Kendine cennet yaratmak isteyen o cenneti korumak için geliştirebildiği en etkili araçlarla mücadele eder. Cennet sahiplerinin aracı devlettir. Cenneti olmayanların aracı örgütlü olduğu partidir. Devlet teorisi egemenliğin ve devamının temel ilkelerini açığa çıkarırken, emek dünyasının kendine özgü hedefini tanımasının aracıdır. Dolayısıyla, devlet teorisini kavramamış parti ”amacına” giderken daha ilk adımında eksik olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Parti halkın demokrasi mücadelesinin teorik cephesinin bir unsuru olarak kalmaz. Parti aynı zamanda sınıflı toplumların bütün tarihleri boyunca bölünme ve çatışmasının temel nedeni olan üretim araçları üzerindeki mülkiyetin özel biçimini; bütün sosyal ve siyasal sonuçlarının anlaşılmasının ve değiştirilmesinin de başlangıcında bulunur.
Bunun anlamı devlet; üretim sisteminin sonucu olarak ortaya çıkan ve sistemin tüm ilişkilerini koruyan ve devam ettirebilen kurumlar bütünüdür. Devlet iki öze sahiptir. Ekonomik öz ve siyasi öz.
Üretim sürecinin ilişkiler bütünlüğü var. Üretim aracı ve aracın sahibi, üretimi yapan güç, üretilen malın dağıtımı, bölüşümü ve tüketimi.
Bu karmaşık sisteme aynı zamanda ekonomi de denir. Devletin ekonomik özünü ifade eder. Bu sistemin kendini koruyacağı hukuk sistemine ihtiyaç var. Sistemin hukuku toplumun kendi içinde ki çatışmalar sonunda uzlaştığı zemin üzerinde kurumsallaşır. Bu uzlaşma da devlet yönetim biçimini yansır. Devlet yönetim biçimini ifade eden hukuk, devletin siyasi özüdür. Sonuç olarak, üretim sistemi, üretim ilişkileri ve hukuk sistemi devletin özünü, biçimini belirler.
Türkiye’de üretim sisteminin tıkanması ve tıkanmanın dayatmasıyla sistem kendini korumak için faşizmi tercih etmiştir. İdeolojik tercihin nedeni sistemin tıkanmasıdır. Faşizmin ideolojik dayanağı daima şovenizm ve din olmuştur. Faşizmin tercih edilmesinde emperyalist-kapitalist sistemin; bilgi çağında üretimi ve insanı kontrol etmekte zorlanması önemli etkendir. Türkiye’de bağlı olduğu emperyalist zincirden üzerine düşeni almıştır. Kısaca dünya halkları ötekileştiren, baskıcı, zulmeden, yok eden ve alım gücünü eriten, örgütsüz ve teslim alınmış halkı iliklerine kadar sömüren yönetimlerle karşı karşıya. Kapitalist-emperyalist sistem kendi krizini kendi yaratan ve yarattığı krizlerle kendinin yok oluş sürecini hazırlayan sistemdir. Kapitalizmin dünya çapında ekonomik krize girdiğini; kapitalizmi savunan ideologları söylüyor.
Krizler kapitalizmin içkin özelliğidir. Krizsiz kapitalizm olmaz. Aşağı yukarı beş yüz yıllık bir tarihi olan kapitalizm, krizleri hep içinde taşıdı ve belli aralıklarla krize girdi. Krizlerin temelinde üç etken vardır: 1) Üretim anarşisi. 2) Azami kâr güdüsüne karşılık, aşırı üretime karşı eksik tüketim.
3) Toplam sermaye büyüdükçe kârların düşme eğilimine girmesi; buna bağlı olarak durgunluk. Durgunluğu aşmak için spekülasyon eğilimi. Sonuç: Kapitalizmin varoluş koşulları, dönüşüm tarzını meydana getiren nedenler yüzünden, bolluk içinde yokluk yaşanır. Küçük bir azınlık zenginleşirken nüfusun büyük çoğunluğu yoksullaşır. Toplumsal kutuplaşma ve tekelleşme artar, işsizlik yayılır, mali spekülasyonlara ve borsa oyunlarına dayalı kumarhane ve soygun ekonomisi gelişir, yaşam kalitesi düşer, savaş eğilimi güçlenir, doğa tahrip edilir. En başarılı olduğu yükselme dönemlerinde, insanlığın büyük çoğunluğuna acılar yaşatan onları bolluk içinde yoksulluğa ve kalitesiz bir yaşama mahkum eden; sömürüyü, eşitsizliği, baskıyı, savaşları, israfı, doğa katliamını, yabancılaşmayı dayatan kapitalizm, başarısızlığının açıkça ortaya çıktığı kriz dönemlerinde daha büyük acılara ve kötülüklere sebep olur.
Ekonomik krizle kapitalizmin otomatik olarak çökeceği anlamına gelmez. Kapitalizm sadece ekonomik süreçlerden oluşan bir sistem değildir. Onu ayakta tutan devlet vardır. Devletin sisteme karşı çıkacak iradenin, örgüt bilincine ulaştırmamak için her türlü şaşırtma, yanıltma, uyuşturma, saptırma, güdüleme yöntemini beşikten mezara kadar kullanan türlü çeşitli ideolojik aygıtları var. Devletin sisteme karşı çıkacak güçleri ayartacak, korkutacak, dağıtacak, cezalandıracak, sopalayacak ve katledecek baskı aygıtları vardır. Peki ne yapılmalı ki, ne olmalı ki insanca ve onurluca yaşama yelken açalım!
Bize yaşamı cehennem yapan sistemi değiştirelim! Halk önce kendine baskıyla, iradesine ipotek koyan korkuyu yenmeli. Halk iradesi, Kapitalizmin zulmüne karşı, yerine eşitliğe ve özgürlüğe dayanan yeni bir kardeşlik sistemini, demokratik halk iktidarını kurulabileceğine inanması gerekir. Örgütlenmeli, siyasi mücadele etmeli. Mücadelesini; bireysel sömürüden ırak tutan demokratik cumhuriyetle taçlandırmalıdır. Emekçi halk iradesi, Alternatif olarak kamu yatırımlarından yana, üretim ve tüketim kooperatiflerine ağırlık verilmesini, küçük ve orta sanayi işletmelerine sistemli ve kapsamlı kolaylıklar getirilmesini istemeli. Özelleştirilmiş işletmelerin tekrar devlete devredilmesini, bankacılık ve mali işletmelerin üretime uygun çalışmasını; emekçilerin, köylülerin, bütün yoksul ve sabit gelirli kesimlerin krizden en az şekilde etkilenmesini sağlayacak politikalar yaratılmalı. Nimetlerin ve külfetlerin yurttaşlar arasında eşit şekilde paylaşılmasının yolunu açarak krizden bir çıkış olabileceğini, böyle bir ekonomi politikasını yürütmeye hazır olarak siyasal iktidarı üstlenmeye talip olduğunu iddia eden partiyle güç olmalı. Hedefi demokratik cumhuriyet. Bilgi ve teknolojiyi kullanarak, insana her alanda hizmet edebilecek üretim ilişkisiyle yaşama yeniden ruh kazandıran projeler insanlara anlatılmalı. Düşünce ve mücadele birliği içinde ortak iradenin güç olduğu örgütle, emek dünyasının partisi; iddiasını ortak irade yaparak savunmalıdır. Türkiye ve Türkiye halkının buna ciddi biçimde ihtiyacı var. Türkiye’yi parçalamak isteyenlere dur diyerek ve kardeşçe huzur içinde yaşamın bu ortak iradeden geçer!
Yanlışa Teslim Olma.