Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 12

Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 12

ABONE OL
4 Ekim 2023 20:38
Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 12
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sibel ÖZBUDUN

VI.4) KÖTÜLÜĞÜ SIRADANLAŞTIRAN ÖTEKİLEŞTİRME

  1. §) Zygmunt Bauman’ın, “Kimlik edimi süreci büyük ölçüde ötekini reddetmekten beslenir,” tarifiyle uyumlu abartı[274] ya da milliyetçi/ ulusalcı hamaset Türk(iye) ırkçılığının ötekileştirme fiilinin de ideolojik gıdasıdır.

Nurşen Gürboğa’nın belirttiği gibi: “1920’lerden 1930’lara kadar gerçekleşen bir dizi Kürt isyanı, devletin Dersim’i Kürt direnişinin örgütlenebileceği potansiyel bir coğrafya olarak değerlendirmesine yol açmıştı.”[275] Nitekim Cumhuriyet’in Dersim’e dair tehdit algısı, daha önce de sözünü ettiğimiz, “Başvekil” İsmet İnönü’nün 1935’de hazırlayıp Atatürk’e sunduğu “Kürt Raporu”nda açık seçik dile getirilmişti:

“Dersim Kürtlerine karşı vaktiyle set olan Türk köyleri dağılıp zayıflayarak ve Ermeniler kâmilen (tamamen) kalkarak Dersimlilerin istilasına karşı meydan tamamen boş kalmıştır. Erzincan yanındaki boş köyler, Dersim’in semiz halkı ile süratle dolmaktadır. Erzincan beyleri arazileri de işlemek için Dersimlileri maraba adı ile kullanmaktadır. Bu beylerin bir nevi Dersimli himayesine sığınmasıdır. Bu köyler ve marabalar Dersim çapulcu kollarının içeri yayılması için menzil ve yatak rolü yapmaktadırlar. Az zamanda Erzincan’ın Kürt merkezi olmasıyla asıl korkunç ihtimal, Kürdistan’ın meydana gelmesinden ciddi olarak kaygılanmak yerindedir.”[276]

Söz konusu “kaygı” bir ötekileştirme “gerekçe”sinden başka bir şey değildi aslında!

Kolay mı? Cumhuriyetin Türkiye’de yaşayan fakat Türk olmayan unsurlarla olan ilişkisi, oldum olası sorunluydu. Bu sorunlu hâlin sebeplerinden biri de Türk olmayan toplulukların, öteki olarak algılanması. Cumhuriyet’in hâkimiyet mekanizmaları, makbul vatandaş yaratma çabasıyla, ötekinin statüsünü kendi sübjektif kriterlerine göre değerlendirdi ve “öteki”lerin toplumsal statüsünü belirledi. Örneğin Mahmut Esad Bozkurt, Türkiye’de Türk olmayanın statüsünü hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı olarak çizdi.

Kürtler bu durumu kabul etmeyip kendileri olarak değerlendirilmeyi ve eşit vatandaş hakkını istediklerinde ise adil, inkılâpçı, uygar ve ilerici olduğunu iddia eden Türk karşısında her zaman, hırsız, tefeci, gerici, vahşi, gayriinsani ve terörist olarak algılandı. Günümüzde bu durum kılıf değiştirse de temelin aynı kaldığını görüyoruz. Bu durum Türklüğe atfedilen değerlerle, Onur Öymen’in 10 Kasım 2009’da kullandığı deyimle ifade edilirse, “taban tabana zıt” bir durum arz eder. Bu durumda Kürtlere düşen ise doğal olarak Türklüğün zıddı bir rol.

Geçmişteki algıya göre, uygar Türk’ün karşısında, Kürt her zaman vahşidir. Modern insanın sosyal ve fiziki melekelerinden yoksundur. 1 Eylül 1930 tarihli Akşam’a göre “Şapkalı ve bıyıksızsanız, kâfirsiniz. Yakaladıkları takdirde sizi bir kurşunla öldürmezler. Gözünüzü oyarlar, burnunuzu keserler ve öyle öldürürler.” Dersim Kürtleri, Naşit Hakkı Uluğ tarafından şöyle tarif ediliyor:

“Dersimlinin kuvveti ayağında, baldırında ve ciğerindedir. İyi koşucudur, fakat yapıcı değil. Kazmayı kayaya kuvvetle vurup saplayamaz, omuzu ve beli, meselâ bir Orta Anadolu çocuğunun vücudu gibi ‘yapıcı insan’ gövdesi hâlinde teşekkül etmemiştir. Kazmayı vurup kayaya saplayamayan bu omuzlar, kuvvetli bir bel hareketiyle bir parçayı koparıp yerinden sökemez.” Bu söylem yakın zamanlara kadar Kürtlerin evrimleşmemiş bir insan tipi olduğuna vurgu yapan “kuyruklu Kürt” söylemine doğru evrilecektir.[277]

Israrla tekrarlarsak: Dersim Katliamı’nı anlamak için Cumhuriyet Devleti’nin kuruluş felsefesi olan ırka dayalı ulus devlet anlayışının “siyaset belgesi” niteliğindeki “Şark Islahat Planı”na (1925) bakmamızda yarar var. Bu planın özü ve özetini dönemin Başbakanı İsmet İnönü şöyle formüle etmiştir: “Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları mutlaka Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.[278]

 

  1. §) Bu tür bir ötekileştirmenin yarattığı “insan(cık)a” gelince; Almanya’daki Forum Transregionale Studien ve Freie Üniversitesi Küresel Tarih programında misafir öğretim görevlisi olarak çalışan tarihçi Dr. Zeynep Türkyılmaz’a göre, Dersim’de sıradan kötülüğün örneklerinden biri, o dönem orduda yer alan askerlerden Yusuf Kenan Akım’ın haıratıdır.

