Habip Hamza ERDEM
Cumhuriyet ve Demokrasi arasındaki ayırım ‘hak’ ve ‘ödev’ler konusunda da kendisini göstermektedir.
Her ne kadar bu iki terim birlikte kullanılıyor ise de, genelde dillendirilen ‘demokratik haklar’ olmaktadır.
Öyle ki, ‘demokrat’ olmanın en beliğin özelliği ‘demokratik hakları’ savunuyor olmaktır.
Peki ama, demokratik bir rejimde diyelim, eğer demokrasinin bizzat kendisi tehlikede ise, demokratımız ne yapacaktır?
Debray, Cumhuriyetçinin zamanı önemsediğini ama demokratın ise böyle bir durumda, işi zamana yaymaya eğiliminde olduğunu söylemektedir.
Türkiye’de Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusu yaparak, bir Yargı Darbesi yapması örneğinden hareketle Cumhuriyetçi ve Demokrat arasındaki ayırımı çözümleyebiliriz.
Yargıtay’ın bu kararı alma cesareti göstermesi, bu konuda yeterli bir hazırlığa dayanmaktadır.
Yargıtay Başkanı’nın, bir süre önce Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı’nın adını Türkiye Savcılığı olarak değiştirmek istediğini duymuştuk.
Bu, doğrudan Cumhuriyet’e, bu kez yargı eliyle saldırılacağının işareti idi.
Sonra, MHP Genel Başkanı’nın Anayasa Mahkemesinin kaldırılması önerisi vardı.
Ve çok daha önemlisi, Cumhuriyet’in 100ncü yılında yeni bir Devlet biçimine geçileceği yıllar boyunca işlenegeliyordu.
Bu son hamle, AKP’nin kuruluşundan itibaren hedefleri arasında yer alan, Demokrasi trenini amaçlarına ulaşmak için kullanarak ve kendi karşı-devrimci hedeflerini zamana yayarak, adım adım ve gıdım gıdım uygulamasının sonucundan başka bir şey değildir.
Yargıtay Başkanı’nın Türkiye Savcılığı önerisi, aslında Türkiye Yüzyılı denilen sürecin hazırlıklarından biri idi.
Peki ama Cumhuriyetçi ne yapabilirdi?
İşte Cumhuriyetçi, demokratik ‘hak’ların kullanılmasına saygı gösterse bile, kendisinin Cumhuriyet’i korumak ‘görev’i olduğunun bilincinde olması gerekiyordu.
Cumhuriyet Ordusu’nun başına ‘türban’ geçirildiğinde, bu bir ‘demokratik hak’ olsa da Cumhuriyet ilkelerine aykırıdır deyip, o gün karşı çıkmalı idi.
Cumhuriyetçi subaylar ‘komplo’ ile ‘kumpas’ ile, ‘yargı oyunları’yla içeri atıldıklarında, daha o gün, olayı zamana yaymadan, karşı çıkmalı ve engel olmalı idi.
Öncelikle Diyanet’in başına bir Cumhuriyet düşmanının atanmasına olduğu kadar, din görevlilerinin camilerde Cumhuriyet karşıtı söz ve eylemlerini, ‘demokratik hak’ olarak görmeyip, daha o gün ve her eylemde karşı çıkarak engelleme görevini yerine getirmeli idi.
Örnekler çoğaltılabilir ve burada uzatmanın bir gereği yoktur.
Ancak Cumhuriyetçinin Cumhuriyeti korumak ve kollamasının bir ‘hak’ değil ama bir ‘görev’ olduğu, uzun süredir ne anlatılabildi ve ne de öğretilebildi.
Cumhuriyet’in ‘okul’a yani ‘eğitim ve öğretim’e ne kadar gereksinme duyduğu böylece bir kez daha gözler önüne serilmiş olmalıdır.
Şimdi Türkiye’de neler olabilir diye ‘remil atma’nın bir gereği yok.
Ancak şu kadarı söylenmelidir ki, Türkiye’nin çok önemli bir tarihsel ‘dönüm noktası’nın eşiğine gelip dayanmıştır.
Ya ‘Türkiye Yüzyılı’ denilen Cumhuriyet’in kökten ortadan kaldırılması başarılı olacak ve orada artık ‘demokratik hak’lara bile yer verilmeyecektir.
Ya da, o Debray’in Homo demokraticus dediği, kadınımsı veya çok daha Türkçe bir sözcükle ‘erkeğimsi Demokrat’ denilebilecek demokratlarımıza karşın Homo republicanus kesimler, kaldığı kadarıyla, bu sonucun el de edilmesine, Cumhuriyet aşkıyla karşı koyacaklardır.
İki büyük eserinden birinin Cumhuriyet olduğunu bildiğimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümünün anılacağı bu günlerde, umalım ve dileyelim ki, Cumhuriyet korunabilsin.
Cumhuriyet’in korumak görevinin ise, tüm yurttaşlar olduğu kadar ‘Gençlik’e verildiğini biliyoruz.
Bakalım bu gençlik, bir görev bilinci edinebilmiş midir, yoksa, zamana uyup demokratlık cakası mı satacaktır?
(Sürecek)
YAZARLAR
Az önceYAZARLAR
Az önceYAZARLAR
21 saat önceYAZARLAR
22 saat önceYAZARLAR
22 saat önceYAZARLAR
2 gün önceKIBRIS
2 gün önce