Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 4

Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 4

ABONE OL
4 Ekim 2023 20:30
Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 4
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sibel ÖZBUDUN

II.2) NEDEN, NASIL?

  1. §) “Neden Dersim, neden bu katliamlar ya da nasıl” mı?

Hatırlayın o günlerde: “Türk soyundan olmayanlara bir tek hak verilmişti; o da köle olma hakkı”!

Bütün dillerin tek bir dilden o da Türkçeden türediği ve bütün dünyanın Türk soyundan geldiğini ispatlama yarışına girilmişti!

1929 Buhranı ile devreye giren Alman ve İtalyan faşizmi dünyaya hâkim olurken devlet tarafından bir çıban olarak görülen Dersim, tertele’ye uğratılmıştı.

Yaşanan, egemenin söylemiyle bir isyan değildi; tersine yaşama hakkını koruma ve hayatta kalmak için mücadele etmekti. Bu nedenle Dersim isyan etmemiş, katledilmişti.

İttihat ve Terakki ile başlayan sürecin mantık(sızl)ı Türkleştirmek ya da sermaye transferiydi. Bunun ilk deneyi Ermeni Soykırımı idi. Ve bu yolda Cumhuriyet Tunçtan Elini Dersimin üzerine indirmişti.

Bu çerçevede 1937-1938 Dersim’i, sistemin kendisi gibi olmayana bakışının DNA’sıdır.

Kolay mı? “Başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyet’in kurucu kadrosu, Osmanlı devletinin yıkıntıları üzerinde sadece yeni bir devlet (bir Türk ulus devleti) değil, yeni bir ulus, bir Türk milleti inşa etme misyonunu yüklenmişlerdi.”

Altını özenle çizmeden geçmeyelim: Dersim, Kemalist Cumhuriyet Devleti’nin kara kutusudur. Kapalı tutulan, yok sayılan; bırakın tartışılmasını, konuşulması bile yasak olan kara kutu…

Peki, bu kara kutunun içinde neler var? Ve onu bu kadar önemli kılan şey nedir?

Öncelikle; Cumhuriyet Devleti’nin kuruluş felsefesi olan ırka dayalı ulus devlet anlayışının “siyaset belgesi” niteliğindeki “ Şark Islahat Planı” (1925) var. Bu planın özü ve özetini İsmet İnönü şöyle formüle etmiştir:

“Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları mutlaka Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.”

Evet, Türk ırkına (ve zımnen Sünnî İslâm inancına) ait olmayan “unsurları kesip atacağız” diyen devletin Dersim’de “Türk ve Türkçü” olmayan Kızılbaş, Kürt, Zaza, Ermeni unsurları “te’dip (terbiye etme), tenkil (uzaklaştırma), taktil (parçalama), tehcir (göç ettirme), temsil (asimile etme), temdin (medenileştirme) ve tasfiye”si söz konusudur.

Cumhuriyetin kara kutusu Dersim 38 arşivleri açıldığında orada bir isyanın değil, soykırım amaçlı bir katliamın olduğunu herkes daha net biçimde görecektir.

  1. §) Şimdi burada durup soralım: “Olay gerçekten, iddia edildiği anlamda bir ‘isyan’ mıydı ve Seyit Rıza da bir ‘şaki’, yani eşkıya mıydı?”

Örneğin Albay Hulusi Bey (o dönemde binbaşı) hatıralarında şöyle diyor: “1938’de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de; bazı dağ köyleri o yıl vergi verememişti. Bize verilen emir tek kelime idi: İMHA. Canlı bir şey bırakmayınız; genç, ihtiyar; çocuk, kadın vs.”

Ayrıca Kemal Kılıçdaroğlu, “Dersim İsyanı” ile ilgili değerlendirmelerinde olayların fitilini, jandarmanın bir kadına tecavüz etmesinin ateşlediğini belirterek ekler:

“Rahmetli babam, jandarmanın kadınlara sarkıntılık yaptığını anlatmıştı. Hatta isimler filan da var. Ben de babama, bunları bir ara yazmasını söylemiştim. Yazıp bana bırakmış ama o notların şimdi nerede olduğunu bilmiyorum. İki eşi olan bir muhtar var, küçük eşi çok güzel. Karakol komutanı, muhtarın bu eşine göz koyuyor. Muhtarı karakola davet ediyorlar. Sonra adamı nezarete atarak, gidip kadına tecavüz ediyorlar. Kadın da ahırda kendini asıyor. Bu olayın ardından da oradaki insanlar bir araya gelip karakolu basıyor, askerleri öldürüyorlar. Ondan sonra Dersim isyan etti diye olay büyüyor. Patlak vermesi bu. Yani jandarmanın baskısı aslında… Çünkü ondan önce Dersimli zaten silahlarının çoğunu Abdullah Alpdoğan zamanında teslim ediyor. Zülfü dedem. derdi ki: “Abdullah Alpdoğan gelirdi Nazımiye’ye, o kadar çok konuşur ki, dudaklarının iki tarafına beyaz köpük çarpardı…”

Evet Prof. Dr. Baskın Oran’ın ifadesiyle, “Dersim’de isyan misyan yoktu. Dersim’de isyanın i’si yoktu,”

Ayrıca “Dersim harekâtı ‘Kızılbaş’ kültürünün ortadan kaldırılması için, isyan olmaksızın başlatılmış, planlı bir toplum mühendisliği faaliyeti, CHP de bu olayın sivil kanadı” vurgusuyla ekliyordu Hasan Saltık da:

“Dersim’de yaşanan isyan değil, haddini bildirme. Artık cumhuriyet oluşmuş, başına buyruk bir yer olan Dersim’e ‘devlet giremiyor’ dedirtmek istememişler. ‘Oraya devlet giremiyordu’ tezi çok yanlış, gerçekte bir intikam duygusuyla hareket ediliyor. Dersimlilerin Hamidiye Alayları’na asker vermemeleri bir neden mesela. Kürtler de Dersimlilerden hoşlanmıyor, çünkü Dersim ‘Kızılbaş’. Ortada orayı nasıl Sünnîleştiririz, nasıl yok ederiz sorusu var. Cumhuriyet nasıl Trakya Yahudilerini yok ettiyse, nasıl Ermeni, Rum nüfus azaltıldıysa, Dersimlilere de bu uygulandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ‘Kızılbaş’ şehrine tahammülü yoktu.”

Gerçekten de Hasan Saltık’ın tespitlerini Mehmet Ali Kışlalı’nın, “O günkü dünya koşulları Türkiye’nin asilere karşı, sahip olduğu tüm gücü istediği gibi kullanmasına izin veriyordu. Onun için de askeri önlemler, çok kısa sayılacak sürede etkisini göstermiş ve İnönü hükümetinin Mareşal Fevzi Çakmak emrinde, Atatürk’ten aldığı direktifler içinde hareket eden Türk Silahlı Kuvvetleri ile kesin neticeye gitmesi mümkün olmuştur, itirafları teyit ediyordu!

  1. §) Hayır! “Osmanlı döneminde bile merkezi otoriteye direnmiş bir feodal geleneğin devamı mı?… Cumhuriyet’in ürettiği yapay bir sorun mu?

Etnik ya da mezhepsel, uluslaşmaya karşı feodal bir direniş mi?…

Emperyalizmin bir oyunu mu?…

Bir Kürt isyanı mı… Bir Alevî isyanı mı… Bir aşiret isyanı mı?…

Ortadoğu petrollerine ilişkin bir olay mı… Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı girişilen bir eylem mi?…

Doğrudan bir İngiliz kışkırtması mıydı?… Fransızların da parmağı var mıydı?…”sorularıyla mücehhez ali cengiz manipülasyonlarına gerek yok!

Dersim’de isyanın olmadığını yaşlıların anlatımında çok rahatlıkla görmek mümkündür. ‘Süngü ve Yara’ başlıklı kitap bu açıklamalarla doludur.

Ayrıca Dersim harekâtında yer alan Albay Hulusi Yahyagil şöyle der: “1938’de bizi Dersim isyanını önlemeye ve bastırmaya memur etmişlerdi. İsyan dedikleri şey de bazı dağ köyleri o yıl vergi vermemişti. Bize verilen emir ise tek kelimeyle; imha. Ama gerçek neden bu değildi. Gerçek neden Dersim’i Türkleştirmekti. Ben kıta komutanıydım. Bize verilen emir; ‘Canlı hiçbir şey bırakmayın’ şeklindeydi.”

Ancak şunu da belirtmeden geçmeyelim: Elbette ezilen her ulusun, her inancın ve ezilen her sınıfın baskıya ve zulme karşı isyan hakkı vardır; baskının ve zulmün olduğu yerde isyan etmek meşrudur. Dolayısıyla söz konusu olan isyan bile olsa, yapılan katliam/soykırım meşru görülemez/gösterilemez!

II.3) TUNÇ-ELİ’NİN “5 N 1 K”SI

  1. §) 1926 ile 1936 yılları arasında Dersim üzerine dokuz resmi rapor yazılmış. Hepsinin başlıca kaygısı, bölgenin “Kürtleşme tehlikesi”.

İsmet İnönü şöyle diyor: “Ermeniler tamamen ortadan kalkınca… Dersimlilerin yayılması ile Erzincan’ın Kürt merkezi olması büyük tehlike arz etmektedir çünkü Kürdistan’ın meydana gelmesi ile neticelenebilir.”

Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’e göre de Dersim’in en tehlikeli yanı “Kürtlük temayülatı ile bulaşmış” olmasıdır: “Dersim… tehlikeli bir çıbandır. Bu çıbanın kat’i bir ameliyeye tabi tutulması zaruridir.” Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’a göre, “Dersim, bir koloni olarak ele alınmalıdır. Önce, Türk camiası içinde Kürtlük’ün eritilmesi gerekir ve bunun akabinde tedricen Türk hukukuna mazhar kılınabilir.”

Bu raporlarda Dersim’in coğrafi vaziyeti, yolları, suları, nüfus yapısı, ırki, iktisadi, zirai, mali, askerlik ve aşiret vaziyetleri net rakamlarla tespit ediliyor. Detaylı haritalar üzerinde her bir aşiretin konumu farklı renklerle bir bir işaretleniyor; imha, ıslah ve iskân planları oluşturuluyor.

Bu “bilimsel tespitler”, tıbbi teşhisler ve tedavi reçeteleri ile adeta bir devlet laboratuarı hâline getirilen Dersim, daha sonra “ıslah” edilmek üzere devletin “ameliye” masasına yatırılacak. Bakanlar Kurulu’nun “harekât” kararı özetle şöyle: “Silah kullanma yaşında erkek nüfusu derhâl “etkisiz hâle getirmek”, köyleri kâmilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.”

General Abdullah Alpdoğan, “Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları” isteyerek bölgeye getirttiğini belirtmektedir. İhsan Sabri Çağlayangil ise şunları söyleyecektir: “Mağaralara sığınmışlardı. Ordu zehirli gaz kullandı, bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler.”

Dersim işte böyle “Tunç-eli” oldu!

Altını ısrarla çizmeden geçmeyelim: Tunceli değil Tunç-eli’dir sözü edilen!

“Nasıl” mı?

1926’da il olarak varlığına son verilen Dersim’in yerine 1935’te Munzur vilayeti kurulması amacıyla Başvekil İsmet İnönü imzalı tasarının Bütçe Encümeni’nde görüşülmesi sırasında, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın müdahalesiyle vilayetin adı, ‘Tunçeli’ olarak değiştirilir ve bu şekilde yasalaşır.

1935’in Dahiliye Vekili CHP’li Şükrü Kaya’nın idareciliğinin geçmişi Osmanlı’ya kadar uzanır, hayli tecrübelidir; İttihatçıların Ermeni kırım politikasının uygulandığı dönemin İskân-ı Aşair ve Muhacirin Umum Müdürü’dür.

Dersim’de kırım otoritesini oluşturan Tunçeli Vilâyetinin İdaresi Hakkında Kanun, Beş Vilâyet Kurulması Hakkında Kanun ile Tunçeli’nde Af ve Nüfusla, Askerlik İşlerine Dair Kanuna göre, ilgili maddelerde bahsedilen vilâyetin adı hep Tunçeli’dir.

Resmi olarak 1930’lardan sonradan yapılan kanunlarla ilgili tüm baskılarda, TBMM’de yasal herhangi bir değişiklik yapılmadan doğrudan “Tunceli” olarak yazılır.

Bu ikircikli tavır niye?

Ankara’daki sistemin gerçek niyetini ortaya koyan “Tunçeli” yerine “Tunceli” denilmesi veya yazılması şeklindeki yanlışlıktan öte bu çarpıtmaya, artık son verilmelidir.

Dersim’i önce yok edip, ardından Tunçeli vilayetini kuran ve bunu “pratikte” Tunceli’ne dönüştüren “yok etme” zihniyeti, ayrıca Osmanlı’nın tarafı olduğu ve yenildiği Birinci Dünya Savaşı sonrasında işgale karşı kurtuluş mücadelesi batıda verildiği hâlde, isimleri değiştirilmediyse de, nedense “kahraman” veya “şanlı” veya “gazi” gibi sıfatları doğudaki vilayetlerin adına ekledi.

Resmi ideolojinin rengini verdiği ırki özünün bir ifadesi olarak “tek”leştirme politikası gereği sadece şehirlerin değil, köylerin ve dağların da kimliği yok edildi; bu, kampanyalar hâlinde hep süregeldi.

Moda tabiriyle “özgürlükçü 1961 Anayasası”nın yürürlükte olduğu yıllarda DP’nin 21 Mayıs 1959’da 7267 no’lu kanunla 5442 no’lu İller Kanunu’nda yaptığı değişiklik sonucunda, Mayıs 1959-Mayıs 1968 döneminde (CHP ve AP’nin iktidar yıllarında) tam 12 bin köy adı değiştirildi. Buna göre 1970 itibariyle yaklaşık 36 bin köyden 12 bin tanesinin adı sadece 9 yılda resmen yok edildi.

  1. §) Aynı mantık(sızlık) hâlâ gündemde!

31 Mart 2019 yerel seçimlerinden sonra M. Fatih Maçoğlu’nun başkanlığında şekillenen yeni belediye meclisinin ilk kararlarından biri, şehrin adının ‘Dersim’ olarak tescil edilmesi oldu.

“Kentimizin kültürü, tarihi ve inanç biçimini yaşatmak adına belediyemiz hizmet binasında bulunan tabelada yazılı ‘Tunceli’ ibaresinin değiştirilerek yerine ‘Dersim’ ibaresinin yazılması oy çokluğuyla kabul edildi.”

Hükümetin ortağı ve siyaset belirleyeni konumundaki Devlet Bahçeli, bu kararı “Komünist şarlatanlık” olarak niteleyip, “Türkiye’de resmi olarak Dersim ismiyle anılan bir vilayet yoktur, olamayacaktır. Komünist ve bölücü komploya göz yummak, alttan almak, sessiz kalmak feci akıbetlere davetiye çıkaracak, beka düzeyinde tehlikelere kapı aralayacaktır. Hiç kimse aldığı oy ve desteğe güvenmemelidir. Hiç kimse Türk milletinin hassasiyetleriyle oynamaya kalkışmamalıdır,” demişti!

Olup da bitmeyen; “Tek adam rejimi ‘Dersim’ tabelasını yasakladı ve ‘cumhuriyet devrimleri’ kurtuldu,” ironik betimlemesi ile Dersim soykırımını yöneten ve halk arasında “Dersim Kasabı” olarak adlandırılan Abdullah Alpdoğan’ın, “Devletin tunç elinin, tunç yumruğunun yöre halkının tepesine ineceği” tarzındaki beyanatıdır!

III. AYRIM: HAREKÂTIN HİKÂYESİ 

  1. §) Mülkiye müfettişi Hamdi Bey, 2 Şubat 1926 tarihli raporunda, “Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor, tehlike büyüyor. Dersim, hükümeti Cumhuriyet için bir çıbandır” diyerek, ‘gerekenin yapılmasını’ istiyordu. İsmet İnönü “Doğu Raporları”nda, “Erzincan beyleri Dersimlileri maraba adıyla çalıştırıyorlar. Bu bir nevi Erzincan beylerinin Kürt himayesine sığınmasıdır” değerlendirmesinde bulunurken, Fevzi Çakmak, “Dersimlileri askere almayın, silah kullanmayı ve savaş taktiklerini öğrenirlerse bize saldırırlar,” diyordu. Ve ardından aynı Fevzi Çakmak, “Dersimlilerin okşanmakla kazanılmayacağını” ifade ederek, askeri harekâtı işaret ediyordu.

Cumhuriyet”in kuruluş yıllarında ve öncesinde de devletin “çıbanbaşı” olarak nitelenen Dersim’e ilişkin 1920’lerin ortalarından itibaren çok sayıda rapor hazırlandı.

1934’te çıkarılan İskân Kanunu ile İsmet Paşa’nın 1935 tarihli “Kürt Raporu” doğrultusunda çıkarılan Tunceli Kanunu’nun, soykırım eksenli bir katliamın açık habercisi niteliğinde olduğuna işaret eden Mehmet Bayrak şunlara dikkat çeker: “Başbakan İsmet Paşa, raporunda; oluşturulacak yeni ilin örgütlenme biçimi ile onun başına getirilecek Korgeneral rütbesindeki “Vali-Paşa”ya kadar her şeyi adeta dizayn etmişti. Bir nüfus sayımı yapılması ile silahların toplatılması, sevkıyat yollarının açılması ve dayanıklı hükümet binaları kurulmasına varıncaya kadar her şey planlanmıştı. İsmet Paşa, Erzincan ve Elazığ bölgeleri bir ‘Türklük merkezi’ durumuna getirilmezse, ‘Kürdistan’ın kaçınılmaz olacağı kanaatindeydi. Bu nedenle plan, son derece gizli ve hızlı biçimde uygulanmalıydı.”

İsmet İnönü’nün raporunun yanı sıra Jandarma Genel Komutanlığı’nın da, gizli bir “Dersim” rapor-kitabı hazırladığı ve 100 adet bastırarak ilgililerin kullanımına verdiğini kaydeden Mehmet Bayrak, bastırılan bu kitaba ilişkin de şunları ifade etti: “Dersim’e karşı yürütülecek askeri harekâtın esasları belirlendiği gibi, Dersim vurulduktan sonra, geriye kalan aşiretlerden hangilerinin batıda nerelere sürüleceğine ilişkin, daha 1932’de hazırlandığı anlaşılan bir listeye de yer veriliyordu. Kitabın cebinde yer alan çeşitli askeri harekât planlarından biri de, bizzat Mustafa Kemal tarafından çizilmişti ki, bu plan, hâlen Trabzon’daki Atatürk Köşkü’nde sergilenmektedir.”

Nihayet 25 Aralık 1935’te 2884 sayılı Tunceli Vilayeti”nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarıldı. 4 Ocak 1936’da Dersim’in ismi Tunçeli oldu. 1937 başlarında askeri hareket için hazırlıklar yapılmaya başlandı. “Medeniyet götüreceğiz” denilen Dersim’e önce yollar, ardından karakollar yapıldı.

‘Dini ve etnik azınlıkları Türkleştirme’ ve ‘otoriteyi sağlamlaştırmak’ için çabalarını hızlandıran TBMM’nin, 25 Haziran 1927’te çıkardığı 1164 sayılı Kanun’la daha önce kurulan, 3 Umum Müfettişliğinin yanı sıra Dersim’e yapılacak askeri harekât öncesinde 6 Haziran 1936’da Dersim (Tunceli- Bingöl- Elazığ) Bölgesini kapsayan ve merkezi Elazığ’da bulunan 4. Umum Müfettişliği kurulur. Umum Müfettişliğine de Korgeneral Abdullah Alpdoğan getirilir. Korgeneral Abdullah Alpdoğan, mahkeme kararlarını imzalamaya, düzeni ve güvenliği sağlamak açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden bir başka yere göndermeye veya il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya da yetkiliydi.

Alpdoğan bu ve benzeri, adeta sınırsız yetkilerle donatılır. 27 Mart 1937’de Dersim -Erzincan yolundaki bir köprünün yakılması ise askeri harekâtın başlamasına vesile yapılır. Ardından Pax’ta bulunan karakola yapılan baskın fitili ateşler.

Dersim coğrafyasının dağlık ve çetin olması nedeniyle Abdullah Alpdoğan’ın düzenlediği ilk askeri harekâttan “başarı” elde edilemez. Bunun üzerine hava harekâtı yapılması kararı alınır. Kararın onaylanmasıyla Atatürk’ün manevi kızı pilot Sabiha Gökçen’in kullandığı uçaktan Dersim’e bomba yağar. Sabiha Gökçen, Hava Kuvvetlerinden 3 uçak filosu ile hava saldırısını başlatır. Fransa yapımı hafif bombardıman uçağı Breguet 19’un önünde Dersim’e atılacak bombayla poz veren Sabiha Gökçen, ilk saldırısını askeri harekâttan kaçan ve Laç Deresi’ne sığınan Dersimlilere yapar.

Gökçen, 1956’da Halit Kıvanç’a verdiği röportajda, “Canlı ne görürseniz ateş edin” emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk” diyerek, yaşanan katliamı özetliyordu.

Dersim Katliamı’nda resmi rakamlara göre 13 bin 806 kişi yaşamını yitirdi. 12 bin kişi ise sürgün edildi. Yine resmi rakamlara göre katliam harekâtına katılan askerlerden 199’u yaşamını yitirdi. Bunlar devletin rakamları. Gayriresmi rakamlara göre ise katliamda 90 bine yakın insan öldürüldü, binlerce kişi sürgün edildi.

sürecek

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP