Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 13

Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 13

ABONE OL
4 Ekim 2023 20:39
Dört Dağ İçindeki Dersim’in Hikâyesi/ 13
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sibel ÖZBUDUN

VII.3) HUKUK(SUZLUK)LARI

  1. §) Ve Dersim hukuk(suzluk)una gelince; öncelikle Barış Yıldırım’ın, “Gerekirse özür dileriz dendi ama 1938’de süngülenmesine rağmen sağ kalan Ali Doğan’ın özür dilenme, öldürülenlerin onur ve itibarlarının iade edilmesi gibi talepleri, Bakanlar Kurulu’nca dikkate alınmadı,”[323] sözlerini anımsatıp, sıralamakta yetiniyoruz…[324]
  2. i) Avukat Barış Yıldırım, Tunceli Savcılığı’na ‘Bilgi Edinme Hakkı’ kapsamında 20 Aralık’ta 2 ayrı dilekçe vererek, Tunceli’de 1937-1938 arasında gerçekleştirilen askeri harekât sürecinde kaç kişinin yaralandığı, gözaltına alındığı, kaç kişiye soruşturma, kovuşturma açıldığı, kaç kişi hakkında mahkûmiyet ve idam cezası verildiği ve bunların infaz edilip edilmediğini sordu. Avukat Yıldırım, diğer dilekçesinde de savcılığa aynı tarihler arasında askeri personele dair 1960 öncesinde herhangi bir soruşturma ve kovuşturma açılıp açılmadığını da sordu. Tunceli Cumhuriyet Savcılığı ise, her iki dilekçe için de 10 Ocak 2012’de aynı cevabı verdi: “Cumhuriyet Savcılığımızca yapılan araştırma sonucu belirtilen hususlar ile ilgili herhangi bir kayıt bulunamamıştır”![325]
  3. ii) Dersim katliamının devamı niteliğinde Erzincanlı 95 Alevî köylünün Zini Gediği’nde kurşuna dizilmesiyle ilgili Erzincan Savcılığı soruşturma başlatırken Tunceli’de Hüseyin Akgün’ün Dersim’de ölen 10 yakını için açtığı hukuk mücadelesinin önü kesildi. Akgün’ün elinde, amcası Hüseyin Altuntaş ve ailesinin ‘imha’ edildiğine dair 27 Ağustos 1955’te Tunceli Valiliği’nce kendilerine verilen tapu sicil belgesi vardı. Belgede şöyle deniliyordu: “Hüseyin karısı Humar ve Hüseyin evlatları Humar’dan doğma Elif, Mehmet, Hadice, Ahmedi, Suzan, Alicemal, Hetip, Emine’nin 1938 harekâtında imha edildiği ve aile reisi Hüseyin Altuntaş’ın da 952’de öldüğü, haneden Ali Akgün’ün sağ kaldığı…” Hüseyin Akgün, bu belge ile savcılığa ve mahkemeye başvurdu ancak “kovuşturma”ya gerek görülmedi![326]

iii) Dersim katliamından 8 yaşında yaralı kurtulan Ali Doğan’ın, Cumhurbaşkanlığı aleyhine açtığı tazminat davasına Köşk adına Hazine avukatlarının gönderdiği savunmada, “Mevcut bir ayaklanma ve ayaklanmaların bastırılması söz konusudur” denildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Tüm belgeler açıklanmalı. Gerekirse devlet özür de diler” dedikleri katliam için Hazine avukatları iddiaları ‘mesnetsiz’ buldu ve davanın zamanaşımından düşürülmesini talep etti![327]

  1. iv) Dersim Katliamı sırasında annesi, iki kardeşi, dedesi ve amcasının yanı sıra 15 köylüsü öldürülen, kendisi de yaralı kurtulan Ali Doğan, iç yargı yollarının tükenmesi üzerine davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. Avukat Barış Yıldırım, Dersim Katliamında zaman aşımının olmayacağına dikkat çekerek, “Bu taleplerle AİHM’ye açılmış ilk dava” dedi![328]
  2. v) Erdoğan’ın devlet adına özür diliyor gibi yapıp “Dersim Katliamı” olarak nitelediği soykırımı öven Ulusal Parti Genel Başkanı Çulhaoğlu ve Türk Solu dergisi Yazı İşleri Müdürü Erdem hakkında yapılan suç duyurusu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na takıldı. “İsyancıları bastıran devlet kuvvetlerini övme suç sayılmaz” diyerek katliamı savunan savcılık, Çulhaoğlu ve Erdem için takipsizlik kararı verdi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ulusal Parti Genel Başkanı Gökçe Fırat Çulhaoğlu ile Türk Solu dergisinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fehmi Özgür Erdem hakkında, “Dersimliler devletten özür dilesin” başlıklı yazı nedeniyle yürütülen soruşturmada, “suçu ve suçluyu övmek ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlarından takipsizlik kararı verdi. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muzaffer Yalçın’ın verdiği kararda, “Dersim isyanı sırasındaki isyancıların hareketlerini engellemeye çalışan ve isyanı bastıran devlet kuvvetlerinin hareketlerini övme suç sayılmaz” ifadesi yer aldı.

Kararda, Ezman’ın yazıyla işlendiğini söylediği diğer suçlamalar yönünden ise şu değerlendirmeler yer aldı: “Şikâyetçi, dilekçesinde, 1938’de çıkan Dersim isyanının devletçe bastırılması ve bu bastırma harekâtı sonucunda ölenlere soykırım yapıldığını ve TCK’daki soykırım suçunun işlendiğini ileri sürmüştür. 765 sayılı TCK’da soykırım suçu bulunmamaktadır. Halkı kanunlara uymamaya tahrik, suçu ve suçluyu övmek, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunun unsurları bulunmamaktadır. Dersim isyanı sırasındaki isyancıların hareketlerini engellemeye çalışan ve isyanı bastıran devlet kuvvetlerinin hareketlerini övme suç sayılmaz. Hiçbir devlet, kendisine karşı isyan edenleri hoş görmez. Bu nedenle, bu eylemler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir”![329]

  1. vi) Dersim Kültür ve Tarih Vakfının vakıf senedinin tescili istemiyle yaptığı başvuru,[330]Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından “Dersim isminin resmi olarak kabul edilmediği” gerekçesiyle reddedildi![331]

vii) Çemişgezek ilçesinin Akçapınar Köyü’nde otururken Dersim katliamı sırasında Denizli’ye sürgüne gönderilen Gülbenat ailesinin fertleri, o dönem ellerinden alınan mallarını tekrar almak için 74 yıldır hukuk mücadelesi veriyor. Aileye son başvurusunda da Yozgat’a yerleşmesi önerildi![332]

Daha da fazlası var; ancak bu kadarı yeter değil mi?!

VIII. AYRIM: “BUGÜN”

  1. §) “Bugün” mü?

Jean Paul Sartre’ın, “Hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor,” ifadesindeki üzere her şey!

Mesela HDP Siirt Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın, Dersim Tertelesi’nin sebep ve sonuçlarının ortaya çıkarılması için Meclis Başkanlığı’na sunduğu araştırma önergesine Meclis Başkanlığı’nın verdiği yanıtta “Dersim” ve “Dersim Tertelesi” ifadelerinin “kaba ve yaralayıcı” olduğu ifadesinin yer alması gibi![333]

Dersim’in bugününde de, varolan kültürün egemenlerce nasıl kimliksizleştirilmek istendiği bir “sır” değilken;[334] sömürgeci politikaların tahribatı hiç de geçmişte kalmış değildir. Çok daha modern askeri vahşet yöntemleriyle aynı politikalar, başta Dersim olmak üzere Kürt coğrafyasının genelinde hâlâ yürütülmektedir. Örneğin bugün Dersim çeşitli bahanelerle (ormanlaştırma, baraj yapımı vb.) insansızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Dersimliler hâlâ bu ülkede peşinen şüpheyle karşılanan insanlar konumundadır. Kimliğinde Tunceli yazan herkes polisin ve diğer devlet güçlerinin gözünde potansiyel düşman konumundadır. Birçok işletme, kimliğinde Tunceli yazanları sırf bu sebeple işe bile almamaktadır.

Eski Pertek Belediye Başkanı Kenan Çetin’in, “Göç, tahribat, bitki örtüsü, insansızlaştırma, birçok kültürel ve inançsal yapının varlığının yok olması,”[335] biçiminden formüle ettiği sömürgeci müdahale ile Dersim sermaye yağmasına tamamen açılmak istenirken bu sürece yönelik büyük tepkilerin yanında işbirlikçi bazı kesimlerin ise bölgede turizm iddiası ile yağmanın bir parçası oldukları görülüyor.

Munzur Gözeleri’ne jandarma eşliğinde iş makinelerini sokan valilik bu işbirlikçilerin çağrı ve çabalarından güç alıyor. Bugün geçmişe rahmet okutacak adımları atmaya hazırlanırlarken baskılarla ilerleyemeyeceğini gören iktidar, halkı içinden bölme gayretine girerek yol alıyor. Kendisine bağladığı bazı unsurlar eliyle Munzur Gözeleri’ni turizm adı altında yağmaya açmaya ve özellikle halkta bir bölünme yaratması hâlinde yağmayı başarabileceğini düşünürken asıl hedefleri olan bölgenin maden bölgesine çevirerek amaçlarına ulaşmak istiyorlar.[336]

Tıpkı HDP Eşbaşkanı Nurşat Yeşil’in, “Munzur ve Pülümür Çayı üzerinde yaklaşık 20 baraj projesini gündeme getirdiler. İnsanları göçe zorlamak istiyorlar,” vurgusuyla eklediği üzere:

“Devletin Dersim’e yönelik asimilasyon politikaları uzun yıllardır var. Bu politikalar hem Osmanlı dönemini hem de cumhuriyet dönemine kapsar. Ve bu politikalar peyder pey yürürlüğe konuluyor.

Seksen darbesi sonrasında bakarsak bu politikaların başında Alevî köylerine cami yapmak politikası gelir. O dönemde vali olan Kemal Güven üzerinden uygulanmıştır. Maddi durumu iyi olmayan köy çocukları ailelerinden alınıp, batıya, Kur’an kurslarına, imam hatip liselerine gönderiliyordu. Bugün o çocukları cem evlerine hoca olarak tayin ediyorlar.

Nüfusunun yüzde yüzünün Alevî olduğu köylerde bile yaptılar cami. Bunun kullanılmayacağını bile bile yaptılar. Çünkü onu orda görünür kılmak istediler. Her gün o camiyi göreceksiniz, aşinalık oluşacak. O camiyi yapanlar kendi inançlarını size dayattıklarında, belki o aşinalıktan dolayı karşı çıkmayacaksınız.

Doksanlarla birlikte asimilasyon politikaları bu defa barajlar üzerinden devreye girdi. Munzur üzerinde ve Pülümür Çayı üzerinde yaklaşık 20 baraj projesini gündeme getirdiler. Bu suların bu kadar barajı kaldıracak kapasitesi yok. Neden yapıyorlar peki? Oraları suya boğup insanların yaşam alanlarını yok etmek, insanları göçe zorlamak istiyorlar. Doksanlı yıllarda bunu çok bariz bir şekilde yaşadık. Köyleri boşaltılar, insanları göçe zorladılar. Baraj projeleri de bunun ayrı bir şekli. Sen insanların yaşam alanlarını, tarım alanlarını suyun altında bırakacaksın, insanlar göç etsin diye. Ki tarım alanları genelikler suyun yakında kıyısında olur. Yine bu şekilde insanları yerinden-yurdundan etmeye çalıştılar. Ancak halkın mücadelesi sonucu planladıkları baraj projelerini çok hayata geçiremediler.

Bugün inanç mekânları üzerine bir saldırı başlattılar. Sözde düzenleme iddiasıyla özünden uzaklaştıran bir yapıya büründürüyorlar. Alevîlik inancında inanç alanları doğal alanlardır. Dağdır, taştır, bir sudur, yüz yıllık bir ağaçtır. Bunun böyle kalması gerekiyor, doğal çevresiyle birlikte. Sizin onunla oynamamanız gerekiyor. Bugün Düzgün Baba öyledir, Biyar Dağı öyledir. Onlar doğal alanlarıyla inanç mekânları olmuş.”[337]

Evet Dersim coğrafyasının yıllardır devletin ve kapitalizmin yürütücüsü olan sermayenin saldırısı altında olduğunu ifade eden Dersim Milletvekili Alican Önlü’nün, “Yapılan ve yapılması planlanan barajlarla, HES’lerle, maden ocaklarıyla, kalekol ve karakol yapımı için katledilen ormanlarıyla, devletin ve sermayenin sistematik saldırılarına maruz kalan Dersim coğrafyası, şimdi de ‘Av Turizmi’ adı altında katliamcıların hedefindedir,”[338] deyişindeki üzere…

İşte birkaç çarpıcı örnek!

  1. i) Dersim’de 11 bölgenin maden sahasına dönüştürülmesine tepki gösteren Baro Başkanı Kenan Çetin, 43 bin hektarlık alanın talana açıldığını söyledi…[339]
  2. ii) Munzur Özgür Aksın Meclisi’nden Avukat Barış Yıldırım, “Şimdi devlet, Munzur Vadisi Milli Parkı ve Munzur Gözeleri için bir takım projeler planlıyor. Bu kanunen yasak…[340]

iii) Dersim’in Ovacık ilçesinde bulunan ve Alevîlerin kutsal olarak kabul ettiği Munzur Gözeleri’nde çevre düzenlemesi adı altında yapılmak istenen yapılaşmaya tepkiler devam ediyor. Demokratik Alevî Derneği Genel Merkez yöneticisi Hüseyin Ozan, projenin bölgedeki tarihsel hakikâtin imhasına yönelik bir girişim olduğunu açıkladı…[341]

  1. iv) Dersim’de kutsal olarak kabul edilen dağ keçilerini avlatmak için Tarım ve Orman Bakanlığı 13 Temmuz 2020’de ihale açtı…[342]
  2. §) Bu kadar değil! Bir de yakın tarihte, 12 Eylül’den bugüne beşeri topografyaya müdahale var…

Tunceli Milli Eğitim Müdürlüğü’nün, Tunceli’ye ilişkin hazırladığı tanıtım yazısında, “inanç ve değerler yöneliminde yakın zamana kadarki eksik ve hatalı gelişmeler” bulunduğu belirtilerek Alevî inanç sisteminin kötülendiği[343] Dersim’de 1980 sonrası uygulanan asimilasyon politikalarını mercek altına alan ‘Olağan Hâller’ belgeseli, 10 yıllık sürede bölgeden sürülen Tunceli kökenli kamu görevlilerinin, imam hatip liselerine gönderilen binlerce çocuğun ve yaptırılan 82 caminin hikâyesini de anlatıyor.

“Her tarafa cami dikince bize de camiye gitme şartı koştular. Cem yapamaz hâle geldik. Sonunda çocukları nöbetçi koyup gizlice cem tutmaya başladık. Dede sazını çıkarıp ‘Ya Hızır’ der demez, asker köyü bastı. Dede hemen şarkıyı değiştirip ‘Yaylalar Yaylalar’ türküsünü okumaya başladı.”

Mehmet Karakuş köylerinde 12 Eylül sonrası yasaklanan cem törenini böyle anlatıyor.

Tunceli’ye Vali Kenan Güven’in atanmasının ardından bölgede yürütülen asimilasyon politikalarını konu alan ‘Olağan Hâller’ belgeseli, dönemin tanıklarıyla yaşananları anlatıyor. Özgür Fındık’ın Dersim’de 1938’de yaşanan katliamı konu alan ‘Kara Vagon’ döneminde ortaya çıkan projesi, bir yıllık çalışmanın ürünü. Fındık süreci şöyle özetliyor:

“1937-1938’i herkes biliyor ama Dersim’de yaşanan kültürel asimilasyonu kimse bilmiyor. 38’deki tanıklara daha rahat ulaştık, onlar bizimle daha rahat konuştu. 12 Eylül’de yaşananları kimse anlatmıyor. İmam hatiplere 3000’e yakın çocuk gitmiş. Kimseyle konuşamadık. Ancak 10’una ulaştık. Aileler ‘Unutun gitsin, biz bir halt yedik, siz niye teşhir ediyorsunuz?’ diyor. Giden çocuklardan Hizbullahçı olan bile var ama yüzdeliğe vurunca politika başarılı olamamış.”[344]

Evet darbe sonrası Dersim’de çocuklar, valilik kararıyla il dışına Kur’an kurslarına gönderildi. Dönemin Pülümür Kaymakamı, CHP Milletvekili Celal Dinçer, Vali Kenan Güven döneminde Alevî çocuklarının Kur’an kursları ve imam hatiplere nasıl gönderildiğini anlattı.

Vali Kenan Güven ile 2.5 yıl “mesai yaptığını” söyleyen CHP’li Dinçer, sözlerine şöyle devam etti: “Vali bey, bütün kaymakamları, milli eğitim müdürlerini, muhtarları topladı. Bir konuşma yaptı. ‘Okuyamamış çocukları hem Kur’an kurslarına hem de okuma yazma kurslarına göndermek istiyorum. Çocukları ücretsiz yatılı okutacağım’ dedi. Yasa gereği Vali Bey’in duyurusunu vatandaşlara duyurduk. İlk önce çok az müracaat oldu. Sanırım 60 küsur köy bana bağlıydı.

Pülümür’de 15-20 kişi ancak müracaat etti. Bu çocukların hepsi Alevî çocuklarıydı. Vali Bey, otobüs tuttu. Aileler, il eşrafı, bürokratlarla çocukları yolcu ettik. Mesela Sakarya, Düzce’ye gönderilenler. Vali Bey, Akçakocalı olduğu için oradaki kursları da ayarlamış. Çocukların kıyafetleri çok bakımsızdı. Zayıf, cılız çocuklardı… Tunceli’ye döndüklerinde tekrar törenle karşıladık. Çocuklar pırıl pırıldı. Takım elbiseli… Sükseli bir şekilde geldiler. Hiç unutmuyorum, bu defa ikinci partide çocuğun kolundan tutan getirdi. Benim de çocuğum gitsin diyen onlarcasını biliyorum.”

Dinçer, halkın çocuklarını kurslara neden gönderdiğini ise şu sözlerle açıklıyor: “Mezralarda okullar yoktu. 1983’de Pülümür’de hiçbir köyde elektrik, telefon yoktu. Halk perişanlık döneminde çocuğunu göndererek sofrasından bir kaşığın eksilmesini düşünüyordu. ‘Büyük şehre çocuğum giderse okur’ diye düşünüyorlardı.”

Vali Güven’i “İyi bir insandı” diye tanımlayan Dinçer, “Ama bazı kurallarda çok katıydı. Sivil idareden anlamıyordu. Sorunları emir-komuta zincirinde çözmeye çalışıyordu. Halk istemediği hâlde, her ilçeye 3’er tane olmak üzere 18 cami yaptırdı. Bu camilerin ihalesi 18 dakika sürmedi. Spora gelmeyen memurlara ceza veriyordu. Tunceli’de doğan ve kentte çalışan memurları bir gecede sürdü” diye konuştu.[345]

Kuşku yok ki 12 Eylül’ün “Dersim’e irşat” politikasının temelini dini eğitim ve asimilasyon oluşturuyordu. 5 bin çocuğun imam hatip okullarına gönderilmesinin yanında bir de yetimler vardı. Yetim çocuklar da Tunceli’de açılan yetim yurdunda yine dini eğitime tabi tutuldu. Radikal’in ulaştığı, bugün devlet memuru olduğu için isminin yazılmasını istemeyen ‘ Alevî kız çocuğu’ da o günlerde yetim yurduna gönderilenlerdendi. 12 Eylül darbesinden sonra asker, hasta babasını evden almış, birkaç gün sonra geri getirmiş. “Ayakları çok şişmişti” diyor. Birkaç gün sonra da babası ölmüş. Alevî kız çocuğu hayat hikâyesini şöyle anlatıyor:

“5 kardeştik. Annemin okuma yazması yoktu. Babam öldükten sonra iyice maddi sıkıntı çekmeye başladık. Annem benimle birlikte bir kız kardeşimi bakamadığı için Çocuk Esirgeme Kurumu’na verdi. 18 yaşına kadar burada kaldım. 1983-1984 yıllarında 13 yaşındaydım. Yetiştirme yurdundan Tunceli Merkez’deki camideki Kur’an kursuna götürülürdük. Bu gidiş-gelişlerimiz bir dönem sürdü. Gündüzleri ve geceleri yetiştirme yurdunda kalıyorduk. Ama her akşam 6’dan 9’a kadar camiye, Kur’an kursuna gidiyorduk. Gitmek isteyip istemediğimizi bize soran olmadı. Yurtta Tunceli’nin hemen hemen her yerinden gelen çocuklar vardı. Başörtüsü verdiler bize. Camide hoca bize aptes, namaz, İslâm dersleri veriyordu. İçimizde direnenler, öğrenmek istemeyenler vardı. Ben de öğrenmek istemiyordum. Direndiğim için çok dayak yedim. ‘Sizi topluma kazandıracağız, bu öğrendikleriniz sizin iyiliğiniz için’ diyorlardı. Anlamıyordum. ‘Biz kayıp mıyız ki bizi topluma kazandıracaksınız?’ diyordum. Orucu, herhâlde bizdeki alışkanlıktan ancak 12 gün tutabildim. Daha fazlasını tutamadım. Aslında tutmak da istemedim. Bunun için tuvalet temizleme cezası vermişlerdi.”[346]

12 Eylül’den bugüne Tunceli’de çok sayıda tarikatın kentte farklı isimler altında faaliyet yürüttüğü bir “sır” değildir. Dersim Araştırmaları Merkezi’nin Tunceli’de yaptığı saha çalışmasına göre, tarikatların kentte örgütlenmeyi ciddi boyutlara taşıdığı belirtildi. Kentte, Munzur Eğitim ve Kültüre Hizmet Derneği (Süleymancılar), Ehlibeyt Sevenler Eğitim Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği (Menzil tarikatı), Ensar Vakfı Tunceli Şubesi, Birlik Vakfı Tunceli Şubesi, İlim Yayma Cemiyeti Tunceli Şubesi, TÜGVA Tunceli Temsilciliği ve Milli Beka Hareketi Derneği gibi (sosyal medya üzerinden) çok sayıda dini cemaatin farklı isim altında faaliyet sürdürdüğü aktarıldı.[347]

Hüseyin Aygün’ün ifadesiyle, “… ‘Dersim’de tarikat istemiyoruz’ başlıklı açıklamaların hedefinde, ‘halka karşı gericiliğin karargâhı’ konumundaki Munzur Üniversitesi vardı. Üniversitede bir kez daha -yıllar öncesindeki gibi- FETÖ yerine sayısız başka gerici mihrak organize faaliyet hâlinde. Dersim toplumu içinde güç bulması olanaksız radikal cemaat ve tarikatlar, üniversitedeki öğretim görevlileri ve öğrenciler aracılığıyla Dersim’e geliyorlar”ken;[348] Dersim’in “irşat”ı ile ilgili konuşan, Alevî Dernek ve Vakıf yöneticileri, Alevîlere yönelik Cumhuriyet tarihi boyunca “asimilasyon” politikalarının yürütüldüğünü, 12 Eylül’ün de “Yarım kalmış bir projenin tamamlanması” olduğunu ifade ettiler![349]

  1. §) Bunda Fethullah Gülen faktörünün çok önemli bir rolü oldu.[350]

Meseleye ilişkin olarak Şükrü Aslan çok önceleri şunları demişti: “Kentte 2000’den bu yana bir Fethullahçılaşma eğilimi var. Üniversitenin buna aracılık ettiği kanısı yaygın. Doğrusu çok da temelsiz değil. Ben, Gülenci ortamda da söyledim. Bu topraklarda insanlar doğal mekânları kutsal sayıyor, nehir kenarında niyaz dağıtıyor, su kaynağında kurban kesiyor, dağın doruklarında dua ediyor. Böyle bir inanç kültürü var. İleride bu kültürün yerine sarıklı, çarşaflı, beş vakit namazlı bir toplum olursa bundan memnun mu olursunuz yoksa bir kültürü ortadan kaldırdık, insanlık suçu işledik diye üzüntü mü duyarsınız? Mesele bu soruya nasıl yanıt verdiğinizdedir.”[351]

 

  1. §) Eksik kalmasın! Bir de zulmün parçası fişleme var!

Dersim Hozat’ta jandarma ve polis tarafından ilçede çok sayıda aralarında belediye başkanının da bulunduğu çok sayıda kamu görevlisi ve yurttaşın fişlendiği ortaya çıktı.[352]

Doğan Haber Ajansı’nın ortaya çıkardığı skandalda dönemin Hozat Belediye Başkanı Cevdet Konak’ın bile fişlendiği anlaşıldı.[353]

  1. AYRIM: YALAN, DOLANA HAYIR
  2. §) Dersim’i konuşurken hep; “Düşmanlarınızdan korkmayın; en kötüsü sizi öldürürler, dostlarınızdan korkmayın; en kötüsü size ihanet ederler, lakin tarafsızlardan çekinin: zira kötülük dünyaya onların sessiz onayı sayesinde yayılıyor,” diye haykıran Bruno Yarensky’inin hatırlayın…

Bir de şunları!

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, TBMM Dilekçe Komisyonu bünyesinde kurulan “Dersim Olaylarına Dair Alt Komisyon”u desteklediğini belirtip, “Bu komisyon sayesinde Dersim 38 tamamen aydınlanabilir,” demişti![354]

Sonra da Ruşen Çakır, “Başbakan Erdoğan’ın devlet adına Dersim katliamı için özür dilemiş olması kuşkusuz son derece önemlidir,”[355] derken; eklemişti Cengiz Çandar: “Dersim’in Onur Öymen sayesinde ‘geri döndüğü’nü, CHP yetkilisinin bir bakıma ‘hayırlı’ bir işe vesile olduğunu düşünenlerden biriyim ben de… DTP’liler durduk yerde hiçte mantıklı olmayan ‘maksimalist’ önerilerle Dersim’i tehlikeye düşürdüklerini fark ediyorlar mı acaba?”[356]

Bir de, “Meclis’te başlayan ‘Dersim’ tartışması, artık ‘resmi tarih tezlerimizi’ reddettiğimiz anlamını taşıyor,”[357] diyen Ertuğrul Özkök vardı!

Öte yandan “Dersim isyanının temel nedeni, özetle, Cumhuriyetin ilanıyla başlayan feodal toplumdan kapitalist topluma ya da bir başka deyişle feodal devletten ulus devlete geçiş döneminde uygulamaya sokulan ‘tebaadan yurttaşa’, ‘yerelden ulusala’, ‘dinsellikten laikliğe’ dönüşüm yaptırımlarıdır,”[358] zırvasının altında imzası vardı Deniz Kavukçuoğlu’nun…[359]

Sonra da “Alevî kökenli” eski CHP Erzincan Milletvekili Nurettin Karsu, “Atatürk’ün hastalığı ile el değiştiren Cumhuriyet Yönetimi, özellikle 1937-1939 Başbakanı Celal Bayar döneminde devletin tüm gücünü acımasızca kullanarak, bu mal-davar gasplarını silahlı isyan saymış ve Dersim’in üzerine yürümüştür,”[360] diyerek aklamıştı kanlı elleri…[361]

O hâlde yalan, dolana “Hayır” vurgusunun altını çizip, meseleye ilişkin olarak hatırlatalım: “Culusvis hominis est errore, nullus nisl insiplentis errore perseverare/ Yanılmak insana mahsus olsa da aptallar aynı hatayı yapmaya devam eder”!

IX.1) YÜZLEŞME

  1. §) Şimdilerde dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Tarihin içinde acılı tatlılı günler oluyor. Yakın tarihimizin içinde Dersim olayları da üzücü olaylar. Benim bilgilerim çerçevesinde bunu biliyorum. İnsanın vicdanına ve insan haklarıyla bağdaşmayacak, bu benim kendi bilgilerimden ulaştığım kanaattir. Bununla ilgili arşivlerin açılmasında hiç bir mahsurun olmadığı kanaatindeyim. Büyük devletler, büyük ülkeler tarihlerinden korkmazlar. Tartışmalı konularda da arşivlerimizi açıyoruz. Yeter ki günlük polemik mevzusu yapılıp, başka amaçlar peşinde koşulmasın. Arşivlerin açılmasında bir sakınca görmüyorum,”[362] sözünden geriye kalan bir şey oldu mu?

Elbette hayır! Çünkü tam da o kesitte Van Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk’un soru önergesini yanıtlayan Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Dersim Katliamı’na ilişkin Genelkurmay arşivlerinin açılacağının kamuoyuna duyurulmuş olmasına karşın, henüz arşivlerdeki gizlilik kararının kaldırılmadığını söyleyip, bu durumu şöyle izah etmişti:

“Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivinde Dersim Harekâtı’na ait belgelere, 16 Mayıs 1988 tarihli ve 19816 sayılı Devlet Arşiv Hizmetleri Hakkında Yönetmeliğin ‘Gizlilik dereceli kamu evrakı, ait olduğu dairesinde gizliliği kaldırılmadıkça bu hüviyetini muhafaza eder’ hükmüne uygun olarak ve 1 Mart 2002 tarihli 2002/3681 sayılı Devlet Arşivlerinde Araştırma ve İnceleme Yapmak İsteyen Türk ve Yabancı Uyruklu Gerçek veya Tüzel Kişilerin Tabi Olacakları Esaslar konulu Bakanlar Kurulu Kararı doğrultusunda işlem yapılmaktadır”![363]

Hatırlayın o günlerde Ermenistan Devrimci Federasyonu’ndan (Taşnaksutyun) Giro Manoyan, Erdoğan’ın Dersim özürünü “siyasi manevraya” benzetip, ekliyordu:

“Bu devletin sorumluluğudur, devletin hükümetinin başının özürü bu olmamalı. İçten, samimi bir özür olmalı, aynı şeylerin yaşanmaması için bir adım atılmalı, Dersim’de bunu görmüyoruz. Özür nedir, bir daha bunu yapmayacağım demektir, aynı olayların bir daha yaşanmayacağını garanti altına almaktır, yoksa hay Allah oldu, özür dilerim demek değildir”![364]

  1. §) Hemen her şey Ulrike Meinhof’un, “Ya sorunun bir parçasısındır ya da çözümün. İkisinin ortasında bir şey yok. Bu kadar basit bu ve yine de çok zor,” ifadesi üzeredir hâlâ ve her zaman!

“Bu sahtekâr, bu hileli, bu takiyyeci iktidarın, yalanı politika yapan bu yalancılar devletinin en büyük yüzleşme propagandası” vurgusuyla, “Meclise gelen mağdur dilekçeleri raflarda toza, arşiv belgeleri farelere yem olmuş, Dersim katliamı da yokmuş, bizim ecdat o işleri yapmaz, Müslümanlar soykırım yapar mı hiçmiş… Yüzleşme yine fiyaskoymuş,”[365] gerçeğini idrak edenlerin de sonunda farkına vardığı gibi…

Kimse görmezden gelmeye ya da inkâra kakışmasın: Coğrafyamızda egemenlerin ötekileştirdiklerine karşı, özür, itiraf ve tazminat borcu vardır.

İktidarın tarihsel bagajı cinayetlerle doludur. Yakın geç(me)mişteki Maraş-Çorum-Sivas’dan, ‘Kanlı Pazar’a, 1 Mayıs’lara; 6-7 Eylül 1955’den Varlık Vergisi’ne; Ermeni Soykırımı’ndan Süryanî’sine, Pontus’una ve Kürt’üne…

Kimse, “Bunlar, kimi dış güçlerin ve gizli servislerin harekâtlarıydı,” deyip sorumluluktan kurtulamaz!

  1. §) Toparlarsak: Her açıdan ölüme mahkûm edilen[366] Dersim’in gerçeğini dillendirenlerin, Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Onurla dövüşenler, onurla konuşurlar…” uyarısını kulaklarına küpe etmesi ilk “olmazsa olmaz”dır!

İkincisi de Eduardo Galeano’nun, “Eğer dünya üzerinde ‘İyi’ yoksa onu icat etmek gerekir,” kararlılığıyla; Albert Camus’nün, “Özgür olmayan bir dünya ile baş etmenin tek yolu, kendi varoluşunu bir başkaldırı eylemine dönüştürecek kertede özgür olabilmektir,” uyarısına sadık kalmaktır!

Ve nihayet üçüncüsü de, “Özgürlükten yana görünüp de, direnişi kötü gözle görenler, toprağı sürmeden mahsul almak istiyorlar; gök gürlemeden yıldırım düşmeden yağmur yağsın istiyorlar; okyanusu istiyorlar ama dalga olmasın, sular köpürmesin diyorlar. Oysa ağlamayan çocuğa meme vermez iktidar. İstemeyene zırnık vermemiştir, vermeyecektir de. Bir halk boynunu büktü mü abanacaklardır üstüne, bini bir paraya gidecektir uğradığı haksızlığın, tâ ki silkinsin, sözle, yumrukla ya da her ikisiyle birlikte dirensin,” haykırışını Frederick Douglass’ın terennüm etmektir durmaksızın…

31 Ocak 2021 14:47:15, İstanbul.

Notlar

[223] Alevîler Dersim kırımında Atatürk’ü ne sorumlu görmek isterler ne de işitmek. Bunun en önemli nedenlerinden biri de vakti zamanında dedelikleri kendinden menkul bazı Alevî zatların “Hz. Ali’nin, Atatürk olarak zuhur ettiği” efsanesinin Alevîler arasında yaymış olmasındandır. Buna inanan Alevîler Atatürk’e dair kötü bir şey ne yakıştırırlar ne de düşünürler…

[224] Ali Balkız, “Alevîler Yeni Solun Peşinde”, Milliyet, 30 Kasım 2009, s.12.

[225] Fatih Altaylı, “Dersim’de İnönü Kadar Bayar da Vardı”, Haber Türk, 24 Kasım 2011, s.17.

[226] Baskın Oran, “Dersim’de 38 Bir Ölçü Birimi Sanki”, Radikal, 20 Kasım 2010, s.40-41.

[227] Milli Savunma Bakanlığı’ndan Dersim haritaları, Başbakanlık’tan ise 12 adet Tunceli iskân defteri geldi. Genelkurmay’ın yazışmalarında katliam için “Dersim harekâtı” denirken, bazı yerlerde ise “kıyam” yazıldığı dikkat çekti. Belgeler arasında Atatürk ile dönemin Başbakanı İsmet İnönü arasındaki karşılıklı tebrik mesajları bulunuyor. İnönü, Atatürk’e hitaben, “Seyit Rıza’nın teslim olması Cumhuriyet ıslahatının yeni bir safhasıdır. İltifatınız bizim için çok kıymetli bir teşviktir” derken, Atatürk İnönü’ye, “Teslim olması Cumhuriyet hükümetinin Dersim’deki yüksek şuurlu hareketinin neticesini gösteren bir müşahhas delildir. Ondan dolayı kendilerini tebrik ederim,” cevabını veriyor. (Hüseyin Özkaya, “Yüksek Şuurlu Katliam”, Taraf, 24 Nisan 2012, s.12.)

[228] Serpil Çevikcan, “… ‘Dedem O Zaman Pembe Köşk’teydi”, Milliyet, 25 Kasım 2011, s.18.

[229] “25 Kasım 1925 tarihinde Elazığ’da idam edilen Hasan Hayri Bey’in son sözlerini hatırlatmak isterim: ‘Ey Kürt Halkı! Bizden de ibret alın ve bilin ki, dünyadaki en güvensiz söz, Kemalistlerin verdiği şeref sözüdür’…” (Cevdet Konak, “Kemalizmin Şeref Sözü!”, Radikal İki, 27 Kasım 2011, s.1-12.)

[230] Orhan Kemal Cengiz, “Alevî Direniş Sanatları”, Radikal, 9 Aralık 2011, s.14.

[231] Albay İsmail Hakkı Tekçe, Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında kritik görevlerde bulunmuş bir isim. Ayaklanmaları bastırmakta ünlenmiş Topal Osman, Atatürk’ü koruyan Muhafız Alayı’nın ilk komutanıydı. Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’i asarak öldürünce Atatürk’ün emriyle Tekçe tarafından öldürüldü.

[232] Naşit Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor, Kaynak Yay., 2007.

[233] Abdullah Kılıç-Ayça Örer, “Köşk’ün Muhafız Alayı da Gönderilmiş”, Radikal, 22 Kasım 2011, s.14-15.

[234] Abdullah Kılıç-Ayça Örer, “Devletin Zirvesi Dersim’de”, Radikal, 20 Kasım 2011, s.26-27.

[235] Hüsnü Gürbey-Mahsuni Gül, “Zehirli Gazlar Nazi Almanyası’ndan Alınmış!”, Dersim Gazetesi 15 Mayıs 2019… https://dersimgazetesi.org/zehirli-gazlar-almanyadan-bombardiman-ucaklari-amerikadan-alinmis

[236] Ayşe Hür, aktaran: Abdullah Kılıç-Ayça Örer, “Tarihçiler Dersim’i Nasıl Yorumluyor?”, Radikal, 24 Kasım 2011, s.20-21.

[237] Ezgi Başaran, “Hüsamettin Cindoruk: Dersim’den CHP Kadar DP de Sorumlu”, Radikal, 28 Kasım 2011, s.8-9.

[238] Sabiha Gökçen, Tan, 15 Haziran 1937

[239] Oral Çalışlar, “Sabiha Gökçen, Dersim’i Bombaladı mı?”, Radikal, 22 Aralık 2012, s.14.

[240] Sabiha Gökçen, Atatürkler Bir Ömür Anıları, Hazırlayan: Oktay Verel, 2. Basım Altın Kitaplar, 1996.

[241] Deniz Som, “Dersim”, Cumhuriyet, 19 Kasım 2009, s.15.

[242] Sabiha Gökçen, Atatürkler Bir Omur Anıları, Kaleme Alan: Oktay Verel, 2. Basım Altın Kitaplar, 1996, s.111-126.

[243] Barkın Şık, “İnönü’den ‘Güzel Tunceli’ Mesajı”, Cumhuriyet, 1 Mart 2011, s.7.

[244] Oktay Ekinci, “… ‘Munzur’u Boğanların ‘Dersim’ Sömürüsü…”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2009, s.15.

[245] Bekir Coşkun, “Dersim’iz: Atatürk’ü Tekmelemek…”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2011, s.2.

[246] Gündüz Vassaf, “Sabiha Gökçen Dersim’de”, Radikal, 27 Kasım 2011, s.17.

[247] Ayşe Hür, “Dersim’i Bombalayan Sabiha Gökçen mi, Hatun Sebilciyan mıydı?”, Radikal, 5 Mayıs 2013, s.28-29.

[248] Umberto Eco, Gülün Adı, çev: Şadan Karadeniz, Can Yay.,1999.

[249] Türkkaya Ataöv, “Dersim ve Belgeler”, Cumhuriyet Kitap, No:1161, 17 Mayıs 2012, s.20.

[250] Yalçın Doğan, “At Martini Tarih İnlesin”, Hürriyet, 23 Kasım 2011, s.26.

[251] Mehmed Niyazi, “Dersimiz Dersim”, Zaman, 23 Ağustos 2010, s.19.

[252] Hasan Cemal, Kürtler, Everest Yay., 2014, s.55.

[253] Deniz Kavukcuoglu, “Dersim: Kim, Kimden, Ne İçin Özür Dilemelidir? (2)”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2011, s.12.

[254] Oral Çalışlar, “Sabiha Gökçen, Dersim’i Bombaladı mı?”, Radikal, 22 Aralık 2012, s.14.

[255] Zafer Toprak, Doğu Anadolu’da Toplumsal Mühendislik, Dersim-Sason (1934-1946), Tarih Vakfı Yurt Yay., 2010.

[256] Seyitler, Dersim Kızılbaşlığı ve özellikle devletin 1938 politikaları için bkz: Hüseyin Aygün, Dersim 1938, Resmiyet ve Hakikât, Dipnot Yay., 2010, s.69-83

[257] Seyit namından yararlanma planları bakımından ayrıntılı bilgi için bkz: Kazım Karabekir, Erzincan ve Erzurum’un Kurtuluşu Sarıkamış, Kars ve Ötesi, Erzurum Ticaret Odası Yay., 1990, s.91.

[258] Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Dersim’i dolaştıktan sonra hazırladığı Dersim’i “ıslah planı”na göre: i) Dersim’in ıslahı acil ve zaruridir. Tehirinde devletçe zarar vardır. ii) Silahlar toplanmalı. iii) Aşiret ağaları ve aşiret ağası olabilecekleri Dersim’den uzaklaştırılmalı. iv) Dersim’de topraksız ve ağaların esiri köyler, mahallen veya naklen topraklandırılmalı. v) Bunların tatbiki askeri bir harekete mütevakkıftır (bağlıdır). Vi) Bu harekete 1932 senesinin ilk müsait mevsiminde başlanabilir. (Hülya Karabağlı, “Aşiret Ağaları Dersim’den Uzaklaştırılmalı”, Sabah, 20 Kasım 2009, s.18.)

[259] Kazım Karabekir, Kürt Meselesi, Yayına Hazırlayan Prof. Dr. Faruk Özergin, Emre Yay., 1995, 46-48.

[260] Barkın Şık, “Ayaklanmayı Karakol Tetikledi”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2011, s.5.

[261] Rapordaki en dikkat çekici bölüm ise devletin bakış açısını ortaya koyması açısından Dersimliler’le ilgili tespitler: i) Konuştukları dil Zazacadır. ii) Dersim kalabalık ve çok silahlıdır. Dersim’de silah toplamak gün ve ay işi değildir. İki sene işidir. iii) Türk ve Türklüğü telkin etmek için iki mektep açılmalı. iv) Hükümete karşı tamamıyla anarşiktir. v) Dersim hükümeti cumhuriyet için bir çıbandır. vi) Dersimliler askerlik yapmazlar. vii) Zaza kadını, Türkmen ve Yörük kadınları gibi cinsi temasa pek düşkündür. viii) Türkmen kadını gibi evinin işlerini çevirir. ix) Yavuz Sultan Selim’in gazabı olmasaydı bugün güzel Türkiyemiz’de tek bir Sünnî’ye tesadüf etmek imkânı belki de mümkün olmayacaktı. x) Alevîliğin en kötü ve tefrika değer cephesi Türklük’le aralarındaki derin uçurumdur. Bu uçurum Kızılbalık itikadıdır. xi) Kızılbaş, Sünnî Müslümanı sevmez. Kin besler, onun ezelden düşmanıdır. xii) Kızılbaşları, yuvarlak kafası, geniş alnı basık yüzü ile gözlerinin daima akın yollarını, uzakları araştıran cevvaliyeti ile Türk neslinden ayrı bir nesle bağlamak güç bir iş olur. xiii) Dersim; Türk, Faris, Asur, Ermeni, Arap gibi milletlerin tortularını almış bir mıntıkadır. xiv) Ermenilik Dersim içinde şimale gittikçe kesafetini kaybetmiş ve ancak kasabalar ve onların yakınında barınıp taşamamış ve hiçbir zaman Dersim umum nüfusunun yüzde 20’sini aşamamıştır. Harbi umumiden sonra izlerini bırakarak ölmüştür. (Hülya Karabağlı, “Bu da Jandarmanın Dersim Andıcı”, Sabah, 19 Kasım 2009, s.18.)

[262] Yayım tarihi kesin olarak belli olmamakla birlikte torun Çalışlar’ın Sunuş yazısında belirttiğine göre, 1933 yılının son çeyreği ya da 1934’ün ilk aylarında yayımlandığı anlaşılıyor. Yazarı da yine belirsiz, ancak yüksek ihtimalle üst rütbeli bir komutan.

[263] Dersim Raporu, Hazırlayan: İzzettin Çalışlar, İletişim Yay., 2010, s.49.

[264] yage, s.50-51.

[265] yage, s.52.

[266] yage, s.57.

[267] Kıvanç Koçak, “Dersim Dört Dağ İçinde”, Radikal Kitap, Yıl:8, No:464, 5 Şubat 2010, s.20-21.

[268] Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları- Pülümür-Dersim İsyanları ve Harekâtları-Alınan Dersler, Cilt:2, Kaynak Yay., 2011.

[269] Evrim Karakaş, “Fransa Arşivlerinde Dersim Olayları”, Radikal İki, 28 Kasım 2010, s.8-9.

[270] Hüseyin Aygün, Dersim 1938 ve Zorunlu İskân-Telgraflar, Dilekçeler, Mektuplar, Fotoğraflar, Dipnot Yay., 2011.

[271] Komintern Belgelerinde Türkiye 3-Kürt Sorunu, Hazırlayan: Doğu Perinçek, Kaynak Yay., 1994.

[272] Mine G. Kırıkkanat, “Hangi Dersim’den Özür Dileniyor?”, Cumhuriyet, 27 Kasım 2011, s.17.

[273] 80 darbesinden, Kürt İllerinde “düşük yoğunluklu savaş” durumuna geçilmesinden sonra uzun süre isyandan dem vuran romanlar yazılmadı. İsyan zaten hayatın içindeydi ve bu içindelik hâli geçmişin yeniden keşfedilmesine, geçmişin o uçucu gerçek imgesinin yakalanmasına yol açtı. “Tehlike ânında birden parlayıveren anıyı” ele geçirmişti Kürt yazarlar. Dersim özrü ile hükümetin yapmak istediğinin aksine, 90’lardan sonra yazılan romanlarda yaygın eğilim Dersim isyanı ile bugün yaşananları birleştirmek. Bugünün isyanının meşruiyetini geçmişteki isyanlarda aramak. Tarihten, belki de edebiyattan ziyade politikanın, en çok da geçmişle hesaplaşma arzusunun öne çıktığı romanlardan söz edilebilir.

Bu romanların yazarlarının çoğunun Dersimli olduğunu da eklemek gerekiyor. Ali Arslan’ın ‘Serçe’ (1988), Munzur Çem’in ‘Gülümse Ey Dersim’ (3 cilt, 1990-2006), Haydar Işık’ın ‘Dersimli Memik Ağa’ (1990), ‘Dersim Tertelesi’ (1996) ve ‘Son Sığınma’ (2006), Hüseyin Karataş’ın ‘Bir İsyanın Türküsü’ (1991), Muzaffer Oruçoğlu’nun ‘Dersim’ (1997), Metin Aktaş’ın ‘Sürgün’ (2002) ve ‘Son Derviş’ (2009), Cafer Demir’in ‘Çıban’ (2004), ‘Sürgün’ (2007) ve ‘Umudu ve Tutkusuyla Kopo’ (2010), Sevim Anagür’ün ‘Dört Dağ İçinde’ (2007), Sema Kaygusuz’un ‘Yüzünde Bir Yer’ (2009), Caner Canerik’in ‘Gülazâre Bitmeyen Yolculuk’ (2009), Haydar Karataş’ın ‘Perperık-a Söe/Gece Kelebeği’ (2010), Remzi Aydın’ın ‘Sahipsiz Çığlıklar’ (2010) ve ‘Toprak Dile Geldi’ (2011), Yılmaz Akbulut’un ‘Dersimin Dikeni’ (2011), Ali Bertal Yiğit’in ‘Çığlık’ (2011) romanlarında öncesi-sonrası, yaşlısı-çocuğu, kadını-erkeği ile Dersim’den, Dersim isyanından söz ediliyor… (A. Ömer Türkeş, “Dersim Dört Dağ İçinde”, Radikal Kitap, Yıl:10, No:560, 9 Aralık 2011, s.14-16.)

[274] “Bizim büyük dedelerimiz henüz Orta Asya’da yaşadıkları zamanlarda tunç yapmasını öğrenmişlerdi. Bugünkü medeniyetin bayraktarlığını yapan Avrupa kıtası daha taş devrini yaşamakta iken Orta Asya’da Türkler tunç devrine çoktan girmişler ve tunç medeniyetini de çok ileri götürmüşlerdi.”

Dersim katliamının uygulayıcılarından, katliamın komutanı olarak adı Elazığ’daki kışlaya da bir saygı ifadesi olarak verilen Abdullah Alpdoğan’a ait olan bu sözler, Dersim adının Tunçeli’ne çevrilmesinin gerekçesini anlatmak için uydurulmuş bir tarih tezinin temelidir. Milliyetçiliğin ve herkesin Türk olduğu iddiasının yarattığı bir öfori dönemiyle birlikte yürümüştür bu katliamcılık.

Alpdoğan’ın bugün bize anlamsız gelen ve Elazığ Halkevi’nin yayın organında yer alan bu yazısı şu şekilde sürüyor: “Lakin artık bütün dünyaca öğrenilmiş olan o büyük kuraklık Asya kıtasının ortasındaki büyük denizleri bile kurutunca medeni hayat çölde kalmamış ve büyük göç başlamıştır. İşte büyük göç ve akın günlerinde Asya dağlarını yol tutan Türkler, bu yolları takip ederek bugün Dersim Dağları dediğimiz Asya dağlarının devamı olan Toros Dağları’na ulaşıyorlar… Maden işletmesini çok iyi bilen adamlar, Dersim’de bakır ve kalay madenlerinin yan yana ve pek zengin hâlde bulunduğunu görüyorlar, burada da yerleşiyorlar… bakırla kalayı işleyip tunç yapmaya başlıyorlar… İşte… Dersim adı ile anılan bu güzel yerlere en uygun ve tarihin özünden süzülüp çıkarılan bu ad, yani TUNÇELİ adı verilmiştir.” (Altan Dergisi, No:15/1936.)

[275] Nurşen Gürboğa, “Erken Cumhuriyet Döneminde Devletin Dersim’le İmtihanı”, Toplumsal Tarih No:212, 2011, s.21.

[276] Saygı Öztürk, İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, Doğan Kitap., 2012, s.51.

[277] Evrim Karakaş, “O Bir Kürt, Bir Öteki…”, Radikal İki, 6 Mayıs 2012, s.11.

[278] Kazım Gündoğan, “İdamının 80’inci Yılında Seyit Rıza’nın Ardından: Dersim Katliamı Neden Yapıldı?”, 16 Kasım 2017… https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/11/16/idaminin-80inci-yilinda-seyit-rizanin-ardindan-dersim-katliami-neden-yapildi/

[279] Hüseyin Kalkan, “Dersim Günlüğü: Ürperten Duygusuzluk”, Yeni Yaşam, 15 Aralık 2019, s.6.

[280] Serdar Korucu, “Tarihçi Dr. Zeynep Türkyılmaz: Dersim Hatıratı-Kötülüğün Vücut Bulmuş Hâli”… https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/01/15/dersim-hatirati-kotulugun-vucut-bulmus-hali/

[281] “Tarihçi Türkyılmaz 1938 Ait Bir Belge Paylaştı”, Yeni Yaşam, 1 Aralık 2019, s.6.

[282] Yılmaz Özdil, “Gereğini Yap Filan…”, Hürriyet, 18 Kasım 2009, s.3.

[283] Orhan Kemal Cengiz, “1915, Dersim, Yüzleşme…”, Radikal, 21 Kasım 2011, s.13.

[284] Koray Çalışkan, “Dersim’in Gururu ve Yeni CHP”, Radikal, 25 Kasım 2011, s.15.

[285] Hüseyin Yaşar Sezgin, “Dersim CHP: 1938 Dersim Türkiye Cumhuriyeti’nin Cinnetidir”, 15 Kasım 2017… http://gomanweb.org/index.php/tum-haberler/dersim-tunceli-haberleri/26680-dersim-chp-1938-dersim-tuerkiye-cumhuriyeti-nin-cinnetidir

[286] Ali Kenanoğlu, “Kuru Dersim Tartışmaları”, Evrensel, 21 Kasım 2014, s.4.

[287] “O da Atatürk ve İsmet İnönü’den Özür Diledi!”, Haber Türk, 27 Kasım 2011, s.20.

[288] “CHP’de ‘Dersim’ Bölünmesi”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2014, s.5.

[289] CHP Tunceli Milletvekili Aygün, Dersim meselesinin 500 yıllık bir konu olduğunu belirterek, “Dersim, etnik kimliği ve dinî inançları bakımından farklı özellikler taşıyan, bu farklılık sebebiyle de 500 yıldır yok edilme siyasetiyle karşı karşıya kalan bir bölge,” diyerek ekledi:

“Cumhuriyet, esasen o politikada bir değişiklik meydana getirmiyor; önce merkezleşme yönünde kararlar alınıyor, bölgeyi merkezî yönetime bağlama yönünde bazı raporlar hazırlanıyor. Bu raporlar, 500 yıllık Dersim sorununu barış içinde çözmeye yönelik öneri getirmiyor. 1937-1938’de jenosite (soykırım) varan bir operasyonla Dersim meselesi tarihe havale edilmiş oluyor. Ama böyle de bitmiyor, bu sorun devam ediyor.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘katliamdan haberdar olmamasının mümkün olmadığını da dile getiren Aygün, “Bu dönem boyunca izlenen bütün politikalarda Atatürk devletin başındadır. Fakat Alevîler, bütün bu dönemi Mustafa Kemal’den ayırmak için onun ‘büyük lider’ kimliğine de gölge düşmemesi için fotoğrafını alıp Hazreti Ali ile yan yana asmışlardır. Bu katliamdan haberdar olmadığına kendilerini inandırmışlardır,” yorumunda bulundu. (Habib Güler, “CHP’li Hüseyin Aygün: Dersim Katliamının Sorumlusu Devlet ve CHP’dir”, Zaman, 10 Kasım 2011, s.14.)

[290] Eyüp Can, “Daha Ne Desin?”, Radikal, 17 Kasım 2011, s.6.

[291] Kutlu Esendemir, “Dersim 1938 Komisyonu Kurulmalı, Acılar Dinlenmeli”, Haber Türk, 28 Kasım 2011, s.7.

[292] Bildiriye imza koyan 12 milletvekilinin içinde eski Genel Başkan Deniz Baykal’ın haricindeki dört Antalya milletvekilinin yer alması dikkat çekti. Bu durum, Baykal’ın bu hareketi desteklediği yorumlarına neden oldu. Bildiriye imza koyanlar şunlar: Haluk Koç (Samsun), Gürkut Acar, Yıldıray Sapan, Arif Bulut, Osman Kaptan (Antalya), İzzet Çetin, Dilek Akagün Yılmaz (Uşak), Ahmet Toptaş (Afyon), Metin Lütfü Baydar (Aydın), Nur Serter (İstanbul), İsa Gök (Mersin), Ayşe Nedrek Akkova (Balıkesir). (Rifat Başaran, “CHP İçinde Dersim İsyanı”, Radikal, 17 Kasım 2011, s.16-17.)

[293] “CHP Grup Toplantısında ‘Dersim’ Tartışması”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2011, s.5.

[294] Eyüp Can, “Geçmişin Hayaleti”, Radikal, 19 Kasım 2011, s.6.

[295] “CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün ‘Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP’dir’ sözleri gündeme oturdu… Hüseyin Aygün, Atatürk’ün olup bitenden habersiz olamayacağını savunuyor.

Olaylar Hüseyin Aygün’ün yansıttığı gibi midir? Abdullah Öcalan bile aynı fikirde değil. Bakınız emekli Albay Atilla Uğur’un ‘Abdullah Öcalan’ı nasıl sorguladım’ adlı kitabında, Öcalan neler söylüyor:

‘Seyit Rıza ve aşiretini, maraba köylüyü ayağa kaldıran ve maddi destekte bulunan Fransızlardı. Neden, çünkü o tarihte Hatay problemi var, Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istiyorlar ve Dersim aşiretlerini başına bela ediyorlar. Seyit Rıza ve yandaşı aşiretlerinin derebeyliği Cumhuriyet ile sıkıntıya girmişti. Bundan dolayı çok rahatsızdılar. Yöreye yollar ve okullar yapılmasını istemediler, bir kıvılcıma bakıyordu ve oldu…’

Netice: Bir CHP milletvekiline karşı Cumhuriyeti Abdullah Öcalan’la savunuyor… Nerelerden nerelere geldik…” (Melih Aşık, “Dersim’de Ne Oldu?”, Milliyet, 13 Kasım 2011, s.15.)

[296] Sebile Çetin, “Kılıçdaroğlu ‘Dersim Krizi’ Konusunda Sert Çıktı”, Radikal, 18 Kasım 2011, s.12-13.

[297] Utku Çakırözer, “Kılıçdaroğlu’ndan Aygün’e ‘Dersim’ Sitemi: ‘Türkiye’nin Tek Meselesi Bu mu?’…”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2011, s.8.

[298] Alev Coşkun, “Dersim ve Acıyı Bal Eylemek”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2011, s.2.

[299] Özdemir İnce, ‘Başbakan’ın Tarih Bilinci’, Hürriyet, 15 Ağustos 2010, s.20.

[300] Bedri Baykam, ‘… ‘Yeni’ CHP ve Dersim Tuzağı!’, Cumhuriyet, 6 Aralık 2011, s.13.

[301] Yıldırım Türker, “CHP’nin Onuru, Evlâdı Kerbela’ya Karşı”, Radikal, 16 Kasım 2009, s.8.

[302] “Kılıçdaroğlu Peygamber Soyundan Geliyor”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2014, s.6.

[303] “Kökümüz 1923 Değil”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2011, s.4.

[304] “Dersim İçin Başbakan’a ‘Kuvayı Milliye Ruhu’ Yanıtı”, Radikal, 23 Kasım 2011, s.14.

[305] Utku Çakırözer, “… ‘İç Çatışma’ Uyarısı”, Cumhuriyet, 27 Kasım 2011, s.4.

[306] Zihni Erdem, “Kılıçdaroğlu’ndan Dersim Yanıtı”, Radikal, 17 Ağustos 2010, s.10.

[307] “Hedefin Atatürk’le Hesaplaşmak”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2011, s.5.

[308] Metropol’un Türkiye geneli ve Tunceli’de ayrı ayrı yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, halkın büyük kısmı devletin özür dilemesinden yana. 30 ilde 1367 kişi, Tunceli ayağı için ise 435 kişi ile görüşülerek yapılan araştırmada Erdoğan’ın özür dilemesini Tuncelililerin yüzde 71’i, Türkiye genelinin ise yüzde 52’si “doğru” buldu. Türkiye genelinin yüzde 55, Tuncelili katılımcıların yüzde 69.4’ü de CHP’nin özür dilemesi gerektiğini düşünüyor. (Tarık Işık, “Türkiye ‘Dersim Özrü’nde Uzlaştı”, Radikal, 3 Aralık 2011, s.16-17.)

[309] “Dersim İçin Özür Diliyorum”, Radikal, 24 Kasım 2011, s.19.

[310] Kenan Başaran, “Kemal Kahraman: ‘Barbar’ Dersimliliğimizi Bize Geri Verin”, Radikal, 26 Aralık 2011, s.18.

[311] “Meclis’te Dersim Tartışması”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2011, s.4.

[312] Çetin Diyar, “Dersim Neden Bombalanmıştı?”, Evrensel, 16 Ağustos 2010, s.6.

[313] İsmail Saymaz, “… ‘Dersim 38’ İçin İlk Karar: Zamanaşımı”, Radikal, 14 Mart 2011, s.10-11.

[314] Gökçer Tahincioğlu, “Yargıdan Dersim İçin Özür Yok”, Milliyet, 26 Kasım 2011, s.18.

[315] “BDP: ‘Dersim’ Bugün de Var”, Radikal, 17 Ağustos 2010, s.10.

[316] Açıklaması konusunda, hukukçular sadece özrün yetmeyeceğini, katliamın tüm boyutlarıyla aydınlatılması ve mağduriyetlerin giderilmesi için hem bir Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmasını hem de devam eden kültürel soykırımı ortadan kaldıracak adımlar atılmasını istiyor. Dersim katliamını Uluslararası Ceza Mahkemesine taşımaya hazırlanan Avukatlardan Erdal Doğan, Başbakanın açıklamasının önemli olduğunu ancak konuyu baştan savmak üzere dilenmiş bir özür olduğu kanaati uyandırdığını dile getirdi. O dönem gerçekleşen soykırımın bugün de kültürel soykırım şeklinde devam ettiğini dile getiren Doğan, önemli olanın mağduriyetleri bütünüyle ortadan kaldıracak adımlar atmak olduğunu söyledi. (Erdal İrmek, “Özür Yetmez, Gereğini Yapın!”, Evrensel, 25 Kasım 2011, s.6.)

[317] Cengiz Çandar, “Başbakan, Dersim’le ‘Resmi Tarih’i Yırttı!”, Radikal, 24 Kasım 2011, s.18.

[318] İsmail Saymaz, “Köşk’te Seyit Rıza Randevusu”, Radikal, 12 Kasım 2011, s.17.

[319] Genelkurmay, Dersim belgelerinin tasnifine başlarken TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi, Milletvekili Hüseyin Aygün ile 13 akademisyen ve yazarın bu çalışmalara “taraf” olarak katılmak için yaptığı başvuru reddedildi. CHP’li Aygün; Yaşar Kaya, Kazım Gündoğan, Celal Yıldız, Cemal Taş, Ali Kaya, Sait Çiya, Şükrü Aslan, Doç. Dr. Bedriye Poyraz, Dr. Ayfer Karakaya Stump, Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, İmdat Yıldız, Dr. Dilek Solieau ve Dr. Daimi Cengiz ile birlikte “Dersim 38 olaylarıyla ilgili hâlen yürütülmekte olan arşiv tarama, tasnif ve elektronik ortama aktarma çalışmalarına taraf olarak katılmak için” başvuruda bulunmuştu. Genelkurmay Başkanlığı ise devlet arşivlerinde araştırma ve inceleme yapmak isteyen Türk ve yabancı uyruklu gerçek veya tüzel kişilerin tabi olacakları esaslara ilişkin Bakanlar Kurulu kararını gerekçe göstererek bu başvuruyu reddetti. (“Dersim Talebi Reddedildi”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2012, s.4.)

[320] Güler Yılmaz, “AKP, Munzur’u İki Defa Reddetmiş”, Taraf, 25 Kasım 2014, s.9.

[321] Katliam tanıklarının konuştuğu ‘Dersim 38’ adlı belgeselin gösterimine ısrarla mani olan Kültür Bakanlığı’ydı. ‘Dersim 38’in yönetmeni Çayan Demirel, belgeselini yurtiçinde hiçbir festivale gönderemedi, kamusal alanda gösterimini yapamadı, DVD olarak dağıtamadı. Çünkü Kültür ve Turizm Bakanlığı ‘ısrarla’ buna engel oldu.

Zorluklarla tamamladığında, tanıklıklar kadar belgelerle beslenen ‘Dersim 38’ için Kültür Bakanlığı’na başvurdu. ‘Eser işletme belgesi’ almak istiyordu. Fakat film bu belgeye layık bulunmadı. ‘Kamu düzeni, genel ahlâk, küçüklerin ve gençlerin ruh ve beden sağlığının korunması, insan onuruna uygunluk ve anayasada öngörülen diğer ilkeler’ gibi bir gerekçe kokteyliyle değerlendirilerek yasaklandı. Valilikler ve emniyet birimleri çeşitli festivallerdeki gösterimine engel oldu. Gerekçe provokasyona mahal vermemekti. (Pınar Öğünç, “Dersim Belgeselini Yasaklayan AKP’ydi”, Radikal, 25 Kasım 2011, s.10.)

[322] Ertuğrul Mavioğlu, “AKP Hükümeti Dersim’de Hem Nalına Hem Mıhına…”, Radikal, 21 Kasım 2009, s.13.

[323] Barış Yıldırım, “Böyle Bir Literatür Var!”, Radikal İki, 26 Ağustos 2012, s.8.

[324] “Ne gariptir ki bu ülkede birileri hâlâ Atatürk’ün korumasına sığınarak tarihi gerçekliği ayyuka çıkan bir olay karşısında dahi tehdit savurabiliyor. Başbakan Erdoğan, bürünmüş olduğu dokunulmazlık zırhının gücüyle Dersim’de yaşananları bir katliam olarak nitelendirip gerekçeli bir özür faslına girerek, Türkiye siyasetinin ‘ya devlet başa ya kuzgun leşe’ gibi netameli konularının başında gelen, devleti korumacı seremonilerin dışında bir ilke imza attı…

Başbakan’ın yer yer sulanmaya meyilli gözleriyle ‘bir devlet katliamı’ olarak nitelendirdiği bu hadiseye dair yaptığı açıklama, benimle aynı kadere sahip bulunan birçok Dersim mağdurunu, diğer türlü yaşamış bulunduklarından ötürü de hüzünlendirdi. Nasıl hüzünlendirmesin ki… Katıldığım bir panelde, devletin 1937-38’de Dersim’de katliam işlediğini dile getirmiş bulunduğumdan dolayı, savcıların hakkımda defalarca iddianamesini hazırladıkları dertlerine deva ‘terör örgütü propagandası yapma’ suçlamasıyla bir kez daha muhatap kılınmış bulunmaktayım. Garabet bu ya, şahsıma isnat edilen terör örgütü, 68 kuşağı önderlerince kurulmuş olup zamanda bir yolculuğa çıkmış ve 1937-38’de Dersim’de bir isyana girişmiştir! Ben de o tarihlerde Dersim’de yapılanlara ‘katliam’ dediğim için, bu örgütün propagandasını yapmaya yeltenir olmuşum!” (Yalçın Çakmak, “Bizden Kim Özür Dileyecek?”, Radikal, 14 Aralık 2011, s.18.)

[325] Serkan Ocak, “Savcılıkta Bilgi Yokmuş”, Radikal, 17 Ocak 2012, s.15.

[326] İsmail Saymaz, “Dersim’deki ‘İmha’yı AİHM Yargılayacak”, Radikal, 28 Eylül 2011, s.10-11.

[327] İsmail Saymaz, “Dersim Davasında 1938 Model Savunma!”, Radikal, 28 Mart 2012, s.6-7.

[328] Şerif Karataş, “İç Hukuk Yolları Tükendi, Dersim Katliamı AİHM’de”, Evrensel, 5 Haziran 2018, s.4.

[329] “Devlet Adına Kürtler Katledilebilinir!”, Gündem, 29 Mayıs 2012, s.9.

[330] 2020 başında kuruluş dilekçesi verilen Dersim Kültür ve Tarih Vakfı, Kasım ayında Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından yasaklandı. Mahkemeye göre, “Vakfın adındaki Dersim, ülkeyi bölme amaçlı” idi. Hâlbuki Dersim’i, DGM’nin hâkimleri yargılamış ve beraat ettirmişlerdi (ve bu Dersim’in kaçıncı yargılaması, kaçıncı hikâyesidir bilinmez). (Hüseyin Aygün, “Bir Dersim Hikâyesi”, Birgün, 10 Aralık 2020, s.5.)

[331] “Dersim Sözcük Degil Sözlüktür, Yasaklanamaz!”, 25 Kasım 2020… https://www.yenitunceli.com/kent-gundemi/dersim-sozcuk-degil-sozluktur-yasaklanamaz-h461.html

[332] Dersim’den sürgün edilenlerin dramına bir örnek de eski adıyla Vaskovan Köyü’nde yaşayan Gülbenat ailesi. Ailenin öyküsü şöyle: Altı çocuk babası Mehmet Gülbenat, 1938’de ailesiyle birlikte Denizli’nin Çal ilçesinin Dede Köyü’ne sürgün edildi. Baba Gülbenat sürgün öncesi 7 yaşındaki kızı Ağca’yı komşu köydeki yakınlarına bıraktı. Trenle yapılan yolcukta ailenin 1 yaşındaki kızları yolculuk sırasında açlıktan, 2 yaşındaki oğulları da Denizli’de hastalanarak öldü. Aile, 1947’de afla memleketlerine dönüp, akrabalarının yanına yerleşti. Topraklarına el konulmuş olan aile zor durumda kaldı. 1952 yılında dönemin hükümeti tarafından, Tunceli’de sürgün edilenlerin mallarının geri verilmesi için imar komisyonu oluşturuldu. Bunun üzerine Mehmet Gülbenat, öldüğü 1983 yılına kadar, bir çok kez, Başbakanlık, bakanlık dahil resmi makamlara başvurdu. Yaptığı her başvuru sonrasında Gülbenat’a Tokat, Sinop, Kocaeli, İstanbul Gaziosmanpaşa, Van, Erciş, Yozgat, Malatya, Akçadağ ve Burdur’da devletin yaptırdığı konutlar için kura çekimine katılması, kura çıkması hâlinde kendisine ev verilebileceği bildirildi. (Ferit Demir, “Dersimli’nin Bitmeyen Sürgünü”, Radikal, 18 Mart 2012, s.9.)

[333] Önergenin ilgili bölümleri şöyle: “Dersim Tertelesi yarattığı yıkım ve can kayıplarının çokluğu ile birlikte nazara alındığında etkisi son derece büyük ve bir o kadar da vahimdir. Kuşkusuz bu elim hadiselerden birisi de Dersim Tertelesidir. Bu kanun ile Dersim adı Tunceli olarak değiştirilmiş ve 4 Mayıs 1937 günlü Bakanlar Kurulu kararıyla da on binlerce insanın yaşamını yitirdiği büyük bir yıkım gerçekleşmiştir.” (“Meclis İçin ‘Dersim Tertelesi’ Demek ‘Kaba’ ve ‘Yaralayı’cıymış!”, 18 Haziran 2020… https://www.gazetepatika11.com/meclis-icin-dersim-tertelesi-demek-kaba-ve-yaralayiciymis-62937.html)

[334] Murat Arpacı, “Böyle Bilinsin Dersim’in Hâlleri”, Radikal Kitap, Yıl:9, No:483, 18 Haziran 2010, s.30.

[335] Kenan Çetin, “Dersim Geleceğe Uzansın”, Evrensel, 24 Temmuz 2012, s.6.

[336] Yusuf Gürsucu, “Dersim’e Maden Kuşatması”, Yeni Yaşam, 23 Eylül 2020, s.12.

[337] Hüseyin Kalkan, “Dersim’e ‘Kulekol’ ve Köstebek Yatırımı!”, Yeni Yaşam, 17 Temmuz 2020, s.9.

[338] “Canlı Cansız Her Şeyimize Düşmanlar”, Yeni Yaşam, 11 Temmuz 2020, s.3.

[339] Oğuz Mutlu, “Dersim’in Kültürü ve Çevresi Korunmalı”, Birgün, 18 Eylül 2020, s.14.

[340] Hüseyin Kalkan, “Dersim’in Ekolojisine ve İnancına Saldırı”, Yeni Yaşam, 16 Temmuz 2020, s.9.

[341] “Munzur’dan Elinizi Çekin”, Yeni Yaşam, 10 Ağustos 2020, s.12.

[342] “Katilliğin İhalesi Yapılıyor”, Yeni Yaşam, 11 Temmuz 2020, s.3.

[343] Mahmut Lıcalı, “Tunceli’ye Resmi Bakış”, Cumhuriyet, 26 Kasım 2011, s.4.

[344] Ayça Örer, “Tunceli’de ‘Günde 15 Vakit Ezan’ın Belgeseli!”, Radikal, 1 Nisan 2013, s.6-7.

[345] Tarık Işık, “Kurslar Umut Olmuştu”, Radikal, 29 Ekim 2012, s.12-13.

[346] Tarık Işık, “Oruç Tutmadım Diye Tuvalet Temizledim”, Radikal, 27 Ekim 2012, s.10-11.

[347] Kayhan Ayhan, “Tunceli’de Tarikat Tehlikesi”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2020, s.9.

[348] Hüseyin Aygün, “Dersim’deki Tarikat Örgütlenmesi”, Birgün, 18 Aralık 2020, s.6.

[349] Tarık Işık, “İrşat Dersim’de Bir Asimilasyon Çalışmasıdır”, Radikal, 30 Ekim 2012, s.13.

[350] Fethullah Gülen’in Kürtler için “altını üstüne getirin, kökünü kurutun, 500 değil, 5 bin hatta 50 bin olsa da yok edin!” sözlerinin yankısı sürerken bu kez Dersimli Kürt Alevîlere kin kustu. İnternet ortamındaki bir video konuşmasında Gülen, Dersimli Kürt Alevîleri dinsizlikle suçladı.

Gülen konuşmasında Ermeniler, Süryanîler, Araplar, Süryanîler ve Kürtler için ırkçı ifadeler kullanıyor. Kürtlerin temel hakları için verdiği mücadeleyi Süryanî, Ermeni, ateistlerin kışkırtması olarak değerlendirirken, “Alevîlerin de aslında Alevî olmadığını” iddia ediyor.

Gülen konuşmasının ilerleyen bölümlerinde Dersimliler Alevî Kürtler için ağır sözler sarfederek şöyle diyor: “Asıl Ermenilerden, Süryanîlerden meydana gelmiş aslen Nusayri olan Tunceli civarındaki Alevîler bu işin arkasında. Bunların dinleri yoktur. Çok sıkı durmak lazım, bu mevzuda taviz vermemek lazım.” (“Gülen: Dersim Alevîleri Dinsiz!”, DBH_Tartışma, 7 Aralık 2011.)

[351] Şükrü Aslan, aktaran: Baskın Oran, “Değil İsyan, Asayiş Sorunu Bile Yoktu”, Radikal, 18 Kasım 2010, s.28-29.

[352] Fişlenenler arasında dikkat çeken isimlerden biri 77 yaşındaki Bıra Karataş. Bıra Karataş, oğlu Bülent Karataş’ın, 2007 yılında halasının oğlu A. Rıza Çiçek’le Boytaş köyü yakınlarında ormanlık alanda odun toplarken, operasyona çıkan askerler tarafından kimlikleri sorulduktan sonra ateş açılarak öldürüldüğünü anlatıyor.

Fişlenenler arasında yer alan İl Genel Meclis üyesi Deniz Yıldırım, fişlemelerin geçmişte de yaşandığını hatırlatarak “Özellikle bu fişleme olayının Seyit Rıza’ların idam edilişinin yıl dönümü ile tutsaklar tarafından başlatılan açlık grevlerine desteklerin arttığı bir döneme denk getirilmesi bizleri şaşırttı.

Dersim için fişlemelerin 1938’den bu yana gelenek hâline geldiğini söyleyen Ali Haydar Kızık, “Amaçları insanları bezdirip, sindirmektir. Birkaç gündür ilçe halkı arasında bir güvensizlik var. Kim kimin tarafında diye insanlar birbirine şüpheyle bakıyor. İlçe halkı olarak gereken tepkiyi ortaya koymamız lazım” dedi. Hukukun olduğu bir ülkede fişlemelerin olmaması gerektiğini belirten 64 yaşındaki Demir Erdemir ise, “Bu halk 1938 yılından beri fişleniyor. Hakkımızı arayacağız.” (Kemal Özer, “Hozat’ta Fişleme Tedirginliği”, Evrensel, 18 Kasım 2012, s.3.)

[353]  “Artık Böyle Fişleyecekler!”, Birgün, 19 Kasım 2012, s.9.

[354] Aktaran: Melih Altınok, “Dersim Mektupları ‘Sır’ Oldu”, Taraf, 24 Şubat 2012, s.13.

[355] Ruşen Çakır, “Dersim’den Başbakan’a Daha Çok Ekmek Çıkar”, Vatan, 24 Kasım 2011.

[356] Cengiz Çandar, “Dersim Geri Geldi; Tunceli Gitsin Artık…”, Radikal, 22 Kasım 2009, s.11.

[357] Ertuğrul Özkök, “Dersim Katliamsa Öteki Ne”, Hürriyet, 20 Kasım 2009, s.19.

[358] Deniz Kavukçuoğlu, “Özür, Tamam da Kim Dileyecek? (2)”, Cumhuriyet, 26 Kasım 2014, s.14.

[359] “Dersim Ayaklanması’nın, gerek ayaklanmacılar gerekse genç Cumhuriyet açısından ayrı bir önemi vardır. Kürt olmayan Dersim, Osmanlı’dan beri zorlu doğa koşulları ve etkin aşiret egemenliğiyle, Anadolu’nun ortasında içine kapanmış ayrı bir ülke gibiydi. Bölgeye tümden egemen olan aşiretler; vergi vermiyor, askere insan göndermiyor ve kendi adlarına vergi topluyordu. Aşiretlerin sürekli olarak beslediği özel silahlı güçleri vardı.

Dersim’de yerleşik düzen, aşiretçilik ve göçerlikti. Bölgenin tek ‘ekonomik’ eylemi, ticaret değil eşkıyalıktı. Türkiye Cumhuriyeti yasaları bu bölgeye henüz ulaşmamıştı. Ulusal bütünlüğün tamamlanması, Dersim halkının, aşiret baskısı ve gerilikten kurtarılması, bitmek bilmeyen eşkıyalığa son verilmesi için, Dersim sorunu çözülmeliydi…

Emperyalizmin Kürtlere olan ilgisi, petrolün öneminin artması ve Ortadoğu’da zengin petrol yataklarının bulunmasıyla yoğunlaşmıştır. Bölgeyi denetim altında tutabilmek için, bölgedeki devletlerin güçlenmesine izin verilmemiş, yörenin geri unsurları bu amaçla kullanmıştır. Bu kullanım sürmektedir.” (Metin Aydoğan, “Cumhuriyetin ‘Dersim’ Tavrı”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2019, s.2.)

[360] Emre Kongar, “Şeyh Sait ve Dersim”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2014, s.8.

[361] “Dede Diyap Ağa ilk Kemal’e (Atatürk) mutlak bağlıydı, torun Gürsel Erol ise son Kemal’e (Kılıçdaroğlu). İşte Dersimli ve CHP’li bir ailenin hikâyesi… Diyap Ağa, 1935’de 83 yaşındayken öldü… Ne 1937’deki Seyit Rıza’nın başlattığı Dersim ayaklanmasını gördü ne de Ankara’nın başlattığı büyük Dersim harekâtını… Her ikisine de kalbi dayanmazdı.

Ama özellikle Dersim’in adının TUNCELİ yapılmasına üzülürdü. Atatürk’e ve devrimlerine gönülden bağlı bir Dersimli olarak memleketinin adını değiştirmemesini Atatürk’ten rica ederdi. Ve onun yanına gelip o ünlü sözünü fısıldardı: ‘Dersim Dağları Hepimize Yeter Paşam’…” (Gürkan Hacır, “Dersim Dağları Hepimize Yeter Paşam”, Akşam, 29 Temmuz 2012, s.10.)

[362] “Gül: Dersim Arşivleri Açılabilir”, Radikal, 2 Aralık 2011, s.17.

[363] “Dersim Arşivleri Açılmıyor”, Birgün, 13 Şubat 2012, s.9.

[364] Özgür Ulusoy, “Giro Manoyan: Dersim Özür Değil Manevra”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2012, s.11.

[365] Hüseyin Aygün, “Yüzleşme?”, Birgün, 5 Mayıs 2016, s.6.

[366] “İki tür öldürme biçimi vardır: Biri açık açık öldürme eylemiyle adlandırdığımız; diğeri ise bu hassas edebi kelamı genellikle üstü kapalı bırakan biçimi: ‘hayatı imkânsız kılmak.’ Bu; bir sürü görünmez suç ortağının olduğu, yavaş ve karanlık bir cinayet biçimi. Bu, ne yargıcı ne de hükmü olan bir Engizisyon tarafından yürütülen ‘coroza’sız (İdama mahkûm edilenlerin başlarına takılan bir metre uzunluğunda sivri uçlu başlık), alevsiz bir ateşe atma cezası.” (Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri 2. Cilt, çev: Barış Baysal, Kalkedon Yay., 2014.)

BİTTİ

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP