“Şiddet” konusunu irdelerken; günümüzde salt sokakta yaşanan olayları değil, “bakış açımızın” uzanabildiği her yeri, her nesneyi, her olup-biteni düşünmek gerekiyor kanımca…
“Kişilere, nesnelere yönelik öfkenin yıkıcı biçimde ortaya çıkmasının” nedeni olmalı…
Kadınlar sokak ortasında dövülüp, neden parçalara bölünür?
Çocuklar karşı koyamayacakları büyüklerinden acımasızca neden dayak yer?
Sokakları “yaşam alanı” sayan hayvanlar neden kıyıma uğrar?
Neden hekimler karşısında hasta yakınları zaman zaman çılgına döner?
“Fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik” adlarıyla belirtilen “şiddet”; neyin, hangi yaşanılmışın, hangi acının, hangi karartıların sonucu?
Bunları da irdeleyelim…
***
“Kapitalizm”, her düştüğü çıkmazdan kurutulabilmek için “akla” gelebilecek her tür girişimi göze alabileceğini düşünmemiş olmalıydı Marx…
“Kendi çelişkileriyle” yok olacağından söz etmişti!
“Kapitalizm”, kendi çelişkilerinden “yeniden” doğmayı başarıyor!
Bunu yaparken de; her dönem ayrı katmanları “yeniden” doğuş için geçen emeklerinden dolayı ödüllendiriyor!
Var olmaları, güçlü kalmaları için gereken “tüm” ödünleri veriyor!
Bunlar “bir avuç” katman da olsalar; yaşamın tüm teknolojilerinden istedikleri gibi yararlanmayı, ezilen çoğunluğun düşlerindeki yaşamı yaşıyor olmaları “rastlantı” olmamalı…
Üstelik “ezilen çoğunluğun” arasından seçilen, salt görevleri “çoğunluğu” güçten düşürmek-satmak için kullanılan “işbirlikçilerin”, yaşamın içine yaydıkları “böl-parçala” özelliklerinin sonucu olarak karşımıza çıkar “şiddet”!
“Şiddetin” ana kaynağı doyumsuzluk, erinçsizlik, mutsuzluktur!
“Şiddetin” ana kaynağı, “kapitalizmin” her şeyi kendinin sanma hastalığıdır!
***
Günümüzde “şiddet” yanlısı olarak dile getirdiğimiz, “öfkesini yıkıcı” biçimde eyleme dönüştürenlere karşı geliştirilmiş kaç “olumlu” yaklaşım var?
Sokak ortasındaki eli sopalılar ilk gün götürülüyor, üç-beş gün sonra serbest kalıyor; üç-beş günde ne değişti, yeniden sokakta “şiddete” kalkışmaması için ne yapıldı?
Hepsi karanlık, hepsi bile bile…
Kimi zaman bazı olaylar karşısında toplum ikiye ayrılma noktasına geldiğini gözlemlemeyen yok!
Bir aile içerisinde “anlaşmazlıktan” kaynaklanan “şiddet” değerlendirilirken, “eşidir, çocuğudur kime ne” diyene tanık olmayan var mı, bilmiyorum.
Cinsel şiddet olayları karşısında “ne olmuş, karı yapacak işte” ya da “bakalım öncesinden ne yapmıştır ki” denerek küçük yaştaki kız çocuklarının yaşlı erkeklerle evlenmelerine göz yumanlar…
“Şiddet” konu olan, son zamanlarda “faturasını ödeyemeyen, verdiği sözü tutamayan, evinin gereksinmelerini karşılayamayan, çocuğuna şeker alamayan” diye sıralanan gerekçelerde eklenmeye başlandı!
Sağlık görevlilerine yönelik “şiddetin” bir öncesine gidilse neler görülürdü acaba?
***
Bir çok kurumun kendi sorunlarını anlatmak, kamuoyu oluşturmak, çözüm yolları aramak için kurulmuş dernekleri-odaları var.
Bu ülkede yaşayan yurttaşların arasından sıyrılarak, sanki bu ülkenin yurttaşları olmasa, kendilerine “gereksinim” duyulacakmış gibi;
Yurttaşın yaşadığı edilgen, doyumsuz, mutsuz yaşamlarını dile getiren yok!
Bileği güçlü, eli iş yapmaya elverişli insanın “yaşamını kazanmak” için çırpınışını düşünen var mı?
Salt bu güne özgü değil, gelmiş-geçmiş tüm “iktidarlar” yaşanan “şiddet” nedeniyle sorumlu!
Çiftçinin toprağını işlemesine destek olmayan,
Öğrencisinin eğitimini sağlayamayan,
Çalıştırdığı işçisinin “adam gibi” yaşayacağı maaşı veremeyen,
Kurulu fabrikaların üretim aşamasındaki girdileri karşılayamayan,
Emeklilerini ısındıracak aylığı gerçekleştiremeyen,
Sokakları “hayalleri” yıkık, işten atılmış, geçinemeyen, okuldan kovulmuş, gereksinmelerini karşılayamayan, doyumsuz-mutsuz yurttaşlarla doldurursan…
Adını “siz” koyun isterseniz!
***
“İktidar”, gücünü korumak için “kapitalizmin” ipine sarılır!
Egemen “azınlığı”, mutsuz çoğunluğun “üzerinde” sayar!
Üç-beş tane “kendi elleriyle” oluşturulan işbirlikçi yüklenicilerin yanlarında olması, övgüler düzmesi, gülücükler göndermesi yeter gibi…
Sokaktaki yaşananlar da, doyumsuzluklar da “iktidarın” istemi doğrultusunda büyür-küçülür…
“Ulusal” değeri-kazanımı bölüştürmeyi başarabilse,
Herkes kendine düşen ödev üzerinden yola çıkabilse,
Örneğin “iktidar”, bu ülkede yaşayan herkesin gereksinmelerini karşılama hakkı, doyma hakkı, sevinme hakkı olduğunu bilse…
Ortada ne bir “şiddet” kalacak, ne de bir “anlaşmazlık” da…
İstese…
230120
YORUMLAR