“Bu hatırat bize bu ölçekte bir yıkımın bombaların ötesinde bir uygulamayla mümkün olduğunu gösteriyor. Tarama harekâtı, Türkiye’nin birçok yerinde getirilen askerin katıldığı ve Dersimlilerin umursanmadan, kayıtsızca, neredeyse insan sayılmadan öldürüldüğü bir duruma işaret ediyor”ken[279] şunlara dikkat çekiyor Türkyılmaz:

“Dersim Soykırımı’nı şu ana kadar göremediğimiz bir açıdan anlatan vurucu satırlar içeriyor.. Bu metin benim için hem duygusal hem de entelektüel açıdan beklemediğim kadar sarsıcı oldu”

Türkyılmaz’ın vurguladığı üzere ölüm saçan uçaklar, cesetlerle dolu nehirler, kesilen kafalar, canlı yakalanıp öldürülen insanlar, köy yakmaları, el konulan hayvan sürüleri ve mağaralarda hayata tutunma mücadelesi Dersimlilerin 1938 anlatısının özeti. Ancak bu hatırattaki önemli fark askerin bunu yaparken ya da yapmadan önce emir beklerken, yine kan dondurucu bir sıradanlıkla ya da kendine dair bir mağduriyet hikâyesiymiş gibi anlatmasında…

Bu hatırat içinde ilginç olan şeylerden biri de kendisini konumlandırdığı yer. “9 Eylül. Ah bugün İzmir’de olsaydım. Hâlbuki dağ başında Kürtlerle uğraşıyoruz” diyor mesela. Derenin içi öldürülen insanların cansız bedenleriyle doluyken en büyük sorunu susuzluk oluyor, yürümekten şikâyet edip “Buralarda çok sefil kaldık” diye ekliyor. Yani bir “mağduriyet” mi yaratmaya çalışıyor?..

Köy tarama ve yakmaya dair daha umursamaz bir hâl var, ama diyebilirim ki çatışmalar ve kafa kesmelere dair anlatımlarda ara sıra umursamazlık ama daha çok kolektif bir coşkunluk var.

Bu sebeple konu kafa kesmeye gelince fail belirginleşiyor ama ancak bir başka bölüğe karşı kendisinin de dahil olduğu bölükten bahsetmek şeklinde. Örnek vermem gerekirse “Bizim bölük, azılılardan birisinin kellesini getirdi. Başka bir bölük de Seyithan’ın kafasını getirdi” diyor. Kendi bölüğünde de kafa keseni özellikle vurguluyor. Ancak suçu ona yüklemek ya da lanetlemek için değil, daha çok bir iş bölümü ya da yetkinlik gibi. Zira bölük olarak kahramanlık payesi verilmiş olmasından pek şikâyet etmiyor hatıratta.[280]

İŞTE O GÜNLÜKTEN SATIRLAR[281]
9 Eylül Ah bugün İzmir’de olsaydım. Hâlbuki dağ başında Kürtlerle uğraşıyoruz.

Hep o…. X

Bugün de dağları ormanları tarayarak ovaya geldik. Bizim bölük Şam Uşaklarının başı olan Şeytan Ali’nin kafasını ve birçok daha insan öldürerek hepsinin kafasını getirdi. Şimdi bizim bölük çok gözde, bütün zabıtlar kahraman bölük diyorlar. Ali Galip Paşa bizim bölüğün gözlerinden öptüğünü telefonla söyledi. Geceyi Ovacık’ın bir saat ilerisinde geçirdik. Yine çok yorgunuz…

3 Eylül Cevizli ilerisindeyiz.

Gece saat 12’de çadırlarımızı sökerek Pertek’ten hareket ettik. Sabaha kadar yol yürüdük. Nihayet saat 7’de bir su kenarında konakladık. Fakat derenin içi insan leşleriyle dolu olduğundan, susuzluktan öldük. O kadar yürümüşüz ki ayakta duracak kuvvetim yok. Ya Rab sen kurtar bizi buralardan…

11 Eylül Bugün de dağları tarıyoruz. İnsan leşlerinden derelere girilmiyor. Burası o kadar soğuk ki adeta donuyoruz. Gece herkes of anam diye ağlıyor. Dünyanın en büyük cefasını biz çekiyoruz. Bu günlerimde hep seni düşünüyorum X, hep seni.
12 Eylül Bu sabah erkenden kalktık. Yine dağlarda tarama harekâtı yapıyoruz. Her gün kafa kesmekle uğraşıyoruz…

yan yazı: Bugün arkadaşlar yağ bulmuşlar, pirinç aldık, güzel bir pilav yapıp arkadaşlarla yedik.

2. yan yazı: Artık insanlıktan çıktık, çok perişan olduk…

16 Ağustos Bu gece de Ziyaret Tepesinde arkadan kuvvet bekliyoruz. Aç kaldık, mağaralara girdik. Kürtlerin bıraktığı darı undan dürüm yaparak yedik. Burası çok soğuk, kâr diz boyu…
11 Ağustos Bu sabah erkenden karşıdaki köye baskın yaptık. Fakat köyde kimse yoktu. Yakılması için haber bekliyoruz. Hafif makina Yılan Dağı’nı kurşunla dövüyor. Bugün dağları tararken 10 Kürt çıktı. İkisini bizim bölük vurdu. Bir kısmı yaralı kaçtı, bir kısmı da yakalandı. Şimdi yani 11:30’da Kozluca (tam okunamadı) köyünü yakıyoruz…
10 Eylül Bugün dağlar ormanlar tarandı. Bizim bölük, azılılardan birisinin kellesini getirdi. Başka bir bölük de Seyithan’ın kafasını getirdi. Bizim bölükte Ruşen isminde er var. Bütün kafaları o kesiyor.

Buralarda çok sefil kaldık…

12 Ağustos Sabah erkenden toplar ve tayyare sesleri etrafı sarsıyor. Kürtler ablukada şaşırmış bir vaziyetteler. Bugün orman içinde bir inek 3 koyun 15 keçi bulduk. Sırf bizim bölük kesip yedik. Bu gece de Yeşiltepedeyiz.
13 Ağustos Bugün bizim bölük bir derede yirmi bin koyun ve 50 Kürt yakaladı.

 

VII. AYRIM: İTİRAF(LAR)

  1. §) “İsyancıyla müzakere yerine mücadele eden Cumhurbaşkanı, Mustafa Kemal… İsyanı bastıran Başbakan, İsmet İnönü. İsyanı bastırmak için düzenlenen harekâtın parasını veren, Ekonomiden Sorumlu Bakan, Celal Bayar. İsyancıları asan Başbakan kim? Milli mücadelenin efsane ‘Galip Hoca’sı, Celal Bayar. Babası müftüdür. İsyancıları asan Adalet Bakanı, Şükrü Saracoğlu. İsyancıların vurduğu gazileri tedavi eden, Sağlık Bakanı, Refik Saydam. Sabiha Gökçen, Türkiye’nin ilk kadın pilotudur ama, ‘dünyanın ilk kadın savaş pilotu’dur… Kore’de mi savaştı Sabiha Gökçen? İsyancıları bastırırken savaştığı için aldı, o ‘dünyanın ilk’ unvanını… Adnan Menderes desen, ‘İsyanı bastıralım’ diyen CHP milletvekili o sırada,”[282] ifadesi dolaylı da olsa bir itiraftır. “Devletlû”ların hiç birinin ellerinin “temiz” olmadığını anlatır.

Kolay mı?

Geçmişimizle yüzleşme süreci bir başladığında, Türkiye’de herhâlde yüzü kızarmayacak hiçbir toplumsal ve siyasi kesim yoktur… Dersim Katliamı, 1915’in, aynı ‘problem çözme’ mantığının küçük bir tekrarından başka bir şey değildi,[283] saptamasındaki üzeredir hemen her şey!

VII.1) KILIÇDAROĞLU, ONUR ÖYMEN, CHP

  1. §) Israrla altını çizdiğimiz gibi, soru(n) sadece CHP falan değil; hepsi!

Tamam “CHP aslen devletin kendisi. Evet parti başkanının vali falan olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Lakin Sağcıların Bayar’ı da solcuların İnönü’sü de katliamlardan sorumlu”[284] yani hepsi…

CHP Tunceli İl Başkanlığı ve üyeler Dersim’de Seyit Rıza Meydanı’nda gerçekleştirdiği basın açıklamasını okuyan İl Başkanı Ali Rıza Güler, “1938 Dersim Türkiye Cumhuriyeti’nin cinnetidir,” derken[285] haklıdır elbette.

Bilindiği üzere Dersim Katliamı tek parti döneminde Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından bir devlet politikası olarak yapıldı… Ancak Dersim tartışmalarında hem Alevî hem de ulusalcı olanların bir açmazı var. Bir taraftan Dersim Katliamı’nı inkâr edemiyorlar ama diğer taraftan da Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’yü bu işin dışında tutmak istiyorlar…

Efendim 1937 harekâtları ile 1938 harekâtları ayrıymış, katliam Celal Bayar’ın Başbakanlığı döneminde 1938’de olmuş, Atatürk de zaten o tarihlerde hastaymış, dolayısıyla katliamın sorumluluğu Celal Bayar ve Fevzi Çakmak’taymış! Oh ne alâ! 1935’den bu tarafa hepiniz ordaydınız ve orada olmaya da devam ediyorsunuz.[286] Kaldı ki, katliam olup bittikten sonra devlet ricalinden hiç kimse, olan bitene karşı çıkmak, sorumluların kovuşturulup cezalandırılması, olayların araştırılması yönünde parmağını dahi kıpırdatmadı. Devlet, bütün bir bölgeyi kan gölüne çeviren vahşetin ardından derin ve hoşnut bir suskunluğa daldı.

  1. §) Hatırlanacağı üzere, nice zaman sonra dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun ‘Dersim Özrü’nün ardından Sezgin Tanrıkulu da “Genel başkanımın bilgisi dahilinde buraya geldim, CHP Genel Başkan Yardımcısı olarak Dersim’de acı duyan herkesten bin kere özür diliyorum,” sözleri CHP içinde iki farklı yoruma neden oldu.

CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, Dersim özrünü “Olacak iş değil” diyerek yorumlarken;[287] CHP’li Dilek Yılmaz da, Dersim olayları üzerinden Atatürk’e, Cumhuriyet’e ve CHP’ye saldırıların yoğunlaştığını belirterek, bunları şiddetle kınadıklarını ve kabul etmediklerini söyledi.

Eski CHP Milletvekili Şahin Mengü “Sezgin Tanrıkulu sen hangi hakla CHP adına özür diliyorsun? Sen kimsin şerefsiz” şeklinde tepki gösterirken, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, “Dersim Katliamı için bir parlamento özrü gerekiyor. Meclis özründen sonra ise bir ‘Dersim Kanunu’ ile çözülebilir,” değerlendirmesini ifade etti.[288]

Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün “Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP’dir; Atatürk de katliamdan haberdardı” sözleri yanında;[289] “CHP’nin ‘günah keçisi’ ilan edilmesinin yanlışlığını vurgulayan”[290] CHP Milletvekili Hüseyin Aygün, “Sivas’ın vicdan muhasebesini yapamayanlar, Dersim’in hesabını da soramazlar. Şimdi Dersim harekâtında görev alanların adlarının bazı yerlerden kaldırılmasını isteyenlerin, Sivas’ta katillerin adını maktullerin yanına yazdığını hatırlatmak isterim,”[291] dese de; Dersim’e ilişkin CHP’de oluşan çatlak derinleşti.

CHP’nin “ulusalcı” milletvekilleri parti yönetiminin ikazlarına rağmen basın toplantısı yaparak muhtıra gibi bir bildiriyle yeni yönetimi topa tutunca yönetim tarafından Aygün’ün savunmasını istenirken; basın toplantısıyla 12 milletvekilinin imzasını taşıyan bildiriyi okuyan Haluk Koç, “CHP’nin sahipsiz olmadığını gösterdik,” dedi.[292]

İstanbul Milletvekili Nur Serter de, “Aygün’ün açıklamasının her satırına karşıyım. Burası düşünce kuruluşu, vakıf, dernek değil. CHP, çok sağlam ideolojisi olan bir parti. Partinin ideolojisi dışında konuşanların niye bu partide olduğunu düşünmesi gerekir. Aylardır sustum, parti zarar görmesin diye. Ama artık bu susma kararımı kaldırıyorum,” dedi.[293]

Kemal Kılıçdaroğlu, parti içi krize dönüşen Dersim katliamı karşısında susmayı tercih etti[294] etmesine önce; ama, giderek artan basınç[295] karşısında kimi CHP milletvekilinin Aygün’ün “Dersim olayları, Atatürk ve CHP” ile ilgili sözleri ve yayınlanan bildiri için sert çıkıp, “Bu partide bir disiplin olacaktır. Herkes o disipline uyacaktır,”[296] dedi.

Sonra da Aygün’e, “Türkiye’nin tek meselesi Dersim mi? Yıllardır tutuklu olan milletvekilleri, öğrenciler var. Van depreminde yaşananlar var. Türkiye’nin böylesine bir gündemi varken, tek konuya saplanmanın gereği var mı?” sitemini iletti.[297]

Yani klasik tutum(suzluğ)uyla ve topu taca attı; arka planda yine malum ve meş’um zırvalar haykırışları kulakları tırmalarken!

Örnek-1: “Dersimli, CHP’nin yanında değil, laik Cumhuriyetin yanında yer almaktadır. Yüzyılların acıları ile yoğrulmuş olan Alevîlik düşüncesi, Dersimliyi doğal olarak laik ilkelerin ve Cumhuriyet rejiminin yanında yer almaya yönlendirmiştir. Bu konu, onlar için yaşamsal önemdedir… Dersimli bu feci olaylardan sonra, konuyu genel olarak iç benliğine gömmüştür. Devlete karşı kin tutmamıştır. Yüzyıllara dayalı ‘Acıyı bal eyledik’ sözü Dersim olayına da uyarlanmıştır”![298]

Örnek-2: “Başbakan, aslına bakarsanız, Dersim simgesi üzerinden giderek, Cumhuriyet dönemi Kürt isyanlarının türlü şekilde ezilmesinden hükümet partisi olarak CHP’yi sorumlu tutmakta…

Demek ki, bu bilince göre, dönemin Kürtçülük isyanlarına karşı yürüttükleri siyasetten dolayı İsmet İnönü ve Atatürk suçludur.

‘CHP Dersim’in başına bomba yağdırdı’ cümlesi, tek başına, yalıtılmış bir cümle de değildir. A’sından Z’sine bir dönemin tamamını suçlamaktadır.

Başbakan işine geldiği zaman, halkı acıtan bir işi hükümet partisi AKP’nin değil ‘devlet’in yaptığını söyler. CHP yerine AKP olsaydı, ne yapacaktı, isyancılara çiçek mi verecekti?

CHP politikasını eleştirdiğine göre, demek ki çiçek verecekti!”[299]

Örnek-3: “Tarihi sürekli olarak 60-100 yıl geri sarıp, temcit pilavı gibi güncel siyasete bulamaç yapmak, bu iktidarın ve onun psikolojik harp taktiklerini yöneten sapmış entel kadronun ana görevleri arasında. AKP halkın ekonomik sorunları ve ezilmişliğiyle uğraşacağına, yalnız 27 Mayıs, 28 Şubat, 12 Eylül ve şimdi Dersim diye, dur durak bilmeden geçmiş hakkında çoğu yalan yanlış yorumlara sarılıyor.”[300]

  1. §) Burada Onur Öymen’in, “Oh olsun”cu tavrını hatırlatmadan geçmemeliyiz.

“Onur Öymen’in böylesine cüretkâr olabilmesinin altında ne yatıyor dersiniz? Büyük ihtimalle Atatürk’ün bu katliamda üstlenmiş olduğu rol. “Sorumluluğu üzerime alıyorum. Vuracağız Dersim’i” demişliği, manevi kızı Sabiha Gökçen’in bombardıman uçağının pilotu olarak kahramanlığa adım atmışlığı, harekâtı yürüten askerlere taktığı madalyalar besbelli Onur Öymen’i Atasının izinde, doğru yolda olduğu hissi veren”…[301]

  1. §) Ve malum klasik tutum(suzluğ)uyla topu daima taca atarak, sanki Susan Sontag’ın, “Başkalarının acılarını sadece seyrederek, onlarla gerçekdışı bir bağ kuruyoruz aslında,” sözlerine nazire yapan Dersim’li Kılıçdaroğlu…

“O kim” mi?

CHP Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, partinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilk kez şeceresini açıkladığını belirterek, “Peygamber soyundan gelen, Kureyşan aşiretinden gelen, dini bütün, İslâmiyet’i çok iyi benimsemiş, Seyit soyundan geliyor. Seyit sülalesinden geldiği için de genel başkanımız, dini bütündür, ibadetini evinde, Allah’a karşı yapar” vurgusuyla ekledi:

“Erzurum’dan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun şeceresini açıklıyorum. Kemal Kılıçdaroğlu, Kureyşan aşiretinin ocağının insanıdır. Kureyşan aşireti de Hz. Peygamber Efendimizin aşiretidir. O zaman Emeviler ve Abbasiler dönemindeki savaşlardan, Peygamber Efendimizin soyu kırılmasın diye gençler Horasan’a geldi. Horasan, Türkmenistan, Afganistan, İran Horasan’ıdır. O Horasan’dan daha sonra genel başkanımızın sülalesi, Konya’nın Akşehir ilçesine geldi. Akşehir ilçesinde şu anda Seyit Mahmut Hayrani dedesidir. Hayrani’nin Akşehir’de türbesi vardır, Mevlana’nın talebesidir. Hz. Mevlana’nın yanında yetişmiştir ve Seyit sülalesinden geldiği için o sülale genişlemiştir.”

Bu sülaleden gelenlerden Hızır Bey’in de İstanbul’un ilk kadısı olduğunu vurgulayan Öğüt, “Daha sonra Hızır Bey, Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamlığını yapmıştır. Genel başkanın şeceresi bu. Nedir genel başkanın şeceresi? Peygamber soyundan gelen, Kureyşan aşiretinden gelen, dini bütün, İslâmiyet’i çok iyi benimsemiş, Seyit soyundan geliyor. Genel başkanımızın bu yanını kimse bilmiyor. Seyit sülalesinden geldiği için de genel başkanımız, dini bütündür, ibadetini evinde, Allah’a karşı yapar” diye konuştu.

Kılıçdaroğlu’nun daha önce umreye gittiğini belirten Öğüt, şöyle devam etti:

“Umresini yapmıştır, ibadetini yapmıştır. Benim de hacca gitmem için beni teşvik edenlerden birisidir. Bu nedenle genel başkanımıza farklı farklı yorum yapanlar var ama Peygamber Efendimizin soyundan gelen, yani Ehli Beyt soyundan gelen insanın artık muteber bir insan olduğunu herkesin bilmesini istiyorum. Bunu sayın genel başkanımız mütevazilik gösteriyor, söylemiyor ama ben söylüyorum. Böyle köklü, soylu bir aileden gelen genel başkanıma laf atanları kınıyorum ve bunu kabul etmiyorum. Bunu Türk halkının bilmesini istiyorum. Bundan sonra genel başkanımıza daha çok saygı duyulmasını, genel başkanımıza daha çok itimat edilmesini ve güvenilmesini istiyorum.”[302]

Dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “Dersimli Kürt Alevî bir aileden olan Sayın Kılıçdaroğlu, ‘Ben Türkmenim’ diye ortaya çıktı. Niçin? Çünkü, ‘CHP’de ulusalcılar beni yer’ diye korkuyor,”[303] dediği Dersimli Kılıçdaroğlu “Peygamber soyundan geliyor”muş!

Bu kadar da değil!

Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Dersim ile ilgili tartışmalar üzerinden bölücülük yaptığının altını çizerek, “Başbakan’ın zihin haritası, Ermeni diyasporasının zihin haritası ile aynıdır. Öyle bir gözü dönmüş ki bu Başbakan yakın bir gelecekte bu millete Ermeni soykırımı iddialarını da dayatırsa hiç şaşmayın… Sayın Başbakan, Dersim’i sömürü aracı yapma. Hesap mı soracaksın, sormazsan namertsin. Kimi kime şikâyet ediyorsun? Dersim’den, Dersimliden sana ekmek yok, başka kapıya,”[304] diyen milliyetçi bir üsluba sarılıyor!

Burada da durmayıp, devamla Başbakan’ın Dersim konusunda “ikiyüzlü” politika izlediğini belirtip, Erdoğan’ın inanç temelli ayrımcı söylemlerini sürdürmesinin Türkiye’yi “iç çatışma noktasına gelebileceği” uyarısını dillendiriyor![305]

Ve nihayet Erdoğan’a, “Recep bey son günlerde dozu öyle bir artırdı ki rahmetli İnönü’ye bile saldırıyor. Bari tarih oku, tarih bilmiyorsan etrafına sor,” derken;[306] Dersim tartışmalarıyla ilgili olarak kendisine “Tarihinle yüzleş” diyen Erdoğan’a, “Yüzleştik. Şanımız şerefimiz arttı,”[307] yanıtını verebilecek kadar saçmalıyor!

VII.2) NAFİLE “İYİMSERLİK”

  1. §) Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 23 Kasım 2011’de partisinin il başkanları toplantısındaki konuşmasında Dersim’de yaşanan olaylarla ilgili olarak, “Eğer devlet adına özür dilemek gerekiyorsa ve böyle bir literatür varsa ben özür dilerim ve diliyorum,” vurgusuyla[308] ekledi:

“CHP zihniyeti adına özür dilemesi gereken varsa, şu anda güya ‘yeni CHP’nin yeni genel başkanıyım’ diyorsun o da sensin, ‘Hem bir Tuncelili olarak hem bir Dersimli olarak onur duyuyorum’ diyorsun ya hadi onurunu kurtar bakalım.”[309]

Erdoğan’ın açıklaması “Erdoğan’ın özrüyle 70 yıllık bir tabunun yıkıldığı”ndan[310] söz eden birilerini pek heyecanlandırsa da; Başbakan’ın “katliam” olarak nitelendirdiği Dersim olayları ile ilgili “özür dilemesi”ne rağmen, Meclis’te Dersim’le ilgili araştırma komisyonu kurulmasına “geçit verilmedi”. TBMM Genel Kurulu’nda 29 Kasım 2011’de BDP’nin, “Dersim Olaylarını Araştırma Komisyonu” kurulması için verdiği grup önerisi, AKP ve MHP’lilerin oylarıyla reddedildi![311]

Öte yandan Erdoğan’ın Sakarya’daki konuşmasında “Dersim’i kim bombaladı?” diye sorduğu gün Dicle Haber Ajansı, burjuva medyanın hiçbir zaman görmediği, görmek istemediği bir haber geçiyor ve “Dersim’deki 4 Tugay Komutanlığı’ndan kalkan Kobra ve Skorski tipi helikopterlerin Zel Dağı, Kutu Deresi ve Dokuz Kayalıklar mıntıkasını bombaladığı öğrenildi,” deniliyordu![312]

Ayrıca Erdoğan’ın “katliam” olarak andığı “1938 Dersim Olayları” ile ilgili ilk yargı kararı, Tunceli Hozat Savcılığı’ndan geldi: Dersim 38’de annesi, babası ve 5 kardeşini yitiren Efo Bozkurt’un, “insanlığa karşı suç” başvurusu, “kovuşturmaya gerek olmadığı” gerekçesiyle reddedildi. Savcılık, “soykırım” ve “insanlığa karşı suç” iddiasının Dersim 38 için uygulanamayacağını, çünkü harekâtta silahlı isyanın bastırıldığını ve eski Türk Ceza Kanunu’nda bu iki suç türünün bulunmadığını, yalnızca adam öldürme suçunun iddia edilebileceğini belirtti. ‘Dersim 38’ için, “Var olduğu iddia edilen ölüm vakaları” ifadesini kullanan savcılık, “Cinayet suçu için de zamanaşımının işlediğini, dolayısıyla dava açılamayacağını savundu”![313]

Sonrasında ise dönemin Başbakan Erdoğan’ın 1938’de yaşanan olaylar nedeniyle “özür dilemesi”ne karşılık, yargının 2011’de “hak” talebinde bulunanlara “egemenlik hakkı” diye yanıt verdiği ortaya çıktı.

Birbirinin neredeyse aynısı olan kararlarda, Başbakan’ın olaylarda 13 bin 806 kişinin öldüğünü, 11 bin 683 kişinin sürgün edildiğini açıklamasına karşılık, isyanlara karışanlar dışında zarar görenin olmadığı, devletin ölçülü biçimde egemenlik hakkını kullandığı savunuldu.

2011’de Tunceli ve ilçelerindeki savcılıklar, Dersim olayları ile ilgili yapılan 4 ayrı suç duyurusunu takipsizlikle sonuçlandırdı. Başvurularda, şu iddialar yer alıyordu:

  1. i) Akgün davası: 1938’de Tunceli Nazımiye’de aralarında devlet memuru dedesinin de bulunduğu aile mensupları kurşuna dizilen Hüseyin Akgün, kalanlarla birlikte Kütahya’ya sürüldü. 1947’de çıkan afla geri dönen aile, tarla ve evlerine el konulması nedeniyle bunları geri istedi. 1955’te konuyla ilgili kurulan komisyon, aileye topraklarını geri vermedi. Akgün, topraklarının verilmesi, ailesinin gömüldüğü toplu mezarın açılarak sorumluların cezalandırılması için suç duyurusunda bulundu.
  2. ii) Efo Bozkurt davası: Efo Bozkurt ve aralarında Kurtuluş Savaşı’nda İstiklal Madalyası alan babasının da bulunduğu aile mensupları, kurşuna dizildi. Kurşuna dizildikleri sırada bazı aile mensuplarının küçükleri ve kadınları korumak için önlerine atılmaları sayesinde, ailenin bazı mensupları sağ kurtuldu. Bozkurt, toplu mezarların açılması ve ailesinin öldürülmesi nedeniyle suç duyurusunda bulundu. Bozkurt, sağ kurtulan babasının İstiklal Madalyası belgesinin ve annesi dahil ailesinden öldürülenlerin kütükteki ölüm tarihinin “0.0.1938” olarak gözüktüğü belgeyi de savcılığa sundu.

iii) Karadağ davası: Dersim olayları sırasında ailesi öldürülen ve el konulan malları üçüncü kişilere satılan Ali Karadağ, malların iadesi için suç duyurusunda bulundu.

  1. iv) Toplu mezar davası: Olaylar sırasında Dersim’den Erzincan’a giden köylülerden 95 kişi kurşuna dizilerek gömüldü. Bu kişilerin bulunduğu yerdeki kemikler, yakın zamanda toprak altından görülmeye başlandı. Bunun üzerine, toplu mezarın açılarak, öldürülenlerden geriye kalan kemiklerin ailelerine teslim edilmesi için savcılığa başvuruldu ve sorumluların cezalandırılması istenildi.

Benzer olaylar için de örnek oluşturan başvuruları görüşen savcılıklar, neredeyse birbirinin kopyası olan gerekçelerle 4 şikâyet dilekçesini de takipsizlikle sonuçlandırdı.[314]

  1. §) İktidar ile muhalefet liderlerinin “atışmasını” eleştiren BDP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in, “Başbakan o zamanın Cumhurbaşkanı’nın Atatürk olduğunu bilmiyor mu? Sayın Kılıçdaroğlu da ‘Ben o zaman daha doğmamıştım’ sözleriyle Dersim katliamını meşru gören zihniyetini bir daha açığa vuruyor. Dersim sadece 1937-1938’de CHP tarafından bombalanıp kıyıma uğramadı. 1990’lı yıllarda da CHP-DYP ortaklığıyla Dersim’de köyler yakıldı, insanlar katledildi. Sayın Başbakan dün Dersim’de yaşananlar bugün sizin AKP iktidarınızda da yaşanıyor,”[315] vurgusundaki üzere Erdoğan’dan mülhem “iyimserlik” nafileydi…[316]

Tıpkı Cengiz Çandar’ın, “Erdoğan’ın Dersim özrü hiçbir bahane ve gerekçeyle geçiştirilemeyecek, büyük bir olaydır. Başbakan Tayyip Erdoğan 23 Kasım 2011’de müthiş bir iş yaptı. Arşivlerden Dersim katliamını ortaya çıkarttı, yaklaşık 75 yıllık ‘resmi tarihi’ yırttı attı,”[317] liberal zırvasındaki üzere…

Ya da CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün, Dersim katliamına dair bütün devlet arşivlerinin açıklanması ve Devlet Denetleme Kurulu’nun (DDK) harekete geçirilmesi için yaptığı görüşme talebinin dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından olumlu karşılanmasından[318] “mutluluk duyanlar” gibi…[319]

Yeri geldi soralım: AKP ile burjuva partilerin samimiyetsizliğini bilmeyen var mı?

Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu 2014’de Tunceli Üniversitesi’nin adının “Munzur” olarak değiştirileceğini açıklasa da, CHP’nin 2008’de üniversitesini adının Munzur olarak değiştirilmesi için verdiği önergeler AKP’li milletvekillerinin oylarıyla reddedilmemiş miydi?[320]

Ya da Onur Öymen’in sözlerini “faşizanca” diye eleştiren Bakan Ertuğrul Günay’ın başında bulunduğu Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Çayan Demirel’in ‘38’ adlı Dersim belgeseline[321] sansür ve yasak uyguladığı bilinmiyor muydu?[322]

KAYNAK

[274] “Bizim büyük dedelerimiz henüz Orta Asya’da yaşadıkları zamanlarda tunç yapmasını öğrenmişlerdi. Bugünkü medeniyetin bayraktarlığını yapan Avrupa kıtası daha taş devrini yaşamakta iken Orta Asya’da Türkler tunç devrine çoktan girmişler ve tunç medeniyetini de çok ileri götürmüşlerdi.”

Dersim katliamının uygulayıcılarından, katliamın komutanı olarak adı Elazığ’daki kışlaya da bir saygı ifadesi olarak verilen Abdullah Alpdoğan’a ait olan bu sözler, Dersim adının Tunçeli’ne çevrilmesinin gerekçesini anlatmak için uydurulmuş bir tarih tezinin temelidir. Milliyetçiliğin ve herkesin Türk olduğu iddiasının yarattığı bir öfori dönemiyle birlikte yürümüştür bu katliamcılık.

Alpdoğan’ın bugün bize anlamsız gelen ve Elazığ Halkevi’nin yayın organında yer alan bu yazısı şu şekilde sürüyor: “Lakin artık bütün dünyaca öğrenilmiş olan o büyük kuraklık Asya kıtasının ortasındaki büyük denizleri bile kurutunca medeni hayat çölde kalmamış ve büyük göç başlamıştır. İşte büyük göç ve akın günlerinde Asya dağlarını yol tutan Türkler, bu yolları takip ederek bugün Dersim Dağları dediğimiz Asya dağlarının devamı olan Toros Dağları’na ulaşıyorlar… Maden işletmesini çok iyi bilen adamlar, Dersim’de bakır ve kalay madenlerinin yan yana ve pek zengin hâlde bulunduğunu görüyorlar, burada da yerleşiyorlar… bakırla kalayı işleyip tunç yapmaya başlıyorlar… İşte… Dersim adı ile anılan bu güzel yerlere en uygun ve tarihin özünden süzülüp çıkarılan bu ad, yani TUNÇELİ adı verilmiştir.” (Altan Dergisi, No:15/1936.)

[275] Nurşen Gürboğa, “Erken Cumhuriyet Döneminde Devletin Dersim’le İmtihanı”, Toplumsal Tarih No:212, 2011, s.21.

[276] Saygı Öztürk, İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, Doğan Kitap., 2012, s.51.

[277] Evrim Karakaş, “O Bir Kürt, Bir Öteki…”, Radikal İki, 6 Mayıs 2012, s.11.

[278] Kazım Gündoğan, “İdamının 80’inci Yılında Seyit Rıza’nın Ardından: Dersim Katliamı Neden Yapıldı?”, 16 Kasım 2017… https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/11/16/idaminin-80inci-yilinda-seyit-rizanin-ardindan-dersim-katliami-neden-yapildi/

[279] Hüseyin Kalkan, “Dersim Günlüğü: Ürperten Duygusuzluk”, Yeni Yaşam, 15 Aralık 2019, s.6.

[280] Serdar Korucu, “Tarihçi Dr. Zeynep Türkyılmaz: Dersim Hatıratı-Kötülüğün Vücut Bulmuş Hâli”… https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/01/15/dersim-hatirati-kotulugun-vucut-bulmus-hali/

[281] “Tarihçi Türkyılmaz 1938 Ait Bir Belge Paylaştı”, Yeni Yaşam, 1 Aralık 2019, s.6.

[282] Yılmaz Özdil, “Gereğini Yap Filan…”, Hürriyet, 18 Kasım 2009, s.3.

[283] Orhan Kemal Cengiz, “1915, Dersim, Yüzleşme…”, Radikal, 21 Kasım 2011, s.13.

[284] Koray Çalışkan, “Dersim’in Gururu ve Yeni CHP”, Radikal, 25 Kasım 2011, s.15.

[285] Hüseyin Yaşar Sezgin, “Dersim CHP: 1938 Dersim Türkiye Cumhuriyeti’nin Cinnetidir”, 15 Kasım 2017… http://gomanweb.org/index.php/tum-haberler/dersim-tunceli-haberleri/26680-dersim-chp-1938-dersim-tuerkiye-cumhuriyeti-nin-cinnetidir

[286] Ali Kenanoğlu, “Kuru Dersim Tartışmaları”, Evrensel, 21 Kasım 2014, s.4.

[287] “O da Atatürk ve İsmet İnönü’den Özür Diledi!”, Haber Türk, 27 Kasım 2011, s.20.

[288] “CHP’de ‘Dersim’ Bölünmesi”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2014, s.5.

[289] CHP Tunceli Milletvekili Aygün, Dersim meselesinin 500 yıllık bir konu olduğunu belirterek, “Dersim, etnik kimliği ve dinî inançları bakımından farklı özellikler taşıyan, bu farklılık sebebiyle de 500 yıldır yok edilme siyasetiyle karşı karşıya kalan bir bölge,” diyerek ekledi:

“Cumhuriyet, esasen o politikada bir değişiklik meydana getirmiyor; önce merkezleşme yönünde kararlar alınıyor, bölgeyi merkezî yönetime bağlama yönünde bazı raporlar hazırlanıyor. Bu raporlar, 500 yıllık Dersim sorununu barış içinde çözmeye yönelik öneri getirmiyor. 1937-1938’de jenosite (soykırım) varan bir operasyonla Dersim meselesi tarihe havale edilmiş oluyor. Ama böyle de bitmiyor, bu sorun devam ediyor.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘katliamdan haberdar olmamasının mümkün olmadığını da dile getiren Aygün, “Bu dönem boyunca izlenen bütün politikalarda Atatürk devletin başındadır. Fakat Alevîler, bütün bu dönemi Mustafa Kemal’den ayırmak için onun ‘büyük lider’ kimliğine de gölge düşmemesi için fotoğrafını alıp Hazreti Ali ile yan yana asmışlardır. Bu katliamdan haberdar olmadığına kendilerini inandırmışlardır,” yorumunda bulundu. (Habib Güler, “CHP’li Hüseyin Aygün: Dersim Katliamının Sorumlusu Devlet ve CHP’dir”, Zaman, 10 Kasım 2011, s.14.)

[290] Eyüp Can, “Daha Ne Desin?”, Radikal, 17 Kasım 2011, s.6.

[291] Kutlu Esendemir, “Dersim 1938 Komisyonu Kurulmalı, Acılar Dinlenmeli”, Haber Türk, 28 Kasım 2011, s.7.

[292] Bildiriye imza koyan 12 milletvekilinin içinde eski Genel Başkan Deniz Baykal’ın haricindeki dört Antalya milletvekilinin yer alması dikkat çekti. Bu durum, Baykal’ın bu hareketi desteklediği yorumlarına neden oldu. Bildiriye imza koyanlar şunlar: Haluk Koç (Samsun), Gürkut Acar, Yıldıray Sapan, Arif Bulut, Osman Kaptan (Antalya), İzzet Çetin, Dilek Akagün Yılmaz (Uşak), Ahmet Toptaş (Afyon), Metin Lütfü Baydar (Aydın), Nur Serter (İstanbul), İsa Gök (Mersin), Ayşe Nedrek Akkova (Balıkesir). (Rifat Başaran, “CHP İçinde Dersim İsyanı”, Radikal, 17 Kasım 2011, s.16-17.)

[293] “CHP Grup Toplantısında ‘Dersim’ Tartışması”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2011, s.5.

[294] Eyüp Can, “Geçmişin Hayaleti”, Radikal, 19 Kasım 2011, s.6.

[295] “CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün ‘Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP’dir’ sözleri gündeme oturdu… Hüseyin Aygün, Atatürk’ün olup bitenden habersiz olamayacağını savunuyor.

Olaylar Hüseyin Aygün’ün yansıttığı gibi midir? Abdullah Öcalan bile aynı fikirde değil. Bakınız emekli Albay Atilla Uğur’un ‘Abdullah Öcalan’ı nasıl sorguladım’ adlı kitabında, Öcalan neler söylüyor:

‘Seyit Rıza ve aşiretini, maraba köylüyü ayağa kaldıran ve maddi destekte bulunan Fransızlardı. Neden, çünkü o tarihte Hatay problemi var, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istiyorlar ve Dersim aşiretlerini başına bela ediyorlar. Seyit Rıza ve yandaşı aşiretlerinin derebeyliği Cumhuriyet ile sıkıntıya girmişti. Bundan dolayı çok rahatsızdılar. Yöreye yollar ve okullar yapılmasını istemediler, bir kıvılcıma bakıyordu ve oldu…’

Netice: Bir CHP milletvekiline karşı Cumhuriyeti Abdullah Öcalan’la savunuyor… Nerelerden nerelere geldik…” (Melih Aşık, “Dersim’de Ne Oldu?”, Milliyet, 13 Kasım 2011, s.15.)

[296] Sebile Çetin, “Kılıçdaroğlu ‘Dersim Krizi’ Konusunda Sert Çıktı”, Radikal, 18 Kasım 2011, s.12-13.

[297] Utku Çakırözer, “Kılıçdaroğlu’ndan Aygün’e ‘Dersim’ Sitemi: ‘Türkiye’nin Tek Meselesi Bu mu?’…”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2011, s.8.

[298] Alev Coşkun, “Dersim ve Acıyı Bal Eylemek”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2011, s.2.

[299] Özdemir İnce, ‘Başbakan’ın Tarih Bilinci’, Hürriyet, 15 Ağustos 2010, s.20.

[300] Bedri Baykam, ‘… ‘Yeni’ CHP ve Dersim Tuzağı!’, Cumhuriyet, 6 Aralık 2011, s.13.

[301] Yıldırım Türker, “CHP’nin Onuru, Evlâdı Kerbela’ya Karşı”, Radikal, 16 Kasım 2009, s.8.

[302] “Kılıçdaroğlu Peygamber Soyundan Geliyor”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2014, s.6.

[303] “Kökümüz 1923 Değil”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2011, s.4.

[304] “Dersim İçin Başbakan’a ‘Kuvayı Milliye Ruhu’ Yanıtı”, Radikal, 23 Kasım 2011, s.14.

[305] Utku Çakırözer, “… ‘İç Çatışma’ Uyarısı”, Cumhuriyet, 27 Kasım 2011, s.4.

[306] Zihni Erdem, “Kılıçdaroğlu’ndan Dersim Yanıtı”, Radikal, 17 Ağustos 2010, s.10.

[307] “Hedefin Atatürk’le Hesaplaşmak”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2011, s.5.

[308] Metropol’un Türkiye geneli ve Tunceli’de ayrı ayrı yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, halkın büyük kısmı devletin özür dilemesinden yana. 30 ilde 1367 kişi, Tunceli ayağı için ise 435 kişi ile görüşülerek yapılan araştırmada Erdoğan’ın özür dilemesini Tuncelililerin yüzde 71’i, Türkiye genelinin ise yüzde 52’si “doğru” buldu. Türkiye genelinin yüzde 55, Tuncelili katılımcıların yüzde 69.4’ü de CHP’nin özür dilemesi gerektiğini düşünüyor. (Tarık Işık, “Türkiye ‘Dersim Özrü’nde Uzlaştı”, Radikal, 3 Aralık 2011, s.16-17.)

[309] “Dersim İçin Özür Diliyorum”, Radikal, 24 Kasım 2011, s.19.

[310] Kenan Başaran, “Kemal Kahraman: ‘Barbar’ Dersimliliğimizi Bize Geri Verin”, Radikal, 26 Aralık 2011, s.18.

[311] “Meclis’te Dersim Tartışması”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2011, s.4.

[312] Çetin Diyar, “Dersim Neden Bombalanmıştı?”, Evrensel, 16 Ağustos 2010, s.6.

[313] İsmail Saymaz, “… ‘Dersim 38’ İçin İlk Karar: Zamanaşımı”, Radikal, 14 Mart 2011, s.10-11.

[314] Gökçer Tahincioğlu, “Yargıdan Dersim İçin Özür Yok”, Milliyet, 26 Kasım 2011, s.18.

[315] “BDP: ‘Dersim’ Bugün de Var”, Radikal, 17 Ağustos 2010, s.10.

[316] Açıklaması konusunda, hukukçular sadece özrün yetmeyeceğini, katliamın tüm boyutlarıyla aydınlatılması ve mağduriyetlerin giderilmesi için hem bir Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmasını hem de devam eden kültürel soykırımı ortadan kaldıracak adımlar atılmasını istiyor. Dersim katliamını Uluslararası Ceza Mahkemesine taşımaya hazırlanan Avukatlardan Erdal Doğan, Başbakanın açıklamasının önemli olduğunu ancak konuyu baştan savmak üzere dilenmiş bir özür olduğu kanaati uyandırdığını dile getirdi. O dönem gerçekleşen soykırımın bugün de kültürel soykırım şeklinde devam ettiğini dile getiren Doğan, önemli olanın mağduriyetleri bütünüyle ortadan kaldıracak adımlar atmak olduğunu söyledi. (Erdal İrmek, “Özür Yetmez, Gereğini Yapın!”, Evrensel, 25 Kasım 2011, s.6.)

[317] Cengiz Çandar, “Başbakan, Dersim’le ‘Resmi Tarih’i Yırttı!”, Radikal, 24 Kasım 2011, s.18.

[318] İsmail Saymaz, “Köşk’te Seyit Rıza Randevusu”, Radikal, 12 Kasım 2011, s.17.

[319] Genelkurmay, Dersim belgelerinin tasnifine başlarken TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi, Milletvekili Hüseyin Aygün ile 13 akademisyen ve yazarın bu çalışmalara “taraf” olarak katılmak için yaptığı başvuru reddedildi. CHP’li Aygün; Yaşar Kaya, Kazım Gündoğan, Celal Yıldız, Cemal Taş, Ali Kaya, Sait Çiya, Şükrü Aslan, Doç. Dr. Bedriye Poyraz, Dr. Ayfer Karakaya Stump, Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, İmdat Yıldız, Dr. Dilek Solieau ve Dr. Daimi Cengiz ile birlikte “Dersim 38 olaylarıyla ilgili hâlen yürütülmekte olan arşiv tarama, tasnif ve elektronik ortama aktarma çalışmalarına taraf olarak katılmak için” başvuruda bulunmuştu. Genelkurmay Başkanlığı ise devlet arşivlerinde araştırma ve inceleme yapmak isteyen Türk ve yabancı uyruklu gerçek veya tüzel kişilerin tabi olacakları esaslara ilişkin Bakanlar Kurulu kararını gerekçe göstererek bu başvuruyu reddetti. (“Dersim Talebi Reddedildi”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2012, s.4.)

[320] Güler Yılmaz, “AKP, Munzur’u İki Defa Reddetmiş”, Taraf, 25 Kasım 2014, s.9.

[321] Katliam tanıklarının konuştuğu ‘Dersim 38’ adlı belgeselin gösterimine ısrarla mani olan Kültür Bakanlığı’ydı. ‘Dersim 38’in yönetmeni Çayan Demirel, belgeselini yurtiçinde hiçbir festivale gönderemedi, kamusal alanda gösterimini yapamadı, DVD olarak dağıtamadı. Çünkü Kültür ve Turizm Bakanlığı ‘ısrarla’ buna engel oldu.

Zorluklarla tamamladığında, tanıklıklar kadar belgelerle beslenen ‘Dersim 38’ için Kültür Bakanlığı’na başvurdu. ‘Eser işletme belgesi’ almak istiyordu. Fakat film bu belgeye layık bulunmadı. ‘Kamu düzeni, genel ahlâk, küçüklerin ve gençlerin ruh ve beden sağlığının korunması, insan onuruna uygunluk ve anayasada öngörülen diğer ilkeler’ gibi bir gerekçe kokteyliyle değerlendirilerek yasaklandı. Valilikler ve emniyet birimleri çeşitli festivallerdeki gösterimine engel oldu. Gerekçe provokasyona mahal vermemekti. (Pınar Öğünç, “Dersim Belgeselini Yasaklayan AKP’ydi”, Radikal, 25 Kasım 2011, s.10.)

[322] Ertuğrul Mavioğlu, “AKP Hükümeti Dersim’de Hem Nalına Hem Mıhına…”, Radikal, 21 Kasım 2009, s.13.

sürecek

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP