Araştırmacı kimlikleri, korkusuz kalemleri ve haykırdıkları gerçekler nedeniyle suikasta kurban giden başarılı gazeteciler arasında pek çok dostum vardı.
Öldürülüş nedenlerini, ‘düşüncesizlik’ olarak niteleyenler haklı mı?
Kimine göre ‘Evet’ kimine göre de ‘Hayır’ olan bu sorunun bendeki cevabı:
‘Ben hep düşündüm ve içinde yaşadığım mafya grupları ile aşırı ve fanatik siyasi ve dini gruplara kurban olmayacak kadar tedbirli davrandım.’
Çok yakın arkadaşım Kâmil Başaran, 7 Kasım 1989’da öldürülmeden önce yaptığımız görüşmede, ‘Dikkatli ol’ tavsiyeme, ‘Ben dikkatli olursam gazeteciliği kim yapacak’ demişti.
Hollanda’da, sokak ortasında kurşunlanarak öldürülen Peter R. de Vries adlı ünlü gazetecinin geride bıraktığı izler, günlerce yazılacağa ve konuşulacağa benziyor.
‘Korkusuz gazeteci’ olarak ün yapan R.de Vries’in katil zanlıları yakalandı ama, cinayetin ardındaki sır perdesi daha bir süre kapalı kalacak gibi. Zira R.de Vries’in öldürülme şekli akılları kurcalıyor.
Peter R. de Vries’in derin güçler tarafından mı öldürüldüğü sorusu da ortada dururken, Hollandalıları ve Hollanda’da yaşayan yabancı kökenlileri de üzüntüleriyle baş başa bırakalım ve bizim medya kurbanlarımıza bakalım.
Türkiye’de gerek Osmanlı ve gerekse Cumhuriyet döneminde işlenen gazeteci cinayetlerinin sayısı yüzü geçmiştir. Cumhuriyet tarihinde ise 11 gazeteci öldürülmüştür. Çoğu dostum olan bu gazeteciler içinde en iyi dostum, 7 Kasım 1989 tarihinde, gazetedeki bürosunda kurşunlanarak öldürülen Kâmil Başaran’dır.
Kâmil Başaran, Mersin’in Erdemli İlçesinde öğretmenlik yaparken, Hürriyet gazetesine muhabirlik de yapıyordu. O’nunla dostluğumuz o tarihlerde başladı. Küçücük Erdemli’den pek çok haber üretme başarısını gösteren Kâmil, hemen hemen her gün Hürriyet sayfalarında imzası yayınlanan bir eleman olmuştu. Kâmilin bu başarısı İstanbul’daki Hürriyet yönetiminin de dikkatini çekmiş olacak ki, ona yazı işlerinde iş teklifi gelmişti.
Öğretmenliği bırakarak İstanbul’a giden ve göreve başlayan Kâmil, daha sonra Hürriyet bünyesin’de yayınlanan GAZETE’nin yönetimine geçti.
Kâmil, korkusuz bir gazeteciydi. Suç dünyası ile yakından ilgileniyor ve bu dünyanın haberlerini yayınlıyordu.
Hollanda’ya dönüş yaparken İstanbul’da gazeteyi ziyaretim sırasında kendisiyle son kez görüşmemde, ‘Dikkatli ol’ tavsiyeme, ‘Ben de dikkat edersem gazeteciliği kim yapacak?’ diyecek kadar mesleğine bağlı olan Kâmil, maalesef bir manyağın kurşunları ile hayata veda etti.
Hakkı Morgül adlı bir lokantacı tarafından gazetedeki çalışma odasında kurşunlanan Kâmil, tam iki buçuk ay komada kaldıktan sonra hayata gözlerini yumdu.
Sanırım o günden sonra gazeteler, ünlü yazarlarını korumak için güvenlik mensuplarını işe almaya başladılar.
Öldürülen ünlü gazetecilerden Çetin Emeç de iyi bir dostumdu.
Naçizane şahsım, Hürriyet’in Benelüks temsilciliğini yaparken, ‘başına buyruk’ bir gazeteciydim.
Türkiye’ye veya bir başka ülkeye giderken izin almaalışkanlığım yoktu. Türkiye’ye gidişlerimde, Genel Yayın Müdürlüğü yaptığı yıllarda ziyaretine gittiğim rahmetli Emeç, ‘Kuşlar geleceğini söylememişti’ diye takılırdı.
Gazeteye uğramışken, Çetin Emeç’e uğramamak olmazdı tabii.
İyi ama, o zamanlar Çetin Emeç ile görüşmek de bir hayli zordu. Gazetedeki en ünlüler bile randevu alamadıkları için, kapıyı açıp kafayı hafifçe içeri sokarlardı. Çetin Emeç ‘Gel buyur’ demeden içeri giremezlerdi. Aynı şey rahmetli Nezih Demirkent için de geçerliydi. Bir gün gazeteye uğramıştım ve sekreterine ‘Beni görüştür’ dediğim zaman, ‘Öğleden sonra gel’ cevabını almıştım. Ben ise yolcuydum ve gitmem gerekiyordu. Kapıyı açıp kafamı içeri sokma eylemine sıcak bakmadığım için, görüşme yapamadan Hollanda’ya gelmiştim.
Ama daha sonra mesajı almıştım. Mesaj garbis Keşişoğlu tarafından verilmişti: ‘Çetin bey kendisine uğramadığın için üzülmüş. (aslında kızmış diyecekti)’
Daha sonra kendisini telefonla arayarak durumu izah etmiş ve kızgınlığını gidermiştim.
7 Mart 1990 günü, yüzleri kar maskeli iki hain tarafından otomobilinde kurşun yağmuruna tutulan Emeç, maalesef olay yerinde can vermişti.
GAZETECİLİK YAŞAMIMDAKİ TEHDİTLER
1967’de başlayıp günümüze kadar 54 yıldır devam eden gazetecilik yaşamımda, tarafsız ve tedbirli bir çizgi takip etmeme rağmen, pek çok defa tehdit edildim ve polis korumasına alındım.
Ama şunu itiraf etmeliyim ki, gurbetçi yurttaşlarımızı ilgilendiren haber ve yorumlarımda taraflıydım. Taraflılığım, yurttaşlarımdan yanaydı. Yurttaşlarımdan yana yaptığım yayınlar nedeniyle saldırıya uğrayışımın nedenine az sonra değineceğim.
O zamanlar çalışmakta olduğum ‘Hürriyet’ gazetesi, ismine lâyık ‘Liberal’ bir yayın politikası izliyordu. Bu nedenle, liberallıktan uzak aşırı uçlar bizden hoşlanmıyordu ve hatta düşman kesiliyorlardı. Ben ise liberallıktan da öteye, her kesime karşı sıcak davranmaya çalışıyordum.
CHP kökenli bir aileden geldiğimi ve gençlik yıllarımda CHP’de görev yaptığımı sık sık belirttiğim halde, buradaki hiç bir CHP hareketine karışmadığım gibi, haber ve yorumlarımda da tarafsızlığımı korudum.
Beşiktaşlı olduğum halde, burada kurulan Beşiktaşlılar Derneği’ne üye olmadım.
Hollanda’da benim inisiyatifim ile kurulan Türk Seyahat Acentaları Birliği’ne, seyahatçı olduğum halde yönetici olmadığım gibi üye de olmadım.
Aynı durum Türk İşadamları Derneği için de geçerliydi.
Hollanda’da Alevi Dernekleri’nin ilk girişimlerinde başı çektiğim halde, bu derneğe de üye olmadım.
Velhasıl, tarafsızlığım o kadar somut tu ki, bu yüzden bana ‘renksiz’ gözüyle bakılabilirdi.
SALDIRI VE TEHDİTLER
1976 yılında Hollanda Yabancılar Yasası düzenlenirken, yaptığımız yayınlarda bu yasa taslağındaki bazı maddelere karşı çıkıyordum. Hollandaca olarak da yaptığımız yayınları, Utrecht’teki büromuzun vitrinlerine asıyordum. Bu yasa taslağını 10 bin kişi ile protesto eden bir mitingden sonra bir gece yarısı büromun camları kırıldı. Camların tamirinden sonra ikinci kez saldırı oldu.
Durumu öğrenen Lahey Büyükelçimiz, benim haberim yokken, Rotterdam Başkonsolosumuzu Utrecht Emniyet Müdürü ile konuşmaya göndermişti.
Emniyet müdürü bir gün beni kahve içmeye davet etti. Daveti memnuniyetle kabul ettim ama, meğer ki kahveyi kalabalık bir ekip ile içecekmişim. Emniyet Müdürü’nün odasında 8 kişi vardı. Hoş beşten sonra, ‘Buradaki beyler Lahey’den geldiler. Görüşmemizi banda alabilir miyiz’ diyen Emniyet müdürü bana direkt olarak, ‘Bizimle çalışır mısınız?’ dedi. Emniyet Müdürü bana açıkça İstihbarat Örgütü’ne çalışmam için teklifte bulunmuştu.
‘Bu teklifi neden bana yapıyorsunuz?’ diye karşı bir soru yönelttiğim zaman da şu cevabı aldım: ‘Eeee, Türk istihbaratına çalıştığınıza göre, bize de çalışabilirsiniz demek:’
Uzunca düşündükten sonra ‘Ben sizin örgüte çalışmam’ diye anlamlı bir cevap verdim.
Bu kez Müdür sordu: ‘Neden’.
Cevabım şuydu: ‘Sizin örgütünüz çok zayıf bir kadroya sahip, benim Türk istihbaratına çalıştığımı iddia edecek kadar zayıf.’
Müdür bu kez şunları söyledi: ‘İyi de Karaçay, büronun camları kırıldı diye, Başkonsolosunuz taaa Rotterdam’dan buraya geldi ve sizi iyi korumamızı istedi, buna ne diyeceksiniz?’
Ben de o zaman Hürriyet’in dördüncü kuvvet olarak ne kadar güçlü olduğunu, benim başıma kötü bir şeyin gelmesi halinde, buradaki büyükelçimizin de başına Ankara’dan bir şeyler gelebileceğini anlattım ve, ‘Siz benim yayınlarımı iyi takip ederseniz zaten bir eleman kazanmış olacaksınız. Zira ben her konuyu tarafsızlık içinde yayınlıyorum.’ dedim.
Eminim ki, Hollanda istihbaratı benden başka daha yüzlerce Türk’e aynı teklifi yapmışlar ve bir yığın Türk ajan elde etmişlerdir.
SAĞ VE SOLDAN TEHDİT VE KORUMA
12 Eylül darbesinden önce yaşanan sağ-sol kavgaları yurt dışına da taşmıştı. Hürriyet, yayınları ile ne sağı ne de solu memnun etmiyordu. Ben de tarafsızlığım ile aynı intibayı bırakmıştım.
Şahsıma direkt bir tehdit gelmemişti ama, Utrecht polisi evime gelerek, bir grup tarafından öldürüleceğim ihbarını aldıklarını ve bu nedenle de beni ve çocuklarımı koruma altına alacaklarını belirtti. Ben ise, bunun sahte bir ihbar olabileceğini ve korumaya gerek olmadığını söylemiştim. Ama polis beni çelik yelek giymeye mecbur etti. O zaman aylarca çelik yelekle dolaşmak mecburiyetinde kalmıştım.
Hollanda’da ikinci tehdidi, yeni taşındığımız Amsterdam bürosunda almıştım. Asistanım Fatma’ya gelen bir telefonda, ‘Karaçay’ı öldüreceğiz, sen yanında olursan seni de öldürürüz’ denilmişti.
