluğa uğurlarken yaşadıkları yalnızlıkları görünce etnolog olan bendeniz meslektaşı kültürel antropolog/etnograf Simon Oliver Sinek’ın “Leaders eat last” adlı betiğindeki “Kağıt Bardak” başlıklı bölüm aklıma geldi.
Genç meslektaşım, yazısında iki başkanın dün ve bugün gördükleri tavır ne güzel anlatmıştı..
Eve dönünce o bölümü yeniden yeniden okudum.
Birlikte okuyalım; ne denli haklı olduğumu görmenizi istiyorum..
Bundan sonra eski siyasetçilerin bir yerde gördüğünüzde gördükleri ya da görmedikleri ilgiyi eminim sizde Simon Oliver Sinek’i anımsayacaksınız..
İşte o yazı:
“Kağıt Bardak
Eski bir bakandan bir konferansta konuşma yapması istenmişti.
Elinde kağıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı.
Ama kafasının başka yerde olduğu sanki anlaşılıyordu.
Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre bardağı kaldırıp baktı. Derin bir nefes aldı ve;
“Biliyor musunuz ne düşünüyorum?” diye sordu, “Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı kürsüde konuşmuştum. Tek bir fark vardı; o zaman hala bakanlık görevim sürüyordu. Buraya gelirken bana business class bileti alınmıştı, hava alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu. Beni önce bir otele götürmüşlerdi. Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı..
Ertesi sabah lobide benim odadan inişimi bekleyen bir heyet vardı.
Beni yine aynı limuzinle bu salona getirmişlerdi.
Özel bir kapıdan içeri almışlardı.
Çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi. Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim.”
Eski bakan derin bir nefes aldı, seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti… “Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum.”
Bir an durdu ve sonra “Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum. Beni hava alanında kimse karşılamadı. Otele taksi ile geldim. Kendi odama kendim çıktım.
Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim. Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile. Sonra da bulabildiğim yerde oturdum. Canım kahve istedi ve görevliye sordum; bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi. Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kağıt bardağa kahveyi kendim doldurdum.”
Seyirciler gülmeye başlamıştı.
“Sanıyorum geçen yıl porselen bardak bana sunulmamıştı.
Makamıma sunulmuştu.
Benim asıl bardağım işte bu.”
Konuşmanın bu noktasında gülüp alkışlayan seyircilere kahve bardağını kaldırıp gösterdi. Alkışlar bitince de şunları söyledi:
“Size verebileceğim en iyi ders bu işte. Bütün o övgüler, hizmetler, avantajlar rütbeniz, rolünüz, makamınız içindir. Size ait değildir. Ve bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde porselen bardağınızı halefinize verirler.
Çünkü aslında hep layık olduğunuz kağıt bardaktır.”
Sorumluluktan kurtulmak istiyorlar
Eskinin Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Emevi Camii’nde namaz kılmaktan, sorumluluktan kurtulma aşamasına geçmiş..
Malum, Davutoğlu büyük bir stratejist ve Emevi Camii’nde namaz kılma, Osmanlı’yı yeniden ihya etme gibi büyük! ülküleri olan siyasetçiydi..
Onun stratejileri ve Neoosmanlı sevdası yüzünden, Türkiye Cumhuriyeti Suriye bataklığına girmişti..
Ne güzel hayalleri vardı:
Emevi Camii’nde Cuma namazı kılacaklardı..
Esad’dan Esed’liğe tenzili rütbe yaptırılan Beşir Efendi, gidecek, Suriye’de Şia rejimi yerine Sünni Müslüman rejim gelecek, Osmanlı yeniden hayat bulacaktı..
Kazın ayağının öyle olmadığı çok geçmeden anlaşılmıştı..
Esad sapasağlam yerinde kalmış, yüzlerce askerimiz Suriye’de can vermiş, milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye girmişti..
Emevi Camii’nde Cuma namazı hayal olarak kalmış, Osmanlı canlanmamıştı ama Türkiye, Suriyeli işgaline uğramıştı..
Tabii, bütün bunların nedeni büyük stratejist Serok Ahmet Davutoğlu’nun muhteşem stratejileri ve hayalleriydi.
Davutoğlu Dışişleri ve Başbakan olarak o zamanlar sahip çıktığı Suriye bataklığının sorumluluğundan artık kurtulmak istiyor.
Dün Suriye olayına sahip çıkan ve büyük strateji diyen Ahmet Davutoğlu şimdi, “13 yıllık Suriye krizinin 8 yılında ben yokum. Siyasetçilerde insandır, hata yapabilir” diyor..
Suriye krizinin başlatan ve sürdüren olarak beş yıllık kısmı yok sayan ve son sekiz yılında olmadığı için sorumlu tutulamayacağını iddia ediyor..
Türkiye’yi on üç milyon Suriyeli sığınmacıyı on üç yıldır beslemek zorunda bırakan krizi “siyasetçide insandır, hata yapabilir” diyerek hata olarak nitelendirip sorumluluktan ve hesap vermekten kurtulmanın çaresinin arıyor..
Öyle yağma yok!..
Hata diyerek, sekiz yılında ben yokum diye savunma yaparak sorumluluktan ve hesap vermekten kurtulmak yok..
Şam’da Emevi Camii’nde Cuma namazı kılmak sevdasıyla Türkiye’yi sığınmacı cenneti yapmanın, Türk halkını ise yoksulluğa mahkum etmenin hesabını mutlaka vereceksiniz..
Ben Türk mi diye bakarım
Evde oturmuş, İstanbul Üniversitesi Spor Bilimleri Bölümünün antrenörlük ve performans testleri ile kitaplarının okurken bir arkadaşım aradı ve Akit gazetesinin bir yazarının ifadelerini aktardı..
Akit yazarı, neden ihtiyaç duyduysa, “Müslüman Çinli ya da efendim İngiliz Müslüman, Müslüman olmayan Türk’ten önemlidir” diye buyurmuş..
Arkadaşım neden şaşırmış anlamadım, Akit’in dünya görüşüne uygun bir açıklama. Gayet normal bir açıklama yani..
O kafa yapısında kimi sorsanız benzer yanıtı alırsınız..
Onlar öyle düşünüyor..
Ben ise, onların tam tersi dinine değil milliyetine, ırkına bakarım..
Benim için Müslüman bir Çinli, Müslüman bir Alman, Müslüman bir İngiliz ya da Müslüman bir Arap’ın hiçbir önemi yok.
Tengrici/Şaman Türk, Müslüman Türk, Yahudi Türk, Hristiyan Türk, Buhanist Türk, Budist Türk benim için önemlidir..
Bunun yanısıra akraba uluslar olarak hangi inançta olursa olsun Japon, Koreli, Moğol, Eston, Bulgar, Macar, Bulgar, Sekel, İsveçli de başka uluslara göre çok daha önemlidir..
Dünyasını neresinde olursa olsun bir Türk, akraba uluslardan birini acısını yüreğimde duyar, sevinci benim sevincim olur.
Gamı tasası da, sevinci de benimdir..
Lübnan’daki Türkmen’i de, Tel Aviv’deki Yahudi Türk’ün de, Türkmenlindeki Türkmen’in de, Karabağ’daki Azerbaycan Türkü’nün de, Macar’ın da, Japon’un da, Moğol’un da, Finlilerin de, Eston’un da, Bulgar’ın da acılarında aynı acıyı yaşarım, başarılarıyla kıvanç duyarım.
İran’da Şeriamedari’yi, Gagavuzya’da Mihail Çakır’ı, İstanbul’da Papa 1. Eftim’i, Turgut Erenerol’u, Selçuk Erenerol’u, Sevgi Erenerol’u, Macaristan’da Teleki Pal’ı, Finlandiya’da Mathias Alexander Castren’i, Japonya’da Kitagawa Shikazo, Sultan Galiyev’i, Mustafa Suphi’yi, Ethem Nejat’ı, Ziya Gökalp’ı, Atsız’ı, Necdet Sançar’ı, Hamdullah Suphi Tanrıöver’i, Mehmet Emin Resulzade’yi, Hüseyinzade Alibey’i, Nadia Yugoşeva’yı, Akay Kine’yi Ortadoğu ya da dünyanın başka yerindeki gelmiş geçmiş dini önderlerden de, devlet adamlarından kat be kat fazla sever ve değer veririm..
EKONOMİ
12 saat önceYAZARLAR
12 saat önceYAZARLAR
13 saat önceYAZARLAR
13 saat önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce