Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 7

Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 7

ABONE OL
4 Ekim 2023 20:33
Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 7
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sibel ÖZBUDUN

  1. AYRIM: DEVLET GERÇEĞİ
  2. §) Öncesi malum; devamında “Tunceli Kanunu” çık(arıl)ıyor. Eşine kolay kolay rastlanamayacak türden. Hukuk bütün kurum ve uygulamalarıyla yerle bir; yasanın bazı maddeleri şöyle:

1) Atanacak komutan-vali, aynı zamanda umumi müfettiş, yani sıkıyönetim komutanı.

2) Komutan Tunceli ve çevresindeki yedi ilde memurları görevlerinden atabiliyor, ceza verebiliyor.

3) Tutuklananlara, tutukluluk nedeni bildirilmiyor. İddianame ve yargılama beş günde bitiyor. Karara Yargıtay yolu kapalı. Buna idam cezası dahil. İdamın infazına komutan karar veriyor.

4) Kürtçe konuşmak yasaklanıyor.

5) Komutan gerekli gördüğü insanları il sınırı dışına çıkartabiliyor, yani sürgün.[121]

Yani hak, hukuk laf ola, beri gele; dün[122] ve bugün![123]

Öncelikle Kemal Burkay’ın, “Cumhuriyet döneminde Kürtler bakımından var olan sorun ve yaşadıklarımız, Dersim’den sonra da süregelen tüm bu acılı olaylar, Kürt halkının temel hak ve özgürlüklerini tanımayan, dil ve kültürlerini yok ederek onları Türkleştirmek isteyen böylesi yanlış bir politikanın ürünüdür. Adil ve eşitlikçi bir çözümü başaramayan Cumhuriyet yönetiminin, Kemalist rejimin bu politikası çok zalim uygulamalara ve kanlı, acılı olaylara yol açtı,”[124] notunu düştüğü devlet politikasına gelince…

Mustafa Kemal Türkiye çapında yeni bir dönemi başlatmak kararında olduğu için sert önlemler istemektedir. Bunu Başvekili Fethi Okyar’la yapamayacağını anlamıştır ve İsmet Paşa’yı göreve çağırır.

İsmet Paşa’nın ilk icraatı Takrir-i Sükûn Kanunu’nun çıkarılması ve ardından “İstiklal Mahkemeleri”nin kurulması olur. O dönemde etkili bir muhalefet yapmaya hazırlanan Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası da kapatılır. Basına yönelik ağır baskılar gündeme gelir. Önde gelen muhalif gazeteciler tutuklanırlar ve idam talebiyle yargılanırlar. İsmet İnönü bu dönemin mimarlarından birisidir. Aradan 12 yıl geçer. Artık gündemde Dersim vardır. İsmet İnönü de dönemin başbakanı olarak yöreye gezi yapar ve bir de rapor hazırlar.

Dersim’e sefer artık kaçınılmaz hâle gelmiştir. İlk adım 1937’de atılır. Seyit Rıza, oğlu ve yakınları tutuklanırlar. Direniş bastırılır.

İsmet İnönü, Meclis’te yaptığı konuşmada amacın gerçekleştiğini ve artık yeni bir harekâta gerek olmadığını şu sözlerle dile getirir: “Arkadaşlar; mukavemet vaziyetini bertaraf ettikten sonra halkının refah ve serbestisi için takib edilen programa devam ediyoruz.”

Bu konuşmanın yapıldığı tarih 18 Eylül 1937. Aynı akşam Atatürk, İnönü’yü İstanbul yolculuğuna davet eder ve o gece onu istifaya çağırır. O görüşmeyi Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a şöyle anlatır: “Gel… gel… meseleyi hâllettik, otur da anlatayım… İnönü ile yalnız kalınca ‘Ne yapacağız’ diye söze başladım, iki eliyle yüzünü kapadı, heyecanlanmıştı. Teskine çalıştım. ‘Sakin ol da meseleyi sükûnetle konuşup hâlledelim’ dedim ve şöyle devam ettim: Görüyorum ki sen çok yorgun ve hastasın, uzun zaman istirahate ihtiyacın var, bu itibarla mesai arkadaşlığımıza bir süre ara vermemiz muvafık olacaktır. Ayağa kalktı, yorgun ve uykusuz olduğundan bahsederek sofrada bulunamayacağını söyledi.”

Bu kez yeni katliamı gerçekleştirmek üzere İsmet İnönü gider yerine bu işi yapacağına inanılan Celal Bayar gelir. Bayar da görevini “layıkıyla” yerine getirir. Önce Seyit Rıza ve yakınları idam edilir. Sonrasını Bayar şöyle tanımlar: “Bu münasebetle ordumuz Dersim için vazife alacak ve umumi bir tarama harekâtı ile tedip kuvvetlerine destek olarak bu meseleyi kökünden söküp atacaktır…”[125]

4 Mayıs 1937’de toplanan Bakanlar Kurulu ‘Dersim Tenkil Harekâtı’na Dair Karar’ adında özel bir kararname çıkardı.

“Gayet Gizlidir” mührünü taşıyan bu kararın alınmasına bizzat Mustafa Kemal başkanlık etmişti. Bu karar, bir halkın kaderini belirliyordu. Kararda; “Yalnız taarruz harekâtıyla bölgeye girip ilerlemekle hiçbir şekilde hedefe ulaşılmaz. Amaç silah kullananları yerinde imha etmek, köyleri tahrip etmek, aileleri oradan uzaklaştırmaktır,” deniliyor. Osmanlı döneminde sefer edilip, zafer alınmayan Dersim’e yeni bir sefer kararı alınıyordu.

Bu sefer yalnız boyun eğdirme, yola getirme seferi değil. Bu sefer bir milleti, bir inancı yok etme seferiydi. Bu oturumda alınan kararda da belirtildiği gibi yakma, yıkma; yani katliam seferiydi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 25 Aralık 1935 günkü oturumda 37 maddelik bir kanun onaylanır. Dersim’in adı Tunceli olarak değiştirilir ve bu kanun 2 Ocak 1936’da Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girer. Kanunun adı ‘Tunceli Kanunu’dur.

Kanunun görüşülmesi için hazırlanmış tasarıyı açıklayan CHP Genel Sekreteri ve zamanın İçişleri Bakanı Şükrü Kaya; son 50 yıl içinde Dersim’e 11 askerî sefer yapıldığı hâlde zafer alınmadığını ve sorunların devam ettiğini anlatır.

Çeşitli ırkları ve inançları içinde barındıran Osmanlı, son döneminde milli uyanışlarla karşılaşmış, Balkanlar başta olmak üzere bazı ulusların mücadeleye girişmesi, kendi devletini kurması Osmanlılara toprak kaybettirmişti. İttihat ve Terakki adıyla örgütlenen Osmanlı aydınları elde kalan topraklarda Türklük bilincini yaymak için harekete geçmişlerdi.

Osmanlı’nın son döneminde yönetime hâkim olan İttihat ve Terakki, Osmanlı devletini savaşa sürükleyip Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkınca, siyasi hayatı da sona erdi. Onun mirası üzerine kurulan, Türk milliyetçiliği ideolojisini devralan Mustafa Kemal ve arkadaşları, cumhuriyetin kurucusu oldular. Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki örgütünün ideolojisi olan tek millet, tek devlet idealini gerçekleştirmek için mücadeleye girişti. İşgalci kuvvetlere karşı kullanılıp duvara asılan silahlar bu sefer de Türk olmayan diğer milletlere karşı kullanıldı. Önce gayrimüslimler (Ermeniler, Rumlar) temizlendi daha sonra yola gelmeyen “öz kardeşler”i yola getirmek için mücadele başlatıldı.

Türkleştirme hareketi resmî politika hâline getirildi. Farklı kültürler ve inançlar yok sayılarak, herkesin Türk olduğu şeklinde propaganda yürütüldü. Direniş gösterip Türklük potasında erimeye karşı direnen Kürt halkına karşı çeşitli aralıklarla katliamlara girişildi. Bu erimeye, yok olmaya karşı öz benliğinde ve kültüründe ısrar eden Dersim hakkında raporlar yazıldı.

Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in 1926’da hazırladığı raporda; “Dersim’in çıban başı olduğu, en kısa zamanda bir daha zuhur bulmayacak şekilde ameliyat edilmesi gerektiği” biçiminde tavsiyelerde bulunulur.

Mareşal Fevzi Çakmak Eylül 1930’da hazırladığı raporunda “Dersimli, okşanmakla kazanılmaz. Dersim’de Kürtlük bilinci gelişiyor,” diyor ve askerî tedbirler alınması ve “Reislerin batıya sürülmesini” öneriyordu.

CHP’li İbrahim Tali’nin 1930’da hazırladığı raporda bu hazırlıklar çok daha bir netlik kazanır; “Elazığ’da bir bombardıman uçak filosu bulundurularak, rahat durmayan veya hükümetin emirlerine karşı gelen aşiretleri ve köyleri seri bir surette bombalamak, ziraat ve hayvanlarını imha etmek ve rahatça ikamelerine mani olmak” için gerekli askerî hazırlıkları yapılmasını öneriyor.

1934 tarih, 2510 sayılıMecburi İskân Kanunu’nda alınması gereken tedbirler şöyle sıralanır:

1) Bölge halkının batıya sürülmesi.

2) Dersimlilerin Türklerin içine yerleştirilmesi.

3) Türklük bilincinin verilmesi.

4) Türkçe’nin en kısa zamanda öğretilmesi.

Bu raporlar yalnızca birkaçı. Hasan Reşit Tankut, Niyazi Sevgen, İsmet İnönü, Abidin Özmen, Celal Bayar, General Alpdoğan gibi birçok devlet adamının çeşitli raporlar yazdığı bugün biliniyor.

Bütün bu raporlarda askerî tedbirler ve yer değiştirme tavsiyelerinde bulunulur.

Bu raporlar gibi daha birçok yönlü raporlar yazılır; Alevîlik üzerine, Türklük üzerine, dil üzerine.

Bu yolda Dersim için ayrı bir yönetim (Umumi müfettiş) biçimi oluşturulur. Dersim’i yöneten umumi müfettişe çok büyük yetkiler verilir. Umumi müfettiş bir korgeneraldir. Bu korgeneral aynı şekilde bölgedeki askerî birliklerin komutanıdır, CHP’nin il başkanıdır ve validir. Umumi müfettişin yetkileri bir bakanın yetkilerinden çok fazladır.

Vali, yani umumi müfettiş istediği köy, şehir ve kasabanın adını değiştirir, sınırlarını yeniden belirler, istediği kişiyi sürgün eder veya tutuklar. Vali istediğini görevden alır veya yeniden tayin eder.

Umumi müfettişin denetiminde gerekli askerî yığınak yapılır. “Tehlikeli” köyler ve bölgeler tespit edilir. İmhadan sağ kalanların sürgün edileceği yerler ayarlanır.

4 Mayıs 1937’de alınan kararla Dersim’in dize getirilmesi için 12. sefer başlatılır ve bu sefer katliamla sonuçlanır. Görüldüğü gibi devletin Dersim’e yönelik katliam hazırlığı 1938’den yıllar öncesinden başlıyor. Dersim halkının imha ve asimilasyona karşı direnişi katliam için sadece küçük bir gerekçe oluşturmaktadır.

38 Dersim harekâtında devletin bütün yöneticileri tek millet yaratmanın gereğini yaptılar. Hazırladıkları raporlarda ortaya çıkan ırkçı, şövenist, asimilasyoncu Türkleştirme politikaları, devletin stratejik hedefini yansıtmaktadır.

  1. seferin sonucunu zamanın devlet yöneticileri kendi ağızlarından itiraf ettiler: Kan, gözyaşı ve sürgün. Zamanın emniyet müdürü İhsan Sabri Çağlayangil; “Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların içinde bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu,” dedikten sonra ekliyor: “Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti…”[126]

Ayrıca röportajın kamuoyuna yansıyan kısmında Çağlayangil şunları da ekler: “Kanlı bir harekât oldu. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Bugün Dersim’e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da girer, siz de girebilirsiniz.”[127] “Atatürk olayla ilgileniyor ve ilgililere kesin talimat veriyor: “Bu meseleyi kökünden hâllediniz.”[128]

  1. §) Meseleye ilişkin birkaç çarpıcı veri daha!
  2. i) Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, “Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetin müdahalesi Dersimliye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder. Dersim daha çok bir koloni gibi nazara alınmalı, ıslahatın ilk safhasını reislerin, bey ve ağaların, seyitlerin bir daha gelmemek üzere Batı Anadolu’ya nakli, reisleri alındıktan sonra halkın da şerir olanlarının Dersim’den çok uzak olan ovalara sevk ve Türk köyleri içerisinde dağıtılması oluşturur,”[129] derken Dersim Harekâtı’na pilot olarak katılan Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen de ekliyor: “Yaşadıkları yerler iptidai idi. Konut denecek hâlleri yoktu. Onları daha iyi bir yaşama kavuşturmak için başka yerlere yerleştirildiler. Atatürk’ün gayesi buydu. Daha insanca yaşamalarını istiyordu Atatürk.”[130]

Yine Şükrü Kaya da 1932’de İçişleri Bakanı iken hazırladığı raporda, “Kuzey Dersim halkı batıya göç ettirilmelidir. Askeri harekât başlamadan önce tüm silahlar toplanmalıdır. Yerli memurlar casustur. Dersimlilere kendilerinin aslen Türk olduklarını öğretmek lazımdır. Uçakların talim uçuşları Dersim üzerinde yapılmalıdır,” diyordu.

  1. ii) Diyarbakır Valisi Cemal Bey de Dersim’de yaptığı incelemelerin ardından Ankara’ya şu raporu geçti: “Dersim seyahatimde; Türkçe bilmeyene ve Kürt tipine rastlamadım. Sünnîler, Alevîlere Kürt, Alevîler de Sünnîlere Türk derler. Kürtlerle komşu Dersim Alevîlerinde Türkten başka bir millet oldukları kanısı vardır ve memurlar dahi bu hataya düşmüşlerdir. Dersimliler öldürülmekten, göç ettirilmekten korkuyorlar.”

Bölgedeki eşkıya sayısı 1000 olarak gösterilirken, bölgedeki asker sayısı şöyleydi: “122 Subay, 36 askerî memur, 4683 er, 234 gayri muharip er, 828 hayvan, 545 çeşit araba, 259 çeşitli motorlu araç, 4323 tüfek, 261 hafif makineli tüfek, 32 ağır makineli tüfek, 12 dağ topu, 709 bin 965 tüfek mermisi.”[131]

iii) Dersim’deki harekâtın her ne kadar isyanı bastırmak için yapıldığı söylense de yayımladığımız belge ve fotoğraflar, aslında bu askeri harekâtın çok önceden planlandığını ortaya koyuyor. Bu belgelerin en önemlisi ise 1938’deki harekâttan tam 5 yıl önce 1933’te eski adıyla Jandarma Umum Kumandanlığı’nın hazırladığı “gizli” eylem planıdır.

Yalnız 100 adet basılan, üzerinde “gizli ve zata mahsustur” yazılı kitapçıkta Dersim’in tarihi, coğrafi ve demografik özelliklerinin yanı sıra ‘asayişsizliği’ ile ilgili de bilgiler yer alıyor. Ayrıca Dersim’le ilgili hazırlanan altı rapor da kitapçıkta mevcut. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in raporuna göre, “Dersim halkı son derece zeki, kurnaz ve hileci. Aynı zamanda çıbanın başı…” Dersim’deki asayiş sorunlarının tek tek sıralandığı kitapçıkta bölgenin itaatsizliğine de değiniliyor.

Kitapçık iki ana bölümden oluşuyor. Dersim’i tanıtmak ve Dersim’in asayiş vaziyeti. İlk bölümde, Dersim’in coğrafi vaziyeti, yolları, suları, nüfus vaziyeti, ırki, iktisadi, zirai, idari, mali, askerlik ve aşiret vaziyetleri anlatılıyor. İkinci bölümde ise Dersim’in asayişsizliği anlatılırken, bu konuda alınacak ıslahi esaslar ve bu çalışmanın safhaları anlatılıyor. Dersim’den hangi aşiretlerin çıkarılacağı planları da yapılmış. Hazırlanan plandaki çarpıcı ifadelerden bazıları şöyle:

“Dersim kıt’ası ahalîsi, menaatı mevkiiyeleri hasebile alelekser yaptıkları yanlarına kâr kaldığından bundan cüret alarak hükümete inkiyat (boyun eğmek) etmiyor, vergi ve asker vermiyor…

Dersimlilerin cidden ıslahı için ittihaz (tutma, sayma) icrası labut tedabire gelince: Muhtemelen her mukavemeti hesap ederek bunu kıracak kadar 4. ordudan (20. tabur) kuvvet tahsisi…”

Kitapçıkta bazı raporlara da yer verilmiş. Bunlardan biri de Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in raporu. O raporun bazı bölümleri de şöyle:

“Seyit Rıza’nın bütün aşiretleri ittifakına alması ve harekete şubatta geçmeleri ihtimali hakkındaki keyfiyeti teyit ve tevsik kabil olmamıştır. Yakın bir mülakatın vereceği netayiç ve malumatı arz edeceğim gibi Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkûreleşiyor (ülkü, ideal), tehlike büyüyor…

Dersim, hükümeti Cümhuriyet için bir çıbandır…

Raporun ardından çıkarılan bir de şu sonuç kitapçığa eklenmiş: “Dersim, Türkiye için cehalet, maişet darlığı, dahili ve harici tesvilat ve Kürtlük temayülatı ile bulaşmış, tehlikeli bir çıbandır. Bu çıbanın kat’i bir ameliyeye tabi tutulması lazımdır…”

“Dersim halkı cahildir. Bununla beraber şekavete, tecavüze, soygunculuğa, asıl müessir rüesa olmuştur” diye başlayan bölümün sonunda ıslah çalışmalarının safhaları şöyle anlatılıyor: “Ana yolların inşası, silahların toplanması, reislerin, bey ve ağaların, seyitlerin bir daha gelmemek üzere Garbi Anadolu’ya nakli…”

İsmet İnönü’nün hazırlattığı 1935’teki raporda ise özetle şunlar yazıyordu:

“Erzincan’da Dersim Kürtlerine karşı vaktiyle set olan Türk köyleri dağılıp zayıflayarak ve Ermeniler kâmilen (tamamen) kalkarak Dersimlilerin istilasına karşı meydan tamamen boş kalmıştır. Köyler Dersim’in semiz halkı ile süratle dolmaktadır. Bu köyler Dersim çapulcu kollarının içeri yayılması için menzil ve yatak rolü yapmaktadır… Dersim vilayetinin yeniden teşkiliyle askeri bir idare kurulması ve ıslahın bir programa bağlanması lazımdır. 1935 ve 1936’da yolları, karakolları yapılacaktır. 1937 ilkbaharına kadar hazır olursa mürettep ve seferber 2. Fırka Kuvvet ilbaylığı emrine 1937 ilkbaharında verilecektir.”

Celal Bayar da başbakan olduğunda 1936’da Dersim de dahil bölgeyi gezerek bir ‘Şark Raporu’ hazırladı. Raporunun girişinde şu ifadeler yer alıyordu: “Hariçten sokulmağa çalışılan politikanın muzır cereyanlarını kırmak ve bu yurddaşları ana vatana bağlamak için devamlı çalışmak ister. Kendilerine, yabancı bir unsur oldukları resmî ağızlardan da ifade edildiği takdirde, bizim için elde edilecek netice, bir aksülamelden ibaret olabilir. Bugün Kürt diye bir kısım vatandaşlar okutturulmamak ve devlet işlerine karıştırılmamak isteniliyor. Bunu bir sisteme bağlayarak, kendilerine sarih talimat verilmesini çok yerinde ve faideli bir tedbir olarak telâkki etmekteyim.”[132]

  1. iv) 1937-1938 sonrasında bölgeye düzenlenen askeri harekâtın ardından çıkarılan kanunla bölge insanına özel bir kimlik verildiği ortaya çıktı. Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ü ziyaret eden 81 yaşındaki Elif Gündüz bu gerçeği ortaya çıkardı; 1939’da düzenlenmiş ve üzerinde “Meccani, 3323 sayılı kanun hükmüne tevfikan Tunceli Vilayeti halkına mahsus” yazılı kimliğini Aygün’e teslim etti.

Aygün, Tunceli Kanunu’nun 1936’da çıkarıldığını hatırlatarak, “Ancak bu kimlikler sürgüne gönderilen Dersimlilere, askeri harekâtın bitmesinin ardından 1939’da verilmiş. Amaç, başka bölgelere gönderilen Dersimlileri bu kimlikle takip etmek, resmi makamların işlerini kolaylaştırmak. Uygulamada fişleme mantığını görmek mümkün,” dedi.[133]

Elif Gündüz, 7 yaşında tanık olduğu dramı “Babamı götürdüler, Zini Gediği’nde vurmuşlar. Annem, ben ve 2 kardeşim katarla Kastamonu Daday’a sürgün edildik. Verdikleri farklı kimlikle bizi damgaladılar,” diye anlatıyor![134]

  1. v) Dersim harekâtı sürerken hükümetin basında çıkan haberlere de sansür uyguladı. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, medyanın yayınlarından rahatsızdı. Aşiret reislerinin yakalanması gazeteler tarafından “Bütün reisler yakalanacak, Tunceli boşaltılacak, halk sürülecek” şeklinde duyurulmuş, bu da özellikle dış medyada dikkat çekmişti. Yurtdışında Türkiye’de asayişin İspanya kadar bozuk olduğu yönünde haberler çıkması, Dersim olaylarından bahsedilmesi dönemin hükümetini rahatsız etti. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, ‘Riyaseti Cumhur Umumi Kâtipliği’ne 29 Ağustos 1937’de genelge gönderdi.

Genelgede Dersim harekâtının amacını, Şükrü Kaya şu sözlerle anlatıyor: “Hükümetin programı, adetleri mahdut müsellah asileri ele geçirerek Cumhuriyet Adliyesi’ne tevdi etmek ve orada yol, köprü, mektep, karakol ve kışlalar yaparak bir taraftan Cumhuriyet kanunlarının hâkimiyetini tesis etmek, diğer taraftan da Cumhuriyet’in temin ettiği huzur, refah ve medeniyetten bu zavallı, cahil ve görgüsüz vatandaşları da istifade ettirmektir.”

Şükrü Kaya bu izahatla, medyaya ‘Dersim andıcı’ yayımlıyor. Gazete sahip ve yöneticilerine iletilen beş maddelik uyarı şöyle:

“1) Dersim havadislerini ve hadiselerini yalnız bu nokta-i nazardan tetkik etmek.

2) Askeri harekâttan bahsetmemek.

3) Hükümetin evvelce derpiş etmiş olduğu programın tatbik edileceği ve neticenin yakında kat’iyetle elde edileceği fikrini yaymak.

4) Müsellahan bu harekete iştirak edenlerden başkaları hakkında hiçbir suretle idareten bir karar alınmayacağını yazmak.

5) Dersim havadislerini ikinci, üçüncü sayfalara intikal ettirerek vak’ayı hattı layıkına icra etmek.”[135]

IV.1) “DERSİM GENERALİ” SEYİD RIZA

  1. §) Yaşamıyla hepimize; Ömer Muhtar’ın, “Biz ölsek de kazanırız ve siz kaybedersiniz!”; Lucretius’un, “Ben varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum; o hâlde korkacak ne var”; Martin Heidegger’in, “Ölüm, bütün hayatı kucaklayan ve ona sorumluluk getirerek değer katan bir fenomendir”; Samed Behrengi’nin, “Herkes ölür ama yalnızca bazıları gerçekten yaşar,” sözlerini anımsatan Seyid Rıza resmi tarihin yalanlarıyla baş edemese de; diz çöktüremediği bir direnç figürüdür.

Bazen “Erzincan’ın kurtarıcısı”, “Dersim generali”[136] diye anılan Seyid Rıza hakkında; bazen de “devletin olumsuz propagandalarında sünnetsiz oluşuna ilişkin ifadeler kullanılmış”tır![137]

Devlet yaygaralarını bir kenara bırakırsak Seyid Rıza, 1915’te 30 bin Ermeni’nin Erzurum üzerinden Ermenistan topraklarına ulaşmasını sağlar. Bunun yanında Koçgiri katliamında kaçan Kürt Alevîler, Dersim dağlarına sığınarak kurtulurlar.

Rus işgali dönemi gelip çattığında Seyid Rıza, Osmanlı hükümetiyle anlaşma yapar. Böylece Seyid Rıza, 12 aşiretin en seçme silahlı adamlarını cepheye sürer. Rusların Dersim’e doğru ilerlemesinin önüne set çeker. 12 günlük bir saldırı planından sonra, Erzincan muhasara altına alınır. Böylece Erzincan kurtulur.

“Seyid Rıza, artık Osmanlıların nezdinde bir kurtarıcıydı. Alkışlanıyor, devletçe kutsanıyordu. Armağan, unvan ve övgülere boğuluyordu, bir ‘fatih’ muamelesiyle taltif ediliyordu. Vatan ‘minnettardı’ ona…

Karabekir, Seyid’in üniformasını giymesine bizzat yardım ediyor, apoletlerini kendi elleriyle düzelttikten sonra, yakasına bir de, ‘memlekete üstün hizmetlerinin nişanesi’ olarak madalya takıyordu. Seyid Rıza, artık apoletli, nişanlı bir paşaydı…

Devletin, şükran ve minnet duygularının anlatımı bu kadarla da kalmıyor, Kara Kazım Paşa, Seyid Rıza’yı makam arabasına alıp, Erzurum’daki karargâhına götürüyor, izzet-i ikramlarla ağırlıyordu.

Seyid Rıza sonra törenlerle Dersim’e uğurlanıyordu. O, şimdi Dersim Generali unvanıyla bir başka efsaneydi.”[138]

Rusların ilerlemesini canları pahasına önleyen Dersim halkı, daha sonra “çıbanbaşı” ilan edilerek imha edilir. Seyid Rıza’ya “derebey, şaki başı ve sergeder” sıfatı verilerek, ne yazık ki asılır. Aynı ihanet, 23 Kasım 1925’de Elazığ’da, Binbaşı Hasan Hayri Bey’in de başına gelir. O gün Hasan Hayri Bey şunu diyecekti: “Ey Kürt Halkı! Bizden de ibret alın ve bilin ki, dünyadaki en güvensiz söz, Kemalistlerin verdiği şeref sözüdür”…

“Mustafa Kemal’in haberi olsaydı Seyid Rıza ve arkadaşlarının idamı olmayacaktı” yalanıyla toplumu kandırmaya çalışıyorlar. Oysa yazılan ve çizilenler raporlar her şeyi ortaya koymaya yeter, artar bile.

1934 İskân Kanunu, 1935 Tunç-eli Kanunu ve 4 Mayıs 1937’de Tunceli Tenkil Harekâtına Dair Bakanlar Kurulu Kararı, bizzat Mustafa Kemal’in emriyle çıkarılmıştır. Bu karar ve kanunların altında Mustafa Kemal’in ıslak imzası vardır.

1 Kasım 1938’de, dönemin Başbakanı Celal Bayar’a Dersim soykırım başarısından dolayı tebrik mektubunu göndermiştir. Onlarca belge ve konuşmayı bulup yazabiliriz.

Seyid Rıza kan dökülmesini istemiyor. Mektuplar yazıyor.[139] Mektuplarında katliam olmasın diye adeta yalvarıyor. Seyid Rıza’nın 14 Haziran 1933’de Elazığ Valisi’ne gönderdiği ilk mektup ise şu cümlelerle başlıyordu: “Hürmet ve tanzimle elerinizden öperim. Uğradığımız haksızlığın boyutlarını arz etmeye mecbur kaldım…” Buna benzer birçok mektup mevcuttur. Ancak imha kararı veren Cumhuriyet hükümeti soykırım kararını uygulayacaktı.

Seyid Rıza, 20 Mayıs 1937’de Alpdoğan Paşa’ya ise şöyle bir mektup yazıyor:[140] “Kan dursun yeter ki! Beni ve aşiretimi, Erzurum’a yollayın. Ya da hükümet benden şüphe ediyorsa Halep’e gideyim. Veyahut Türkistan’a geri gönderin.”[141]

Bunların yanında “Cumhurbaşkanlığı arşivinde ortaya çıkan belgelere göre, Dersim lideri Seyit Rıza ile devlet arasında müzakere ve pazarlıklar yapılmış”ken;[142] Seyit Rıza ile hükümet kuvvetleri arasındaki son temas 16-17 Ağustos gecesi Bahtiyar mıntıkasında yaşandı. Çatışma sırasında, Seyit Rıza’nın oğlu Şeyh Hasan, ikinci karısı Bese ve üç torunu öldürülmüş, Seyit Rıza kaçmayı başarmıştı. Seyit Rıza 26 Ağustos’ta Bahtiyar Aşireti Reisi Şahin’in kendi adamlarınca öldürüldüğünü duyunca muhtemelen yenilgiyi kabul etti ve 10 Eylül 1937’de Erzincan 5. Jandarma Bölük Komutanlığı’na bağlı bir karakola teslim oldu. 1918’de Osmanlı ordularıyla birlikte Rus ve Ermenilerden kurtardığı Erzincan’ın kendisini kurtaracağını ümit etmiş olmalıydı.

Seyit Rıza’nın yakalanması üzerine Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay, General Alpdoğan’a kutlama mesajları gönderdiler. Gazeteler olayı “Dersim’in en ileri ve son sergerdesi yakalandı” diye kamuoyuna müjdeledi.

Seyit Rıza ve arkadaşlarının (toplam 58 kişi oldukları sanılıyor) duruşması 18 Ekim 1937’de Elazığ’da başladı. Ahmet Emin Yalman’ın Tan gazetesine göre, ilk günkü duruşmada Seyit Rıza ve adamlarının 20/21 Mart 1937 gecesi Kahmut Köprüsü’nü yaktıklarını iddia eden şahit ifadesine Seyit Rıza “Allaha, devlete karşı gelmek için kudurmuş muyum ben!?” diye haykırarak itiraz etmişti. Gazetenin 23 Ekim 1937 tarihli nüshasına göre ikinci duruşmada Seyit Rıza’nın torunu Zeynel, dedesinin 60 silahlı adamla birlikte olduğunu anlatmıştı. Bu tanıklık Seyit Rıza’yı şaşırtmış, durumu açıklamakta zorluk çekmişti. Ama diğer aşiret reisleri çözülerek bazı itiraflarda bulunmuşlardı. 2 Kasım tarihli Tan’da, 1 Kasım tarihli üçüncü duruşmada da benzer olayların yaşandığı ama zanlıların bütün suçlamaları reddettiği yazıyordu. Benzer durumlar diğer duruşmalarda da yaşanacaktı.

16 Kasım 1937 tarihli Tan gazetesi ise acı sonu ilan ediyordu: “Tunceli hadisesine ait muhakeme hitam bulmuştur [bitmiştir]. Tunceli’de isyan eden 58 suçluya ait karar tefhim edilmiştir. Bu karara göre suçlulardan 11’i idama mahkûm olmuş fakat içlerinden dördü hakkında idam cezası yaşların geçkin olmalarından dolayı 30 sene ağır hapse tahvil edilmiştir. Diğer yedi idam mahkûmları şunlardır: Seyit Rıza ile oğlu Hüseyin ve Seyhanlı Aşireti reisi Hasso Seydi ve Yusufhanlı Aşiret reisi Kamer oğlu Fındık ve Demenanlı aşiret reisi Cebrail oğlu Hasan, Kureyşanlı Ulikeye oğlu Hasan ve Mirza Ali oğlu Alidir. İdam hükümleri bu sabah infaz edilmiştir. 14 suçlu hakkında beraat kararı verilmiştir. Diğer suçlular da muhtelif ağır cezalara mahkûm olmuşlardır.”

Seyit Rıza ve arkadaşlarının yargılanması ve idamını o sırada Malatya Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil yürütmüştü. Çağlayangil’e göre mahkemeler bazen otomobil farlarının ışığında yapılmış, okuma-yazma ve Türkçe bilmeyen sanıklara ne iddianame, ne avukat verilmiş, asabilmek için en az 75 yaşında olan Seyit Rıza’nın yaşı 57’ye indirilmiş, oğlunun yaşı da 17’den 21’e çıkartılmış, Alpdoğan Paşa, idam kararının yazılacağı boş kâğıdı önceden imzalamıştı. İdamlar 14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan pazartesi günü, gece yarısı Elazığ’ın Buğday Meydanı’nda infaz edilmişti.

İhsan Sabri Çağlayangil, idam anını ise şöyle anlatmıştı: “Kararlar okununca sanıklar ilk anda anlamadılar. ‘İdam tunne’ diye bir velvele koptu. Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle polis müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza sehpaları görünce durumu anladı. -Asacaksınız; dedi ve bana döndü. ‘Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?’ Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. ‘Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz’ dedi. Bu sırada Fındık Hafız asılırken görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Etrafta hiç kimse yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa bağırdı: ‘Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingene’yi itti, ipi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağı ile tekme vurdu ve kendini astı. Gömüleceği yer türbe olmasın diye cenazesi de yakıldı…”[143]

Çağlayangil, “Yakıldı” diyor[144] ama yerel kaynaklara göre cenazeler ya Elazığ’ın merkez köylerinden Holfenk Köyü civarındaki Kireçocağı Mevkii’ne ya da Elazığ Tren İstasyonu civarına defnedilmişti.

17 Kasım 1937 günü Atatürk, kısa süre önce İsmet Paşa’dan başbakanlığı devralmış olan Celal Bayar, 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay, General Alpdoğan ve diğer yüksek zevatla birlikte Diyarbakır’dan Elazığ’a doğru yola çıkmıştı. Yolda Murat Suyu üzerinde bir köprünün açılış törenine katılmışlardı. Atatürk köprünün eski adı olan Soyungeç’i beğenmemiş ve Singeç yapmıştı. Ardından heyet Pertek’e gitmiş, Atatürk (18 Kasım tarihli Tan gazetesinin ifadesine göre) “Minimini mektep çocuklarının önünde durarak bunlarla ayrı ayrı konuşmuş ve içlerinden bazılarının yüzünde sivrisinek ısırmasından hâsıl olan çıban hakkında kaza doktorundan izahat alarak bunun sebebi ve tedavisi üzerinde esaslı tetkikat yapılmasını” emretmişti. Pertek’ten ‘Coşkun uğurlama tezahürleri arasında ayrılan’ Atatürk ve yanındakiler saat 17’de Elaziz’e varmışlardı. Görüldüğü gibi bu hikâyede Seyit Rıza ve arkadaşlarının idamına dair tek bir kelime bile yoktu![145]

İdamlardan sonra bölgede askeri harekât bir süre daha devam etmiş, kısa süreli bir sessizlikten sonra, 1 Haziran 1938’de II. Dersim Harekâtı başlamış, eylül ayının sonuna kadar Genelkurmay belgelerine göre, “haydut”, “eşkıya”, “şaki”, “dağlı” diye nitelenen gruplar yine bu belgelerin diliyle imha edilmiş, temizlenmişti.[146]

  1. §) Devletin Dersim harekâtı iç savaşlarda dahi evrensel kabul gören hakların ihlâl edilmesiyle karakterize olmuştur. Örneğin tartışmalı “yargılama”(lar) sonucu savcı 11 kişinin idamını istemişti. Bunlardan 7’si idam edilmiş, 4’ü ise yaşlarının büyüklüğünden dolayı 30’ar yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. İdam sırasında yaşı 75’i geçmiş olan Seyit Rıza, yaşı 54’e indirilerek, oğlu Resik Hüseyin’in 17 olan yaşı 21’e çıkarılarak idam edilmişti.

Bu, o zaman da yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu’nun 56. maddesine aykırıydı. Bugün kimileri yaş büyütmenin söz konusu olmadığını, Seyit Rıza’nın çok daha genç olduğunu ileri sürüyorlar. Bu doğru değildir. 28 Haziran 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesi bu savları çürütüyordu: “Yetmişlik Seyit Rıza’ya genç ve güzel karısı Bese tarafından teslim olmaması için sürekli telkinler yapılıyormuş”![147]

Söz konusu gerçeğin altını çizerek; idam hikâyesinin üzerinden (tekrar pahasına!) detaylandırarak geçersek:

“Ardından kelepçeli ellerini kaldırıp halkı selamladı ve önce ‘Hakkınızı helal edin,’ dedi, ardından yine kükredi o yaşlı heybetiyle: ‘Ey Erzincan, fakir Rızo seni iki defa istiladan kurtardı,[148] sen bir Rızo’yu kurtaramadın. Dileğim o ki zelzele olasın!’ der.[149]

Seyit Rıza’nın ilk sorgulaması, Erzincan’da Vali Fahri Özen, Emniyet Müdürü Zekeriya Erkuş ve Jandarma Komutanı Kazım tarafından yapıldıktan sonra yargılanması için 30 kişilik bir müfrezeyle birlikte Elazığ’a gönderilir.[150]

Yusuf Köksal’ın ifadesiyle duruşma önce öğretmen evinin yerinde, kahvehanede başlar. Daha sonra Belediye binasının altındaki sinema salonu düzenlenip mahkeme salonuna çevrilerek yargılamalar bu salonda yapılır.

Yargılama başlamadan önce gazeteler, yargılamanın nasıl yapılacağını yazıyorlar: “Gazete, yakalanan isyancıların muhakemelerinin, ‘Tunceli Kanunu mucibince biraz farklı muhakeme usulü dairesinde’ yapılacağını yazıyordu. Yukarıda yazdığımız bu ‘biraz farklı muhakeme usulü’nü bir defa daha hatırlatalım. Maznun reddi hâkim talebinde bulunamazdı. Vilayet içinde verilen hükümler temyiz edilemezdi. Vali paşa tecile lüzum duymazsa idam cezaları hemen infaz edilirdi.”[151]

Dahası da var bu yargılama yönteminin: Savcılar hazırlık soruşturması aşamasında yargıçların sahip olduğu yetkileri de kullanabilirler, ilk tahkikata tabi tutmaya gerek görmedikleri işleri, iddianame ile doğrudan doğruya mahkemeye verebilirler, ilk tahkikatı yapmayabilirler, iddianame maznuna tebliğ edilemez… gibi.

Yargılama, 12 Ekim 1937 Salı günü başlar. Muhabir Bahri Turgut’un 13 Ekim 1937 Çarşamba günkü Cumhuriyet Gazetesi’ndeki haberi şöyledir:

“Seyid Rıza’nın ilk muhakemesi… Sergerde ve avenesi inkâra başladılar. Seyid Rıza’nın her suale “Haşa” diye cevap vermesi diğer suçlulara da sirayet ediyordu.”

“Elaziz 12 (Hususi muhabirimizden) Sergerde Seyid Rıza ve yirmi avenesinin muhakemelerine bugün Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı. Müddeiumumi mevkiini Hatemi işgal ediyordu. Ve risayet divanı, reisi Cemil’le aza Mehmed ve bir aza muavininden mürekkepti. Mahkeme salonunda ön sırayı ordu zabitanı işgal ediyordu.

Localar ve balkonlar bilhassa kadın samiinle hıncahınç dolmuştu. Kuvvetli bir polis koridoru izdihama güçlükle mani oluyordu. Saat ikiyi on geçe hâkimler heyeti salona girdi. Mübaşirin ismini çağırması üzerine Seyid Rıza yanında oğlu olduğu hâlde salona geldi. Kendisini takiben de avenesi yerlerine oturdular…”

Savcı Hatemi Şahamoğlu, sanıkların T.C.Y.’nın 149. Maddesinin 2 ve üçüncü fıkralarına göre cezalandırmasını ister, duruşma 15 Ekim 1937 Cuma gününe bırakılır.

16 Ekim 1937 günlü duruşmada Seyid Rıza ve 30’u aşkın sanık bulunmaktadır. Bu duruşmada Munzur suyu toplantısı, köprü yakma olayı, Alişir, Sin Karakolu baskını ve Seyid Rıza’nın Hozat Cumhuriyet Savcılığı’na yazdığı mektup konuları görüşülür.

18 Ekim 1937 günü sabahki duruşmada iki nahiye müdürü ve Seyid Hüseyin, öğleden sonraki duruşmada da Çölkürek köylü Hasan oğlu Hıdır ve Imindirli Hüseyin tanık olarak dinlenirler.[152]

25 Ekim 1937 günlü duruşmada bazı tanıkların daha önce verdikleri ifadeleri okunur.

27 Ekim 1937 günlü duruşmada bir kişinin davası, görülmekte olan dava ile birleştirilir.

1 Kasım 1937 günlü duruşmada Hozat, Mazgirt ve Nazımiye Kaymakamlarının raporları ile bazı telgraflar okunur.

3 Kasım 1937 günlü duruşmada Savcı Hatemi Şahamoğlu, mütalaasını okur. Seyid Rıza ve 10 kişi için T.C.Y’nın 149/3 maddesine göre ceza verilmesini ister.

6 Kasım 1937 günlü duruşmada sanıkların, birbirini suçlaması olur ve bazı belgeler okunur.[153]

15 Kasım 1937’de yargılama sonuçlanır. 11 kişi hakkında ölüm cezası, 33 kişi hakkında ağır hapis cezası verilir. 14 kişi de beraat eder. Ölüm cezası verilenlerden 4 kişinin cezası yaşlı olmaları nedeniyle 30’ar yıla çevrilir. Diğer sanıklarla birlikte Isparta, Edirne, Muğla ve Bolu cezaevlerine gönderilirler ve cezaevinde ölürler.[154]

Devamla: Ağır Ceza Mahkemesi’nce savcının istemi doğrultusunda 11 sanık hakkında TCY’nın 149/2. Maddesi gereğince idam/ölüm cezası verilip, 4 sanığın cezasının 30’ar yıla çevrilmesiyle, haklarında verilen ölüm cezasının yerine getirilmesi/infazı gereken 7 kişi kalır.

25 Aralık 1935 tarihli ve 2884 sayılı Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında Yasa’nın 29 ve 33 maddelerine göre Mahkemece verilen hüküm temyize tabi olmadığından ve kesin hüküm niteliğinde olduğundan, tecile de gerek görülmediğinden infaz aşamasına geçiliyor.

“Seyid Rıza ve yoldaşları idam cezasına çarptırılınca Dersim yeniden ayağa kalktı. Ve o günlerde bir haber ulaştı Dersim’e: Mustafa Kemal, Pertek’te yapılan Singeç Köprüsü’nün açılışı için Elazığ’a gelecek. Köprünün açılış tarihi 16 Kasım Pazartesi. Devletin aldığı istihbarata göre, Atatürk geldiğinde Dersimliler karşısına çıkacak, Seyid Rıza’nın affını isteyeceklerdi.

Bundan sonrasını, Seyid Rıza’yı asmak için Ankara’dan özel görevle gönderilen üst düzey polis yetkilisi İhsan Sabri Çağlayangil anlatıyor:

“Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey bana diyor ki; Atatürk, Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Dersim hareketi bitti. Beyaz donlu altı bin Doğu’lu Elazığ’a dolmuş, Atatürk’ten Seyid Rıza’nın affını isteyecekler. Beyaz donluların Atatürk’ün karşısına çıkmalarına meydan vermeyelim… 1937’de resmi tatil günü Cumartesi öğleden sonra Atatürk Pazartesi günü Elazığ’a gelecek. Bizden istenenler, asılacaklar mutlaka asılsın ve Atatürk’ün karşısına beyaz donlular çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun.”

Çağlayangil, yasaların tümüyle çiğneyerek, bir savcıya rapor dahi aldırarak idamların infaz kararını 14 Kasım Cumartesi günü çıkarttı. İdamlar Pazar gecesi infaz edilecekti.

Ve o gece… 15 Kasım’ı 16 Kasım’a bağlayan bir Ramazan gecesi: Bir devlet jeepi Elazığ’da Buğday Meydanı’na doğru telaşla ilerliyordu. Sonbaharın son ayıydı ve hava ılıktı. Gökyüzü yarı bulutluydu. Ay bulutun arkasına girip gözlerini kapatmak istiyordu fakat bulut her seferinde ayın önünden çekiliyordu. Oysa ay birazdan olacakları görmek istemiyordu. Jeepin arka koltuğunda üç kişi oturuyordu; Elazığ Emniyet Müdürü Serez İbrahim, Emniyet Genel Müdürlüğü görevlisi İhsan Sabri Çağlayangil, Dersim Direniş Kuvvetleri Kumandanı Seyid Rıza polisleri bir sağda, diğeri solda, Seyid Rıza ortada oturuyordu. Jip gelip Buğday Meydanı’nda jandarma karakolunun yanında durdu. Karakolun önünde uzanan Buğday Meydanı’nda yedi idam sehpası vardı. Gerisini Çağlayangil anlatıyor:

“Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı. ‘Asacaksınız’ dedi ve bana döndü: ‘Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?’. Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk.

‘Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz’ dedi. Bu sırada Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Fındık Hafız’ın idamı bitti. Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Etrafta kimse yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti: ‘Evlade Kerbelayimê, bê gunayimê, ayibo, zulimo, cineyata./ Evlad-ı Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir,’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi. (…) İhtiyarın bu cesaretini takdir etmekten kendimi alamadım.”

İhsan Sabri Çayangil’in anılarında çarpıttığı ve anlatmadığı pek çok şey var. Onlardan biri de, bir idam mahkûmu olarak Seyit Rıza cevap verdi: “Beni oğlumdan önce asın!” Ancak bu yapılmadı ve oğlu Resik Hüseyin, Seyit Rıza’nın gözleri önünde asıldı.”[155]

Ancak yargılama yöntemi özel hükümler, ölüm cezasının yerine getiriliş biçimi/infaz da çok düşündürücüdür. Hiçbir hukuk kuralı ve etik değerin anlamı kalmamıştır.

2884 Sayılı Yasada;

“Madde: 29-İlbaylık içindeki ceza mahkemelerinden verilen hükümler temyize tabi olmayıp kat’idir.

Madde: 33-İdam hükümlerinin Vali ve kumandan tarafından Te’cile lüzum görülmediği takdirde infazı emrolunur,” hükmü vardır.

İdamlar, şu sıraya göre birbirlerine yakın 3 yerde yapılır: 1) Demenanlı Cebrail oğlu Hasan; 2) Resik Hüseyin; 3) Kureşanlı/ Seyhanlı Seyit Hüseyin; 4) Kureşanlı Ulkiye oğlu Hasan; 5) Kalanlı Mirza Akifoğlu Ali; 6) Yusufanlı Kamer oğlu Fındık; 7) Seyit Rıza…[156]

Kaynak:

[121] Yalçın Doğan, “Dersim: Tarih Mutlaka Hesap Soruyor”, Hürriyet, 29 Kasım 2011, s.15.

[122] Resmi tarih, Dersim halkını inim inim inleten Tunceli Kanunu’nun 1947’de yürürlükten kaldırıldığını ve “normal idare sistemine” geçildiğini yazıyor. TBMM Dilekçe Komisyonu’nun gün ışığına çıkarttığı belge ise bu iddiayı sarstı. Belgeye göre, Hıdır Danik isimli vatandaş, 1949 yılında Meclis’e başvurarak Bucak Müdürü Safi Çelik’i yürürlükten kaldırılan Tunceli Kanunu’nu uyguladığı için şikâyet etmiş. İçişleri Bakanlığı, Hıdır Danik’in iddiasını doğrulamış. Yani belgeye göre, 1935 tarihli Tunceli Kanunu yerel idareciler tarafından 1949’da bile uygulanmaya devam etmiş. (Tarık Işık, “Tunceli Kanunu 1947’de Kalkmadı”, Radikal, 12 Nisan 2012, s.14.)

[123] Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’e 2004 yılında sunduğu raporlara göre Dersim’de 10 bin 557 adet kara mayını/anti-personel mayını bulunuyor. Yani Türkiye’de sınır illeri hariç en fazla mayının bulunduğu il Dersim’dir. Yani “mayın tarlası bir coğrafya”dır aynı zamanda Dersim. (Barış Yıldırım, “Mayın Tarlası Dersim”, Evrensel Pazar, 12 Mayıs 2013, s.15.)

Tunceli’de işlenen faili meçhul cinayetleri Dersim olayına benzeten Hüseyin Aygün haksız mı? CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün, 1994’te Tunceli’de işlenen faili meçhul cinayetleri, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan Dersim olayına benzetti. “1994’teki mantık neyse 1935’teki mantık da odur.” Haksız mı? (Eyüp Can, “Haksız mı Hüseyin Aygün?”, Radikal, 15 Aralık 2011, s.6.)

[124] Kemal Burkay, “Tarihimizdeki Acılı Sayfa: Dersim”, Radikal, 1 Aralık 2011, s.20-21.

[125] Oral Çalışlar, “Dersim, Katliam mı, İsyan mı?”, Radikal, 20 Aralık 2011, s.16.

[126] Fikret Güneş, “Dersim’in Kara Günü 4 Mayıs”, Günlük, 5 Mayıs 2010, s.11.

[127] Abdullah Kılıç-Ayça Örer, “Dersim’de Gaz Kullanıldı”, Radikal, 21 Kasım 2011, s.9.

[128] İhsan Sabri Çağlayangil, 1986’da Kemal Kılıçdaroğlu’na verdiği röportaj, NTV Tarih Dergisi, Sayı 11, Aralık 2009.

[129] NTV Tarih Dergisi, No:11, Aralık 2009.

[130] Nokta Dergisi, 28 Haziran 1987.

[131] Barkın Şık, “Ayaklanmayı Karakol Tetikledi”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2011, s.5.

[132] Ayça Örer-Abdullah Kılıç, “Dersim’de Gaz Kullanıldı”, Radikal, 21 Kasım 2011, s.10-11.

[133] Kadir Merkit, “Dersimliler Özel Kimlikle İzlenmiş”, Akşam, 19 Temmuz 2012, s.11.

[134] Helin Alp, “Özür Bekliyor”, Akşam, 19 Temmuz 2012, s.11.

[135] Ömer Şahin, “Medyaya Dersim Andıcı”, Radikal, 10 Şubat 2012, s.16-17.

[136] Erzincan’ın dört bir yanında dumanlar yükseliyordu. Kadın ve çocukların feryatları yürekleri parçalıyordu. Ermeniler Erzincan’a girmiş, hükümet konağını ele geçirmişti. İsmet İnönü, Elazığ-Kovancılar’a yakın bir köyde bizzat Aksakallı’yla (Seyid Rıza –b.n.) görüşerek yardım dilemişti. Aksakallı Dersim aşiret çocuklarıyla Erzincan’a yürümüş, sekiz gün savaşarak Erzincan’ı kurtarmıştı. Hükümet konağına girdiklerinde bir kahraman gibi karşılanmışlardı. Vali makamına bizzat kendisi oturmuştu. Daha sonraki Erzincan’ı kurtarma törenlerinde Aksakallı hep Erzincan’ın kurtarıcısı diye takdim edilmişti.

Kazım Karabekir, vatana üstün hizmetlerinden dolayı, devlet adına kutlamak, takdir ve şükranlarını sunmak üzere Aksakallı’yı ziyaret etmişti. Karabekir, bizzat kendi elleriyle Aksakallı’ya üniforma giydirdikten sonra general rütbesini takmış, “Sen bundan sonra artık Dersim generalisin. Sana Halife Sultan Aziz Hazretleri’nin selamlarını getirdim!” demişti. (Fikret Güneş, “Dersim Generali”, Gündem, 17 Kasım 2011, s.10.)

[137] Genelkurmay Başkanlığı, Dersim olaylarını araştırmak üzere TBMM Dilekçe Komisyonu bünyesinde oluşturulan Dersim Alt Komisyonu’nun 10 bin 650 belgeden birisinde 4. Umumi Müfettişi H. Abdullah Alpdoğan’ın 30 Aralık 1937’de dönemin İçişleri Bakanlığı’na Devlet aleyhine yapılan olumsuz propagandalara ilişkin yazısında, Seyit Rıza’nın sünnetsiz oluşuna ilişkin şu ifadeler kullanılıyor: “Erzincan, Nazimiye, Mazkirt ve Hozat membalarından alınan haberlerde; muhalefet suçundan mahkûm olup batı vilayetleri hapishanelerine gönderilen mahkûmların götürüldükleri yerlerde idam edilecekleri, sünnetsiz erkek çocukların Ermeni ad verilerek Hıristiyan memleketlere sürülecekleri, evli olmayan Tuncelili kızların Türk gençlerle ve Türk kızlarının da Tuncelili erkek gençlerle evlendirilecekleri ve bunun için henüz evlenme çağına girmemiş olanların kendi aralarında çabuk evlendirilmeleri, gelecek sene ilk baharında Tunceli halkının başka yerlere nakil edileceği bildirilmektedir. İdam edilen Seyit Rıza’nın sünnetsiz oluşunun halka nahoş görünmesi, menfaat düşkünlerine ilham ve propagandaya vesile olmuştur.” (Önder Yılmaz, “Askerin Dersim Sırları Meclis’te”, Milliyet, 23 Nisan 2012, s.16.)

[138] Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları-Tedip ve Tenkil, Evrensel Basım Yay., 2003.

[139] ‘Dersim Generali Seyit Rıza’ imzasıyla muhtemelen Baytar Nuri Dersimi tarafından Milletler Cemiyeti’ne yazılan mektup, devletin bölgede yürüttüğü katliamlara dair bir imdat çığlığıdır… (Ayşe Hür, “Seyit Rıza’nın TBMM’ye ve MC’ye Mektupları”, Radikal, 17 Kasım 2013, s.22-23.)

[140] Cevdet Konak, Radikal İki, 27 Kasım 2011.

[141] Yusuf Baran Beyi, “Dersim Soykırım Yıldönümünde…”, Gündem, 4 Mayıs 2015, s.14.

[142] Ömer Şahin, “Devlet Eşkıya’ ile Pazarlık Yapmış”, Radikal, 9 Şubat 2012, s.10-11.

[143] Güneş Gazetesi, 19 Ağustos 1989.

[144] Hasan Saltık Arşivi’nde bulanan MAH’ın o tarihe ilişkin detaylı raporunda kayda geçen ifadelere göre, cesetler 17 Kasım gününe kadar darağaçlarında asılı bırakıldı. Ve nihayet iki gün sonrasında, şehir ahalîsi uykudayken dardan indirilen cesetler traktöre yüklenip Keban yolunca uzaklaştırıldı. O yönde bir yerlerde cesetlerin üzerlerine gazyağı dökülüp yakıldı, kırıntılar ve küller toprakla gizlendi. (Emirali Yağan, “15 Kasım 1937 Seher Kuşlarının Ötmediği Seher Vakti”, Yeni Yaşam, 16 Kasım 2019, s.4.)

[145] Katliam sırasında bölgede görev yapan Dersim tanığı 103 yaşındaki Mehmet Ali Doğaner emekli polis, “Atatürk Elazığ’a gelerek ‘Seyit Rıza’nın yargılaması bitmedi mi’ diye sordu. Bir gün içinde yargılama bitirilip idam edildi,” dedi. Seyit Rıza 14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan gece idam edildi. Resmi bilgilere göre, Atatürk 13 Kasım 1937’de Sivas, 14 Kasım’da Malatya’daydı. 15 Kasım akşamı saat 18.00’de Diyarbakır’da karşılandı. 16 Kasım akşamı Elazığ’a doğru yola çıktı. Yandaki fotoğraf 17 Kasım tarihli. Atatürk 18 Kasım’da Elazığ’dan ayrılır. Atatürk ‘ün 14 Kasım’da Malatya’dan ayrıldıktan sonra, 15 Kasım akşamı Diyarbakır’a varana kadarki sürede Elazığ’a uğradığı öne sürülür. Mehmet Topal’ın ‘Atatürk Elazığ’da adlı kitabında, Atatürk’ün 14 Kasım’da Elazığ’ın Yolaçtı kasabasına geldiği yazılır. Dönemin yerel gazetesi ‘Uluova’da şöyle yazar: “14 Kasım günü Yolaçtı’ya gelen ve büyük törenle karşılanan Atatürk…” İhsan Sabri Çağlayangil, anılarında, Seyit Rıza’yı mahkeme salonundan idam yerine otomobille götürdüklerini anlatır. Oysa ki aradaki mesafe 10 adım bile değildir ve Seyit Rıza ilk idam edilecek kişiyken, en sona bırakılır. Arada geçen 1 saatlik sürede, Atatürk’ün Seyit Rıza’yla görüştüğü öne sürülür. (Tarık Işık, “İdam Öncesi Atatürk de Elazığ’daydı”, Radikal, 17 Mayıs 2012, s.12-13.)

[146] Ayşe Hür, “Seyit Rıza İdamdan Önce Atatürk’le Görüştü mü?”, Radikal, 18 Kasım 2012, s.30-31.

[147] Deniz Kavukçuoğlu, “Özür, Tamam da Kim Dileyecek? (2)”, Cumhuriyet, 26 Kasım 2014, s.14.

[148] Kazım Karabekir anılarında (Kazım Karabekir, Birinci Cihan Harbinin Nasıl İdare Ettik, 3. Cilt, Emre Yay., 1994.) hem Erzincan’ın, hem de Erzurum’un Ermeniler’den geri alınmasına garbi ve şarki Dersim milislerinin/ müfrezelerinin de katıldığını yazar.

[149] Umut Hozatlı, “Dersim Yazı Dizisi”, Özgür Gündem Gazetesi, 17-21 Kasım 2004.

[150] Tan, 15 Eylül 1937; Cumhuriyet Gazetesi, 16 Eylül 1937.

[151] Faik Bulut, Belgelerle Dersim Raporları, İkinci Baskı, Yön Yay., 1992, s.264.

[152] Seyid Rıza’nın torununun adının Nare olduğunu Rayber Kop’un gelini olduğu, Türkçe bilmediği için çevirmenliğini Rayber’in yaptığı ve çevirilenlerin ne derece anlatılanları yansıttığı konusunda şüpheleri de belirttiler.

[153] Suat Akgül, bu duruşmanın 7 Kasım 1937 günü yapıldığını yazmakta ise de, Ayın Tarihi Dergisi 148. sayısının 3. sayfasında “Mahkeme, müdafaa için 6 İkinciteşrin’e kalmıştır” denmektedir.

[154] Kamil Ateşoğulları, “Dersim İsyanından 72 Yıl Sonra”, Birgün, 16 Kasım 2009, s.6.

[155] Umut Hozatlı, “Dersim Yazı Dizisi”, Özgür Gündem Gazetesi, 17-21 Kasım 2004.

[156] Kamil Ateşoğulları, “Beni Oğlumdan Önce Asın”, Birgün, 17 Kasım 2009, s.6.

sürecek

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP