İki yıl öğretmenlik yaptığım Fatsa’nın Yassıtaş köyünden Hasan Gencay, hazırladığı bir kitap müsveddesini göndererek gözden geçirmemi istedi. Metinde ilginç bir olaya rastladım. Gencay’ın iznini alarak Bütün Dünya’nın Ağustos sayısında yayımladığım yüz yıl önce geçen olayı aşağıda veriyorum. Olayın kahramanlarından Mehmet’in yıllar sonra çektirdiği fotoğrafta bile pantolonunun yamalı olduğu dikkat çekiyor…
Fatsa’nın Yassıtaş köyünden Feyzi ve oğlu Mehmet, Kurtuluş Savaşı’nda askerdirler. Birçok cephede görev yapmışlardır. Hacı Feyzi ve oğlu Mehmet’in her ikisi de Kurtuluş Savaşı’nda Sakarya Meydan Savaşlarında Haymana’da askerdir ama birbirlerinden haberleri yoktur. Çok ilginç bir rastlantı sonucu buluşurlar.Birlikler arası posta dağıtımını yapan asker, her ikisiyle yaptığı ayrı ayrı görüşmeler ve sohbetlerden bunların baba oğul olduğunu düşünür.Baba Feyzi’ye bir gün der ki, “Senin adı Mehmet olan bir oğlun var mı?”Feyzi “evet, var” der.
Posta askeri” Falanca birlikte bir asker var, o senin oğlun Mehmet olabilir, lakabı da Garip Mehmet” diye haber verir.
Hacı Feyzi bu sözü duyunca şaşkınlık geçirir ama yine de emin olmak için ona bir liste hazırlar.
O listeye “Kaç kardeşin var, isimleri sırayla nedir, annesinin adı ne?” Gene de tam emin olmak için tarlalarının adlarını da söylemesini ister. Bunları posta askeri sorup not alarak getirecektir.
Posta askeri görevi kabul eder. Aradan ne kadar zaman geçti bilinmez ama baba Feyzi’nin gözü hep yoldadır. Bir zaman sonra posta askeri gelir ve o sözünü ettiği askerin gerçekten oğlu Mehmet olduğunu söyler. Posta askeri Mehmet’le aralarında geçen sohbeti anlatır.
Bu heyecanla baba ilk fırsatta oğlu Mehmet’in olduğu birliğe gitmeye karar verir.
Birliğinden izin alır yola düşer. Çok da heyecanlıdır. Oğlunu, kuzusunu, yani Mehmet’ini görecektir onu koklayacaktır, kolay mı?
Feyzi levazım çavuşudur. Eli boş gitmek istemez. Oğluna elbise, bot, iç çamaşırı gibi giysiler alır.
Baba yola çıkar, Mehmet’in birliğini bulur ve oradaki askerlere oğlunu tarif eder. “Aldığım bir habere göre galiba buradaymış” der. Oradaki askerler de “Duyduklarınız doğru, şu anda nöbette, az sonra nöbeti biter gelir” derler.
Oradakilerin hepsi ayaküstü kısa sohbetin ardından Feyzi’ye “Senden küçük bir isteğimiz var” derler.
Baba da “Buyurun” der.
BAKALIM SENİ TANIYABİLECEK Mİ?
“Sen bizim aramıza otur. Mehmet fark edecek mi, bakalım ne yapacak, maksadımız az şakalaşmak.”
Baba kabul eder. Garip Mehmet gelir, bir köşeye çekilir, çarıklarını soyar, onları onarmaya başlar. Arkadaşları “Mehmet ne yapıyorsun? Az başını kaldır, yüzünü görelim” diye takılırlar. O da “Biraz işim var, çarıklarımı sırımlıyorum” yanıtını verir.
Komutan da hafif gülümseyerek müjdeyi verir.
“Garip Mehmet baban geldi!” deyiverir.
Garip Mehmet inanamaz. “Komutanım, babam kim bilir nerede, hangi cephede, şehit mi gazi mi, yaşıyor mu? Yaşasa da beni burada nasıl bulur?” der ve başını kaldırır ki babası tam karşısında!
Mehmet şaşkınlık içinde ne yapacağını bilemez. Koşar babasına sarılır.
Baba oğul ağlamaya başlarlar.
Baba, Mehmet’ine bakar, garibin üstü başı perişandır. İzin alarak oradan biraz uzaklaşırlar.
Baba Mehmet’ini elleriyle yıkayıp temizlemek ister. Ona sorar: “Banyoyu,” temizliği nasıl yapıyorsunuz?” Mehmet de “Tenekeyle su kaynatıp yıkanıyoruz” karşılığını verir. Bunun üzerine baba, bir teneke kap bulur, su ısıtır, Mehmet’ini yıkar, temizler, giydirir. Sonra komutanından izin alır bir süre yalnız kalmak için araziye doğru yürürler. Baba oğul derin bir sohbete başlarlar.
Baba köyden ayrılalı uzun bir zaman olmuştur. Köyden haber almak ister. “Sen ne zaman geldin, ne kadar oldu?” diye sorar Mehmet’e.
“Beş altı ay önce hastalandım. Köye hava değişimine gittim, geldim.”
“Evdekiler nasıl? Konu komşu iyiler mi?”
NENE DE EŞKIYA İLE SAVAŞIYOR!
Herkes çok iyi ama insanların tek korkusu geceleri eşkıyalar köye baskın yapıyorlarmış, evlerden yiyecek içecek istiyorlarmış. Vermezlerse fırsat bulurlarsa zulüm yapıyorlarmış.”
Baba biraz durgun, “Nenen nasıl, o da iyi mi?” diye sorar “Mehmet: “O da iyi” yanıtını verir.
“Nene”, babasının eşidir. Mehmet’in annesi öldüğü için babasının sonraki eşidir yani. Annesine “Anne”” değil de “Nene” demektedir.
Mehmet cevap verir: “O da çok iyi, hatta konu komşuya da sahip çıkıyor. Evde mavzeri var. Eşkıya baskın yaptığında kendini sipere alıp onları evin etrafından o mavzeri ile ateş ederek kovalıyor. Hatta ben köydeyken eşkıyalar komşuların evini basmışlardı, bir ses duyduk, yataktan fırladım, nenem ‘yavaş ol’ diye işret etti. Ses komşulardan geliyordu. Nenem de onları beşli mavzerle ateş ederek kovaladı.
Baba bunları duyunca çok mutlu olmuş. Evinde her şeyin yolunda olması onu daha da rahatlatmış.
Sonra Mehmet “Sen nasılsın baba, iyi misin?” diye sormuş. O da kendini biraz anlatmış, hal hatır etmişler.
Baba Mehmet’ine “Oğlum, gitme vakti geldi, hakkını helal et, ben fırsat buldukça yine gelirim. Kendine dikkat et, kazamız mübarek olsun, Rabbim yardımcımız olsun. Olur ya benden önce gidersen herkese selam söyle, kısmette varsa görüşürüz. Olur ya, ben dönemezsem kardeşlerine ve nenene sahip ol. Onlar sana emanetimdir” der ve yavaş yavaş uzaklaşırken Mehmet ardından garip garip bakar ve içlenir.
ikisi de kurtuluş savaşı boyunca cephede görev alır Yunanlıları İzmir’de denize döktükten sonra sağ salim memlekete dönerler.
Sakarya Cephesi’ndeki bu buluşma her anlatıldığında aile bireylerini duygulandırır, gözyaşlarını tutamazlar. (Bütün Dünya, Ağustos 2021)
YORUMLAR