İçinde bulunulan durumu benimseyince, ya da “o an” için olanları yaşamaktan başka yapılacak bir şey olmadığı anlaşılınca, “onunla birlikte yaşama” alışkanlığı oluşuyor ister-istemez!
On yıllardır süren terörle yaşamaya alışmadık mı; başlarda “bir yaralının” bile duyulması tüm yüreklere yalım düşürürken, ilerleyen yıllarda “umursamazlığa” dönüşmedi mi?
Yine yaşamda olan herkesin az-çok acısını bildiği “enflasyon/ alım gücü yoksunluğu/ işsizlik/ kayırmacılık” her yıl büyümüş olsa da, “onunla” yaşamaya alışılmadı mı?
Doymak için “ekmeği çok yemeye”, “ekmeksiz” sofrayı eksik bulmaya da alıştık!
Corona virüs nedeniyle “evde kal” uyarısına uyarak; dışarı çıkmadan, kimseyle konuşmadan, iletişimi bozarak, aynı avluda/ apartmanda bulunan komşuyla “küs” gibi yaşamaya alıştırılıyoruz şimdi de…
Terörle, enflasyonla yaşamayı öğrenirken, corona ile yaşamayı öğrenmek…
***
“Virüs çok şey öğretiyor bize. Sosyal panik ne öğretiyor onu öğretiyor başta. Corona virüs bir kişide bulundu, sözüyle panik başladı. Halk marketlere hücum etti. Makarna, pirinç, un, şeker ne varsa yağmaladı. Kolonyaya hücum yaşandı. Kağıt mendiller tükendi. Ne korkarmışız meğer virüsten, bu da ortaya çıktı. Bir yerlerde gizlenmiş yağması yanımız her yana yayıldı” diye yazdı, Cumhuriyet’ten Erdal Ataberk…
Yazının başlığı “bir virüsün öğrettikleri…”
Sabah öncesi gibi kalktığınızı sansanız bile, öyle değil! Evin içerisinde dokunduğunuz kapı kolu, elektrik prizi bile ellerinizi yıkamaya yöneltiyor sizi!
Yıkamayın haydi!
Günün ilk saatinde açılan televizyonda konuşanlar, bırakın ev içerisinde ellerinizi yıkamayı, dışarıdan her eve girişte çırılçıplak olunacağını söylese karşı gelen olmayacak!
Anlatacakları öyle çok gerekçeleri de var ki; biraz önce buradan biri geçmişse, burada hapşırmışsa, onun bir damlası üzerinize bulaşmışsa, yaşam süresi beş saat olarak düşünülecek olursa, üzerinizdeki bulaşığa eliniz değmişse, elinizle ağız/ burun/ göz organlarınızdan birine dokunmuşsanız…
Günlerdir “evde kal” uyarısını uyup da, bunları yaşamayan oldu mu acaba?
***
Evde yufka, ya da bazlama yapma alışkanlığı olmayanlar ekmek gereksinmesini karşılamak için fırın ile market arasında bir seçim yapmak zorunda…
Bu “ekmek”…
“Ekmek” yemeden doymayan bir yanımız var! Onun için de market ya da fırın için dışarı çıkmak zorundasınız! Öyle sosyal sorumluluk duyacak, “siz evlerinizde oturun, gereksinmeniz kapınıza gelecek” diyecek, “sizin sağlığınız her şeyden önemli” kucaklayıcı dilini kullanacak bir “iktidar” olmayınca, başka seçenek de yok!
Market ya da fırın kapısında birbirine yanaşık sırada bekleyenlerin arasına karışıp “ekmek” alacaksınız!
Buraya gelene değin yürüdüğünüz yol, yanınızdan geçen biri, altından geçerken dalları sallanan ağaç, esintiyle yüzünüzü yalayan serinlik, hızla geçen aracın egzoz dumanı…
Market kapısında, içeriden çıkacak birini beklemiş olsanız da; raflarda dokunacağınız her şeyde, biraz önce gelen bir “taşıyıcının” bıraktığı virüsün bulunma olasılığını düşünerek, dokunduğunuz anda içinizde oluşan “tüm” olasılıklardan yola koyularak, aldığınız ürünü poşete koyan kasiyerin “taşıyıcı” olup/ olmadığı kuşkusu ile birlikte para/ kart aldığı eliyle ürene dokunmasının yüreğinize düşürdüğü kor…
Bunun tanımı nasıl bilmiyorum!
Tün bunları benimseyerek, “bunlara” yaşamaya alışmak…
***
Kim ne desin, “biz çabuk” alışırız!
Oniki Eylül’ün sabahı, sanki bir gün önce yaşananlar hiç olmamış gibi, o sokakları doldurmalar, düzene başkaldırmalar, sokak başlarında öğrenci kovalamalar, kurtarılmış bölgelerde yol kesip/ katletmeler yalanmış gibi…
O güne değin bakışmayan gözler gülüşmeye başlamıştı!
“Evde kal” uyarısı ile birlikte, yalnız zorunlu gereksinmesi için sokağa çıkanların yaşadıkları psikoloji, hareketsizlik, dar alan içerisinde yaşamak, eve giriş-çıkışlarda pimpiriklik…
Bu güne değin ellerimizi yıkamasını bilmiyormuşuz örneğin,
Beslenme biçimimiz de yanlışmış,
Evde/ dışarıda temizliğe özen göstermiyormuşuz, marketten alış-veriş yapmayı, bağışıklığı koruyacak ürünleri bilmiyormuşuz…
Bunlar, “bir virüsün öğrettikleri” olmalı…
020420
YORUMLAR