Süleyman Yağız

Süleyman Yağız

12 Mart 2024 Salı

“Huda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Huda”

“Huda’yı kendine kul  yaptı, kendi oldu Huda”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Süleyman YAĞIZ

İstiklâl Marşımızın Yazarı, Millî Şairimiz Mehmet Akif, büyük bir şair ve düzgün bir Müslüman’dı. İnancında çok duyarlıydı.

Bu dönemde yaşasaydı, “siyasal islâm” ekseninde olup bitenlere ilgili olarak neler yazardı, neler!..

İnanıyorum ki, Hayrettin Karaman gibi, iktidarın fetvacısı gibi hareket etmezdi…

Bazı “siyasal islâmcılar” gibi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, kesinlikle “dârülharp” olarak görmezdi!..

***

Tevekküle karşı değildi.

Ama aklın, iradenin  kullanılmadığı tevekküle de çok mesafeliydi. Bu konuda en ağır eleştiriyi getiren de oydu.

O nedenle yıllar önce bir şiirinde, “mütevekkil”i eleştirirken, “Huda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Huda” diyordu… (Safahat, s.268)

***

Fesli ve sair Atatürk düşmanlarının, Mehmet Akif’i sevmemelerinin en önemli nedenlerinden biri bu dizelerde  gizlidir.

Bana göre, bir başka önemli nedeni de Mehmet Akif’in “millet”in adını açıkça telaffuz etmesiydi. Akif, “Ordunun Duası” başlıklı şiirinde şöyle diyordu:

“Türk eriyiz, silsilemiz kahraman/ Müslüman’ız, Hakk’a tapan Müslüman.” (Safahat, s.533)

“Ordunun Duası”, Ali Rifat Bey tarafından bestelenmiş ve millî mücadele yıllarında Genelkurmay Başkanlığı’nca kabul edilmiştir. (Safahat, s.533)

***

Siyasal görüşümüz ne olursa olsun değerlerimize sahip çıkmayı asgarî müşterek (ortak payda) hâline getirmeliyiz.

Mehmet Akif en büyük ortak değerlerimizden biridir. Onu rahmetle, minnetle anıyorum.

Devamını Oku

Yatan benim!

Yatan benim!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Süleyman YAĞIZ

adımıza şehit derler

şu “tepe”de yatan benim

bir de helâllik isterler

şu “tepe”de yatan benim

şu toprakta yatan benim

*

yüreğimiz demirdendir

yollarımız çamurdandır

yıllardır böyle, nedendir

şu “tepe”de yatan benim

*

benim, ömrü karartılan

benim, dalı kopartılan

sonra tümden unutulan

şu “tepe”de yatan benim

*

erim, onbaşı, çavuşum

cephelerde yorulmuşum

vurulmuşum, can vermişim

şu “tepe”de yatan benim

*

neden değişmiyor kader

garibi eritiyor keder

diyorlar, bu böyle gider

şu “tepe”de yatan benim

*

bu gidiş değişmelidir

insan eşitlenmelidir

saflar çeşitlenmelidir

şu “tepe”de yatan benim

şu toprakta yatan benim

 

İstanbul, 4 Mart 2020

 

 

Devamını Oku

Kırıkhan’da motor var!

Kırıkhan’da motor var!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Süleyman YAĞIZ

Bir AKP’li, üstelik de okumuş, fakülte bitirmiş bir AKP’li, AKP’den önce Türkiye’de traktör olmadığını iddia etmiş…

Bunlar, neredeyse AKP’den önce Türkiye diye bir ülkenin olmadığını bile söyleyecekler!..

Öyle ya, bu tür iddialarına her gün bir yenisini ekliyorlar.

Neyse… Biz traktöre dönelim…

Türk Traktör’ün verilerine göre, “Türkiye’nin İlk Traktörü 8 Mart 1955 tarihinde Türk Traktör tesislerinde üretildi.”

*

Ben bu konuyu birkaç yıl önce, hatta 50 yıl önce de ele almıştım.

Rahmetli Attila ilhan, 70’li yıllarda “Halk şiiri de tıpkı divan şiiri gibi toplumsal koşullardan çok az etkilenmiş ve kendi kuralları içinde sürüp gitmiştir” diye yazmıştı. (Yeni Ortam, 21 Ocak 1974)

Oysa, tam da o yıllarda hemen her türkü “toplumsal koşulları içeriyor”du.

Dahası, Âşık Veysel ve Neşet Ertaş gibi büyük ustalar, toplumsal koşullara pek değinmedikleri için “gül bülbül edebiyatı” yapmakla suçlanıyordu.

*

Ben de Attila İlhan’a tepki göstermiş, “Halk şiiri, bırakın toplumsal koşullardan çok az etkilenmeyi, toplumsal koşulların kendisidir” demiş ve bir halay türküsünden söz etmiştim.

Türküde şu dizeler yer alıyordu:

KIRIKHAN’DA MOTOR VAR

HEP MARKASI CON DERE

KIRIKHAN KIZLARININ

HEP SAÇLARI ONDELE

Türkü, bu dizelerle, JOHN DEERE marka traktörün Türkiye’ye girişini anlatıyordu.

Bu halay türküsünün bu dörtlüğü bile halk şiirinin toplumsal koşulların kendisi olduğunu gösteriyor ve Attila İlhan’ın anlamsız tezini çürütmeye yetiyordu.

*

Bazı sözde aydınlar daha ileri gidip, Pir Sultan gibi Alevi önderi bir ulu ozanın “İran casusu” olduğunu iddia ediyorlardı.

Oysa o zaman İran bir Türk (Safevi) devletiydi. Başında da Azerbaycan Türkü Şah İsmail (Şah Hatayi) vardı.

Ki, Şah Hatayi, Aleviler için yedi büyük ulu ozandan biriydi.

 

Yine aynı “sözde”ler, Sultan Abdülaziz’in fermanına meydan okuyan Dadaloğlu gibi bir büyük Avşar halk ozanını “yerleşik düzene karşı çıktığı” gerekçesiyle “gericilik”le suçlama aymazlığını dahi gösteriyordu.

İki iddia da saçmadır.

*

Halk şiiri ve türküsüyle ne alıp veremedikleri varsa bu kişilerin, anlamsız iddialarına zaman zaman tanık oluyoruz.

Onlar söyledikleri anlamsız ifadelerle anlamsızlaşırken, halk şiiri ve türküsü toplumsal koşulların kendisi olmaya devam ediyor.

Sabahattin Ali gibi büyük usta bir yazar bile asıl işi olan roman ve hikâyelerinden daha çok halk şiiri tarzında yazdığı, bestelenen/yakılan şiirleriyle anılıyor.

*

Bu, çok önemli. Halk şiiri/türküsüne karşı olanlara özellikle anımsatmak isterim.

Halk şiiri/türküsü düşmanlığı, sözde aydınların kıskançlıklarından kaynaklanıyor!

Çünkü kendi yazdıklarıyla halk şairleri kadar etkili olamıyorlar!

Beni soracak olursanız:

Halk şiiri/türküsü benim ana beslenme damarımdır. Türkü dinlemezsem, destansı şiirleri hiç yazamam.

Şiirlerim tatsız, tuzsuz olur.

Yaşasın halk şiirimiz!

Yaşasın türkülerimiz!

Yaşasın!

Baraklarımız, bozlaklarımız!

Hoyratlarımız, yol havalarımız!

Yaşasın!

Cümle türkülerimiz!..

———

NOT: Alevi kardeşlerimizin yedi ulu ozanı şunlar: Seyyid İmadeddin Nesimi, Şah Hatayi (Şah İsmail), Fuzuli, Yemini, Virani, Pir Sultan Abdal ve Kul Himmet

 

 

Devamını Oku

Ahlak dersinde komünizm propagandası yapmış-ım! 

Ahlak dersinde komünizm  propagandası yapmış-ım! 
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Süleyman YAĞIZ

-Öğretmenler Günü kutlu olsun-

*

Mesleğim öğretmenlik değil, gazetecilik, yazarlık…

Ama gençlik yıllarımda doğum yerim İslâhiye ile İstanbul’da “vekil” ve “ücretli” öğretmenlik yaptım.

Örneğin, 1974-75 öğretim yılında “ücretli öğretmen” olarak İstanbul Vatan Lisesi’nin orta kısmında beş-altı derse girdim.

Bunlardan biri de Ahlâk Dersi idi. (Dolayısıyla ülkemizin ilk “ahlâk hocaları”ndan biriyim.)

***

Ahlâk Dersi’nin ilk yılında, -ki, o zaman sadece ahlâk dersi idi- henüz kitabı yoktu.

O nedenle yaptığım özel araştırmalardan edindiğim bilgileri kendi birikimimle harmanlayıp özgün metinler oluşturuyor, bunları öğrencilerime anlatıp satır satır yazdırıyordum.

Ahlâkı, “dinsel” açının yanı sıra, hatta daha çok “bilimsel” açıdan da anlatıyordum.

*

Öğrencilerimden birinin babası şikâyetçi olmuş; “ahlâk dersinde komünizm propagandası” yaptığımı iddia etmişti.

İddiaya yol açan sözlerim “küfür”le ilgiliydi… Öğrencilerime ders notlarını yazdırırken demiştim ki: “Küfür her zaman ahlaksızlık mıdır?”

Bir de örnek vermiştim:

 

“Halk Ozanı Çorumlu Hamdi Gardaş, bir şiirinde, KÜFÜR KAPLADI DİLİMİ/ SÖVE SÖVE USANDIM BEN diyor. Ozan’ın bu ifadesi ahlaksızlık mıdır?”

 

Tabii, yanıtı da ben vermiş, Hamdi Gardaş’ın dizelerinin ahlâksızlık sayılamayacağını söylemiştim.

Ozan’ın, bozuk düzene (şimdiki düzen ondan milyon misli kötü) karşı “başkaldırı”yı dile getirdiğini, dolayısıyla bunun ahlâksızlık olarak yorumlanamayacağını anlatmıştım.

*

Şikâyetçi, “Böyle bir yorumu ancak bir komünist yapabilir” diye düşünmüş olmalı ki, beni okulun müdürüne ihbar etmişti.

Beni odasına çağıran müdür bey, yazdırdıklarımın hepsini okuduğunu, bir sakınca görmediğini, ancak şikâyetin yayılacağını, kendisini de beni de zor durumda bırakacağını belirterek, “Dönem sonu geliyor. Siz de zaten asıl öğretmen değilsiniz. Hiçbir şey olmamış gibi istifa edin” demişti.

Ben de müdürü kırmamak için öğrencilerimin gözyaşları arasında okula veda etmiştim.

*

Ahlâk Notlarım kitap boyutuna ulaşmıştı.

Kitabın sunuşuna, “EN BÜYÜK AHLÂKSIZLIK İNSANIN İNSANI SÖMÜRMESİDİR” diye yazmıştım.

TÖB-DER, sonraki yıllarda kitap olarak yayımlayacaktı; kısmet olmadı.

Araya 12 Eylül Darbesi girdi.

 

Türkiye zaten, ne çektiyse “komünizm ve sol korkusu” yüzünden çekti. 12 Eylül dabesi de bu nedenle yapıldı ve nihayetinde dincilerin önü açıldı.

*

Benim de dördüncü sınıfına kadar öğrencisi olduğum İslâhiye’nin Cumhuriyet İlkokulu’nda henüz 19 yaşımdayken öğretmenlik yaptım.

O zaman 4-A sınıfını okutuyordum; “vekil öğretmen” olarak.

Aradan 54 yıl geçti…

Öğrencilerim şu anda 60’lı yaşları geçmiştir. Allah hepsine sağlıklı uzun ömürler versin. Vefat edenleri varsa onlara da rahmet eylesin.

***

Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü… Bu vesileyle başta Başöğretmenimiz büyük Atatürk olmak üzere bugün hayatta olmayan, benim de ilk öğretmenim (Köy Enstitülü) Osman Çetin’i ve bütün öğretmenlerimizi saygıyla anıyorum.

Yaşamlarını sürdüren öğretmenlerimize de sağlık, huzur ve kimseye muhtaç olmadıkları mutlu bir ömür diliyorum.

*

İstanbul, 24 Kasım 2023

 

 

Devamını Oku

İttifak, koalisyon ve uzlaşı olmadan uygar olamayız!

İttifak, koalisyon ve uzlaşı olmadan uygar olamayız!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Süleyman YAĞIZ 

Evet… İttifak, koalisyon ve uzlaşı olmadan uygar olamayız; uygarlık yolunda mesafe kaydedemeyiz.

Bana göre, seçimlerde ittifaklar, seçimlerden sonra da koalisyonlar mecburi hâle bile getirilmelidir.

Kastım; sol ya da sağ cephe değil, sağlı sollu karma ittifak ya da iş birliğidir. Cepheler ayrışmaya, ittifaklar ise uzlaşmaya götürür.

*

Ne kadar uzlaşırsak o kadar medeni oluruz.

Bu bağlamda Türkiye’nin en büyük ihtiyacı uzlaşmadır. Bunu da ittifaklar ve koalisyonlar sağlar.

İttifaklar da birbirine benzeyen partilerden çok benzemeyen partiler arasında yapılmalıdır.

*

Milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimleri aynı tarihlerde değil, ayrı zamanlarda gerçekleştirilmelidir.

Cumhurbaşkanı kesin tarafsız olmalı, partili ise adaylıktan önce partisinden istifa etmelidir.

Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmelidir.

Seçim iki turlu olmalıdır.

*

Başbakanlık sistemine dönülmelidir. Başbakan, milletvekilleri arasından seçilmelidir.

Başbakan adayının birinci partinin lideri olması şartı bulunmamalıdır.

İki büyük partinin içinden biri de cumhurbaşkanı tarafından başbakan adayı gösterilebilmelidir. Güvenoyu alan aday başbakan olmalıdır.

Aynı partilerin koalisyonundan oluşan hükümetler en fazla iki dönem görev yapabilmelidir.

*

Belediye başkanı seçimleri de iki turlu olmalıdır ve başkanlar milletvekilleri gibi dokunulmazlıkla korunmalıdır.

Ancak hem milletvekilleri, hem de belediye başkanları hakkında yolsuzluk ve yüz kızartıcı suç iddialarıyla ilgili dava açılabilmelidir.

Davalar süratle sonuçlandırılmalı ve suçlu bulunan başkanın yerine belediye meclislerinde seçim yapılmalıdır.

Suçlu bulunan milletvekilinin yerine ise genel seçimlerde onun arkasında oy alan kişi milletvekili olmalıdır.

*

Başta yerel seçimler olmak üzere seçim yapılan hiçbir yerde kayyım ataması yapılmamalıdır.

Yâni, seçilenin yerine bir memur değil, yine bir seçilmiş gelmelidir.

Irkçılık ve dincilik kesin yasak olmalıdır. Irk ve din devleti istemek suç sayılmalıdır. Ancak kimse kökeninden dolayı ötekileştirilmemelidir.

*

Anayasa ve yasalara herkesin kesin olarak uyması sağlanmalıdır.

Suç zanlısı cumhurbaşkanı da olsa yargı res’en harekete geçmelidir.

Yargıda siyasi atama yapılmamalıdır. Yargı mensupları Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından atanmalıdır.

Yargının keyfi hareketleri olursa bu sorun yasama eliyle çözülmelidir.

*

Güçler ayrılığı kesin olarak sağlanmalıdır.

RTÜK gibi siyasî eksende hareket eden kurum ve kuruluşlar kaldırılmalıdır.

Son söz: Ülkede tam demokrasi ve inançlara saygılı laiklik esas alınmalıdır.

 

İstanbul, 20 Kasım 2023

 

Devamını Oku