Asistanım Fatma, o kadar korkmuştu ki, ofisi kapatarak evine kaçmıştı. Durumu polise bildirmedim ama bu kez polis beni buldu ve tehdidin vahametini anlattı.
Tahminime göre, o günlerdeki yayınlara baktığım zaman, Utrecht’teki tehdit sağ kesimden, Amsterdam’daki tehdit de sol kesimden gelmiş olabilirdi.
DİNİ BÜTÜN KARDEŞLERİMİN TEHDİDİ
Anlatmadan geçemeyeceğim bir tehdit daha yaşamıştım. Biri sağ kesimden, diğeri sol kesimden gelen tehditlerden sonra, bu kez dini bütün kardeşlerimden iki tehdit ve küfür mektubu gelmişti.
O zamanlar Yarı devlet kuruluşu olan NOS adlı Hollanda televizyonunda Türkler için Pasaport adlı haftalık bir program yayınlıyordum. Tam o sırada dinci bir yayın kurumu olan İKON Televizyonu, JONEKO adlı bir film yayınlayacaktı. Film tamamen Hıristiyanlık propagandası idi.
İngilizce olan filmin alt yazı tercümesi Hollandaca değil Türkçe olarak yapılıyordu. Bu haberi alınca, hem kendi programımda ve hem de Hürriyet’te, İKON televizyonunun neden Türk izleyiciler için tercüme yaptığını sorguladım. Yayın öncesi ve sonrasında sertçe eleştirdiğim film yayınlandıktan sonra bana gelen iki mektupta, ne anam, ne karım ve ne de çocuklarım bırakılmıştı.
Ama ne yapsın benim dini bütün kardeşlerim. Hollanda televizyonu dendiği zaman akıllarına ilk gelen İlhan Karaçay oluyordu. Nereden bilsinler, Hollanda’da bir birinden bağımsız televizyon kuruluşlarının varlığını.
MAFYA HABERLERİ
Malumunuzdur, Hollanda o zamanlar eroin ticaretinin merkeziydi. Bu nedenle de mafya mensupları kapağı Hollanda’ya atmışlardı.
Oflular’ın, Heybetliler’in, Baybaşinler’in, Altın Tabacalı ve Mercedesli Mehmetler’in ve daha pek çok ünlü mafya mensubunun cirit attıkları yıllar yaşadık.
Böyle olunca da, haliyle bolca mafya haberi de gelişiyordu.
Sorarım size, mafya haberi yaparken hangi gazeteci, eşeklemesine cesurca davranabilir.
Ünlülerden biri polis takibine takılmıştı. Yakalandığı otomobil, Heineken Bira Fabrikaları’nın sahibinden satın alınmış zırhlı otomobildi. Haberi yazdım ve gazeteme gönderdim. Ama daha sonra, üç kuruşluk bir kurşunla öldürülebileceğimi hesaba katarak gazeteyi aradım ve haberde imzamı kullanmamalarını ve ‘Ankara istihbaratından aldığımız bir habere göre’ diye yayınlamalarını istedim.
Hasan Heybetli tutuklanmış ve hapse atılmıştı. Büyük atraksiyonlarla hapishaneye girdim, fotoğraf makinemi de soktum ve Heybetli ile fotoğraflı bir mülakat yaptım.
Heybetli, şimdi de ismini açıklamayacağım bir şarkıcı ile Amsterdam’da bir otelde kalıyordu. Kadın, otele yakın Bijenkorf mağazasında alış veriş yaptıktan sonra dışarı çıkarken, kapıda güvenlikçiler tarafından arandı ve hırsızlık yaptığı saptandı. Kadın kleptoman idi. Bu haberi heybetli korkusundan değil, sırf o hasta şarkıcıyı rezil etmemek için yazmadım.
Bir başka konu Hüseyin Baybaşin röportajının yayınlanamamasıydı.
Burada bir bayan meslektaşım, ömür boyu hapse mahkum olan Hüseyin Baybaşin ile görüntülü bir röportaj yapmıştı. Ama bu röportajı yayınlatamıyordu. Bayan meslektaşımdan aldığım o röportajı önce yazıya döktüm ve yazılı bir röportaj hazırladım. Sonra da Türkiye’deki ‘Korkusuz’ gazetecilerden birine gönderdim. Ne var ki, Baybaşin’in anlattıkları o kadar derindi ki, o korkusuz arkadaş da yayınlayamadı bu kaseti. Sonra İstanbul’a gittim ve çalışmakta olduğum NTV televizyonuna verdim. NTV, bu röportajı 13.00 haberlerinden sonra yayınlanacağına dair anonslar yapmaya başladı. Ama nedense bu anonslar saat 11.00’de durduruldu. Yani NTV de, içeriğindeki derin iddialar nedeniyle bu röportajı yayınlayamadı.
O zaman çalıştığım GÜNAYDIN gazetesi’ne uğradım. Yazı İşleri’nde bu kasetten söz ettim ve yayınlanamadığını söyledim. Yayın müdürümüz, ‘Röportaj yazılı var mı İlhan?’ diye sordu.
‘Var ama benim imzam ile yayınlanmasını istemem’ dedim. Bunun üzerine ‘Tamam ben kendi imzamla yayınlarım’ diyen yönetmenime bu haberi verdim. İnanır mısınız, haberi imzasıyla yayınladığı günün gecesinde evi kurşunlanmıştı.
İşte böyle değerli okurlarım. Gazeteci dostlarımız öldürülüyor. Ölenlerin arkasından bir yığın laf ediliyor. ‘Şöyle yapmasaydı, böyle yapmasaydı öldürülmezdi’ deniliyor.
Ne dersiniz, acaba ben, şöyle yapmadığım ve böyle yapmadığım için mi bu güne kadar öldürülmedim?
BASIN ŞEHİTLERİ GÜNÜ (ŞEHİT GAZETECİLER GÜNÜ)
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1996 yılında, 6 Nisan’ı ‘Basın Şehitleri Günü-Şehit Gazeteciler Günü’ olarak kabul etti.
Gazeteci Hasan Fehmi Bey’in suikasta kurban gittiği 6 Nisan 1909 tarihini baz alan Cemiyet, bundan sonra 66 gazetecinin kurşunlarla ve bombalarla öldürüldüğünü bildirdi.
Gündeme dair tüm gerçekleri çıplak bir gözle, bağımsız ve özgür biçimde duyurmayı amaçladığı için öldürülen tüm gazetecileri saygıyla anıyor ve bu saygının devamını diliyorum.
Sırf inandıklarını yazdıkları için öldürülen gazetecilerin listesini, Google’de bulduğum kadarıyla sunuyorum:
Türkiye’nin öldürülen gazetecileri
Abdi İpekçi / Milliyet (İstanbul 1 Şubat 1979)
12 Eylül öncesinin terör döneminde, birlik, beraberlik ve barış düşüncesini savunan yazılarıyla ön plana çıkan Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü ve Başyazarı Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979 akşamı gazeteden Nişantaşı’ndaki evine giderken Mehmet Ali Ağca tarafından otomobilinde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.
Ümit Kaftancıoğlu / TRT (İstanbul 11 Nisan 1980)
TRT yapımcılarından olan Ümit Kaftancıoğlu 13 yaşındaki kızını okula götürürken 3 terörist tarafından yaylım ateşine tutuldu. Adı ilk kez duyulan “Müslüman kardeşler birliği” adlı örgüt saldırıyı üstlendi. Gazetelere telefon eden örgüt üyesi “Kaftancıoğlu, şehit gazeteci İsmail Gerçeksöz’ün intikamı için cezalandırılmıştır.Bütün kültür güçlerinin uşakları cezalandırılacaktır” dedi.
Adem Yavuz / Anka Ajansı (Kıbrıs 27 Ağustos 1974)
Kıbrıs harekatını takip eden Adem Yavuz ‘un 14 Ağustos 1974 günü gazeteci arkadaşı Ergin Konuksever ile birlikte Rum kesiminde kılavuz şoförlerinin yanlış yola girmesi nedeni ile araçlarının önü RUM tedhiş örgütü EOKA militanları tarafından kesilerek makineli tüfeklerle taranmıştır.Saldırı da Ergin Konuksever omzundan yaralanmış, Adem Yavuz ise hayatını kaybetmiştir.
;Ahmet Samim/Sada-yı Millet – (İstanbul 19 Temmuz 1910)
Basın yaşamına, II.Meşrutiyet’ten sonra “Osmanlı” gazetesinde başlayan Ahmet Samim 1909’daki 31 Mart olaylarından sonra Hilâl gazetesinin yazı işleri müdürü oldu. İngiliz yanlısı olduğu söylenen Ahmet Samim, Alman yanlısı İttihat ve Terakki Cemiyeti aleyhinde sert, ateşli yazılar yazdı. İleri fikirli ve cesur bir gazeteci olan Samim, vurularak öldürüldü.
Ahmet Taner Kışlalı/ Cumhuriyet (Ankara 21 Ekim 1999)
Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 günü saat 09.40’da Ankara’daki evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir.
Ali Kemal / Peyam-ı Sabah (İzmit 1922)
Damat Ferit Paşa hükümetlerinde Maarif ve Dahiliye nazırlığı yapmış, bu esnada Milli Mücadele aleyhine sert tutumlar göstermiştir. Kurtuluş Savaşı’nın zaferinden sonra İstanbul’da tutuklanarak İzmit’te Nurettin Paşa’ya teslim edildi. Nurettin Paşa ile görüştükten sonra dışarı çıkarken kumandanlık karargahı önünde bekleyen topluluk tarafından linç edildi.
Metin Göktepe / Evrensel (İstanbul 8 Ocak 1996)
Metin Göktepe 8 Ocak 1996 günü Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen tutukluların cenazesini izlemek üzere Alibeyköy’e gitmişti. Ancak, “Sarı Basın Kartı” olmadığı gerekçesiyle ilçeye sokulmadı. Haberi izlemekte “ısrarcı” davranınca da, gözaltına alındı ve yüzlerce insanla birlikte Eyüp Kapalı Spor Salonu’na götürüldü. Burada polislerin şiddetli cop darbeleriyle dövülerek öldürüldü.3 yıl süren davada ilk karar 19 Mart 1998’de çıktı. 5 sanık polis “kastı aşan müessir fiilden” 7’şer yıl 6’şar ay hapis cezasına çarptırıldı.
Halit Güngen / İkibine Doğru (Diyarbakır 18 Şubat 1992)
2000’e doğru dergisinin Diyarbakır bürosu kimliği belirsiz kişilerce saldırıya uğradı. Saldırganlar gazeteci Halit Güngen’i öldürerek büroya Molotof kokteyli attılar. Ağır yaralı olarak Diyarbakır Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Güngen, kurtarılamayarak 21 yaşında hayatını kaybetti.
Hasan Fehmi Bey / Serbesti (İstanbul 6 Nisan 1909)
Serbest Gazetesi yazı işleri müdürü olan Hasan Fehmi Bey, Galata Köprüsü’nden geçtiği sırada kurşunlara hedef oldu.
Hasan Tahsin / Hukuk-u Beşer (İzmir 27 Temmuz 1919)
15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan Yunan Efzun Alayı askerlerine karşı Türk direnişini başlatan sembol isim oldu. İlk kurşunu alayın sancaktarı teğmene sıkarak öldüren Hasan Tahsin ardından kurşunu bitene kadar devam etti. Panikleyen Efzun Alayı toplu bir saldırı olduğunu zannederek ilk başta dağıldıysa da, ardından ağır silahlar ile savaş gemisinden savunmaya geçti.Açılan ateşle Hasan Tahsin 31 yaşındayken yaşamını yitirdi.
İsmail Gerçeksöz /Ortadoğu (İstanbul 4 Nisan 1980)
İsmail Gerçeksöz 4 Nisan 1980 günü oğlu ile birlikte evinin önünde, komünist militanlar tarafından düzenlenen silahlı bir saldırı sonucunda hayatını kaybetti.
İzzet Kezer / Sabah (Cizre 23 Mart 1992)
Cizre’de PKK’nın yaptığı Nevruz gösterilerinin fotoğraflarını çekmeye çalışan İzzet Kezer ve arkadaşları güvenlik güçlerinin yaylım ateşinden korunmak için yakınlarında bulunan bir binaya sığındılar.Ellerinde beyaz bayrakla açılan ateşi durdurmaya çalışan İzzet Kezer polis panzerinden
Kamil Başaran / Gazete (İstanbul 7 Kasım 1989)
Gazete Gazetesi muhabiri Kamil Başaran, bir yazısına sinirlenen lokanta sahibi Hakkı Morgül tarafından çalışma odasında tabancayla vuruldu. İki buçuk ay komada kalan Kamil Başaran kurtarılamadı.
Kutlu Adalı / Yeni Düzen (Kıbrıs 8 Temmuz 1996)
KKTC‘de köşe yazarlığı yapan ve resmi görüşe muhalif yazılarıyla bilinen Kutlu Adalı 6 temmuz 1996 gecesi evinin önünde vurularak öldürüldü.Olay faili meçhul cinayet kapsamında görülmektedir ve cinayetle ilgili sır perdesi hala aralanamamıştır.
Musa Anter / Özgür Gündem (Diyarbakır 20 Eylül 1992)
Özgür Gündem ve Yeni Ülke gazetelerinin yazarı Musa Anter Diyarbakır’da arkadaşı Orhan Miroğlu ile yürürken uğradığı silahlı saldırı sonucunda 74 yaşında hayatını kaybetti.
Sabahattin Ali / Marko Paşa (Edirne 1948)
Pasaport alarak yurtdışına gitmeye çalışan Sabahattin Ali bu fikrini yasal yollardan hayata geçiremeyince Bulgaristan’a kaçmaya karar vermiştir. Bu girişim sırasında, sonradan Millî Emniyet’le bağlantısı olduğu anlaşılan Ali Ertekin adlı kişi tarafından Bulgaristan sınırında öldürülmüştür.
Selahattin Turgay Daloğlu (İstanbul 9 Eylül 1996)
Yıllarca Fatsa’da bulunan ve 12 Eylül dönemini yaşayan insanlarla çeşitli söyleşiler yapan Selahattin Turgay Daloğlu 9 Eylül 1996’da İstanbul’daki evinde öldürüldü.
Turan Dursun / İkibine Doğru ve Yüzyıl Dergileri (İstanbul 4 Eylül 1990)
2000’e doğru dergisinde dini konularda yazılar yazan Turan Dursun Koşuyolu’nda saldırıya uğrayarak 7 kurşunla öldürüldü.
Uğur Mumcu / Cumhuriyet (Ankara 24 Ocak 1993)
Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan Mumcu 24 Ocak 1993 tarihinde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Ölmeden önce ayrıca polis-mafya-siyaset ağının derin boyutlarını araştırmaktaydı.
Hrant Dink /Agos (İstanbul 19 ocak 2007)
19 Ocak 2007 tarihinde saat 15:00 sularında, genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesinin Şişli Halaskargazi caddesi üzerindeki binası önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Sami Başaran / Gazete (İstanbul 7 Kasım 1989)
Gazete Gazetesi muhabirlerinden Sami Başaran, Mardinli Aşiret Reisi Cemal Sincar ve adamları tarafından röportaj randevusu aldığı Aksaray’daki bir büroda kurşunlandı. Olay yerinde can veren Başaran, 25 yaşındaydı.
Zeki Bey / Şehrah- İstanbul 10 Temmuz 1911
Şair Hüseyin Kami / Alemdar- Konya 1912 veya 1914
Silahçı Tahsin / Silah ve Bomba– İstanbul 27 temmuz 1914
Krikor Zohrab / Gazeteci, Yazar– Urfa 1915
Diran Kelegyan / Sabah Gazetesi Baş Yazarı-Çorum 13 Ağustos 1915
İştirakçi Hilmi / İştirak,Medeniyet– İstanbul 1922
Hikmet Şevket-1930
Ali İhsan Özgür / Politika– İstanbul 21 Kasım 1978
Cengiz Polatkan / Hafta Sonu– Ankara 1 Aralık 1978
İlhan Darendelioğlu / Ortadoğu– İstanbul 19 Kasım 1979
İsmail Gerçeksöz / Ortadoğu– İstanbul 4 Nisan 1980
Muzaffer Feyzioğlu / Hizmet– Trabzon 15 Nisan 1980
Recai Ünal / Demokrat-İstanbul 22 Temmuz 1980
Mevlüt Işık / Türkiye– Ankara 1 Haziran 1988
Seracettin Müftüoğlu / Hürriyet– Nusaybin 29 Haziran 1989
Gündüz Etil-1991
Mehmet Sait Erten / Azadi-Denk Diyarbakır 1992
Cengiz Altun / Yeni Ülke– Batman 25 Şubat 1992
Bülent Ülkü / Körfeze Bakış-Bursa 1 Nisan 1992
Mecit Akgün / Yeni Ülke– Nusaybin 2 Haziran 1992
Hafız Akdemir / Özgür Gündem– Diyarbakır 8 haziran 1992
Çetin Ababay / Özgür Halk– Batman 29 Temmuz 1992
Yahya Orhan / Özgür Gündem– Ceylanpınar 9 Ağustos 1992
Hüseyin Deniz / Özgür Gündem– Ceylanpınar 9 Ağustos 1992
Yaşar Aktay / Serbest– Hani 9 Kasım 1992
Hatip Kapçak / Serbest-Mazıdağı 18 Kasım 1992
Namık Tarancı / Gerçek-Diyarbakır 20 Kasım 1992
Kemal Kılıç / Yeni Ülke-Şanlıurfa 18 şubat 1993
Mehmet İhsan Karakuş– Silvan 13 Mart 1993
Ercan Gürel / HHA– 20 Mayıs 1993
İhsan Uygur / Sabah– İstanbul 6 Temmuz 1993
Rıza Güneşer / Halkın Gücü– 14 Temmuz 1993
Ferhat Tepe / Özgür Gündem– Bitlis 28 Temmuz 1993
Muzaffer Akkuş / Milliyet– 20 Eylül 1993
Nazım Babaoğlu / Gündem– 12 Mart 1994
Erol Akgün / Devrimci Çözüm-1994
Seyfettin Tepe / Yeni politika-28 Ağustos 1995
Reşat Aydın / AA, TRT- 20 Haziran 1997
Ayşe Sağlam Derince– 3 Eylül 1997
Abdullah Doğan / Candan Fm-Konya 13 Temmuz 1997
Ünal Mesutoğlu / TRT İzmir– 8 Kasım 1997
Mehmet Topaloğlu / Kurtuluş– Adana 1998
İsmail Cihan Hayırsevener-Bandırma 19 Aralık 2009
Nuh Köklü -İstanbul 17 Şubat 2015
Mustafa Cambaz-İstanbul 15 Temmuz 2016
YAZARLAR
23 saat önceEKONOMİ
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
3 gün önceYAZARLAR
3 gün önce