Parti ‘üzerine’ (6)

Parti ‘üzerine’ (6)

ABONE OL
2 Eylül 2024 11:56
Parti ‘üzerine’ (6)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Habip Hamza ERDEM

Genel olarak Marx’ta bir ‘Parti kuramı’ olmadığı ya da onun ‘Parti’ konusunda yazdıklarının bir ‘kuram’ bütünselliği taşımadığı söylenmektedir.

Jean Quétier ise, Marx’ın tasarladığı toplum biçiminin, onun ‘Parti’ ve ‘İşçi Örgütlenmesi’yle olan bağı dikkate alınmaksızın anlaşılamayacağını ileri sürmektedir.

Burada Alain Badiou ile Toni Negri arasında geçen şu anekdot akla gelebilir:

Almanya’daki bir panel sırasında, Toni Negri’nin –“bazı arkadaşlar Marksist olmadan komünist olunabileceğini düşünüyorlar” sataşmasına, Alain Badiou da –“bazı arkadaşlar komünist olmadan Marksist olunabileceğini sanıyorlar” biçiminde karşılık veriyor.

Bu bağlamda Jean Quétier’nin tezine dönersek; Marksist Parti anlayışının, adına komünist ya da her ne denirse o olan bir ‘toplum biçimi’nin kurulmasında belirleyici ‘temel öge’ olduğu gerçeğinin bir olumlaması olduğu söylenebilecektir.

Biraz daha yalınlaştırarak, denilebilir ki, bir ‘toplumsal düzen’in kurulabilmesi için öncelikle o düzenin ‘bilincine varmak’, ‘onun örgütlenmesi’ne başlamış olmak ve o örgütlenmenin ‘yönlendiricisi’ olarak ‘Parti’yi benimsemek gerekmektedir.

Hatta biraz da ‘tavuk/yumurta’ örneğinde olduğu gibi, birbirlerini izleyen süreçler olarak düşünmek gerekmektedir.

Nitekim eğer burjuvalar, önce ‘burjuva’ olup ‘burjuva bilinci’ne varmamış olsalardı, ne ‘burjuva düzeni’ni kurabilecek ve ne de o düzeni sürdürmek için kendi ‘parti’lerini kurmuş olacaklardı.

Kendi ‘Demokrasi’ anlayışlarını dayatıp, kendi ‘ahlâk’ ve ‘hukuk’ kurallarını geliştiremeyeceklerdi.

Ancak bu kuralın ‘işçiler’ için de geçerli, tarihsel bir zorunluluk olduğunu söylemek, sanılanın aksine, pek kolay değildir.

Kaldı ki, daha Manifestoda “Ya toplumun bütünü için devrimci bir dönüşüm ya da savaşan sınıfların birlikte harap olmaları” söz konusu olacaktır denilmektedir: « soit par une transformation révolutionnaire de la société tout entière, soit par la ruine commune des classes en lutte  »

Gerçekten de, örneğin Rus ‘Halkçılık’ı ve ‘Sosyalizm’inin kurucularının başında gelen Gueorgui Plekhanov, uzun yıllar uzak kaldıktan sonra Ekim Devrimi’nin ardından ülkesine döndüğünde, gördüğü manzara karşısında, ‘Petrograd işçilerine açık mektup’ başlığıyla söyle yazacaktır :

« Engels’in işaret ettiği üzere, eğer işçi sınıfı iktidarı almaya hazır değilken iktidar olursa bu tarihsel bir katastroftan başka bir şey olmayacaktır”.

Tam da bu nedenle, tüm burjuva aydınları, bu tür bir ‘katastrofik durum’u, sosyalizmin gerçek durumu diye, o gün bugündür dillerine dolamış bulunmaktadırlar.

Ki ondan ötesine akıl erdirememektedirler.

Oysa Rosa Luxembourg’tan Antonio Gramsci’ye, Gerorg Lukacs’tan Léon Trotsky’ye onlarca sosyalist yazar ve düşünür işçi sınıfının ‘örgütlenme’  ve ‘parti’si konusunda değişik görüşler geliştirmişlerdir.

O nedenle ‘Sol’, ‘Sosyal-Demokrat’, ‘Sosyalist’, ‘İşçi’, ‘Komünist’ gibi adlandırmalar gerçek bir ‘Halk Partisi’ oldukları anlamına gelmez.

Burada neden, özellikle ‘Halk Partisi’ deyiş nedenimiz, ileride ‘Proleter kavramı’nı açarken, bu kavramın yerine göre ‘işçi’, yazarına göre ‘kitle’ ya da ‘Mass’ ve Marx ve Engels’in de zaman zaman ‘Halk’ kavramını kullanıyor olmalarındandır.

Yani, önemli olan, bu geniş ve hatta toplumun tümüne yakın kesimini oluşturan sınıfların özlemlerine yanıt verecek ‘düzen’in kendisidir.

Adının ‘ulusal’, ‘sosyalist’, ‘komünist’ ya da her ne denilecekse o olmasının zerre önemi yoktur.

Şu koşulla ki, ne ‘ekonomizm’e saplanıp ‘tarihin kuyruğuna takılmak’ ve ne de ‘politikacı’ların kuyruğuna takılıp tarihi değiştirmek yanılgısına düşülmesin.

Gramsci’nin deyimiyle ‘ekonomist’ yaklaşım ‘kendiliğindencilik’ ve ‘tarihsel mistisizm’i beslemektedir.

Ancak ‘Devrim’i de ne parti sekreteryası ve ne de ‘seçilmiş cumhurbaşkanı’, karar, kararname ya da yasayla gerçekleştirebilir; o ancak ‘kitle’lerin ‘bilinçli eylem’lerinin sonucu olacaktır.

Böylece yeniden ‘bilinç’ mi ‘eylem‘mi; ‘parti’ mi ‘kitle’ mi ve benzeri ‘ikilemler’e dönülmüş olmaktadır.

Eğer Türkiye gibi bir ülke de bile, Anayasa denilen bir ‘Temel Kurallar Bütünü’ var ve onun uygulanmasını gözeten bir AM (Anayasa Mahkemesi) var ise, ve yine bu AM örneğin Cumhurbaşkanının kimi atamalarına kısıtlama getirmiş ise, ama sözde cumhurbaşkanı aynı dönemde atama yetkisini genişleten bir kararname çıkarabiliyor ise, sözde aydın, entelektüel, bilinçli yurttaş, bilinçli işçi, demokrat, sosyalist, komünist ya da aklınıza gelebilecek bir tek ‘insan’ bile yok ise, bütün bu yazılanların da zerre önemi kalmayacaktır.

Hele bir de gözündeki merteği görmeden benim gözümdeki çapağa söz söyleyecek olanlar olursa, onlara ‘Tanrı’dan afiyet’ dilemekten başka elimden bir şey gelmez.

Ama bir gün bu ‘sıkılı yumrukların’ balyoz gibi ineceğine de kuşku yoktur.

Ne var ki, gerçek bir ‘Devrim’ mi yoksa toptan bir ‘tarümar’ la mı sonuçlanacağı tam iki yüz yıl önce söylenmişti değil mi?

(Sürecek)

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP