Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Habip Hamza Erdem

Daha nasıl olacak?

Benim ‘iç savaş’la ilgili saptamalarımı kimileri anlamıyor olabilirler.

Sanki ‘savaş’ denilince, sadece Suriye’deki gibi eline silah alan her hergele grubunun on yıllarca biribirlerini boğazlamaları anlaşılmaktadır.

Oysa ‘savaş’, bir ‘politika’ yapma biçimidir.

Yani, en yalın tanımıyla, “kendi irade, düşünce ve ideolojisini karşısındakine kabul ettirmek eylemidir”.

Kargadan başka kuş Weber’den başka sosyoloğ tanımayan bizim aklı-evvelerin ‘Devlet’ tanımı da, bu eylemi bir ‘meşru şiddet’ aracılığıyla yapmaya dayandırılmaktadır.

Yani ‘Devlet’, ‘şiddet’in en ‘meşru’ kaynağı olmaktadır.

O zaman, ‘Devlete karşı olmak’, demek ki doğrudan ‘şiddet’e karşı olmak demek olmayacak mıdır?

Raymond Aron, Max Weber’in ‘Bilge ve Politika’ (Le savant et LE politique) başlıklı çalışmasına yazdığı önsözde, Weber sosyolojisinde, tarihsel aktörlerin ‘yaşanmışlık’ları ya da ‘deneyimledikleri anlam’ (le sens vécu) öne çıkmaktadır diyor.

Yani Weber’e göre tarihçi ve sosyoloğlar, ‘gerçek anlam’ (sens vrai) değil ama bu ‘duyumsadıkları ve deneyimledikleri anlam’ı öne çıkarmaktadırlar.

Oysa bu ‘duyumsama ve deneyimleme’ gerçekte çok karmaşıktır.

Burada sadece ‘demagoji’ yapan şarlatanların, ‘peygamber’ ya da ‘karizmatik lider’ olarak sunulup görülebileceğine işaret edelim.

Böylece Devlet’i şu ya da bu yolla ele geçiren, örneğin bir sözde ‘karizmatik lider’in uyguladığı ‘şiddet’in ne kadar ‘meşru’ olduğu kolaylıkla sorgulanabilecek demektir.

Ve Türkiye’de şimdilerde revaçta olan ‘Devlet aklı’nın, ‘meşruiyeti’ de sorgulanabilecek demektir.

Öte yandan, tarihsel materyalist yaklaşıma göre Devlet, toplumsal sınıflar arasındaki uzlaşmaz çelişkilerin bir ‘ürünü’ olarak ortaya çıkmaktadır.

Yani tarihin belli dönemlerinde her ne ‘biçim’ alırsa alsın, bu uzlaşmaz çelişkilerin ‘savaş’ı olarak sürüp gelmektedir.

İşte bu ‘savaş’, özde ‘politik’ bir savaştır.

Demek ki, ister en ılımlısından en azılısına kadar sağcı ve isterse en ılımlısından en azılısına değin solcu bir yaklaşım olsun, ‘politika’nın özde ‘savaş’tan başka bir şey olmadığı söylenebilecektir.

Burada sadece ve yalnızca sürüp gelen ve sürüp gidecek olan bu ‘savaş’ın, günümüz koşullarında aldığı ‘biçim’ tartışılabilir.

Asıl sorun işte bu ‘biçim’in, acaba yaşadığımız çağda ulaşılmış bulunan ‘evrensel hukuk ve etik’ düzeyiyle ne kadar bağdaşıyor olduğudur.

Örneğin, İŞID ve HTŞ’nin uyguladığı ‘kelle alıp kelle vermek’ biçiminde mi yoksa AK Devlet’in uyguladığı ‘terör’ biçiminde mi olmaktadır?

Yani asker, polis ve mahkemelerin tamamen ‘keyfî’ kararları ve yürürlükte olduğu sanılan anayasa ve yasalara ‘aykırı’ biçimde mi yürütülmektedir?

İşte o bilir bilmez kullanılan ‘Demokrasi’, bu ‘uzlaşmaz çelişki’lerin anayasa ve yasalarla belli bir ‘kural’a bağlanmasından başka bir şey değildir.

Yirmi ikinci yüzyılda bu ‘kurallar’a aykırı her eylem ‘Devlet terörü’ veya ‘iç savaş’tan başka bir anlama gelmez.

Seçilmiş belediye başkanlarını görevden almak, siyasal parti yöneticilerini içeri tıkmak, ifade özgürlüğü çerçevesinde dillendirilen her eleştiri yapanı apar-topar karakola çekip tutsak mahkemelerce mahkûm ettirmek, bu ‘iç savaş’ uygulamalarından başka bir şey değildir.

Bütün bunlara ek olarak, örneğin bugün, 21 Ocak 2025 tarihinde, Bolu’daki yangın dolayısıyla belediye başkanının ‘bakan’ diye ortalıkta dolanan Turizmci için ‘yalan beyanla halkı aldatmaktadır’ sözüne bir ‘muharebe’dir dense yeridir.

Buna benzer, her gün onlar ve hatta yüzlerce ‘çatışma’ ya da ‘muharebe’ yaşanmaktadır.

Demek ki ‘savaş’ın tam ortasındayız ve bu ‘savaş’ olabilecek tüm hızıyla sürdürülmektedir.

Bu ‘biçim’in bir adım ötesi ise kuşkusuz ‘kelle alıp kelle verme’ biçimi olup, ne yazık ki gidişat o yöndedir.

Kanımca, bütün bu olanları, her ne gerekçe ile olursa olsun, görmezden gelmek ya da anlayamamak, ateşin körüğüne nefes olmak demektir.

Benim, şimdilik, ‘tarihsel, felsefî ve sosyolojik’ olarak ‘gerçek anlam’ı anlamak ve anlatmak savaşı vermekten başka elimden bir şey gelmiyor.

Elimden gelen her şeyi yapmak zorunda kalmamayı ummakla yetiniyorum.

 

 

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER