Sibel ÖZBUDUN
I.1) MESELENİN ASLI
Osmanlı İmparatorluğu, hızla boyunduruk altında tuttuğu ulusların kendi devletlerini kurma girişimleriyle sarsılır. Türkiye Cumhuriyeti de Trakya, Anadolu ve Mezopotamya topraklarında farklı etnik yapıdan ama aynı inanç düzleminde yer alan uluslarla ortak bir devlet şiarıyla ortaya çıkar. İlk dönemlerde bu “ortak devlet” söylemine bazı uygulamalarla özen gösterilse de kısa süre içinde “yeni devlet” kurumsallaşıp, iktidarını sağlamlaştırdıkça “tekçi” anlayışı dayatmaya ve herkesi “tek dil ve millet” çatısı altında toplama gayretine yönelir. Türk ulusu ve Sünnî-İslâm’ı merkeze alır, buna ayak direyenleri “temizlemeye” başlar.
Osmanlı’nın, son döneminde Ermenilere uyguladığı katliam politikasını devralan “yeni devlet”, Koçgiri, Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarında Kürtlere yönelik imha, inkâr ve asimilasyon uygulamalarını sistematik biçimde devreye sokar. Osmanlı döneminde de üzerine sayısız seferlerin düzenlendiği Dersim ise hem Kürt hem de Alevî olmasından ötürü yeni cumhuriyetin en önemli hedeflerinden biri olmaktan kurtulamaz.
Cumhuriyet tek ulus, tek devlet anlayışının önündeki engelleri teker teker kaldırırken, kalan en son “çıban”ı da temizlemek için harekete geçer. “Şarka medeniyet götürme” propagandasıyla başlatılan askeri hareket büyük bir katliama dönüşür. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı on binlerce Dersimli katledilir.
Dersim’e yönelik başlatılan ve tarihe “38 Katliamı” olarak kazınan zamandan günümüze kadar Dersim’e uygulanagelen politikalarda pek değişiklik olmaz. Dersim’e yönelik ‘topluca katletme’ politikasının yerini başka baskı politikaları aldı ve baskı kendisini Dersim coğrafyasında daima hissettirdi.
Katliamdan sonra yaralarını sarmaya çalışan Dersim 12 Eylül faşist askeri darbesinden de nasibini fazlasıyla alır. Halkının inancından dolayı her dönem devletin hedefi olan Dersim, 12 Eylül darbesinin de hedefinde olur. Alevî inancın ağırlıkta olduğu Dersim’de köylere camiler yapılır, Türk-İslâm anlayışına yönelik propaganda faaliyetleri hız kazanır. 1990’ların başında, ilk önce işsizlik ve yoksulluk nedeniyle büyük bir göç veren Dersim, o yıllarda ülke genelinde gelişen işçi, emekçi, yoksul hareketi ve Kürt halkının imhaya, inkâr, asimilasyon ve ulusal sömürüye başkaldırısının da etkili olduğu, destek bulduğu yerlerden olur. 1990’lı yılların ortalarına geldiğinde, Kürt illerinde ‘güvenlik’ bahanesiyle başlayan köy boşaltmaların Dersim’e faturası ağır olur. Köyler boşaltılıp, evler yakılırken insanlar zorunlu göçe tabi tutulur. Dersim, köy boşaltmalarının en yoğun yaşandığı yerdir. Öyle ki; 1045 mezradan 800’ü, 420 köyden 287’si boşaltılır. Dersim köyleri adeta insandan arındırılır. Her dönem hedef olan Dersim’e, ‘38 askeri harekâtı öncesinde “Uygun yerlere bent yani barajlar yapılması” öngörülüyordu. Askeri harekâtların ve katliamların tek başına yeterli olmadığı Dersim’de, uzun zamandır doğaya yönelik katliam ve insansızlaştırma politikaları da devrede.
İnsanına, doğasına yönelik katliam girişimlerinin tek başına yeterli olmaması çok kapsamlı asimilasyon politikalarını da beraberinde getirdi. Bunun için de devreye Gülen Cemaati sokuldu. Dersim’de Gülen Cemaatine devletin imkânları da sunularak, asimilasyon politikaları için gereken destek verildi.
“38 Katliamı”yla başlayan anlayış hâlâ sürüyor. Tayyip Erdoğan’ın iktidarı boyunca bir taraftan askeri harekâtları sürdürme, Kürt halkı ve Alevî inancı üzerindeki baskıları arttırma tutumu sürerken, büyük bir propaganda eşliğinde ‘Dersim’den özür dilemesi’nin samimiyeti sorgulanmaya değerdi.
O hâlde “Bitmeyen ‘38”in tarihini bir kez daha hatırlamalıyız.
Örneğin, İsmail Beşikçi’nin, ‘Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi’nde anlattığı gibi!
I.2) ETNİK HÂL, KÜLTÜREL İKLİM
Bin yıla baktığımızda, geçmişten getirdikleri kültürü şu ya da bu şekilde koruyan ve sivil olan, halkın merkeze ya da iktidara direndiği son ve tek kültürel kimlik Dersim’dir. Bunun dışında, Anadolu’da kendi kültürünü korumuş tek bir kent bile yoktur, tek bir kent bile…
1915 Ermeni Soykırımı’nda Dersim, ötekilerden farklı; iktidarın günahlarından da azade olmayı denemiştir. Bunda elbette etnik hâl ile kültürel iklimin etkisi büyüktü.
Yani Antonio Gramsci’nin, “Kültürel gücün fethi, politik güçten önce gelir,” notunu düştüğü realite konusunda; Ernest Hemingway’in, “Dünya, herkesi kırar ve sonra bazıları; işte o kırık yerlerinden güçlenir,” saptaması Dersim içinde geçerliydi.
Çünkü Raa Haqi (Hakikât Yolu) Alevî inancı Dersim’de bir kültürel direnç kalesiydi. Kadim tarihlerden günümüze direnen inanç gerçekliği, halk gerçekliğiyle toplumsallaşarak -zamanın ve mekânın ruhuna uygun olarak- sürekliliği devam ettirirken; canlılığını korumuştu ve hâlâ diriydi.
“Raa Haqi (Hakikât Yolu) inancı, XX. yüzyılda olağanüstü bir şiddet sarmalına ve modernleşme, zorla asimilasyon, zorunlu göç, ulusal ve uluslararası hareketlilik, sosyal dönüşüm gibi sancılı, travmatik, yoğun süreçlere maruz kaldı. Kabaca XVI. ve XIX. yüzyıllar arasında kendine özgü olarak kurumsallaştırdığı söylenebilecek (ocak-talip ilişkileri, musahiplik, kirvelik, cem ritüelleri, insan dışı canlı-cansız varlıklar etrafında örülen kültler vd.) içe-kapalı etno-dinsel örgütlenmesi, 1960’lardan günümüze, Kürt Alevîlerin dahil olduğu yoğun politikleşme süreçlerinin (sosyalizm gibi modern ideolojilerin) uzantısında yeni anlam setleriyle harmanlandı.”
“Bizi biz yapan, her birimizin ve hepimizin toplamının hikâyesi çok eskidir,”notu düşülen “Temel kimlik: Dersimli için Alevîlik,” der Baskın Oran ve ekler: “Dersimliler büyük ölçüde Alevîlikten gelen çok farklı bir kültüre/kimliğe sahip.”
O hâlde “Dersim’e ilişkin ‘Yol/Rê: Dersim İnanç Sembolizmi’…”nden söz etmek abartı ol(a)maz.
Kolay mı? Düzgün Baba motifiyle karakterize olan figür, Dersimli Alevî Kürtlerin en önemli mitolojik kahramanlarındandır ve aynı zamanda da Xızır’dır. Ona karşı derin bir inanç ve saygı vardır. Ve en önemlisi de farklıdır; direngen bir geleneğin ifadesidir.
I.3) ERMENİ VARLIĞI
İşte birkaç örnek!
“1895’te Nazımiye köyünden gelmişiz, Hamidiye Alayları yüzünden. 1915’te kardeşlerin bir kısmı Pakh’ta, bir kısmı Ağdat’ta. 1937’de Seyit Rıza’yla birlikte idam edilen Fındık Ağa kurtarıyor hepsini. İhtida ediyorlar. Babam Fındık Ağa’nın evinde, onun oğluyla birlikte Türkçe öğrenmiş. 1938’de sürgüne yollanıyorlar. 1948’de tekrar Dersim’e. Babamın adı, dedesininki gibi Sarkis. 1937’de değiştiriliyor. Büyük amcamınki Manuk, ama nüfustaki ismi Baki. Zaten hep nüfuslar 37’den sonra yazılmış.”
Alevîler Ermenileri nasıl kurtarıyor? “İhbar etmeyerek, askere yer göstermeyerek, akrabamdır diyerek. Zaten o dönem devlet Dersim’e egemen değil.” Olay basit: İki benzeşen, iki mazlum birbirini korumuş.
Masadakilerden biri söze giriyor: “Ama Hozat’ta pek koruyamamışlar. Ermeniler Kayışoğlu yarmasından bağlanıp atılmış. Fosilleri çıkmış. Hozat’ta -yan’la biten çok köy var hâlen.”
Bir diğeri söylüyor: “Alevîler gelip Ermenilerin topraklarına yerleştiler. Hatta, öküz yerine koştukları bir Ermeni ‘İnşallah Türkler de bir gün size böyle yaparlar’ demiş.”
Zaten Enver de söylemişti, Osmanlı’dan kaçarak Dersim’e sığınanlar için Kürtler dermiş ki: “Buraya geldiğimizde biz Ermenilerin yarıcısı idik, sonra onlar bizim yarıcımız oldu.”
iii) 1915 büyük felaketinden Dersim dağlarına ve merhamet sahibi Dêrsîm Kürt’üne sığınarak kurtulan hayli Ermeni’nin olduğu biliniyor. İşte o kılıçtan kurtulan Ermenilerin neredeyse yirmi yıl sonra bu kez sonradan ve mecburiyetten kazanılmış Alevî ve Kürt kimlikleri infazlarına gerekçe oluyor. Öyle bir resmi devlet politikasının yargılı-yargısız infazı ki merhamet saikıyla kılıçtan kurtulanları bu kez Cumhuriyet’in kurşunu arayıp buluyor. Üstelik Ermeni kimliklerini gizledikleri hatta kimileri camide beş vakit namaza durdukları hâlde!
Her ne kadar Koçgiri olarak adlandırılsa da aslında bu da bir Dersim itirazıdır. Koçgiri bölgesindeki aşiretler de Dersim aşiretleridir. Üstelik bunlar akraba aşiretlerdir. Bu nedenle ve resmî ideolojik yalanlara rağmen Dersimlilerin ve özellikle de Seyit Rıza’nın Koçgiri’den Dersim’e sığınanları teslim etmeleri söz konusu olamaz.
II.1) DERSİM’İN ÖNCELİ: KOÇGİRİ
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönem Dahiliye Nazır (İçişleri Bakanı)larından ve Milli Mücadeleyi desteklediği gerekçesiyle işgal İstanbul’unda idam cezasıyla yargılanan Tepeyran, Cumhuriyet döneminde de milletvekilliği ve aralarında Sivas da olan değişik illerde valilik görevlerinde bulundu.
Tepeyran, İkinci Meclis’teki milletvekilliği döneminde Mustafa Kemal’le uyuşamadı, üçüncü dönemde milletvekili olamadı. Torunu Oktay Akbal o dönemi şöyle değerlendirir: “Anayasa hazırlıklarında Hazım Bey’in kimi önerileri, Mustafa Kemal’in istekleriyle uyuşmaz. Örneğin ayan meclisi ve senato kurulmasından yanadır. Hazım bey Cumhurbaşkanına geniş yetkiler verilmesini, Cumhurbaşkanı’nın hem hükümete, hem TBMM’ye başkanlık etmesini doğru bulmaz.”
Koçgiri, şimdiki Sivas’ın Zara ilçesinin adı. O dönemdeki nüfusunun önemli bir çoğunluğu Kürt-Alevî. Koçgiri katliamının hemen ardından Sivas’a vali olarak atanan Ebubekir Hazım Tepeyran, 1921’de yaşanan olayların bir ayaklanma değil, orada komutanlık yapan ve ‘Sakallı Nurettin’ olarak bilinen Nurettin Paşa’nın acımasız bir katliamı olduğunu belgelere dayanarak anlatır.
Sakallı Nurettin’in İzmir yangınının da sorumlusu olduğu söylenir. Bir başka icraatı ise Ali Kemal’i İzmit’te linç ettirmesidir. Buna benzer başka eylemleri de vardır.
Tepeyran’a göre; Sivas’ın Koçgiri (Zara) kasabasında askerlere bir saldırı olduğu gerekçesiyle başlatılan ‘tenkil’ hareketi çok vahşi boyutlara ulaşmıştır.
Yöreye gönderilen Nurettin Paşa 14 Mart 1921 tarihli bildirisinde gelişmeleri şöyle değerlendirmişti: “1. Sivas iline bağlı Zara ilçesi (bu ilçeye ‘Koçkiri’ de denir) sınırları içinde yerleşik bulunan Koçkiri aşiretleri arasına sokulan bazı arabulucu kötü amaçlı kişilerin kandırdığı bu aşiret reislerinden çoğunun rıza ve muvafakatları dışında bir kısım ayaktakımı Kürtler, Ümraniye’deki askeri müfrezeye saldırmış ve bazı subaylarla Ümraniye’de bulunan Zara ilçesi kaymakamını tutuklamışlardır. Bu ayaklanmacılar, davranışlarının nedeni olarak, hükümetin sözde Kürtleri vuracağını söylemesiyle korku ve kaygıya kapılmış olduklarını yaymışlar…”
Askerin harekete geçmesi üzerine, şehir eşrafı bir “öğüt kurulu” oluşturarak araya girer ve bir uzlaşma sağlanır. Kaymakam ve subaylar serbest bırakılır. İsyancılar için Sivas’ta “harp divanı” kurulmasına karar verilir. Ayrıca yapılan uzlaşmayı güvence altına almak amacıyla bir taahhüt belgesi de hazırlanır. Tepeyran o günleri anlatırken şunları der:
“Öğüt kurulu, Zara’dan dönüşünde komutan paşayı görerek, gerek asker göndermenin caydırıcılığının, gerekse yayımladığı bildirinin etkisiyle sorunun böylece çözülmesini uygun görmesinden dolayı kendisini kutlarlar.”
Fakat Nurettin Paşa’nın, “… ‘Öyle ama, bu kadar asker toplandı, ben buraya kadar geldim; bir şey yapılmazsa olmaz’, dediği ve bunun üzerine askeri harekâtın sürdürüldüğü, Sivas’ta yaygın olarak konuşulmakla birlikte, bu söylentinin doğru olduğunu Şefik Bey bizzat bana söylemişti.”
“Böylelikle Ümraniye bucağına ve Zara ilçesinin merkezine bağlı köylerden 76’sı ve Divriki ilçesinde 57’si toplam 132, savaştaki düşman istihkamları gibi yakılmış yıkılmış ve yüzlerce nüfus öldürülmüştür. Ayrıca bütün mal, eşya, zahire ve hayvanları yağmalanmıştır. Binlerce nüfus da dağlarda, kırlarda açlıktan ve sefaletten ölüme mahkûm edilmiştir.”
“Nurettin Paşa, hükümetin güvenip kendisine verdiği yetkiyi pek kötü kullanarak yarattığı facialarla yetinmemiş, Koçgiri ileri gelenlerinden öldürülen ya da can korkusuyla dağlarda saklanan kişilerin ailelerini de Sivas’a sürmüştü.”
Bu değerlendirmeler, olaylardan üç ay sonra Sivas’a vali olarak atanan Ebubekir Hazım Tepeyran’a ait. Zara’nın Alevî-Kürt nüfusu Dersim’den tam 26 sene önce bir katliam ile yüz yüze gelmişti. Ve Koçgiri resmi tarihin pek görmek, göstermek istemediği olaylardandı.
1921-1937 yılları arasında Alişer Efendi, Dersim’de Seyit Rıza’nın yanındadır. Alişer, Kürtlere milli bilinç aşılamak için devamlı çalışmalar yürütmektedir. Eşi Zerife Xanım ise Dersimli kadınlara ajitasyon yapıp onlara askeri eğitim vermekle meşguldür.
9 Temmuz 1937 tarihinde Koçgiri ve Dersim hareketinin öncülerinden Alişer efendi, hayat ve mücadele arkadaşı Zerife Xanım Tujik Bavo (Sultan dağı) eteklerindeki Palaxine mevkiindeki mağaralarında Zeynel Tope (Kope), Vartinikli Efendi ve beraberindekiler tarafından katledilmişti. Dr. Nuri Dersimi’ye göre Palxine’deki mağaraya gelenlerin arasında Rayber (Rehber) de vardır.
sürecek
GÜNDEM
9 saat önceGÜNDEM
1 gün önceGÜNDEM
5 gün önceEKONOMİ
7 gün önceEKONOMİ
12 gün önceDÜNYA
12 gün önceGÜNDEM
13 gün önce