Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 2

Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 2

ABONE OL
4 Ekim 2023 20:28
Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 2
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sibel ÖZBUDUN

  1. AYRIM: BİRAZ TARİH
  2. §) Voltaire, “Tarih, cinayetlerin ve felâketlerin bir tutanağıdır,” deyip; Howard Zinn, “Tarih; hükümetler, fatihler, diplomatlar ve liderlerin bakış açısından anlatılıyor”; Frantz Omar Fanon, “Sizi sömürgeleştiren yabancıların sizde yarattığı en büyük yıkım, zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır,” vurgusuyla uyarırlarken ekler Arundhati Roy da: “Tarih gerçekten geçmiş değil, geleceğin bir çalışmasıdır.”

Evet sınıf mücadeleleri tarihinin ürünü olarak toplumsal olaylar, itirazlar, isyanlar toplumun hafızasıdır. Bugünde geleceği biçimlendiren dinamiktir.

Söz konusu bellek tarihin derinliklerinde kalan birikimi ortaya çıkarırken; tarih hep bir üst düzeyde, yeni koşullarda yenilenen durumların önünü açar. Böylece kendilerini yeni koşullarda var ederken, kimi zaman çok eskilerde kalmış küçük bir kor yeniden parlar.

  1. §) Kavimler kapısı Anadolu’nun Dersim’i de bu hikâyenin bir parçasıdır. Dersim bölgesine ilk yerleşimin M.Ö 6 binlere kadar uzandığı biliniyor. Subarlar, Hurriler, Asurlular, Hititler, Akadlar, Frigyalılar, Urartular, Medler, Persler, Makedonyalılar, Ermeniler, Kapadokyalılar, Romalılar, Sasaniler, Araplar, Bizanslılar, Selçuklular, Moğollar, Akkoyunlular, Osmanlılar gibi kimler gelip kimler geçti.

İddialar odur ki Dersim bölgesine kimi “İşuva” adını verdi; kimi “Supani”… Yaşayanlara kimi “Muştular” dedi; kimi “Müşkiler”…

Yaygın kanıya göre Dersim; Farsça, “der” (kapı), “sim” (gümüş) sözcüklerinden oluşan bir isim tamlamasıdır. Türkçe’ye “Gümüşkapı” olarak çevirebiliriz.

Güney ağızlarında Dersim, “Darsim” diye telaffuz ediliyor. Kimi tarihçi bunun sadece söyleniş olmadığını belirtiyor. Onlara göre “Darsım” Zazaca bir sözcük; ‘dar” (ağaç) ve “sim” (gümüş) idi; ve Darsım aslında “Gümüşağaç” demekti…

Bölgeye birçok uygarlık geldi. Ve bunların çoğu isim değiştirdiler. Örneğin Çemişkezek bölgesine; Hititler “Zuhma”; Urartular “ Tamişkiş”; Romalılar “Hieropolis”; Bizanslılar “Tsimisca” dediler…

Dersim’in adı uzun yıllar “Daranalis” olarak kaldı. Bu ismin, M.Ö 519’da Doğu Anadolu’yu fetheden Pers Kralı Dara’nın adından kaynaklandığı ileri sürülüyor.

“DERSİM’İN ERMENİCE İSİMLERİ” HAKKINDA
DERSİM İsmi şehir ile özdeşleşmiş Ermeni Papaz Der Simon’dan gelmektedir. Bölgede ayaklanmaya katılan Papaz Der Simon yenilince din değiştirerek Şialığa geçmek zorunda kalmıştır. Dersim’de bulunan Mirakyan, Pilvenkyan, Kekertiyan, Kalyan, Dalyan, Gaziyan, Hormekyan, Karabaliyan gibi aşiretler şehrin önde gelen Der Simon gibi din değiştiren muhtedilerdendir.
HOZAT Ermenice “Khozag” kelimesinden gelmektedir. “Khoz” Ermenice’de “Domuz” demek. “-Ag” eki ise küçültme terimidir. Bakınız: Khozag “Domuzcuk”.
PÜLÜMÜR Ermenice “Plur Mori” kelimesinden gelmektedir. Ermenice’deki anlamı “Böğürtlen Tepesi” demektir.
OVACIK Ermenice “Plur” kelimesinden gelmektedir. “Plur” Ermenice “Tepe”dir.
ÇEMİŞGEZEK Ermenice “Tzmisgezag” kelimesinden gelmektedir. Tzimiskes Romalı Ermeni komutanın ismidir. Şehir halkı boyunun kısalığından dolayı Tzmisgez’e Ermenice’de “Tzimisgezag” yani “Kısacık Cüce” diyorlardı. İlçeye Dersimli paganların isyanını bastıran Tzimisgez’in ismi resmi olarak verildi. Fakat Ermeni halkı Ermeni komutanı Tzimisgez’in ismini değil de onu alaya alan “Tzimisgezag” “Kısacık Cüce” lakabını kullanmayı tercih etti. Yine rivayetlere göre Dersim Ermenileri, kendi aralarında Romalı Ermeni komutanı Tzimiskes’i alaya almak için ona “kırmızı botlarının boyu kendisinden büyük” diyorlardı.
NAZİMİYE İlçenin eski ismi Osmanlı dönemine kadar “Kızıl Kilise” idi. Çünkü Dersim Ermenileri bölgeyi “Garmir Vank” yani “Kızıl Kilise” olarak adlandırmışlardı.
MAZGİRT Ermenice “Medzgert” kelimesinden gelir. “Medz” Ermenice’de “Büyük” demek. “Gert” ise “Taş” anlamına geliyor
PERTEK Ermenice “Pertag”. “Pert” Ermenice’de “Kale” demek. Pertag Ermenice’de “Kalecik” demek.

 

  1. §) Dersim, daha öncesinde Osmanlı (ve İran) imparatorluğu tarafından gevşek biçimde sömürgeleştirilmiş ve daha sonra çözülüş sürecinin kaosu içinde serbestiyeti daha da artmış olan Kürdistan coğrafyasının, cumhuriyet rejimi tarafından yeniden sömürgeleştirilmesi sürecinde son halkayı oluşturuyordu. Bu sürecin temel bir yönü ise asimile etme, yani Türkleştirmedir. Dolayısıyla Dersim sorununun özü de, yörenin Alevî Kürt halkının bu yeniden sömürgeleştirilme ve Türkleştirme sürecine karşı ulusal öz taşıyan bir direnişi ve direnişin ezilmesidir. Sorunun bunun dışındaki tüm formülasyonları, iyi niyetli hâllerde bir yanılgı ve kavrayışsızlık, diğer hâllerde ise açıktan ya da örtülü biçimde saptırmacadır, aldatmacadır.

Dalgalı bir seyir izlese de, yüzyıllar boyunca Osmanlı ve İran gibi büyük devletlere bağlı emirlikler biçiminde, özerk varlık sürdürmüş ezilen bir halk konusunda Tunceli Üniversitesi’nin düzenlediği ‘2. Uluslararası Tunceli (Dersim) Sempozyumu’nda doktora öğrencisi Kibar Taş, ‘Dersim’in Osmanlı Hâkimiyetine Girişi…’ başlıklı tebliğinde, imparatorluğun resmi kaynaklarına dayanarak, Yavuz Sultan Selim dönemindeki büyük Alevî Katliamı’nı anlatırken; Kürt beylerinden İdris-i Bitlisi’nin katliamları savunan yazısından şunları aktardı:

“Bilgin tabiatlı Sultan bu topluluğa (Kızılbaş) bağlananları kısım kısım, isim isim kaydetmeleri için her yöreye bilgili kâtipler gönderdi. Yediden yetmişe herkesin adının yüce makamlı divana getirilmesini istedi. Yazıcılar, isimleri deftere kaydedince yaşlı ve gençlerden kayıtların sayısı kırk bin oldu. Ulaklar yazılan defterleri her yörenin hâkimine ulaştırdıktan sonra her yörede keskin kılıç, adım adım yazılanlara yöneldi. Bu öldürülenlerin sayısı hesaplanan kırk bini de aştı…”

Görüyoruz ki ünlü tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın 1500’lü yılların başındaki büyük katliama ilişkin saptamaları da aynı doğrultuda: “Anadolu’da yediden yetmişe kadar Kızılbaş oldukları sabit olanlarca tahrir ettirilmiş ve mazaratları dokunacak olan kırk bin kişi hapis ve idam ettirilmiştir.”

Merkezi devlet yapısına kavuştuktan sonra fethettiği Bizans’a benzeyen Osmanlı’nın, bir türlü ehlileşmeyen Alevîleri zapturapt altına alıp egemenliğini pekiştirme ve emperyal heveslerini gerçekleştirme hamlelerini görmezden gelmek mümkün değildir. Bu kader tarih boyunca değişmedi. Merkezi otoriteye biat etmeyen herkes katledildi.

Dersim’de, tarih boyunca merkezi otorite tarafından katledilmiş bir halkın yaşadığını vurgulamak gerekiyor öncelikle. Osmanlı gelmiş halkın çocuklarını asker olarak almış, uşak olarak almış, vergi almış, hiçbir şey bulamasa can almıştı…

“1514 Çaldıran Savaşı’nda Türkmen Şah İsmail’i, İdris-i Bitlisi’nin de yardımıyla yenen Yavuz, Şeyhülislâm Ebu Suud’un fetvalarıyla da Alevîlerin katliamını devam ettirmiştir.”

“Yavuz Sultan Selim’den beri böyleydi bu. Paşaların, vezirlerin vesairenin bölgeye gidip incelemelerde bulunması, raporlar yazması ta 1700’lere dayanıyor. Bölge hep “sorunlu”! Sonra 1847’lerde tekrar raporlar var, Abdülhamit döneminde yeniden var.

Osmanlı’nın birkaç yüzyılı bu konuda tetikte olmakla geçiyor. Defalarca harekât düzenliyorlar. Harekâtlardan sonra zaman zaman aşiretlerle anlaşmalara gidiliyor. Hapis yatanlara af öneriliyor. Aşiretlerin gücünü kırmak için yöntem hep aynı. Aşiret reisleri aileleriyle sürgüne gönderiliyor.

Sürekli askeri harekâtın sonuç vermediğini Osmanlı da görüyor.”

Kolay mı? Osmanlı’daki Sünnî İslâm tahakküme karşı Dersim, Kızılbaş Alevîlerin üssü olmuştur tarihi boyunca. Geçit vermez coğrafyası sayesinde kendi inancını bugüne getirebilmiştir. Alevî coğrafyasının pirleri Dersim’den Kayseri ve Maraş’a kadar giderler. Başı Osmanlı ile derde giren pek çokları Dersim’e sığındı. Yakın zamanda Ermeni kıyımında 30 bin civarında Ermeni “Heqa Bextiye/ Sığınma Hakkı” almışlardı. “Textê xo bırızne, bextê xo merızne/ Tahtını yık ama bahtını yıkma” diyen Dersimliler kendisine sığınan herkesi korudular.

Dr. Nuri Dersimi’ye göreyse, “Bavo adıyla anılan Seyid İbrahim döneminde Dersim, tam anlamıyla kesin surette bağımsız olarak Osmanlı saltanatına boyun eğmemiştir.”

 

  1. §) Bunlar böyleyken; “XX. yüzyılın önemli siyaset bilimcilerinden Maurice Duverger her ulusun geçmişine isteklerini, arzularını geleceğe yönelişlerini haklı kılacak şekilde bakmakta olduğunu söyler… Tarihte herhangi bir olaya ister saltanatın kaldırılması olsun, ister Tevhidi Tedrisat Yasası, ister Dersim isyanı, ona hangi amaçla baktığına bağlıdır… Dersim’de Cumhuriyete karşı bir ayaklanma olmuştur. Bu ayaklanma bastırılırken vahşi zalim yöntemler kullanılmış, masum insanlar vahşice öldürülmüştür. Şimdi bu olaya nasıl bakacağız? Cumhuriyet tarihinin, kimileri gibi yetmiş küsur yıllık bir zulüm olduğunu düşünenler soykırıma kadar varan yorumlar yapacaklar. Durup dururken geriye bakmanın ve Dersim’i ısıtıp ısıtıp öne koymanın zaten ileriye yönelik bir amacı vardır,” vurgulu resmî ideolojik zırvalara gelince…

Tüm bunları “özeti” Işık Kansu’nun satırlarında şöyledir: “Dersim; yüzyıllar boyunca Osmanlı’nın sistemine de uymamış, derebeylik düzenini sürdürmüş, orada yaşayan zavallı halk, ağanın, beyin, seyidin elinde köleleşmiştir. Osmanlı asker ister, derebeyler vermez. Vergi ister, kafasına estiğini yapar. Aşiret reislerini kaymakam yapmak ister, birini yapar, diğeri ayaklanır…

  1. Dünya Savaşı’nı fırsat bilen Dersim derebeyleri ilçeleri işgal eder, yönetim binalarını basarlar. Cumhuriyet sonrası Dersim isyanının önde gelenlerinden Yukarı Abbasuşağı aşiretinin (lideri Seyit Rıza’dır) ağaları başta olmak üzere birçok derebeyi Ruslarla işbirliği yaparak, hükümet konaklarını basar, çevre halka zarar verirler.

Anadolu’da bağımsızlık için ulusal güçler toparlanırken Mehmet Nuri Dersimi (Baytar Nuri), bölgede emperyalizm destekli Kürt Teali Cemiyeti’ni örgütler. Dersimli Alişan ve Alişer beyler ile bağlantı kurup bir Kürt isyanı için çalışmalara başlaması üzerine Aralık 1919’da tutuklanır. Bunun üzerine, bugün bölge illerinde törenlerle kahraman gibi anılan, Tunceli’ye de heykeli dikilen Dersimli Seyit Rıza, Mustafa Kemal’e, Baytar Nuri bırakılmazsa isyan edip Sivas’a saldıracağını bildirir.

Ankara’da açılan Meclis’e, Diyap Ağa gibi Dersim’i ve bölge illeri temsil eden isimler de alınmıştır. Alişan ve çevresindekiler, bu isimlere karşı çıkar. Seyit Rıza da, Meclis’e girenleri ‘hain’, ulusal hükümeti de ‘hileci’ ilan eder…

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Atatürk, Dersim sorununu barış içinde çözebilmek amacıyla yöreden temsilcilerle 1926’da TBMM’de görüşür. Bölgede okulların açılacağını, yolların yapılacağını, sağlık hizmetlerine öncelik verileceğini, halka toprak dağıtılacağını, genel af çıkarılacağını (ki çıkarılmıştır), iş olanakları yaratılacağını söyler. Toplantıya, yaklaşık 10 yıl sonra Dersim’e yönelik tüm uygarlık adımlarına karşı çıkarak isyan edecek olan Seyit Rıza katılmamıştır. Seyit Rıza, Atatürk’ün Dersim’e öngördüğü atılımlara, derebeylik çıkarlarına aykırı düştüğü için karşı çıkmaktadır. Bu tez, yabancı basın ve diplomatlarca da belgelenmiştir.

Örneğin; The Times, 15 Haziran 1937’de ‘eğitim-öğretim seferberliğine karşı koyanlar’ın Dersim’de ayaklandığını yazmıştır. Aşiret reislerince yönetilen yöre insanının yollar, köprüler, okullar yapılmasına karşı koyduklarını dile getiren ABD Ankara Büyükelçiliği’nin 25 Haziran 1937 tarihli raporu, şu ifadelere yer verir:

‘Son ayaklanma, hükümetin, bölgenin sosyal ve ekonomik şartlarını ıslah etmek üzere geliştirdiği reform programlarını, daha önce elde edilmiş haklara tecavüz şeklinde gören liderleri tarafından başlatıldı.’

İngiliz Maslahatgüzarı Morgan’ın Haziran 1937 tarihli telgrafı da, yine bir arkadan hançerlemeye işaret eder: ‘Ayaklanma, Hatay anlaşmazlığına bağlanıyor’…”

  1. §) Egemen yalanları bir kenara bırakırsak; evet, Osmanlı döneminde yüzyıllarca yurtluk ve ocaklık biçiminde özerk olarak yönetilen Dersim’de, Tanzimat ilanından sonra merkezi yönetimin güçlendirilmesi amacına yönelik düzenlemelerine karşı bölgede sık sık itirazlar, toplumsal patlamalar (1847, 1877-78, 1885, 1892, 1893-95, 1907, 1911, 1916) oldu.

Bu bağlamda denilebilir ki Dersim ile ilgili gerçek şudur: 1930’ların Dersim’inin devletle ilişkilerinde ortaya çıkan sorunun esasını, Dersim’in özerkliğine karşı merkezi iktidarın otoritesini tesisi veya “iktidar”ın paylaşımı oluşturmaktadır. Özetle mesele, “Dersim’de kimin otoritesi geçerli olacaktır?” da düğümleniyordu…

Merkezin otorite tesisi için General Abdullah Alpdoğan komutasında başlattığı askeri harekât, 13 Eylül 1937’de sona erdi. Ayaklanmacıları 3 uçak filosu bombaladı. Yöre halkının bir kısmı başka illere sürgün edildi. Askeri harekâttan sonra yapılan yargılama 15 Kasım 1937’de sona erdi. Seyit Rıza ile 6 kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı. Ancak olaylar durulmayınca 1938’de başlatılan ikinci askeri harekât ile Eylül 1938’de bastırıldı. Binlerce Kürt-Alevî yaşamını yitirdi, yüzlerce aile sürgüne gönderildi.

  1. §) Elazığ’da kurulan 4. Genel Valiliğe getirilen General Alpdoğan üzerinden yürütülen askeri planlamalarla Dersim’de askeri karakollar ve yolların yapımına hız verilmiştir. Yapımı süren karakol çalışmaları sırasında yaratılan bir provokasyon sonucu katliam fiilen başlatılmıştır. Seyit Rıza’nın yakalanışı ile 1937’de başlatılan Dersim katliamı, ilk aşaması tamamlanmıştı.

Erzincan’da yakalanan Seyit Rıza Elazığ’a getirilir. Ekim ayı ortasında başlayan sözde yargılama 15 Kasım’da bitirilir. 14 kişi beraat eder. Seyit Rıza dahil 7 kişi idama, 37 kişi de ağır hapis cezalarına mahkûm edilir. 15 Kasım’da Seyit Rıza (1860/62- 1937) ve diğer altı kişi Elazığ Buğday Meydanı’nda şafakla birlikte infaz edilirler.

Bu altı kişi, Seyit Rıza’nın oğlu Refik Hüseyin, Kamer Ağa’nın oğlu Yusufanlı Fındık, Şeyhan reisi Usê Seydi, Demenan reisi Cebrail veya oğlu, Kureşanlı Hasan ve Haydaranlı Kamer Ağa’dırlar. İhsan Sabri Çağlayangil, Seyit Rıza’nın asılması hakkında anılarında yaşanılan hukuksuzlukları anlatmaktadır.

Tatil olmasına rağmen mahkemenin nasıl oluşturulduğu, otomobil ışığında gerçekleşen idam, Seyit Rıza’nın yaşını küçültüp, yaşı tutmayan oğlunun yaşını büyülterek katledilmeleri, devletin intikamcı karakterini göstermesi açısından ibret vericidir.

Başta “Laç Deresi” olmak üzere, Dersim katliamı insanlık tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.1938’de son bulan katliam sonucunda, resmi rakamlara göre 6.800-16 bin, genel kabule göre ise, 60-70 bin insan katledilmiştir.

  1. §) İsmet İnönü’nün 25 Ekim’de görevden alınması sonrasındaki büyük katliam Celal Bayar’ın başbakanlık günlerinde gerçekleştirilecekti.

Celal Bayar Dersim’e yönelik olarak nelerin planlandığını, 29 Haziran 1938’de Başbakan olarak, Meclis’te şöyle anlatmıştı:

“Bu senenin dahili işleri noktayı nazarından size ehemmiyetle bahsetmeğe değer bir mevzu vardır, o da Dersim meselesidir. Dersim’de bir ıslahat programımız vardır, bu program yürümektedir. Yol, köprü ve mektep inşası suretiyle geçen sene askeri harekât yapıldı. Bu, bütün teferruatıyla herkesin malumudur. Bu sene de programa göre askeri harekâtın geçen seneye nazaran, burada bu sene daha fazla kuvvetlerimiz toplanmıştır, birkaç yerde ufak tefek müsademeler olmuştur.

Dersim için tatbik ettiğimiz programın icabı olarak bu meseleyi sureti katiyede tasfiye etmek için alacağımız bir tedbir daha vardır. Yakında ordumuz Dersim havalisinde manevralar yapacaktır. Bu münasebetle ordumuz Dersim için vazife alacak ve umumi bir tarama hareketi ile tedip kuvvetlerine destek olaraktan, bu meseleyi kökünden söküp atacaktır. (Bravo sesleri, alkışlar…)”

1915 Ermeni Soykırımı’ndan İttihat-Terakki ve daha özel olarak da Enver Paşa’yı, Pontus Kıyımı’ndan Topal Osman’ı, Divriği, Koçgiri Kıyımı’ndan Sakallı Nurettin Paşa gibi olup bit(mey)ende sorumlu Dersim’de de kişilerin ötesinde sistemken; sonrasında Dersim’de neler olduğunu öğrenmek ve anlamak zor değil; her şeyin bilgisi, belgesi mevcut.

“Bu bağlamda ilginç olan nokta, İnönü’nün tasfiyesi ve Bayar’ın başbakan yapılmasıyla yeni bir döneme geçilmiş olması. Buna bizzat karar verenin Atatürk olduğu da bir tarihsel gerçekti,”diyor Oral Çalışlar…

  1. §) Ama “Dersim’e sefer” 1937-38’de bitmedi. 12 Eylül 1980 darbesinden ve sonrasındaki çatışma ortamından en büyük tahribatı gören Dersim’de köyler yakıldı. 430 köyün yarısına yakını tamamen boşaldı. Bazı köylerde nüfus yok denecek düzeye geriledi. 1970’lerde, 700 bin civarında olan küçükbaş hayvan sayısı, 100 bin civarına düştü. Tarım ve hayvancılık neredeyse bitti.

Vilayetin 1975’teki nüfusu 165 bindi, şimdi yaklaşık 85 bin. 38 yılda Türkiye’deki nüfus artışını hesaba katarsanız, Tunceli’de bugün 400 bin civarında insan yaşaması gerekirdi;ama…

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP