Habip Hamza ERDEM
Cumhuriyet’in yüzüncü yılını (sözde) kutladık.
Şimdi ikinci yüzyılını yaşayacağız.
Kuşkusuz gazete ve televizyonlarda Cumhuriyet’in anlamı üzerine çok sözler edildi.
Ancak derinliği olan açıklamalara pek rastlandı denemez.
Kaldı ki, bu, tarihsel, ekonomik, politik, felsefî, psikolojik vb alanlarda ‘yaşamsal’ diyebileceğimiz konuda, yapılacak tartışmalar son hafta ya da en son güne bırakılmak yerine, en azından bir yıl öncesinden başlatılarak halkın büyük çoğunluğunun ‘bilgi ve bilinç’ eksikliğinin giderilmesi gerekiyordu.
Her ne kadar halkın büyük çoğunluğunun ‘bilgi ve bilinç eksikliği’ diyorsam da, en çok da entelektüel denilen kesimlerin, o arada öğretmenlerden başlayarak öğretim üyelerine uzanan ‘eğitim ve öğretim kadroları’nın kendi eksikliklerini görme ve giderme olanağı yaratılmalı idi.
Oysa, yine kimi afakî ve hamasî söz ve yazılarla konu geçiştirilmiş gibi görünüyor.
Ve yine Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Cumhuriyet’imizi demokrasi ile taçlandıracağız’ sözü var.
Kurultayda bu söz tartışılacak, içeriği belirlenecek midir belli değil.
‘Yenilikçi’ kanadın bu konuda söyleyecek bir çift sözü var mıdır, bilmiyoruz.
Bilmiyoruz, çünkü onlar da bilmiyorlar.
Oysa yazıya başlarken, bu bir ‘yaşamsal konu’dur demiştim.
Bu şu demektir; biz istesek de istemezsek de Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılında en çok tartışılacak konu ‘Cumhuriyet ve Demokrasi’ olacaktır.
Burada her ne tip olursa olsun ‘liberal’ olan kesimlerin ‘demokrasi’ sav ya da tezlerinin üzerinde konuşulmaya değecek bir ‘içerik’inin olmadığını belirtelim.
Ya da, sürebildiği kadarıyla sürecek olan bu ‘yazı dizisi’nde bu ‘içerik yokluğu’ zaten ortaya çıkacaktır diyelim.
Her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti ya da en doğru söylenişiyle Kemalist Cumhuriyet, diğer tüm Cumhuriyet’lerden ayrı olmak şöyle dursun bir başına öğretisel (dokriner) bir cumhuriyet olup, yaşamın pratiğinden doğmuştur.
O nedenle onun ‘kuramsal’ değerlendirilmesinin yanı sıra ‘pratik’ine bakılmadan yapılacak her türlü değerlendirme ‘eksik’ ve dolayısıyla ‘yanlış’ olacaktır.
Bu yazı dizisine başlarken, Batı’da ‘Cumhuriyet ve Demokrasi’ tartışmasının ne zaman yeniden alevlendiğine ilişkin bir soru ile başlayabiliriz.
Yanıt şaşırtıcıdır.
1989 yılında, Fransa’nın kendi Cumhuriyet’lerinin iki yüzüncü yılını kutlama günlerinde…
Ve bir ‘Türban’ tartışmasıyla…
Bir Fransız filozof ve devrimcisi olan Régis Debray, Le Nouvel Observateur gazetesinde ‘Cumhuriyet ve Demokrasi’ başlıklı bir makale yazarak, sonunda Fransız Danıştayı’nın karar almasına değin uzanan bir tartışma süreci başlatmış oldu.
Debray, 1995 yılında, makalesini “Cumhuriyetçi misiniz yoksa Demokrat mı?” diyerek genişleterek yeniden yayımladı.
Fransa ayrı, ama Türkiye’ye dönüldüğünde, biliyorsunuz, ‘demokratlık’ suya sabuna dokunmamak anlamında kullanılmaktadır.
Siyasî akım olarak ise ‘Cumhuriyet’i, deyim yerinde ise ‘iğdiş’ etmek için başlatılmış idi.
Sözde ‘Demokrasi’ anlayışıyla Cumhuriyet’i ortadan kaldırmak da denilebilir.
Ki bu süreç Türkiye’de Cumhuriyet’in tam üç katı kadar bir süredir yürürlüktedir.
Görülüyor ki, eğer yapılacaksa, ‘tartışma’ gerçekten derindir.
O nedenle, kısır ve kimi basmakalıp formüller ileri sürmek yerine, bilimsel bir ‘Cumhuriyet ve Demokrasi’ tartışması başlatmanın yerinde olacağını düşünerek, bu yazı dizimizi başlatmış olalım.
(Sürecek)
YAZARLAR
Az önceYAZARLAR
Az önceYAZARLAR
21 saat önceYAZARLAR
21 saat önceYAZARLAR
22 saat önceYAZARLAR
2 gün önceKIBRIS
2 gün önce